istanbul ligi yarı final maçının 89. dakikasında fenerbahçeli şekip önce topu kurtarmış ardından galatasaraylı muslih'e tekme, araya giren edip'e de yumruk atmıştı! ortalık karıştı, seyirciler sahaya daldı, maç yarım kaldı. dört gün sonra takımlar galatasaray'ın penaltı atacağı son yarım dakikayı oynamak için tekrar sahaya çıktı.
“maçın ilk golünü fenerbahçe penaltıdan attı. galatasaraylılar biri penaltıdan olmak üzere iki golle mukabelede bulundular. fenerbahçeliler ikinci sayılarını gene penaltıdan temin ettiler. seyircilerin karşılıklı tezahüratı, oyuncuları heyecana boğuyor. karşılaşma kırıcı bir şekilde devam ediyordu. maçın bitmesine yarım dakika kala inkişaf eden bir galatasaray hücumunda şekip topu kurtardıktan sonra muslihe bir tekme vurdu. araya giren edibe de bir yumruk attı. bu hareket oyunun çığrından çıkmasına ve halkın sahaya dolmasına sebep oldu. futbol heyeti kararıyla 19 ağustos günü eksik kalan yarım dakika için takımlar sahaya çıkmışlardır. fenerbahçe oyun harici edilen şekipten mahrumdu. ayrıca kararı protesto gayesiyle yedi kişilik takımla sahada yer alması ve penaltı atışında kalelerini boş bırakmaları manidar bir durum yaratmıştı. vuruşu mithat 3. gol olarak fenerbahçe kalesine yuvarladı. durum fenerbahçe lehinde sevgi gösterisine vesile oldu.” (alşar, edip - fenerbahçe-galatasaray futbol maçları, 1909-1960)
33. maç (15 ağustos 1924) : hakem hacopulo konstantin yönetimindeki, eleme usulü ile oynanan istanbul ligi yarı final maçı 2-2 devam ederken, maçın bitimine 1 dakika kala futbolcular arasındaki kavga ve seyircilerin sahaya girmeleri nedeniyle yarıda kalmıştır.
kalan 1 dakikalık süre, 19 ağustos 1924'de fenerbahçe'nin sahaya çıkmadığı maçta, mithat ertuğ'un boş fenerbahçe kalesine attığı penaltı golü ile tamamlanmış ve sonuç 3-2 galatasaray lehine tescil edilmiştir. bu maç bazı kaynaklarda iki ayrı maç olarak gösterilmekte ve derby istatistiklerinde ki çelişkilerden birini yaratmaktadır. derby listemize ilk maçın tarihi ile ve galatasaray'ın 3-2 galibiyeti olarak alınmıştır.
1924 yılı yaz mevsiminde düzenlenen paris olimpiyat oyunları nedeniyle 1923 -24 mevsimi istanbul cuma ligi tamamlanamamıştı. bununla beraber aynı senenin eylülünde düzenlenecek olan türkiye futbol birinciliği için istanbul mıntıkasının, ankara'ya istanbul'u temsilen bir takım göndermesi gerekiyordu. bu müşkülat sebebiyle, reisliğini ahmed şerafeddin bey'in yaptığı istanbul futbol mıntıkası alelacele bir şampiyona (lig) düzenlemeye karar verdi. eleminasyon usulüne göre tertip edilen ve sonunda istanbul şampiyonu olacak takımın belirleneceği turnuvanın nihayetinde, dört takım `semi final' oynamaya hak kazandı. mıntıka merkezinde çekilen kura sonucu beşiktaş, süleymaniye'ye; galatasaray da fenerbahçe'ye isabet etti.
15 ağustos cuma taksim stadyumu'nda istanbul rum cemaatinden haçopolu efendi'nin hakemliğinde icra edilen müsabakaların ilkinde refik osman bey'in parlak oyunu neticesinde; mağlup duruma düşmesine rağmen, beşiktaş, süleymaniye'yi bire karşı üç sayı ile mağlup ediyor ve son müsabakaya kalmaya muvaffak oluyordu.
stadyumu hıncahınç dolduran taraftarların sabırsızlıkla bekledikleri fenerbahçe - galatasaray müsabakası bu maçın akabinde başladığında taraftarların uğultusu ta ayazpaşa'dan işitiliyordu. önce fenerliler penaltıdan attıkları bir golle öne geçmişler, bunu takiben galatasaraylılar da biri penaltıdan olmak üzere iki sayı ile mukabelede bulunmuşlardı. herkes galatasaraylıların sayı adedini arttıracağını zannederken, hakem galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu (penaltı) daha verdi. bu da sayıya havale edildi.
artık müsavi surette iki ikiye devam eden müsabakanın sonuna gelinmişti.bundan sonrasını cumhuriyet'te kemal ragıb bey anlatıyor:
"... galatasaray sol açığı muslih topu sürüp fener kalesine yaklaştı, şekip bey mutad cesareti, her zamanki mahareti ile topu kurtardı fakat arkasından muslih bey'e bir tekme hediye etti. edib bey araya girdiği zaman bir tekme de onun hesabına isabet etmişti. fener'in o sessiz sedasız, kendi halinde düşünen serinkanlı kalecisine ne olmuştu..."
bunun üzerine müsabakanın hakemi haçopolu efendi, kenarda çizgi hakemliği yapan mili takım antrenörü bay billy hunter'e ne yapılması gerektiğini sordu. bu görüşmenin akabinde haçopolu efendi, şekip bey'i oyundan ihraç edip, bir de fenerbahçe aleyhine penaltı verdi. işte bundan sonra kızılca kıyamet koptu. binlerce fenerbahçeli taraftar sahaya doluştu ve penaltı atılması mümkün olmayarak, mıntıka jandarması tarafından oyun tatil edildi.
neticesi alınamayan müsabakayı tetkik etmek üzere ertesi gün fevkalede surette toplanan istanbul futbol mıntıkası mezkûr müsabakayı görüştü ve oynanmayan yarım dakikanın ağustosun on dokuzunda oynanmasına ve müsabakanın fenerbahçe kalesine bir penaltı vuruşuyla başlamasına karar verdi. bu hükmü dinlemeyen ve protesto eden fenerbahçe ise hem mıntıka futbol birliği hem de türkiye idman cemiyetleri ittifakı'ndan ayrıldı. önümüzdeki sene oynanacak lige de katılmayacağını beyan etti.
müsabaka günü kalecisi dahil olmak üzere hiçbir oyuncusu sahaya çıkmayan fenerbahçe'nin boş kalesine çekilen ceza vuruşu ile galatasaray bir sayı daha yaptı. bu suretle maçı kazanan sarı kırmızılı takım şampiyonanın nihai maçında beşiktaş'ın rakibi oldu.
tercüman’ın 1990 basımlı büyük futbol ansiklopedisinden;
cumhuriyet dönemi ile sporda da teşkilâtlanma başladı. t.i.c.i. (türkiye idman cemiyetleri ittifakı) ve türkiye futbol federasyonu kuruldu. teşkilât, ilk olarak olimpiyat oyunları sebebiyle yarıda kalan 1923-24 istanbul liglerinden sonra 1924 yazında istanbul resmî lig maçlarını organize etti. ancak futbol mevsiminin uzamış olması sebebi ile şampiyona eleme usulü ile oynandı. galatasaray yeni şafak’ı 6-0, sahaya çıkmayan altınordu'yu hükmen yenerek eledikten sonra yarı finalde fenerbahçe ile oynadı, 3-2 galip gelerek beşiktaş ile final hakkını elde etti. finalde beşiktaş'a 2-0 yenilen galatasaray 2. oldu. galatasaray-fenerbahçe yarı final maçı yılın olayını teşkil etti. oyun 2-2 devam ederken fenerbahçe kalecisi şekip'in galatasaraylı muslih'i yumruklamasını cezalandırmak isteyen hakem haçopulo’nun kararı sahadaki seyirci ve oyuncuların birbirlerine girmeleri sebebi ile uygulanamadı, oyun tatil edildi. futbol heyetinin kararı ile 2. bir karşılaşmada son 1 dakikası oynatılan maçta kararı protesto ederek fenerbahçelilerin boş bıraktıkları kaleye galatasaraylılar penaltı atışı ile bir gol daha yaptılar ve maçı 3-2 kazandılar. bu ligde oynayan galatasaray kadrosu ve oyuncuların takımlarda yer alış sayıları şöyle idi:
nüzhet 1, ulvi 3, kerim 3, mehmet nazif 3, ali 4, kemal rıfat 3. nihat 3, hayri 3, suat 1, leblebi mehmet 4, necip şahin 2, nesim 1, mithat 5, muslih 3, raif 1, necdet, ekrem 1. edip 2, fehmi 1.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
fenerbahçe'nin önce galatasaray'la, ardından futbol federasyonu ile arası açılıyor
15 ağustos 1924 günü galatasaray ile fenerbahçe arasında oynanan bir maçın son dakikasında yaşananlar, önce iki kulübün, sonra da fenerbahçe ile futbol federasyonu'nun arasını açmıştı. maçın son dakikasında oyun 2-2 berabere devam ederken, bilinmeyen bir nedenden ötürü, fenerbahçe kalecisi sekip (kulaksızoğlu) bey'in bir galatasaraylı futbolcuyu tartaklaması, sonrasında galatasaraylı seyircilerin sahaya girmesiyle ortalık karışmış, hakem hacopulo efendi de maçı durdurmak zorunda kalmıştı. hakem, o sırada yaşanan olayı görmediğinden yan hakemi necmi (çakar) bey'e danışmış ve onun olaylara fenerbahçe kalecisinin sebebiyet verdiğini söylemesi üzerine şekip beyi oyundan atmıştı. çıkan olaylar ve stadyumda artan gerilim dolayısıyla, bitime bir dakika kala maç yarıda kalmıştı.
daha sonra hakem hacopulo efendi'nin raporunda fenerbahçe aleyhine penaltı kararı verdiğini yazması üzerine anlaşmazlık büyümüştü. fenerbahçeliler, maç esnasında penaltı karan verilmediğini belirterek rapora itiraz etmişlerdi; maçm kaldığı yerden hava atışıyla başlamasını talep etmekteydiler. ancak itirazları kabul edilmeyince sarı-lacivertli ekip maça çıkmama karan aldı. galatasaray sahaya tek başına çıkacak, boş kaleye penaltı atışını kullanan mithat'ın (ertuğ) golüyle, maç onların 3-2 galibiyetiyle tescil edilecekti.
fenerbahçe cephesinde tepki giderek büyümüş, fenerbahçeliler protestolarını o güne değin görülmemiş bir düzeye taşıyarak futbol federasyonu ile bağlarım koparmışlardı. nitekim protesto amacıyla 1924-1925 lig sezonuna katılmayacaklardı. hatta 1924 yılında özel maçlar yapmak için sovyetler birliğine giden milli takıma da fenerbahçe futbolcu vermemişti. söz konusu moskova turnesi doğrudan siyasi iktidarın tercihi ile düzenlenmişti. sovyetler birliği o dönemde henüz fifa üyesi değildi. bu yüzden, sovyet takımı ile maç yapabilmek için fifa'dan özel izin alınmıştı. amaç, kurtuluş savaşı'na maddi destek sağlayan sovyetler birliği'ne cumhuriyet rejiminin sempatisini göstermekti. fenerbahçe'nin siyasal önem atfedilen bir organizasyonu futbol dünyası içindeki çekişmeler yüzünden boykot etmesi, yeni rejim tarafından en azından soğuk karşılanmıştı. bir müddet sonra fenerbahçe yönetimi de "millî" ve "devletlû" hassasiyetleri göz ardı etmenin hoş karşılanmayacağını görerek 1925 yılının nisan ayında istanbul'da bulgaristan ile oynanan maça oyuncu vermiş, federasyon ile arasındaki ihtilafa da son vererek bir sonraki lig sezonuna katılma karan almıştı. spor dünyasının artık kulüplerin tekelinde olmadığı, devlet adına bir üst otoriterim ağırlığını giderek hissettirdiği gözlemlenmekteydi. ancak bütün bunların yanında fenerbahçe ile galatasaray arasındaki rekabet, iyice gerilimli bir çehre kazanmaktaydı.
patırtılı, gürültülü galatasaray – fenerbahçe yarı final müsabakasının akisleri, istanbul matbuat savaşları , oynanamayan maarif kupası
bundan tam seksen sekiz sene evvel bugün milli futbol takımımız moskova’da sovyetler birliği ile beynelmilel bir müsabaka icra etti ve sıfıra karşı üç golle mağlup oldu. bu müsabakanın öncesi ve sonrasında yaşanan kavga ve patırtının sebepleri, futbolumuzun şimdiki zamanda içine düştüğü sıkıntıları tarif etmesi bakımından tetkik edilmeye değer.
1) galatasaray – fenerbahçe müsabakası
gelin evvela biraz geriye, 1340 yani 1924 senesinin ağustosuna gidelim. mezkûr senenin yaz mevsiminde düzenlenen paris olimpiyat oyunları nedeniyle 1923 -24 mevsimi istanbul cuma ligi tamamlanamamıştı. bununla beraber aynı senenin eylülünde düzenlenecek olan türkiye futbol birinciliği için istanbul mıntıkasının, ankara'ya istanbul'u temsilen bir takım göndermesi gerekiyordu. bu müşkülat sebebiyle, reisliğini ahmed şerafeddin bey’in yaptığı istanbul futbol mıntıkası alelacele bir şampiyona (lig) düzenlemeye karar verdi. eleminasyon usulüne göre tertip edilen ve sonunda istanbul şampiyonu olacak takımın belirleneceği turnuvanın nihayetinde, dört takım ‘semi final’ oynamaya hak kazandı. mıntıka merkezinde çekilen kura sonucu beşiktaş, süleymaniye’ye; galatasaray da fenerbahçe’ye isabet etti.
15 ağustos cuma taksim stadyumu’nda istanbul rum cemaatinden haçopolu efendi’nin hakemliğinde icra edilen müsabakaların ilkinde refik osman bey’in parlak oyunu neticesinde; mağlup duruma düşmesine rağmen, beşiktaş, süleymaniye’yi bire karşı üç sayı ile mağlup ediyor ve son müsabakaya kalmaya muvaffak oluyordu.
stadyumu hıncahınç dolduran taraftarların sabırsızlıkla bekledikleri fenerbahçe – galatasaray müsabakası bu maçın akabinde başladığında taraftarların uğultusu ta ayazpaşa’dan işitiliyordu. önce fenerliler penaltıdan attıkları bir golle öne geçmişler, bunu takiben galatasaraylılar da biri penaltıdan olmak üzere iki sayı ile mukabelede bulunmuşlardı. herkes galatasaraylıların sayı adedini arttıracağını zannederken, hakem galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu (penaltı) daha verdi. bu da sayıya havale edildi.
artık müsavi surette iki ikiye devam eden müsabakanın sonuna gelinmişti.bundan sonrasını cumhuriyet’te kemal ragıb bey anlatıyor:
“… galatasaray sol açığı muslih topu sürüp fener kalesine yaklaştı, şekip bey mutad cesareti, her zamanki mahareti ile topu kurtardı fakat arkasından muslih bey’e bir tekme hediye etti. edib bey araya girdiği zaman bir tekme de onun hesabına isabet etmişti. fener’in o sessiz sedasız, kendi halinde düşünen serinkanlı kalecisine ne olmuştu?”
bunun üzerine müsabakanın hakemi haçopolu efendi, kenarda çizgi hakemliği yapan mili takım antrenörü bay billy hunter’e ne yapılması gerektiğini sordu. bu görüşmenin akabinde haçopolu efendi, şekip bey’i oyundan ihraç edip, bir de fenerbahçe aleyhine penaltı verdi. işte bundan sonra kızılca kıyamet koptu. binlerce fenerbahçeli taraftar sahaya doluştu ve penaltı atılması mümkün olmayarak, mıntıka jandarması tarafından oyun tatil edildi.
neticesi alınamayan müsabakayı tetkik etmek üzere ertesi gün fevkalede surette toplanan istanbul futbol mıntıkası mezkûr müsabakayı görüştü ve oynanmayan yarım dakikanın ağustosun on dokuzunda oynanmasına ve müsabakanın fenerbahçe kalesine bir penaltı vuruşuyla başlamasına karar verdi. bu hükmü dinlemeyen ve protesto eden fenerbahçe ise hem mıntıka futbol birliği hem de türkiye idman cemiyetleri ittifakı’ndan ayrıldı. önümüzdeki sene oynanacak lige de katılmayacağını beyan etti.
müsabaka günü kalecisi dahil olmak üzere hiçbir oyuncusu sahaya çıkmayan fenerbahçe’nin boş kalesine çekilen ceza vuruşu ile galatasaray bir sayı daha yaptı. bu suretle maçı kazanan sarı kırmızılı takım şampiyonanın nihai maçında beşiktaş’ın rakibi oldu.
2) matbuat savaşları
fenerbahçe kulübü, reisliğini esrarengiz adam da denilen yusuf ziya bey’in yaptığı futbol federasyonu ile kavgalıydı. bu sebeple, matbuat yani basın yoluyla da; fenerbahçe’ye yakınlığı ile bilinen çelebizade sait tevfik’in spor âlemi ve ali naci karacan’ın akşam gazetesi federasyonu deyim yerindeyse topa tutuyordu. buna mukabil karşı taraf yani galatasaray ise sessiz bir siyaset izliyorsa da, onun yerine galatasaray mekteb-i sultanisi mezunlarının çıkardığı türkiye idman mecmuası ve yine mekteb-i sulatanili yunus nadi bey’in cumhuriyet gazetesi refiklerine cevap yetiştirmekten geri durmuyordu. kavga üç cepheye sıçramıştı. birinci cephede kulüpler, ikinci cephede fenerbahçe ve futbol federasyonu, üçüncüde ise fenerbahçe ve galatasaraylı matbuat dünyası...
3) oynanamayan maarif kupası
aradan bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen fenerbahçe ile galatasaray arasındaki gerginliğin dinmek şöyle dursun, nerdeyse bir husumete dönüşmesi cumhuriyet hükümeti’ni de endişelendiriyordu. maarif vekili (milli eğitim bakanı) vasıf bey bu sıkıntıyı bertaraf edebilmek için galatasaray ile fenerbahçe arasında ‘maarif kupası’ namıyla bir müsabaka tertip etmeye karar verdi. bu müsabaka ile birlikte bu iki kadim ekip arasında yeniden dostluğun tesis edilmesi amaçlanıyordu.
31 teşrinevvelde (ekim) alafranga saatle 15:00’de taksim stadyumu’nda istanbul’da ikamet eden ingiliz veya ecnebi bir hakemin yöneteceği müsabakayı kazanan takıma son derece nezih bir de kupa hediye edilecekti. iki kulüp aralarında yaptıkları protokolle mağlup tarafı ile galip tarafın; müsabakadan hemen sonra, dağılmadan hep birlikte fotoğraf çektireceğini, mağlup tarafın galip tarafı sportmence tebrik edeceğini, galip tarafın da mağlup ettiği hasmına saygı göstereceğine dair hükümleri karar bağladılar. ayrıca iki kulubün renklerinden mürekkeb hususi bir rozet yaptırılarak, bu müsabakaya ait olmak üzere taraftarlara dağıtılacaktı. hatta müsabaka akşamı birlikte bir ziyafet vermeyi de protokole ilave ettiler.
dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
erken cumhuriyet dönemi (1923-33): ilk adımlar
(...)
ittihat ve terakki destekli olduğu bilinen fenerbahçe, yeni elitle karşı karşıya gelen ilk futbol kulübü oldu. aslında problemi yaratan son derece basit bir olaydı. 15 ağustos 1924’te oynanan bir fenerbahçe-galatasaray maçında fenerbahçe aleyhine bir penaltı düdüğü çalınmış ve takımdan bir oyuncu hakem tarafından oyundan atılmıştı. bu olay, kısa sürede fenerbahçe’nin 1924-25 futbol sezonundan çekilmesine ve yeni kurulan türkiye futbol federasyonuyla ilişkilerini dondurmasına kadar gitti. sarı-lacivertli kulüp ayrıca soviyetler birliği'yle oynanacak maç için millî takıma oyuncu vermeyi de reddediyordu. fenerbahçe’nin bu protestosu yeni federasyonun otoritesini ciddi şekilde sarsmıştı. bir sezon sonra fenerbahçe lige geri döndüğünde herhangi bir cezaya çarptırılmadı.
öte yandan fenerbahçe’nin futbol sahalarındaki yokluğu, galatasaray’ın ülkenin yeni yöneticileriyle daha iyi ilişkiler kurması için bir vesile olmuştu. galatasaray’ın zaten ülke yönetiminde temsilcileri vardı. türkiye futbol federasyonu başkanı yusuf ziya öniş, galatasaray lisesi mezunuydu. yusuf ziya öniş döneminde ingiliz teknik direktör billy hunter, millî takımı 1924 olimpiyatı’na hazırlamak üzere türkiye’ye getirilmişti. hunter, galatasaray’ın başına geçti. böylece galatasaray, 1925-29 yılları arasında üst üste dört lig şampiyonluğu kazandı.
yeni yönetimin galatasaray’a karşı bir sempatisinin olması, yine de genel bir tarafsızlığın çok fazla ihlal edilmesine neden olmadı. bunun çok basit bir mantığı vardı; devlete en yakın gözüken galatasaray da dahil olmak üzere, futbolun büyük aktörlerinin tamamı hâlâ federasyonun ya da diğer spor birimlerinin boyunu aşıyordu. bu kulüpler cumhuriyetten eski, herhangi bir devlet kurumunun hayal edebileceğinden de popülerdi. kulüplerle yaşanabilecek açık bir restleşme, uluslaşma süreci içinde oluşturulan yeni kurumlara zarar verebilirdi. dolayısıyla, federasyon ve devlet kulüplerle çatışmaktan çok onları kontrol altında tutmayı hedefledi. fenerbahçe’nin ligden çekildikten sonra ceza almamasında da yine bu politikanın payı vardı.
mehmet yüce'nin, "idmancı ruhlar: futbol tarihimizin klasik devreleri: 1923-1952, türkiye futbol tarihi - ikinci cilt" kitabından;
artık kabak tadı veren galatasaray-fenerbahçe kavgası yeni bir merhale daha atladı. bu sefer yarı final müsabakasında husûle gelen patırtı gürültü ve çıkan kavga neticesi maç yarıda kaldı. galatasaray-fenerbahçe rekabetine ve tarihine “boş kaleye atılan penaltı” hâdisesi bu turnuvada geçti.
şimdi gelin bu mücadelenin tafsilâtını, kemâl ragıp bey efendi’nin pek lezzetli lisanı ve harikulade anlatımıyla cumhuriyet gazetesinden okuyalım:
fener-galatasaray müsabakasının tafsilâtı
müsabaka değil bir kıyamet, bir âfetti! cezalar, fauller, penaltılar günü... dövüşenler, sövüşenler, bağıranlar ve nihayet mahalli zabıta tarafından müsabakanın tatili...
“istanbul birinciliğinin hangi kulübe nasip olacağına dair hafta ortasında yaptığımız tahminler, bu müsabakaların hararetini, şiddetini göz önüne getirmek hususunda meğer ne kadar zayıf kalacakmış!”
bu hakikaten bir fırtına, bir kasırga ve nihayet bütün meydanı alt üst eden bir âfetti. galatasaraylılar önde nihat, meydana çıktıkları zaman takımın ulvi, ali, mehmet (a), kemâl, hayri, mehmet (l), edip, fehmi, mithat, muslih beylerden teşkil ettiği anlaşıldı. sarı lacivert formayı da bermutâd; şekip, cafer, kadri, ragıp, ismet, fahir, sabih, alâaddin, zeki, ömer, muslih (gazete yanlış yazmış bedri olacak) beyler taşıyordu. oyun uzun müddet pek zevksiz, pek renksizdi. herkes topa çat çut vuruyor, etraftan seyredenler her vuruşta manasız yaygaralarla ortalığı tutuşturuyordu. bu futbol değil, oynayanların da seyredenlerin de sinirlerini bozan, gözleri büyüleyen bir kasırga idi.
galatasaray’ın her zamanki harareti, hararetli imanı vardı. fakat hücum hattının teşkilinde çok azim hata işlenmişti. fehmi bey topa vurmasını beceremediğinden başka manasız markajlarla kendi arkadaşlarını yoruyor, hücumlarım rakip tarafa tevcih ettiği zaman da kendi zararlı çıkıyordu. artık ihtiyar diye seyirciler arasına katılan necip, keşke o olsaydı, fehmi bey’in kaçırdığı fırsatlardan ne güzel istifade edebilirdi.
fenerbahçe müdafaası çok çalışıyordu hattâ insanın bir kere ismi çıkmasın derler ya, şiddet hususunda galatasaraylıları kat kat geçtiler. dillerde dolaşan ahenk ve tesânüdden (dayanışma) ise eser görünmedi. nitekim fenerbahçe hesabına kaydedilen iki sayı, takımın ruhunu teşkil eden kombinezondan ve o kombinezonun ruhu olan oyuncuların mahâretinden kazanılmadı. ikisi de penaltıdan yapıldı. top böyle zevkten, sanattan mahrum bir sarsaklıkla iki kalenin ortasında dolaşırken galatasaray aleyhine ilk ceza verildi.
insan ulvi’ye acıyacak gibi oluyordu. birinci takımda ilk defa olarak iştirak ettiği mühim bir maçta birinci sayı olmak üzere penaltıya mahkûm olmak ne garip bir tecelli! ceza vuruşu yerden sürünerek yuvarlandı ve galatasaraylı kalecinin uzanan ayağının arasından geçti. alkışlar, fırlayan fesler, kalpaklar, mu’tâd gürültü, her zamanki kıyamet...
ilk sayıya mahkûm olan tarafın inkisâra uğrayacağı tahmin edilebilirdi. galatasaraylılarda bilakis böyle bir inkisâr yerine mütezâyid (artan) bir gayret göründü. fenerliler ise hiç olmazsa şiddet hususunda rakiplerini geri bırakmak istemiyorlardı. nitekim galatasaraylılar’dan daha genç ve daha çelimsiz birkaç oyuncu bu kırıcı ta’biyeye (düzene) kurban oldular. hele bir aralık leblebi mehmet’e fenerli müdafaalardan biri çelme taktığı zaman, bu on yedi yaşındaki çocuk kendi süratine inzimâm eden (eklenen) çelmenin şiddetinden üç beş adım ileri fırlayarak yüzükoyun yere düştü ve öylece bayıldı. insan bu sahneyi gördüğü zaman yapılan şeyi kasapları kıskandıracak bir boğazlaşma mı, yoksa iki türk kulübü arasında bir müsabaka mı nedir bir türlü kestiremez. hattâ karsıki kulüp bir yunan, bir bulgar takımı bile olsa siyasi ve milli adavetlerin spor sahasına kadar dökülmemesi lâzım gelir. yarabbi fener ve galatasaray arasındaki bu rekabet bazen ne feci bir husumet rengine bürünüyor. hele şurası şâyân-ı dikkattir ki, dün futbol meydanında toplaşıp bağıran, çırpınan, sövüp sayan ve nihayet ani bir feveranla ortaya fırlayarak birbirlerini hiç de tanımadıkları halde dövüşen, boğazlaşan bu beylerle ahalinin gösterdiği heyecan, asabiyet, şiddet, acaba başka hiçbir sahada görülmüş müdür? hayır, bu kadarı hiç de kibar ve makul bir şey değil. biz de spor aşkına, sporcu aşkına iman edenlerdeniz.
fakat meselâ boksa vahşet diyenler, dün eline bir ustura alıp ortaya fırlayan, hiç tanımadığı insanlar arasında önüne gelenlere yumruk savuran kahramanlara, acaba ne isim verecekler? benim gibi on altı senedir spor sevgisini birçok hislerin üstünde tutanların ekserisi de, dünkü futbol maçını gördükten sonra eminim meşin toptan ve ızgaralı ayakkabıdan (krampon) iğrenmişlerdir.
galatasaraylılar ilk golü yaptıkları zaman aynı heyecan, aynı kıyamet, mukabil taraftan da koptu. ondan sonra oyuncularda çarpışma, seyredenlerde kaynaşma azami bir şiddet kesb etti. hakemin ihtarları verdiği faul cezaları hep neticesiz kalıyordu. cafer bey bir aralık bu hatalar yüzünden oyundan dışarı çıkarılmaya bile mecbur oldu fakat kasırga olanca şiddeti ile görülüyordu. galatasaraylılar arkasından ikinci sayıyı penaltıdan yaptılar. fener akımlarının pek sönük ilerlemesine nazaran galatasaray’ın galebesi artık muhakkak gibiydi. nitekim kurulan hesaplara göre o maruf, âhenk ve tesânüdden şimdiye kadar üç-dört sayının doğması lâzımdı. oyun neticesine ancak beş-on dakika kalmıştı. galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu daha verildi. zavallı haçopolu, biraz evvel süleymaniye-beşiktaş maçını da idare ettiği için üç saattir koşmaktan etrafında tepinenlere meram anlatmaktan bitmiş, tükenmişti. bu genç hakemler arasında hiç şüphe yok ki vukûfu (bilgi ve görgüsü) ve bitarafisi (tarafsızlığı) ile birinciliği kazanabilir. fakat üst üste iki müsabakayı hele böyle dünküler gibi, idare etmek kabil mi?
artık ahali meydana kadar taşmıştı. penaltı çekmek için bile yer kalmamıştı. boyunlarında siyah beyaz renkler (fular) taşıyan izci kıyafetli bazı gençler güya inzibatı temin bahanesiyle ortaya çıkmışlar seyircilerin sırasını, çizgisini kendileri bozdukları gibi bu penaltı gürültüsü esnasında ilk kavgayı da onlar çıkarmışlardı. bunların oymak beyi yok muydu? böyle karışıklığa göz yuman kimlerdi, anlayamadık, izciler intizâm ve sükûnet için numune olacak! ikinci gol de fener hesabına kaydedilince meydanda büsbütün çılgınlık havası esti. karanlık çökmüştü, topun peşinde rengârenk kıyafetli adamlar koşuşturuyordu. etrafta bir tepinme, bir feryat, bir kıyamet ki...
galatasaray sol açığı muslih, topu sürüp fener kalesine yaklaşü, şekip bey’in mu’tâd cesareti, her zamanki mahâreti ile topu kurtardı fakat arkasından muslih bey’e bir de tekme hediye etti. edip bey araya girdiği zaman bir tekme de onun hesabına isabet etmişti. fenerin o sessiz sadâsız, kendi hâlinde düşünen serinkanlı kalecisine ne olmuştu?
işte boğazlaşmanın en feci sahnesi bu dakikalarda canlandı. ortada zavallı haçopolu oyunculara mı, seyircilere mi dert anlatacağım şaşırmış, ne yapacağını hunter’a soruyordu.
hunter ingiltere’de olsa şekip’i çıkardıktan sonra müsabakaya devam edileceğini söylüyordu. antrenör biri galatasaray ile diğeri fenerli iki maruf zatın yanında bundan evvel fenerbahçe lehine verilen penaltı cezasından evvel de ofsayt olduğunu söylerken, yanına bir gazetecinin yaklaştığını görünce bitaraf bir vaziyet almak mecburiyetini hissetmiş, kendisi yan hakem olduğu için meydanın yalnız mukabil cihetine bakmağa mükellef olduğunu, galatasaray kalesinin önüne bakmak diğer yan hakemine ait bulunduğunu ilâve eylemiştir...
meydanda koşuşan öbek öbek birer köşeye, meselâ bir oyuncunun yahut hakemin yahut da antrenörün etrafına toplanan kalabalık, akşamın loşluğunda silinen bir gölge oluyordu. polisler, jandarmalar bu pürheyecan (heyecanlı) kitleyi teskine çalışıyordu. nihayet o mıntıkanın zabıtası oyunun tatilini emretmiş, halk dalgalana dalgalana kapılardan çıkarken, o gittikçe koyulaşan hâlâ bağıran, tepinen gölgeler de vardı.
müsabaka akşamı alâkadar zevat toplandıkları zaman, yarım dakikalık bir karşılaşma için futbol mıntıka reisi tarafından dermeyan edilen fikir kabul edilmiş ise de; bilâhere sarf-ı nazar edilmiştir. bugün saat altıda mıntıkada içtima edilerek kat’î karar ittihad olunacaktır.
serhan oytun eroğlu'nun 29 ağustos 2020 tarihli fotospor'da çıkan yazısı;
galatasaray'dan fenerbahçe'ye boş kaleye penaltı eliminasyon usulü oynanan 1924’teki ilk istanbul futbol ligi’nin yarı final eşleşmelerinden fenerbahçe-galatasaray eşleşmesi, durum 2-2 iken, son dakika içinde çıkan olaylar nedeniyle yarıda kaldı. fenerbahçe kalecisinin topu galatasaray yarı alanına gönderdikten sonra, ceza sahası içindeki bir galatasaraylı oyuncuya yumruk atması üzerine başlayan kavga, halkın da sahaya doluşması ile iyice büyümüştü.
boş kaleye penaltı -1
-evet, şeref bey’e rağmen!-
tarihe geçen asıl konu ise, bu maçın akıbetiyle ilgili verilen kararın alındığı süreçte yaşananlar oldu. o sürecin sonunda galatasaray, fenerbahçeliler’in boş bıraktığı kaleye bir penaltı atışı kullanacak ve finale yükselecekti. hikayenin bu şekilde sonuçlanmasına büyük tepki gösteren fenerbahçe yönetimi, bunun istanbul futbol heyeti reisi şeref bey’in arzusu ve yönlendirmesi ile sağlandığını iddia edecek ve yürüttüğü agresif stratejiyle meseleyi hükümete kadar intikal ettirirecekti.
peki, o birkaç gün içinde neler oldu? bunları sıra ile anlatırken, konunun bilinmeyen bazı yönlerini türk futbol tarihi okuruna sunmaya çalışacağım. aynı zamanda, fenerbahçeliler tarafından bunca yıldır ağır şekilde itham edilegelen şeref bey’in konuyla ilgili olarak gazetelere o günlerde verdiği beyanatlarını da paylaşacağım. dolayısıyla; bugün ve yarın iki bölüm halinde yazacaklarımı bilhassa fenerbahçeli dostların okumalarını ve konu hakkındaki mevcut bilgilerini objektif bir bakış açısıyla gözden geçirmelerini temenni ediyorum.
şeref bey penaltı atılmasına daha en baştan karşı !
15 ağustos 1924 günü oynanan maçtan iki gün sonra, şeref bey olaylarla ilgili değerlendirmesini yapıyor ve nasıl bir karar alınması gerektiği ile iligi fikrini, sebepleriyle birlikte basına şöyle açıklıyordu: “şeref bey’in fikri ----- istanbul mıntıkası futbol heyeti reisi ve beşiktaş kulübü umumi kaptanı şeref bey diyor ki: maalesef galatasaray-fenerbahçe müsabakası halkın ve taraftarlarının oyuncuları tahrik etmesi yüzünden pek feci şerait (şartlar) dahilinde başlamış ve aynı şerait dahilinde bitmiştir. galatasaraylılar, hasımlarının tabiyelerini (rakiplerinin dizilişlerini) parçalamışlar ve fenerbahçeliler de galatasaray’ın kuvvetli müdafaasını örselemişlerdir. son mesele hakkındaki fikrime gelince; bu hususda diyebilirim ki, mukabil (karşılıklı), bila-lüzum (gereksizce) çarpışma bütün oyuncuları, tabir mazur görülsün, gaddarlığa sevk etmiştir. bu salgından fenerbahçe kalecisi de nefsini koruyamamış ve hücum eden galatasaray muhaciminden (forvetinden) topu kurtardıktan sonra bir iki yumruk savurmuştur.
top kendisinden uzaklaştıktan sonra vaki olan bu hatadan dolayı, kalecinin son bir ihtar ile oyundan men’i (atılması) ve bu suretle müsabakanın ikmali (tamamlanması) lazım gelirdi. top vak’anın olduğu yerde hakem tarafından havaya atılır ve oyun devam edebilirdi. bu vaziyetde oyunun, topun düştüğü yerden havaya atılarak başlamasına lüzum yoktur. yumruğun vurulduğu yerde yapılması kanaatindeyim. … mıntıka birliği bu hususda bir karar vermek için içtimaa davet edilmiştir. bugün saat altıda toplanarak bir karar vereceğiz.” (tevhid-i efkar, 17 ağustos 1924)
bu beyanatdan net olarak anlıyoruz ki, şeref bey maçın penaltı atışıyla başlanarak devamına taraftar değildir. maça, yumuruğun atıldığı ceza sahasında yapılacak bir hava atışıyla devam edilmesini yeterli görmektedir.
tam bu noktada önemli bir not iletelim: penaltı mı kullanılmalı, yoksa hava atışı yeterli midir meselesinin böyle yoruma açık olması, bu konuda o günkü uygulama esaslarında kesin bir hükmün bulunmaması ile ilgilidir. nizamnamenin girişindeki “resmi kararlar” faslında, ceza sahası içinde fakat toptan/oyundan bağımsız mahiyetteki faullü/kusurlu hareketler için penaltı verilip verilmemesi, “verilebilir” şeklindeki bir ifade ile, hakemin kararına bırakılmıştır.
mıntıka birliği’nden aksi yönde bir karar çıkıyor
gelişmeleri takibe devam edelim.. o gün, yani, 17 ağustos’ta toplanan istanbul mıntıka birliği, ilginç bir şekilde ve şeref bey’in aynı gün gazetede yayınlanan mütalaasının aksine, maçın kaldığı yerden devamına ve fakat fenerbahçe kalecisinin hareketinin penaltı ile cezalandırılmasına karar verdi. fenerbahçe kulübü, şiddetli itirazlarına başladı. tarih 18 ağustos 1924…
reis şeref bey görüşünde ısrarcı: dört kişilik futbol heyeti, mıntıka birliğinin kararını bozuyor
şeref bey vaziyete el koyacak, kendisine rağmen çıkan heyet kararının gözden geçirilmesini, hatta onun -adeta res’en- değiştirilmesini sağlayacaktı: “necmi, vehbi, kemal ve şeref beyler’den mürekkeb (oluşan) futbol heyeti dün akd-i içtima ederek (toplanarak) mıntıka birliğinin fenerbahçe-galatasaray ihtilafı hakkında bir zabıt (tutanak) şeklinde kaleme aldığı hakem mütalaanamesini (değerlendirme raporunu) ihticaca (bir iddianın ispâtı için delil saymaya) gayrısalih (yetersiz) görmüş ve nizamname-i esasisinin (ana nizamnamesinin) 212inci maddesine tevfikan (uyarlıkla) bu hususda hakemden izahat almayı tensib ederek (uygun görerek) içtimaa nihayet vermiştir” (tevhid-i efkar, 19 ağustos)
şimdi de galatasaray itiraz ediyor...
gece geç saatlere kadar süren toplantısında bu heyet, mıntıka birliği’nin kararını bozarak, -aynı şeref bey’in en başından beri savunduğu şekilde- maçın kaldığı yerden ve hakem atışıyla devamına karar verdi. bu toplantıya, hakem haçopulo efendi’nin de davet edildiğini söylemeyi de unutmayalım. bu defa da galatasaray itiraz etti fakat itiraz, sadece 3 dakikalık bir değerlendirmenin ardından, reddedildi. (vatan, 19 ağustos) akşam gazetesinde fenerbahçeli ali naci bey, şeref bey’le galatasaray temsilcisi sadık bey arasındaki diyalogu naklettiği satırlarda, şeref bey’i yere göğe sığdıramamıyordu.
maç günü… belirsizlik, dedikodular…
maç günü geldiğinde, “bu hadisatın (olayların) akıl erdirilemeyecek bir çok safahatı (aşamaları) olduğu cihetle, taksim stadyumu’nda yeni müsabaka için toplanan meraklılar son dakikaya kadar ibham (gizlilik, kapalılık) içinde idiler. ne oldu, ne olacak sualleri; son dakikaya kadar herkesin ağzından düşmedi. ‘penaltı çekilecek’, ‘hayır çekilmeyecek, sade hakem atışı ile iktifa edilecek (yetinilecek)’ deniliyordu..” (cumhuriyet, 20 ağustos)
daha bir gece önce geç saatlerde alınmış net bir heyet kararına rağmen, bu belirsizlik nasıl mümkün olabilir ki? işin içinde başka bir iş var gibi, ve o işin ne olduğu da seyircilerin bir kısmı tarafından zaten biliniyor gibi görünmüyor mu?
hakem penaltı diyor !
sonunda “penaltı çekilecek!” diyenler haklı çıktı. “…hakem mösyö haçopulo o günkü hatanın (maçın yarıda kaldığı günkü yumruk kast ediliyor) penaltı cezasını istilzam eylemesi (gerektirmesi) noktasında zühul (dalgınlıkla unutma) eylediğini ve şimdi bütün talimatnameleri ve bilhassa fransızca nizamnamelerini tedkik neticesinde bu hadisenin penaltı ile cezalandırılması icab edeceğini söylemiş ve tarafeyn (iki taraf) mezkur mevadı (anılan maddeleri) tedkik etmişlerdir. bundan sonra fenerbahçe’nin itirazları tekrar başlamış ve uzun uzun münakaşa zeminleri çıkmıştır…” (cumhuriyet, 20 ağustos)
kabul etmek gerekir ki, haçopulo efendi’nin bu “inisiyatifi” (!), anlaşılabilir olmaktan çok uzak ve hakikaten çok büyük bir “sürprizdir”.
akşam gazetesi’nden şeref bey’e hakaretler
gelelim hikayenin en enteresan yerine.. fenerbahçeli ali naci bey, akşam gazetesindeki köşesinde bu son dakika sürprizinden şeref bey’i sorumlu tuttu. anlattıklarına göre; bir hat karışıklığı sonucu kulak misafiri olduğu telefon görüşmesinde şeref bey haçopulo efendi’ye, maçı penaltı ile başlatması yönünde telkinde bulunmuş, direktif vermiş hatta onu tehdit etmişti.
ali naci bey bu çok özel iddiasını, şeref bey’e yönelttiği “adiliğin bu derekesine (aşağı seviyesine, çukuruna) düşmek zilleti (aşağılığı, şerefsizliği) önünde, insanların nefretten tüyleri ürpermektedir” gibi hakaretlerle de donatınca, ikdam gazetesi şeref bey’le görüşme ihtiyacı hissetti.
yarın, şeref bey’in bu mülakatta anlattıklarından ve kamuoyunun ali naci bey’in iddiasına hangi gözle baktığından bahsederek konuyu kapatacağım.
serhan oytun eroğlu'nun 30 ağustos 2020 tarihli fotospor'da çıkan yazısı;
galatasaray'dan fenerbahçe'ye boş kaleye penaltı - 2 dünkü birinci bölümün sonu: fenerbahçeli gazeteci ali naci bey, hat karışıklığı sonucu dinlediğini söylediği bir telefon görüşmesinde istanbul futbol heyeti reisi beşiktaşlı şeref bey’in hakem haçopulo efendi’ye, maçı penaltı ile başlatması yönünde telkinde bulunduğunu, hatta onu tehdit ettiğini yazmıştı. ali naci bey, gazetesi akşam’daki bu çok özel iddiasını, şeref bey’e yönelttiği “adiliğin bu derekesine (aşağı seviyesine, çukuruna) düşmek zilleti (aşağılığı, şerefsizliği) önünde, insanların nefretten tüyleri ürpermektedir” gibi hakaretlerle de donatınca, ikdam gazetesi şeref bey’le görüşme ihtiyacı hissetmişti. (fenerbahçe tarihi ile ilgili bazı kaynaklarda, ali naci bey’in yazısının o bölümünün, sonraki nesillere -maalesef- hiçbir filtre uygulanmadan nakledildiğini de söyleyelim)
galatasaray’dan fenerbahçe’ye boş kaleye penaltı - bölüm 2
şeref bey’in cevap hakkı, tarihe not
konu “federasyondaki beşiktaşlılar” da değil!
ikdam gazetesine anlattıklarında şeref bey, yine önemli bilgiler ve mesajlar verdi. örneğin, heyette kendisinden başka beşiktaşlı’nın bulunmadığını ve heyetin tamamen yarı final öncesi turlarda elenmiş olan kulüp temsilcilerinden oluştuğunu öğreniyoruz bu mülakattan. ki bu önemlidir, çünkü bu konuyla ilgili olarak fenerbahçe’nin kollektif hafızasında hala yaşamakta olduğunu gözlemlediğim bir algının; yani “boş kaleye penaltının” federasyondaki çok sayıda beşiktaşlı eliyle “kotarıldığı” yönündeki algının gerçekle bağdaşmadığını göstermektedir.
şimdi bu mülakatı, şeref bey’in, hem o günlerin akşam gazetesine hem de orada yazılanların paylaşıldığı kaynaklara dönük (ve şimdiye kadar hiç tanınmamış veya bu mülakattan haberdar olunmadığı için tanınamamış) tarihi bir cevap hakkının gereği olarak paylaşıyorum.
“sporda dedikodu yapmak isteyen bir vukuat muharriri”
“meseleyi kökünden halletmek üzere şerafeddin bey’i gördük. o, her zamanki mütebessim ve şen çehresiyle bizi karşıladı. ve suali daha sormadan anlatmaya başladı.
-‘ben naci bey’i sporun kavaid (kurallar) ve nizamatına (düzenlerine, kanunlarına) vâkıf bir zat olarak değil, sporda dedikodu yapmak isteyen bir vukuat muharriri olarak tanırım. yazdığı yazı, bir gün evvel yazdığının tamamen aksidir. nitekim hakkımda ilk medhkar (yüceltici, övücü) yazısına nasıl ehemmiyet vermedimse, ikinci yazıyı da aynı hisle karşıladım. kendisine bir cevap veriyorum, gazetenizin bir köşesine koyarsanız memnun olurum.
sporu, her türlü maddi menfaat endişelerinden ârî (temizlenmiş) telakki edenlerdenim. bir haftadan beri geceli gündüzlü ibzal-i mesai eyleyen (esirgemeden bol bol mesai yapan) ve azası tamamen mağlub kulüblere mensub bulunmaları hasebiyle her türlü hissiyat-ı tarafgiraneden (tarafgir duygulardan) mantıken mâr (geçip gitmiş) olmaları lazım gelen bir heyetin reisiyim.
sporu yalnız gazete satışı ve organizasyon hissesi ve bir şantaj ve reklam parası almaya vasıta ittihaz eyleyen (araç olarak gören) ve hatta galatasaray-fenerbahçe müsabakasının adeta gaddarane bir suretde devamında ve bu şekilde neticelenmesinde amil (etken) olan bir muharrirle münakaşaya girmekte mazurum….yirmidört saat içinde beni ağrak (en yükseğe ilerleme) derecesine varan bir medh ve bilahare namusuma kadar tecavüz etmek isteyen bir zem (yerme) ile kalem oynatan bu zat ya muhterisdir ya … (şeref bey, herkesçe bilinen nezaketiyle, cümlesini tamamlamadan bırakmış)
devam ediyor şeref bey: “telefon muhaveresine (karşılıklı konuşmasına) gelince: bu muhaverenin dinlenmesi, yazılan muharref (tahrif edilmiş, üzerinde oynanarak değiştirilmiş) şekilden daha bayağıdır. hakikaten adiliğin bu derekesine düşmek zilleti önünde insanın nefretten tüyleri ürpermektedir. (şeref bey burada, ali naci bey’in kendisi için kullandığı bu ifadeyi aynen iade ediyor) işte bu tabiatı dolayısıyla, aslen matbuatta bile bir dost bulamayan bu zata ne söyleyebilirim…
nihai müsabakaya kadar…yükselen umumi kaptanlığı unvanını taşımakla mübahi (övünçlü) olduğum beşiktaş kulübü’nün, galatasaray veya fenerbahçe kulüblerimizin galibiyet veya mağlubiyetinde ne endişe(si) olabilir. bizde futbol bir hüner ve maharet ve bir talih meselesisidir. bugün türkiye şampiyonluğunu istihdaf eden (hedefleyen) yalnız şu kulüb değildir…. iki sene evvel, bugünkü turnuvanın ilk nısfiyesinde (turunda) saf-ı müsabaka harici kalan darüşşafaka kulübü fenerbahçe’yi, iki ay evvel haliç süleymaniye’yi, süleymaniye galatasaray’ı, galatasaray da fenerbahçe’yi mağlub etmemiş miydi? bu misaller tafsil edilebilir (detaylandırılabilir) şu halde beşiktaş kulübü’nün galatasaray’a galib geleceğine iman ederek benim tarafgirlik yaptığım, mantıkın ve bir akl-ı selimin kabul edeceği şey midir? hassaten azasının billur gibi saf ve temiz birer sportmen olduklarına kani bulunduğum futbol heyetinin şu veya bu kulübün galibiyet ve mağlubiyetiyle ne menfaati vardır?
bu müsabaka hakkındaki vazifem hitam bulduktan sonra lüzum görürsem mâvaka-yı hâli (şimdiki zamanda olan biteni) ve entrikaların kimin ve kimler tarafından yapıldığını bütün tafsilatıyla ve futbol heyetinin içtimadat (toplantılar) ve kararlarını vesaik-i resmiyesiyle (resmi vesikaları ile) efkar-ı umumiyeye (kamuoyuna) arz edeceğim efendim..” (ikdam, 22 ağustos 1924)
“f.bahçeliler bile yaka silkiyor!”
akşam gazetesinin 21 ağustos’tan itibaren başlayan yayınları kamuoyunun da tepkisini çekti. bunlardan yine hiç bahsedilmemiş veya bilinmediği için bahsedilememiş olması da, futbol tarihi okuru açısından zorunlu tek taraflı beslenmeye sebep olduğu gibi; bazı okurun zihninde de “hiçbir cevap verilemediğine göre, bunların haklı iddialar oldukları sonucunu çıkartabiliriz” türünden bir yanılgıya da sebep olabilmektedir.
halbuki ali naci bey’in ortaya atıverdiği iddia, sadece fenerbahçe kulübü’nü yanıltıp peşinden sürüklediği ile kalmış, hemen hiçbir gazete ve yazar tarafında kabul görmemiştir. dahası; şeref bey’le ilgili ithamları kendisine en az o’nun hakkında kullandığı sözler kadar ağır sözlerle karşılık verilmesine yol açmıştır. bunlara verilebilecek örneklerden biri de 24 ağustos 1924 tarihli ileri gazetesinde yapılmış olan hiddetli bir değerlendirmedir. onu da yine, tarihe düşülmüş alternatif bir bilgi notu olmak üzere, paylaşıyorum:
“ne feci bir hakikattir ki spor münakaşatı (tartışmaları), kulüb taraftarlığı perdesi altında bin türlü dolap çeviriliyor, bin türlü yalan uyduruluyor… bu adam spor hayatında ve matbuat aleminde en feci hilelerle kundak tutuşturuyor ve hep o hasis menfaat endişesiyle şimdiye kadar galatasaray ile fenerbahçe arasına soktuğu nifak elvermiyormuş gibi, şimdi de beşiktaş’ın etrafında dedikodu yapmaya çabalıyor…mister hunter’ı, bu pek muhterem futbol üstadını hiç yoktan yere tezyife (aşağılamaya) kalkmak, mıntıka futbol reisi şerafeddin bey’i medhle göklere çıkardığının ertesi günü bin türlü hakarete hedef etmek, her dakika bir sözünü değiştirerek oradan oraya dönmek; bu ne düşkünlüktür? kendisinden memnun, sporda ona bir kıymet veren acaba bir tek genç çıkabilir mi? dalkavukluk etmeye çalıştığı müessesenin mensubları bile “ne yapalım?...” diye yaka silkiyorlar.
istediğimiz şey, bizim yazılarımıza karşı dillerinin tutulması değil, türk sporculuğunda bir daha ağızlarının açılmamasıdır.”