bu konuda o kadar çok yazı yazıldı ve artık hepimiz iyice öğrendik ki; iki takımın yaptığı ilk maçı rakibinden iki sene önce kurulmuş, ondan daha güçlü olan ve futbolu görece bir sistem dâhilinde oynamaya gayret eden galatasaray, emin bülend (serdaroğlu)’in attığı iki gole karşı hiç gol yemeden kazanmıştır. burada sonuçtan çok bizim dikkatimizi çeken, tatil gününün cuma olmasına rağmen maçın bir pazar günü oynanmış olmasıdır. (mehmet yüce, parçalı ile çubuklu, galatasaray dergisi)
galatasaray-fenerbahçe 2-0 1.nolu maç-1908-09 sezonu özel maç
derby tarihlerinde ilk maçları derby tarihlerinde galatasaray'ın ilk galibiyeti galatasaray-fenerbahçe 2-0 17 ocak 1909 pazar saat : 13:00
istanbul, union club sahası (fenerbahçe stadı) hakem :
galatasaray : ahmet robenson, milo bakic, adnan ibrahim piri, bekir sıtkı bircan, celal ibrahim, sabri mahir, horaca armitage, fuad hüsnü kayacan, idris, küçük ali, emin bülent serdaroğlu
fenerbahçe : asaf beşpınar, galip kulaksızoğlu, hassan sami kocamemi, dalaklı hüseyin, hüseyin izgi, gustave heanny, fethi, şefkati hulusi, memiş yazıcıoğlu, hasan kamil sporel, yahya berki karagözoğlu
galatasaray-fenerbahçe kulüpleri arasında “ezeli rekabet” olarak bilinen "çekişme'' türk futbolunun gelişmesine büyük katkısı olan bir dostluğun ürünü oldu. gerçekten iki türk kulübü, ülkemizde futbolun ilk yıllarında, yabancı takımlara karşı mücadele ettiklerinden birbirlerine sık sık yardımcı oldular. iki kulüp yöneticileri arasındaki dostluk, sporcuların arkadaşlık ilişkileri, futbolun gelişmesinde ve yayılmasında örnek gösterildi. galatasaraylı futbolculardan bir bölümü, 1907'de fenerbahçe kulübü'nün kurulmasıyla hiç bir kırgınlığa yol açmadan yeni kulübe geçtiler. bu oyuncular arasında fut hüsnü (kayacan), dr. hamit hüsnü (kayacan), galip (kulaksızoğlu), mazhar, hasan kamil, dalaklı hüseyin ve hasan da vardı. bu gelişme üzerine galatasaraylı yöneticiler tedbir almak gereğini duydular. 1909'da oyuncuların başka kulübe gitmesi, kendilerinden imzalı taahhütname alınarak önlendi. buna rağmen galatasaray, lige katılmadığı 1911-12 sezonunda ligdeki tek türk takımı fenerbahçe'nin güçlenmesini sağlamak için yardım teklif etti. strugglers rum takımına karşı yapılacak maç için fenerbahçe kulübü'ne bir yazı yazılarak emin bülent, celâl ve ayrıca iki galatasaraylı futbolcunun, sarı - lacivertli takıma verilebileceği bildirildi. fakat bu teklif fenerbahçeli yöneticiler tarafından uzun süre tartışıldıktan sonra kabul edilmedi. red cevabına rağmen iki kulübün dostluğu gelişmesini sürdürdü. 1912 yılında galatasaray başkanı ali sami (yen) ile fenerbahçe başkanı galip (kulaksızoğlu) beyler "güçbirliği" için bir toplantı yaptılar, iki yönetici, bir protokol düzenleyerek yabancı takımlara karşı güçlü bir türk ekibi oluşturma konusunda anlaştılar. anlaşmaya göre bu ekibin adı "türk kulübü" olacak, futbolcular göğsü kırmızı - yıldızlı beyaz forma giyeceklerdi. ayrıca iki kulüp ortaklaşa bir müze kurmayı da kararlaştırdılar. aynı yıl iki kulüp başkanları ali sami ve hulusi beyler, 23 ağustus 1328 (1912) tarihli bir dilekçeyle "beynelmilel olimpiyat cemiyeti memalik-i osmaniye şubesi riyaset-i âlisi''ne başvurarak "güçbirliği tüzüğü"nü sundular. fakat harp yılları yüzünden bu anlaşma uygulanamadı. savaştan sonra iki kulüp yabancı ekiplere karşı karma takımlar kurarak yurtiçi ve yurtdışı müsabakalarında başarılı sonuçlar aldılar. bu hareket, türk millî takım'ının nüvesini oluşturdu. galatasaray ve fenerbahçe, yabancı takımlarla müsabaka yaparken, birbirlerinden "takviye" oyuncu alarak dostluğu sürdürdüler.
iki kulüp arasındaki ezeli rekabet ise, taraflar için "prestij ve üstünlük" mücadelesine yol açtı. bu rekabet, türk futbolunun gelişmesine önemli katkıda bulundu.
not: bazı kaynaklarda bu maçtaki gollerin ikisini de emin bülend serdaroğlu atmış olarak gözükürken, bazı kaynaklarda da ilk golü celal ibrahim atmış olarak gözükmektedir.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
stadyumların kulüplerin denetimine geçmesi ve millileşmesi
istanbul'da futbol maçları bilindiği üzere ilk kez kadıköy'deki papazın çayırı'nda oynanmıştı. sonraları union club (ittihatspor) sahası adıyla meşhur olan bu stat, bir dönem için istanbul'daki futbolun merkezi idi. mütareke yıllarında fransız askerlerinin kaldığı taksim'deki topçu kışlası da, işgal yıllarında ingiliz ve fransız askerlerin aralarında oynadıkları maçlarla bir futbol platformuna dönüşmüştü. futbola olan ilgi sürekli artarken, kentin merkezinde yer alması dolayısıyla kadıköy'e nazaran daha kolay ulaşılabilen taksim kışlası, 1919 yılında stada dönüştürülerek futbolseverlerin hizmetine girmişti. fenerbahçeli çelebizade sait bey tarafından işletmeciliği yürütülen bu stat, türk kulüplerinin arasındaki rekabetten dolayı boykot edilince, bork adında bir maltalı'ya devredilmişti.
taksim stadı, o günlerde sadece futbolda değil, binicilikten boksa kadar pek çok farklı spor dalında müsabakalara ev sahipliği yapmaktaydı. cumhuriyet'in kurulması sonrasında stadın işletmesi yeniden sait bey'e geçmişti. ancak sait bey, işletme sorunlarını aşamayarak, stadı bir müddet sonra ünlü boksör sabri mahir beyin kardeşi aziz bey'e devretmişti. bu tarihten sonra taksim stadının millileşme ve bir başka anlamda da galatasaraylılaşma süreci başlamıştı. fenerbahçelilerin kadıköy'de bir statları varken, bir fenerbahçeli olan sait beyin taksim stadının işletmesini devralması istanbul'un avrupa yakasında pek sıcak karşılanmamıştı. büyük kulüplerin kendilerine ait birer stat edinmek ya da en azından mevcut bir stadı kendilerininmiş gibi kullanabilmek için çaba sarf ettikleri o günlerde taksim stadı, galatasaraylılar açısından büyük önem arz etmekteydi.
1920'li yılların ortalarına gelindiğinde, taksim stadı'nın hisseleri dönemin büyük kulüplerinin yöneticilerine geçmişti, istanbul'un en merkezî noktasında yer alan stat, dönemin liberal politik eğilimlerine uygun olarak, özel bir işletmeci tarafından idare edilmekteydi. bir dönem "palikaryaların at koşturdukları, ingilizlerin herkesin gözü önünde futbol oynadıkları ve çoluk çocuğun fındık fıstık yiyip çember çevirdikleri" bu mekân, böylece düzenli spor müsabakalarının yapıldığı bir stat haline gelmiş bulunmaktaydı. ancak zamanın kamuoyunda daha önemsenen yanıyla, stadın işletmesi ve idaresi artık türklerin elindeydi.
kadıköy'deki ittihatspor kulübü stadı'nın fenerbahçe kulübünün mülkiyetine geçmesi daha farklı bir süreçte gerçekleşmişti. ittihatspor sahası'nın mülkiyeti zaman içinde aşamalı olarak fenerbahçe kulübü'ne geçmiştir. taksim stadı ise mülkiyeti hazineye ait bir stadyumdu. orada kulüpler sadece stadın işletmecisi olarak hak sahibiydiler. kadıköy'deki durum ise farklıydı. fenerbahçeliliği ile bilinen şükrü saracaoğlu'nun maliye bakanlığı görevini yürütmekte olduğu 1929 yılında siyasal gücünü kullanarak gerçekleştirdiği bir operasyonla, fenerbahçe kulübü kadıköy'deki stadın kullanım hakkına sahip olacaktı. bu operasyonla, stat ve futbol üzerinden, ittihatçılar arasındaki eski birtakım hesaplar da görülmüştü.
1929 yılında maliye bakanı şükrü saraçoğlu, bakanlar kurulu'na tek maddelik bir yasa teklifi sunmuştu. bu yasa, "aynı semtte kurulmuş olan ve faaliyet gösteren spor kulüplerinin sayısı birden fazla ise, o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp faaliyetine devam eder" hükmünü içermekteydi. temel haklar ve hukuk nosyonu ile açıkça çelişen böylesi bir hüküm, 1929 yılında yasalaşarak yürürlüğe girmişti, ittihatspor sahasının mülkiyetini elinde tutan ittihatspor ve onun başkanı aydmoğlu raşit bey, sahayı fenerbahçe'ye devretmesi yolunda yapılan telkin ve uyanlara kulak asmamanın bedelim de böylece ödemiş oluyordu. yapılan yasal düzenleme ile stadın mülkiyeti milli emlak idaresi'ne geçmişti. sonrasında, stadın aynı bölgedeki iki kulüpten üye sayısı daha fazla olan fenerbahçe kulübü'ne kiralanmasının önünde bir engel kalmıyordu. nitekim öyle de oldu. 1929 yılında stat, milli emlak'tan fenerbahçe kulübü'ne kiralandı. adı da fenerbahçe stadı olarak değiştirildi. ancak bu kadarla da kalmayacaktı.
1932 yılında kuşdili'ndeki fenerbahçe spor kulübü lokalinin yanması üzerine fenerbahçe için çeşitli yardım kampanyaları açılmıştı. o tarihte adliye (adalet) bakanı olarak görev yapan şükrü saraçoğlu'nun girişimi sonucu 1080 sayılı "menafi-i umumiyeyi hadim kulüpler" (kamu yararına çalışan kurumlar) statüsünde değerlendirilen fenerbahçe kulübü'ne hâlen kiracısı olduğu stadın mülkiyetinin devredilmesi gündeme geldi. maliye bakanlığı'nın 1213 sayılı ve 6 temmuz 1932 tarihli kararı uyarınca stadın belirli bir bedel karşılığında fenerbahçe kulübü'ne satışına karar verildi. stat, 10 taksitte ödenmek kaydıyla 9 bin lira (1000 reşat altını) karşılığında fenerbahçe kulübü'ne satılmış, 27 mayıs 1933 tarihi itibarıyla da tapusu onaylanmıştı. fenerbahçe kulübü, bir siyasetçinin doğrudan girişimiyle, kendi imkânları ile hiç de kolay edinemeyeceği bir stada kavuşuyordu. böylece fenerbahçe, kendi tüzel kişiliğine ait tapulu mülkü olan ilk futbol kulübü de oluyordu. böylece aynı zamanda fenerbahçe içindeki eski ittihatçıların bir zamanlar fenerbahçe'yi çökertmek için uğraşan altınordu kulübü'nden ve onun başındaki aydınoğlu raşit bey'den rövanş almışlardı.
üçüncü büyük kulüp olarak ön plana çıkan beşiktaş'ın da kendi stadına sahip olmak için girişimleri vardı. osmanlı imparatorluğu'nun son döneminde, beşiktaş'ı sıradan bir kulüp olmaktan üçüncü büyük olma noktasına taşıyan şeref bey, otuzlu yılların başında bir yandan kanser ile mücadele etmesine rağmen, kulübüne bir stat kazandırmak için büyük çaba sarf etmişti, ilk önce, 1929 yılında taksim stadı'ndaki galatasaray kulübü'ne ait hisselerin bir kısmı 5 bin lira karşılığında satın alınmış ve beşiktaş'ın da bu statta söz sahibi olması sağlanmıştı. ancak esas amaç, doğrudan beşiktaş'ın malı olan ya da hiç değilse kullanım hakkının kendisine ait olduğu bir stada sahip olmaktı. bunun için de 1910 yılında geçirdiği yangından beri harabe halinde duran çırağan sarayı'nın bahçesinin stat olarak düzenlenmesi düşünülmüştü. şeref bey'in gündeme getirdiği proje, kulüp başkanı fuat (balkan) bey'in çabalan ve dönemin en etkili politikacılarından recep peker'in desteğiyle gerçekleştirilmiş, çırağan sarayı'nın bahçesi stat olarak kullanılmak şartıyla beşiktaş kulübü'ne yıllık 10 lira gibi sembolik bir ücretle 99 yıllığına devredilmişti. bahçe, beşiktaş kulübü idarecilerinden nuri (çapa) bey'in fabrika-sındaki işçiler ve beşiktaşlı gençlerin ortak çalışmasıyla düzeltilerek stat haline getirilmiş ve 1932-1933 sezonunda kullanıma açılmıştı.
böylece 1930'lu yılların başlarında fenerbahçe kendi mülkü olan bir stada sahipti, beşiktaş ise oldukça uygun koşullarda bir yer kiralayarak bu sorunu çözmüş bulunuyordu. galatasaray ise kendi semtindeki stadın işletmeciliğini alarak, stat meselesini halletmiş bulunuyordu. sonraki yıllarda taksim stadı'nın kapatılmasıyla galatasaray uzun süre kendisine ait bir stattan mahrum kalacaktı. bu nedenle, ellili yıllardan sonra mülk edinme meselesi galatasaray camiasında gündemde hep önemli bir yer tutacak ve en fazla hassasiyet gösterilen meselelerden biri olacaktı.
üç büyük kulübün kendilerine özgü yöntemlerle stat meselesi çözmeleri ile aynı zamanda istanbul gibi kozmopolit özelliklerim koruyan bir kentte stadyumların "millileşmesi" süreci de tamamlanmış oluyordu. stadyum meselesi, aynı zamanda kulüplerin siyasetle ilişkisinde yeni bir aşamaya geçiş anlamına geliyordu. bu aşama her kulüp için farklı boyutlarda ve şekillerde gerçekleşse de, nihayetinde hepsi büyüyebilmek, gelişebilmek hatta varlıklarını sürdürebilmek adına devlete daha yakın duracaklardı. bu yakınlaşma, 1930'lu yıllardan itibaren siyasetçilerin doğrudan kulüp yönetimlerinde söz sahibi olmalarıyla kurumsal bir zemine de oturacaktı.
not: fenerbahçe'nin papazın çayırında oynadığı en önemli maçlardan birine yazdım. çünkü yazıda ilgili stadın nasıl fenerbahçe kulübünün sahipliğine geçtiği anlatılıyor.
denilebilir ki, fenerbahçe kulübü istibdat devrinde o muhit gençlerinin spor ve bilhassa futbola olan meclûbiyetlerinden doğmuştur. bu fikir veya iddia yanlıştır. gerçi, türk gençleri meşrutiyetten önce ancak ecnebi ve gayri müslimlere mahsus bir hak olarak tanınmış spora karşı meclûbiyet duyuyorlardı. onları gıpta ile seyrediyor ve cem’i spor yapma hakkının kendilerine yasak edilmesinin ıstırabı içinde kıvranıyorlardı. fakat fenerbahçe, kalamış ve moda semtleri gençlerinin spora olan bu derin alâkaları fenerbahçe kulübünün tesisinde gaye değil, ancak vasıta olarak kullanılmıştır.
filhakika; hürriyet âşık ve mücahidi enver (yetiker) bey gençlerin bu duygularını istibdat rejimine karşı mücadele uğrunda kullandı. 1906 senesinde muhitin gürbüz gençlerini futbol talimleri yaptırmak kisvesi altında, haftanın muayyen günlerinde fenerbahçe burnunda topladı. onlara hürriyet aşkını telkine başladı.
st. jozef lisesi türkçe muallimi enver beyin bir araya topladığı bu gençler ziya, galip, necip, asaf, ayetullah, şefkati, hayri, hakkı saffet, nasuhi ve zeki mazlum isimlerini taşırlar...
hasan ve hüseyin adlı iki tecrübeli futbolcunun nezaretlerinde ve ingiltereden getilmiş sarı - beyaz formalar altında antrenmanlar yapan ve bu arada enver beyin (hürriyet) ve (birlik) umdelerini de iyiden iyiye benimseyen bu gençler topluluklarına, (fenerbahçe) ismini verdiler.
1907 ilkbaharından itibaren bir fenerbahçeliler topluluğu teessüs etmişti. artık, antrenmanlar dostane ve bazan da iddialı ve çetin maçlara inkılâp ediyordu.
hürriyet ilân olununca gayesine erişmiş bulunan fenerbahçenin müessis ve 1 numaralı üyesi enver bey sahneden çekildi. bu sırada bir idare heyeti kuran gençler hemen bir nizamname hazırladılar ve meriyete giren cemiyetler kanunu gereğince (fenerbahçe futbol kulübü) ilk tescil olunmuş türk kulübü olmak hususiyetini kazandı.
fenerbahçe, kuruluşundan 4 sene sonra, 1911 de istanbul şampiyonu oldu ve bu ünvan ve şerefi fasılasız olarak 4 sene elinde tuttu. bu başarılar sırasında renk sarı lacivert, isim de (fenerbahçe spor kulübü) olarak tâdil olundu.
birinci dünya savaşında sadrâzamın başkanlığında imtiyazlı bir duruma geçen altınordunun hışmına uğraması ve meşhur kadrosunun inhilâli fenerbahçe kulübü için de bir inhilâl sanılmışken bu tehlike pek çabuk atlatıldı.
mütarekenin ikinci yılında (anadolu kuvvetleriyle irtibat ve onlara silâh kaçırmağa vasıta olmak) ithamiyle düşman başkumandanlığınca sed olunup bahçesinde silâh çatıldı...
tarihini eşsiz bir taçla süslemiş olan bu hâdiseden de taze hir ruhla sıyrılan fenerbahçe, düşmandan intikamını 5 sene fasılasız zaferlerle aldı. şanlı tarihinde (mütareke ve işgal seneleri muzafferiyetleri) ismi altında bir fasıl teşkil eden bu muzafferiyetler yaralı ve ümitsiz millete istiklâl mücadelesinin nihai zaferi için ümit ve teselli kaynağı oldular. işte; (sportif) olmaktan çıkıp (millî) hüviyete bürünmüş bu mütemadi zaferler dolayısiyledir ki memlekette muazzam ve eşsiz bir halci muhabbet fenerbahçe isim ve renkleri üzeirnde toplanmıştır.
1923 ten itibaren başlıyan millî temaslar, olimpiyatlar, fenerbahçenin memleketi temsil sahalarındaki önderliği, avrupanın namlı profesyonellerine karşı galebeler bu sevgi hâlesini mütemadiyen genişleten hâdiseler oldular.
büyük milletinin muazzam sevgisiyle kucaklanan fenerbahçe devamlı hamlelerle bu artan sevgiye hak kazanırken bir felaket onu çelmeleyip, maddeten, helâk etti. hain bir yangın 1932 nin karanlık 5/6 haziran gecesi bu nurlu yuvanın 25 senelik nurlu varlığını kıskanıp ona bir silgi çekti! koca bir varlık bütün eser ve izleriyle silinde... fakat; o yapıcı ruh ve yüksek azme halel geldi mi?» asla!...
kundura, çorap ve formasını bile borçla temin edip yangın felâketinden iki hafta sonra bir yabancı takım karşısına çıkan zavallı, fakat yüce fenerbahçe, bu maçın hasılatını (yoksul yurddaşlara dağıtılmak) kaydiyle ve tamamen hilâliahmere bağışlamak gibi inanılmaz bir büyüklük örneği vermiş ve bu yüksek olgunluğuyla milletine hizmet yolundaki gaye ve önderlikten ayrılmıyacağını ilân ve ispat eylemiştir.
nitekim de öyle oldu... yangın sırasında gelen ilk ecnebi antrenör fenerbahçe futbolunda inkılâp yarattı. boy boy şampiyon takımlarla (fenerbahçe tiiık futbolunun üniversitesidir) darbı meseli yaratıldı. hamle üstüne hamle yapıldı. union club saha ve lokali satın alındı. fenerbahçe, yurtta stad mülkiyetine sahip ilk ve tek kulüp olmak şerefinı kazandı.
karada ve denizde ve türlü branşlarda temin olunan sayısız şampiyonluklar, güzel ve temiz spor ve spor ahlâkıyla dahil ve hariçte yaratılan rakipsiz sevgi, şöhret ve itibar, memleketi, temsil mevzuundaki ezeiî önderlik, stadının yurdun en büyük spor âbidesi olarak ikmali hususundaki gayretler ve bütün bu başarıların şahidi muhteşem müze fenerbahçeyi, bugün, ilk 25 yıldan çok daha kudretli bir mevcudiyet olarak türk sporunun en ihtişamlı mevkiine yükseltmiştir.
böyle gayretli ve temiz bir ocağın zaman zaman sırıtan her türlü engelleri yıkıp, yürüdüğü zafer ve yükselme yolunda devam edeceğinde ve ilelebet payidar olacağından elbette ki şüphe edilemez...
not: haberi ilk fenerbahçe-galatasaray maçına yazdım.