trabzon'u bu sezon gençlerbirliği ile oynadıkları iki maçtaki "başarıları" için yürekten kutlamak istiyorum.
hem ankara'daki maçta, hem de trabzon'daki maçta hiçbir şey oynamadan, gol pozisyonuna dahi giremeden, iki maçı da tuhaf bir şekilde kazandıkları için aynı zamanda gıpta da ediyorum bu futbol şanslarına.
gençlerbirliği teknik direktörü samet aybaba'nın maç sonrasında yaptığı açıklama:
"oyunu biz forse ettik. çok iyi oynadık ama önemli olan gol atmak. teknik direktör itiraz etmiyor diye, hoca saygılı diye, bazı şeyler değişik oluyor. hakemlerimiz biraz daha dikkatli olsun. ikinci gol açık ofsayt. belki 93. dakikada gol atacağız ve maç berabere bitecek. şimdi çocuklar içerde ağlıyor. bizim oyuncuları 'yattara'ya yakın olun' diye uyardık. bunlar futbolun içinde olan şeyler. yattara çok iyi bir oyuncu ve güzel bir gol attı. sadece skoru çeviremedik. valla lig muhteşem olmuyor. bir grup yukarıda, bir grup aşağıda. inşallah seneye daha iyi bir lig olur. hakemlerimize daha az baskı yapılan, federasyonun futbola daha iyi konsantre olacağı bir lig bekliyorum."
trabzonspor, avni aker'de 70 gün sonra gençlerbirliği'ni mağlup ederek ankara takımlarından 8 maçta 24 puan almayı başardı . bu sezon trabzonsporun ankara takımları ile maçları şöyleydi:
gençlerbirliği : bojan isailovic, mehmet polat, hakan aslantaş, james troisi (dk. 77 burhan eşer), ilhan eker (dk. 72 lamine traore), mehmet nas (dk. 86 kemal akbaba), cem can, carlos eduardo de souza floresta "kahe", jacques momha, mustafa pektemek, michael john jedinak "mile jedinak"
dün maçı televizyondan izlerken "nedir bu takımın problemi" diye konuşuyorduk... açıkcası maçta umut buluta defalarca vurdurulan "bomboş" kafa vuruşlarını takım olarak son 2.5 senedir yaşıyoruz... kendimce milat saydığım ve gençlerbirliği'nin düşüşe geçtiği lars fredrik risp'in gönderilişinden (2005-2006 sezonu devre arası) beri...
bunun dışında takım genel olarak iyi mücadele ediyor/etmeye çalışıyor. pres yapıyor/yapmaya çalışıyor. gol pozisyonu yaratıyor (son 2.5 yıla göre daha iyi). ama gol atmada hep bir sorunlar oluyor... mesela bu maçı baz alırsak 5-6 şutumuz var ama bu maç dışında futbolcularla yaptığımız röportajlarda onlarında dediği gibi takım olarak şut "çekmiyoruz!"
aklıma gelenler bunlar... ama gel gör ki trabzonspor'a biri gerçekten çok güzel (ama bizim ekip için: niye biri formasına asılıp çekmedi!!) biri de çok çok bariz ofsayt olan halı saha golü ile yeniliyoruz...
açıkcası ne diyeceğimi bilemiyorum... sadece mutsuzum...
gençlerbirliği'nin 26 yaşındaki savunma oyuncusu ilhan eker, maçın 72. dakikasında ikili mücadele sonucunda oyundan çıkmıştı. ilhan'ın sol ayak bileğinde meydana gelen kırık nedeniyle sezonu kapattığı açıklandı.
maçta çok güzel bir gole atan yattara'nın maç sonu ilginç açıklamaları olmuştur..
basın mensuplarının sorduğu sorulara türkçe cevap vermeyen yattara'ya "türkçe bilmiyor musun? neden türkçe cevap vermiyorsun?" diye sorarlar. yattara da "biliyorum elbette ama türk vatandaşlığımı verene kadar türkçe konuşmayacağım. 6 aydır bekliyorum" diye cevap vermiştir.
Bu bağlantıdan trabzon deplasmanında çektiğim fotoğraflara ulaşabilirsiniz.
trabzon deplasman organizasyonu
efendim deplasman yazısını ancak şu an yazabiliyorum.haydi buyrun seyreyleyelim.
trabzon deplasmanının başlangıcını perşembe akşamı saat 22.10'da verdim.cuma günü okulumuzdaki ders yoğunluğunun düşük olmasını da fırsat bilerek bir deplasmana daha gidiyordum.saat 22.10'da evden çıkarak aşti'ye ulaştım ve dağıstanlı turizm'in 23.30 kalkışlı aracıyla samsun'a doğru yola koyuldum.
saat 05.30'da samsun'daydım.ancak bir servis kargaşası sonunda ancak şehir merkezine inebildim.buradansa beklemek veya dolmuşa binmek yerine saatin de erken olmasını fırsat bilerek 15 kilometrelik ilkadım-kurupelit seyrinde yürüyüşüne başladım.benim servisten indiğim yer kültür merkezi önüydü.oradan başlayarak sahildeki park boyunca ilerledim.hiç acele etmeden etrafı inceleye inceleye yürümemi sürdürdüm.telefrik,amazon parkı ve sahil görülmeye değerdi.
batıya doğrun yürüyüşüm sürüyordu.epey mesafe kat etmişim ki çevreyolu ayrımına gelmiş bulunduğumu gördüm.bu ayrım aynı zamanda ilkadım ve atakum ilçeleri arasındaki sınırdı.ilkadım samsun'un eski yerleşim birimiydi ve çok katlı binalardan oluşuyordu.oysa atakum bir sahil yerleşimini andırır nitelikteydi,insana huzur veriyordu.
atakum'da zaman zaman deniz kıyısından zaman zaman atatürk bulvarı'ndan ilerleyerek kurpelit'e ve abreg abi'nin beni alacağı yer olan honda-petrol ofisi'ne vardım.abreg abi'nin beni almasıyla da onun evinin bulunduğu pelitköy'e vardım.
bir dinlenme sonrasında saat 12.50 sularında ordu'ya gitmek için yola çıktık.yolumuz uzundu.samsun-ordu arası 150 kilometre,e biz de 15-20 kilometre daha batıdayız.daha gidecek çok yolumuz vardı güzel yarim.
yolun daha 5. kilometresinde atakent'te o güzel samsun pidesinden tattık.bu pidenin güzelliği bambaşka.üzerine sürülen tereyağının aromasını bile hissediyorsunuz.pidenin o enfes tadını daha iyi hissetmek için su dışında hiç bir şey içmiyoruz.samsun pidesi kapalı olarak yapılıyor,içi kıyma ve soğan dolu olan hamur kapatılıp elle gerdiriliyor ve soğan ve kıymanın ayrı kavrulması nedeniyle lezzetler birbirine karışmadığından bambaşka bir tat oluşuyor.iki lezzet ayrı ayrı birleşince de işte böyle bir tat,samsun pidesi ortaya çıkıyor.hey maşallah be,cnn türk'teki o lezzetler durağı'ndaki değerli abi'miz gibi konuştum.
samsun-ordu arasını saatte 90 kilometre hızla alıyorduk.samsun çıkışında bizi çarşamba ovası karşıladı.çarşamba ovası'nın alabildiğini düzlüğünü bitirip bu kez yine sahil ylu kıvamına döndük.bu sırada özellikle fatsa-ordu arasını 20 kilometre kısaltan vadi geçisi hem doğası hem yoluyla beni çok etkiledi.
ordu'ya vardık.ordu'da özellikle şehir geçişi civarını çok beğendim.mehmet abi'den dinlediğimize göre ordu çok güvenli,huzurlu bir şehir.''kapısını kitlemeden uyumak'' deyimi bu kente yakışıyor,cüzdanını ortaya koy kimse o cüzdana bakmıyor.mehmet abi'nin iş yerini de bulduktan kısa bir süre sonra trabzon'a yola koyulduk.ordu-trabzon arası 180 kilometre civarıydı.bu yolda ilçeler ve yerleşimler ordu-samsun arasından daha sıktı,yeşil de tonlarını arttırmıştı.
sahil yolu güzel bir yatırım.hiçbir harcamadan kaçınılmamış.öyle ki pozantı-ereğli ayrımı arası otoyol ödeneklerinin bile buraya aktarıldığını biliyorum.sahil yolu'nun bu güzelliğinin yanında önemli zararıysa karadeniz şehirlerni denizden koparması ve doğaya 50 yılda yerine konabilecek bir zarar vermesi.bilemiyorum,kaybolan mı yoksa elde edilen mi daha üstün?
giresun'dan ve tirebolu'dan geçtik.tirebolu'yu alttaki battı çıktıyla geçtiğimizden bu güzel şehri görememek eksiğimiz oldu.
trabzon'a gittikçe yaklaşıyorduk.önce akçaabat'a geldik.sağlı sollu binalarla büyükşehir havasını hissediyorduk.tabi köfteciler de çoğalıyordu.akçaabat'tan geçerken akçaabat fatih stadı'nı da gördük.bu stad televizyondan göründüğünü tersine deniz kıyısında değil yolun yanındaki tepeni üzerinde. akçaabat'ı geçiyoruz,trabzon ve akçaabat birleşmiş.bir anda trabzon'dayız.trabzon şehir geçişi üzerinden stadyumun aydınlatma direklerini gördükten sonra içeriye sapıyor ve aracımızı da güvenli bir yer olan polis biriminin karşısına koyuyoruz.
aracımızı park ettikten sonra inönü caddesi üzerinden stad vardık.etraf oldukça kalabalık.bilet gişesine ilerlediğimizde gişede 2 sene önceki uşağın benzerini karşımızda bulduk.adama gençlerbirliği taraftarıyız deriz anlamaz.allah'tan yanındaki sade vatandaş duruma müdahale etti.meğerse konuk takım tribününe bilet basmamışlar.biz de her halde bunlar kimse gelmez diye düşünüp bilet basmamışlardır dedik ve içeride polis bize yardımcı olur diye maraton biletimizi aldık.bu biletlerle konuk takım tribününe doğru ilerledik.fakat o da ne?bizim yerimizi 23 nisan yaklaşıyor diye kız çocuklarına ve onların ailelerine ücretsiz olarak vermişler.e hadi güvenlikçilere derdimizi anlattık,gençlerbirliği taraftarıyız dedik,onlar da hiç bir şey demeksizin bizi tribüne yönlendirdi.ancak bizim biletlerle konuk takım tribününün bilet kodu farklı,makina yanlış bilet işareti veriyor.bu sıra sanırım zihinsel ikliminin öğleden öncesinde olan güvenlikçi zihnini çalıştırdı ve bizim biletleri sırada bulunan üç kişinin biletiyle değiştirdi,onlar trabzonspor maratona,biz konuk takım tribününe girdik.
içeri girip de polise gençlerbirliği taraftarı olduğumuzu söyleyince bir ilgi ki sormayın!ama ne yönde ilgi!pankarta izin yok!ancak forma giymeye de izin yok.komisere tribünü gösterdik,şuradakilere bakın hepsi en fazla lise çağında üstelik çoğu da kız,ne olabilir ki dedik,yine de izin yok.bu sırada daha sığ olan en üste çıktık,formaya yine izin yok.halbuki tribünün hepsi çocuk ve biz tahrikçi değiliz.ancak yine polisi ikna edemedik.işte yukarı çıkıp da karşılaşmanın başlamasını beklerken bir baktım tombul komiserle 2 polis müdürü bize doğru geliyor. (polis müdürünün biri 2,diğeri 3 yıldızlı.yani 2 yıldızlı olan polis müdürü ilçe emniyet müdürü seviyesinde ve 3. sınıf emniyet müdürüdür.3 yıldızlı olan polis müdürüyse il emniyet müdürü yardımcısı düzeyinde ve 2. sınıf emniyet müdürüdür.bir stadın sorumlusu 2. sınıf emniyet müdürüdür ve karşılaşma günü 4 adet 3. sınıf emniyet müdürü de kendisine yardımcı olur.işte staddan 1. derecede sorumlu olan emniyet müdürü ve bir yardımcısı bizim yanımıza geldi.) içimden tamam dedim,polis müdürü bizimle konuşacak ve pankartı geçtik ama formaya izin verecek.fakat o da ne?kusura bakmayın ama bu nasıl bir gün görmemişlik?üstelik polis örgütünde üst düzey bir görevlinin daha sakin daha sağduyulu daha olgun olması gerekmez mi?ancak 2. sınıf emnyet müdürü biri biri 20 biri 30 biri 40 yaşında olan ve hiç de tahrik gerçekleştirmeyecek 3 insanla yanlış bir iletişim yöntemi seçti.bizim iletişim yolumuz konuşmayken kendisinin iletişim yolu homurdanma oldu.
2. sınıfı yolcu ettikten sonra yanımızdaki 3 polis memuruyla karşılaşmayı izlemeye başladık.bu sırada trabzonspor tribünlerinin hiç de öyle coşkulu bir tribün olmadığını gördük.tezahürat denilen ses kulakları cırmalıyordu o kadar.
yattara'yı durduramadık,gol oldu.troisi'nin şutunda tabi bağıramadığımdan ötürü hıncımı garip bir sesle ifade etmişim ki abreg abi bile pozisyonu bırakıp bana bakmış.fatih abi o ciyağı bilir.
devre arasında öndeki polisle epey muhabbet ettik.polisin dediğine göre trabzon'da oldukça çok asayiş sorunu varmış.polisin dediği:''bir bira içen kendisini trabzon'un sahibi sanıyor.sonra asayiş sorunu çıkıyor''.ayrıca polis abimiz milletin durduk yere birbirine sataştığını ve bu sataşmalarda kendisine sataşılanın susmak yerine karşısındakine 2 katı tepki verirse daha şanslı olduğunu da belirtti.garip bir durum.demek ki sağduyulu olan değil hırçın olan kazanıyor.bu polis abimiz epey matraktı.yaptığı esprilerle bizi epey güldürdü.kendisi bize çikolata bile ikram etti,tabi ki ikramı çevirmedim.
ikinci yarının başında öndeki öğrencilerden hocalarına gelen bir soru aslında tribünde pankart açsak da forma giysek de bir sorun olmayacağını ortaya koyuyordu.tribündeki öğrencilerden birisi hocasına:''hocam kaleler mi değişti?'' diye sormasın mı!
ikinci yarıda burhan gözümüzün önünde topu kalecinin parmak uçlarına tepti.bu poziyon sonrası elimi hafiften ağrıttım.gökhan 2. golü attı.bu gol de bize stadı erkenden terk etmemiz için aracı oldu ve yoğunluğa kalmadan dışarıya çıktık.dışarıya çıkarken bizimle birlikte oturan ve oldukça matrak olan o polis abimiz başta olmak üzere çevremizdeki polislerle de vedalaştık.ah o matrak polis,öldürdü vallahi bizi!
stattan çıktıktan sonra arabaya ulaştık.arabaya ulaşıp yemek yemeğe giderken ben bir belirlemede de bulundum:burmalı kadayıfçı.yemeği yiyip dönüşe geçinceyse yarım saat önce belirlediğim öz diyarbakır burmalı kadayıfçısı'na bir kez meyletmem nedeniyle yol üzerindeki bu dükkana uğradık.sabahleyin 15 kilometre yürüyüşümde 3 burmalı kadayıfçı gördüğümden içimde inanılmaz bir burmalı kadayıf isteği vardı.neyse ki son 1,5 kjlo kadayıfa yetiştik.bu arada kadayıfçının ve bu mesleğin memleketinin bingöl olduğunu da tescilledik.o konudaki yazıyı da ülke gerçeği'ne koyayım,ilginizi çekebilir.kadayıfı da aldıktan sonra ordu yoluna koyulduk.kadayıfı tadına doyum olmaz,bu kadayıfı alanın bereketine bolluk olur inşallah!o ne güzel bir kadayıftır,bingöllü ustanın eline sağlık.
trabzon-ordu arasında günün verdiği yorgunlukla artık dayanamayarak uyumuşum.ordu'dan çıkıp samsun'a ilerlerken her ne kadar uyumak istemesem de yine uyku bastırmış.gözümü açtığımda atakum'a varmıştık.
gece 03.30'da bizi pelitköy'de kötü bir sürpiz beklemeketeydi.elektrikler yoktu.o durumda zaten yorgun olan ben yine hemen sızıvermişim.sabah 07.15'te kalkarak hemen hazırlıklarımı yaptım ve abreg abi beni otobüs acentasına bıraktı.bu kez bileti metro'dan (ucuzluktan taviz yok,bileti % 18 indirimli aldım ) aldığım için samsun'a gelişteki gibi servis sorunu yaşamadım ve atakent'ten otogara rahatça ulaştım.saat 09.00 aracıyla ankara yoluna çıktık.ben yine şekerledim.dönüş yolunda acılı leblebi de aldım.çayla iyi gider.saat 14.50 gibi kayaş'a vardık ve oradan çevre yolu'na girerek saat 15.30'da aşti'ye ulaştık.sungurlu'dan aşti'ye kada bize eşlik eden cennet mahallesi de neşemizi yerine getirdi.
eve varmıştım.saat 16.30'du.yaklaşık 45 saattir evden uzaktım.sonunda bir tatlı deplasmanı daha sona erdirmiştik.
şimdi yukarıda polisin bize ikram ettiği bir çikolataya bile teşekkür eden biri olarak çok önemli birkaç noktaya satır aralarında değil de yazı sonunda değinmek istiyorum:
bana evinin kapısını açan,sabahleyin beni kurupelit'ten alıp ertesi gün atakent'teki metro şubesine bırakan,pelitköy başlangıçlı yaklaşık 350 kilometrelik samsun-ordu-samsun seferini yaptığımız,bana o şahane samsun pidesininden ısmarlayan sevgili abreg abi'ye teşekkür ediyorum.
yaklaşık 365 kilometrelik ordu-trabzon-ordu seferini yaptığımız,bu seferde bizi şahane ikramlarla karşılayan,yemeğimi ve bunun yanısıra aslında benim almam gereken burmalı kadayıfı bile ısmarlayan mehmet abi'ye teşekkür ediyorum.
dağıstanlı turizm'le ankara'dan çıkarken 102.1 megasite fm'le başlayan müzik akışı sonrasında cumartesi günü kendime geldim.abreg abi'nin gerek gidişte gerek dönüşte çaldığı ispanyol-latin ve bunun sonrasında daha çok çalan goran bregoviç parçaları,mehmet abi'nin de gerek gidişte gerek dönüşte çaldığı konser kayıtları olarak hazırlanmış oldukça coşkulu parçalar bana bir de müzik ziyafeti yaşattı.bu iki ziyafet için de teşekkürlerimi sunuyorum.
her şeyiyle şahane bu deplasmanla hem ilk kez samsun'a ve daha ötesine gittim hem de çok güzel bir gün geçirdim.
kısaltılmış ve sadeleştirilmiştir. ancak gezinti uzun olunca da yazı bu kadar kısalabiliyor.
trabzon deplasman organizasyonuna cuma sabahı onur çelebi’yi samsun caddelerinden toplayarak dahil oldum. biraz vakit geçirdikten sonra sol tarafımıza karadeniz, sağ tarafımıza dağlar ve ormanları alarak yola koyulduk. yolda gypsy kings ve goran bregoviç dinleterek onur’un biraz başını ağrıttım ama olsun o kadar.
yaklaşık iki saatlik yolculuğun ardından ordu’ya ulaştık. gönüllü olarak yaptığımız(!) kısa bir şehir turunun ardından karadeniz diasporasının diğer elemanı mehmet galip abinin işyerindeydik. bankada çalışanlar mehmet abi dışında gençlerbirliği taraftarı görmeye alışkın değil tabii. mehmet abi çıkmaya hazırlanırken çalışma arkadaşlarıyla hemen futbol ve gençlerbirliği muhabbeti açıldı. bir ara şaka olsun diye bir laf ettim: "-biz mehmet abi’yle ikimiz, gençler taraftarlarının karadeniz bölge sorumlularıyız…". karadeniz’de başımı en çok ağrıtan huylarımdan bir tanesi çok ciddi bir yüz ifadesi ve üslupla geyik yapmam olmuştur… ve yine feci şekilde ciddiye alındım: “nasıl?? sizde öyle bölge sorumluları falan da mı oluyor???”. hee, oluyor tabii, hatta çeteyiz biz, mehmet abi şehir kadrosundan, ben dağ… böyle sıcak bir ortamda gelişen muhabbetin ardından mehmet abi’nin arabasıyla trabzon yoluna düştük.
(bir arasokağa park ettikten sonra içinden eşyalarımızı aldığımız sırada(yani ben park ettikten biraz sonra) arabamın yan hizasına aracını park edip sokağı trafiğe kapatan, sonra arkamdan yetişip “bu arabayı böyle bırakırsanız buradan araba geçemez” diye beni uyaran, ama akabinde evinin garaj kapısının önünü bana tahsis ederek durumu kurtaran meçhul abimize saygılar…)
iki saate yaklaşan keyifli bir yolculuğun ardından trabzon’a girdik. onur şehrin coğrafyası, stadın konumu, yollar vs. konularda çok iyi hazırlanmıştı… …diye düşünüyorduk biz… sonra… uzaktan gösterip tekel’e ait olduğunu iddia ettiği yapı ayasofya manastırı çıkınca… bir daha konuşturmadık uşağı…
zaten fazla büyük olmayan şehirde stada ulaşmamız zor olmadı. stad çevresindeki amaçsız kalabalığı ve köftecilerin yaydığı dumanları yararak şu meşhuuuur gişelere geldik. ilk şoku orada yaşadık: misafir takım tribününün biletleri satılmıyordu. tribün orada, bir yere gitmiş değil, ama biletleri satılmıyordu işte!.. mantıksız ama gerçek bu… kısa bir tereddütün ardından maraton tribününe girmeye(ya da bu uğurda elimizden geleni yapmaya) karar verdik ve biletlerimizi aldık. ilk kontrol noktasındaki görevli son anda çantamı fark edip açmamı istedi. aslında gençlerbirliği taraftarı olduğumu ve çantamda gençlerbirliği forma ve atkısı olduğunu söyledim, gözleri faltaşı gibi açıldı ve az önceki talebinden vazgeçti: “tamam, tamam, sakın açma!!”. ara bölgedeki polislere derdimizi anlatmaya karar verdik, belki bizi misafir tribününe alabilirlerdi… gerçekten de bizi misafir takım tribününe yönlendirdiler ve elimizdeki biletlerle o kapıdan giriş yapabileceğimizi söylediler. sağolsunlar, peki giriş yapabildik mi? hayır! gidince anladık ki misafir tribünü için vıp bilet basılmıştı ve turnikeler bizim biletlerimizi okumuyordu. hemen bir çözüm bulundu tabii, sırada bekleyen üç kişiyle biletlerimizi değiştirdik ve nihayet tribüne girdik.
gençlerbirliği taraftarı görmek tribündeki polislere de şok yaşattı tabii. ve kriz orada başladı… adeta ortalığı karıştırmak için oraya gelen potansiyel suçlulardık ilk başta. hemen üst’lere telefonlar açıldı, talimat beklenmeye başlandı, talimat gelene kadar sessizce, uslu uslu durmamız, kimseyi tahrik etmememiz tembihlendi… ha, bu arada bizim tribündeki güruh en büyüğü ortaokul öğrencisi çocuklardan oluşuyor, üstelik çoğunluğu kız. kim kime saldıracak anlamadım. az sonra hakkımızdaki karar verildi ve omzu bol yıldızlı bir polis tarafından yüzümüze okundu: “forma, atkı gibi şeyler giymiyorsunuz, taşkınlık yapıp insanları tahrik etmiyorsunuz, yoksa dışarı atarım!”. bu sözler ve devamındaki tartışmaya girersem kontrolü kaybetmekten korkuyorum ve atlıyorum
insanlıktan nasibini almamış bol yıldızlı müdürün aksine, maç boyunca bizi ilköğretim öğrencisi kız çocuklarının şerrinden koruyan polis memurlarıyla aramızdaki muhabbet ise gerçekten güzeldi. devre arası fıkraları, çekirdek, çikolata ikramları, dertleşmeler, hemşeri çıkmalar derken kanka olduk nerdeyse adamlarla… aslında muhatap olduğumuz polisler arasında insanlıktan nasibini almamış iki tip vardı sadece: bir tanesi oradaki memurların amiri, diğeri de onun amiri… anlamadım valla, bunlar yetki aldıkça mı bozuluyorlar yoksa bozuklar mı yetkiyi alıyor.
takımımızın peşinden deplasmana gitmek tüm olumsuzlukları unutturuyor aslında. ahan da, bunlar da maç sırasındaki hoşluklar:
yanımdaki genç polis memurunun gol pozisyonlarımızda bizim kadar heyecanlanıp, kaçan gollerde en az bizim kadar üzülmesi dikkatimi çekti. kendisi de anlamış olacak ki hemen açıklık getirdi duruma: “ya bunlar nankör herifler, takımları yenince maça gelirler, yenilgiler başlayınca stada uğramazlar”. ve ardından hafif sırıtarak: “öyle olunca da biz daha az yoruluruz… e ben de zaten adanalıyım, sürgün gelmişim buralara”. “tamam” dedim, “anladım ben seni”.
bir şutumuzun direkten döndüğü pozisyon sırasında tribüne giren hindi! pozisyon sol tarafta, heyecanla izliyorum, gol geldi gelecek derken sağ tarafımdan bir hindi sesi gelmeye başladı. ilk başta bütün dikkatimi dağıttı tabii ama golü kaçırmayı da istemiyorum, çevirmedim kafamı. ama hindi susmak bilmiyor. sonunda dayanamadım, baktım: bizim onur, heyecandan bağırmak istiyor, bağıramıyor… garibim bir yandan öne arkaya yaylanıyor bir yandan hindi gibi ötüyor…
maçta 65’inci dakika. yani ikinci yarı başlayalı 20 dakika olmuş. biraz önümüzdeki öğrencilerin arasında, ayakta heyecanla maçı izleyen, tezahüratlara katılan, birebir maçın içinde görünen 12-13 yaşlarındaki kız öğrenci bir atağımızın ardından arka sırada oturan öğretmenine döner ve tüm konsantrasyonumun içine eden soruyu sorar: “ya hocam, kaleler mi değişti??”. len senin neyine futbol, git otur evinde, velin gelsin!!!
uzağı görememekten ve dolayısıyla topçularımızı ayırt edememekten şikayetçi olduğum bir anda hızır gibi yetişti mehmet abi, ve bir yeteneği daha ortaya çıktı: maç spikerliği! sağolsun, maçı sahada izlerken aynı anda mehmet abi’den dinledim…
sadece üç kişi de olsak trabzon’da takımımızı yalnız bırakmadık, bir ara fısıltıyla da olsa tezahürat bile yaptık. bu mutluluk da bize yeter.
spine, french kanka hande and a newcomer to turkey, kiwi kanka greer picked me up and we taxied off to kizilay to join a group of around 20 gencler fans at the beer bus bar.
beers and stuff and the footy was on.
this was third versus 14th (or wherever we are) and i wasn't expecting much. so i was pleasantly surprised that we came out looking for the win. trabzon were pressing us constantly, giving us no time on the ball but at times we looked good.
troisi had one great chance snuffed out by the trabzon keeper who just managed to get a finger on the ball. if the keeper had failed troisi would have had an open goal in front of him. troisi had another shot come off the bar. frustrating stuff.
our midfield was a bit slow and passes weren't always going to the right player, but much of this was due to the trabzon tactics of full-on pressure.
in the end it was a piece of individual brilliance from yattara which sunk us. the man got through two or three of our players and sent off a 20 yard shot which was unstoppable.
at about this time kiwi kanka greer moved from beer to wine. why? she had just had her first experience of a turkish squat toilet and had decided she didn't want to fill her bladder again.
as we all laughed at the newbie it was pressing on for full-time and gencler went on looking for the draw. it was attack after attack but somehow or other we never scored.
then in the last moments of extra time trabzon sucker punched us.
full-time and amazingly the bill for 20-odd people didn't descend into an argument over who didn't eat any chips and we headed off for a bar/disco across the way. it was a great bar playing all sorts of weird old/new turkish pop. us four certainly felt very old amongst all the 20-somethings but luckily the alcohol had kicked in and at one stage i even found myself at the head of a conga-line of gencler supporters.
back to spine's place for a couple more beers, greer fell asleep and i finally did something sensible on the evening and escorted our new kiwi friend back to her place. with greer safely home i jumped into a taxi and got back to my place to discover the time was 3 a.m.
a bad result footy-wise, but a fun night nonetheless. i'll post some photos as soon as i get over to spine's place to get my forgotten camera. edit: done
trabzonspor a.ş.: tony mario sylva, serkan balcı, rigobert bahanag song (dk. 85 remzi giray kaçar), egemen korkmaz, hrvoje cale, hüseyin çimşir, selçuk inan, gustavo colman, ibrahim üçüncü, alan carlos gomes da costa (dk. 72 gökhan ünal), umut bulut (dk. 82 promise isaac)
yedekler: onur recep kıvrak, barış memiş, ceyhun gülselam, ferhat çökmüş
teknik direktör: kazım ersun yanal
gençlerbirliği: bojan isailovic, mehmet polat, hakan aslantaş, james troisi (dk. 76 burhan eşer), ilhan eker (dk. 70 lamine traore), mehmet nas (dk. 85 kemal akbaba), cem can, carlos eduardo de souza floresta, jacques momha, mustafa pektemek, mıchael john jedınak
yedekler: recep öztürk, eren aydın, emre balak, hurşut meriç
teknik direktör: samet aybaba
goller: (1-0) dk. 28 ibrahim üçüncü (ayakla) (2-0) dk. 89 gökhan ünal (ayakla)
sarı kartlar: dk. 30 jacques momha, dk. 50 mıchael john jedınak (gençlerbirliği)