ıki fenerli bir besiktasli uc kisi kapali ustte seyrettik. son anda buldugumuz kapali kombineleri yuzunden elimizdeki acik biletlerini karaborsada degerlendirmistik. tabi aldigimiz paraya. maci 2-1 besiktas kazandi. daha dogrusu besiktas taraftari kazandirdi. oynanan futbol siradandi ama o gun efsanelesen tribunde katkimiz varsa ne mutlu bize.
uzun yıllar unutulmayacak güzellikteki maçtı. saha içi değil saha dışı güzellikleri daha ağır basan bir karşılaşmaydı. tribünler türk tribünlerinin bu zamana kadar ki en iyisiydi abartısız tartışmasız. sunderlan, manhester u ve liverpool forumlarında da sık sık değinilmişti bu tribünlere.
bazı anlar, bazı durumlar vardır, "oradaydım" demek, o anlara tanık olmak, tanık olduklarınıza katılmak, onları yaşamak ve sonra, daha sonra, çok sonra anlatmak... işte o anlar sayesinde ayrıştırırız hayatımızı başkalarının hayatından.
çocuğumuzun doğduğu anda eşimizin yüzünü görmek, okula ilk başladığı günün sabahında onunla uyanmak gibi öznel durumlar da vardır sonradan anlatacağımız ya, onlardan değil, toplumsal olanlardan, kalabalık olanlardan bahsediyorum.
örneğin; 1977'nin 1 mayıs günü taksim'de ya da 4 ocak 1991'de başlayan zonguldak maden işçilerinin ankara'ya yürüyüşlerinde ya da 2002 dünya kupası'nda ilhan mansız, senegal'e golü attığında tribünde olmak gibi... ya da tıklım tıklım dolu inönü'de beşiktaş, liverpool'a karşı 1-0 önde giderken, özellikle ve özellikle 50 ve 65'inci dakikalar arasında o statta olmak gibi... evet, "oradaydım, tribünde..."
tuhaf bir soru: "alkol mü aldın?"
ilk aramayı sorunsuz geçiyoruz burcu, ufuk, ben. kombineyi uzatıp içeri dalıyoruz o tuhaf demir kapıdan. nedense o kapıdan geçerken eğlenmek için maça değil de, cezaevine giriyorum hissi uyanır bende hep. bu kez de öyle oluyor.
bir arama daha elbette. poliste haklı(!), belki 10 adımda bir şey soktuk cebe kim bilir? ellerim iki yana açık, aranıyorum. bir trafik polisi arıyor üstümü. yüzüme bakıyor ve tersler gibi bir sesle "alkol mü aldın?" diyor. yalnız dikkat, memurun hitabı ikinci tekil şahıs. yanıtım "evet, bir miktar. mahsuru mu vardı?" oluyor. ters bir bakış atıp, "geç" diyor.
içeri girdiğimde ilk izlenimim tıpkı şiirdeki gibi; "hava kurşun gibi ağır.." taraftarı ajite edecek her şey olmuştu bir kaç gün içinde.
belki de bazı sokaklarda yan yana yürüdüğümüz, ara sıra gittiğimiz kahvelerde birbirimizi tanımadan ayrı masalarda oturduğumuz 12 gencecik çocuk, dağ başlarında kurşuna dizilmişlerdi acımasız başka genç çocuklar tarafından. herkesin bir yanını acıtmıştı gencecik ölümler. analarının feryatlarını, babalarının sessiz gözyaşlarını, acıdan baygın düşen kardeşlerini görmüştük hep birlikte. elbette onlar kadar acıyamazdı içimiz ama onların acısını hissetmeye çalışıyorduk kaç gündür. bu ıstırap vardı kalbimizin bir yanında.
rakip avrupa'nın en şaaşalı taraftarına sahip liverpool'du. herkes onların ünlü kop tribününü örnek gösterirdi ideal taraftar olarak yeri geldiğinde. ki, sözkonusu olan beşiktaş taraftarı olunca 'bu yer' çok sık gelirdi. övülürken bile alttan alta "bunlar da fazla oluyor, takımı olumsuz etkiliyorlar"a getirilir söz sıklıkla. bunun da etkisi vardı taraftar üzerinde. bir ders gerekiyordu herkese…
yani beşiktaş ve liverpool sadece sahada değil, tribünde de kapışacaklardı. o nedenle de "hava kurşun gibi ağırdı" biraz.
yuvarlanan yuvarlanana
başlama düdüğü ilerleyen dakikalarda kopacak kıyametin habercisiymiş meğer, bilemedim. her şey 'sıradandı' benim için. tahmin edilebilecek 'çarşı klasikleri.' sloganlar, marşlar... bir de bu maça özgü "şehitler ölmez/vatan bölünmez..."
kimine katıldım kimini es geçtim. daha çok, bu fazlaca alkollü ortamda çıkabilecek ve tadımızı fazlasıyla kaçıracak itiş kakışları engellemeye kurmuştum kendimi. biri iki dalgıç hamlesini de başarıyla savuşturdum doğrusu.
serdar özkan'ın üç bant bilardo sayısı güzelliğinde gelen o acayip golü görünce zeki demirkubuz'a dönüp, "böyle bir golden sonra, yenilmemiz imkansız" dedim. ne kadar haklı olduğum ve bu işten ne kadar anladığım maç bittiğinde belli olmuştu!!
golle birlikte bizim orası karıştı. ben alışığım, tek korkum bir evin bir kızı olan burcu'nun başına bir şey gelmesiydi. onu koruyayım derken aşağı yuvarlanan bir kaç kişinin montuma yapışmaya çalıştığını fark ettim, yanımdan tuhaf hareketler yaparak ön sıralara yuvarlananlardan bir ikisi benim mont sayesinde 'hayata tutundu.' ortalık sakinleştiğinde, sıraların arasına yuvarlananlardan bir ikisi, üstlerindeki tozu elleriyle silerken bize de "çak" yaparak üst sıralardaki yerlerine geçtiler.
golden sonrası artık kıyametti. millet sanki doping almış gibi yerinde duramıyordu. bizim orası -kapalı üst g kapısı girişi, yeni açık tarafı - genellikle sakindir. orası bile kıpır kıpırdı. bağırış çağırış, kıyamet kopuyordu.
ben böyle bir şey görmedim
devre arası biraz dinlendi yorgun bünyeler. asıl iş ikinci yarıymış, o ara asıl kıyamete hazırlıkmış meğer, ilk yarı gördüklerimiz bir hiçmiş, sonra anladık.
dakika 50'ye yaklaşıyordu ki altlı üstlü yapılan, "o o o oooo" ve "lay lay..." birden diğer tribünlere sıçradı. önce yeni açık, sonra hiçbir çağrı olmadan eski açık ve daha da inanılmazı numaralı. "evet, oradaydım", gözlerimle görüp ve bizzat katıldım. 7-8 yaşından bu yana tribünlere giden ben 42 yıl 10 aylık ömrümde ne türkiye'de ne gittiğim avrupa kentlerinde böyle bir tribün görmedim. abartmıyorum, görmedim.
tezahürat, kapalıdan diğerlerine - yeni açık, numaralı, eski açık- döndüğünde bir ton daha yükseliyor onlar bitirip kapalıya döndüğünde bir ton daha da yükseltiliyordu. önce, bir kaç dakika içinde biter biz de maça bakarız diye düşündüm, yanılmışım. kimsenin durmaya niyeti yoktu. tempo arttıkça arttı, arttıkça arttı. 6-7 dakika sonra "bunlar durmayacak" dedim içimden. bir yandan da "durmayalım", abartalım daha da abartalım istiyordum. abarttık da...
tezahürat devam ederken kapalı alkışı bırakıyor, elleri yumruk yapıp yukarı aşağı piston hareketi yapıyor, karşılar aynılarını tekrarlıyor. kapalı, iki eller yana, bir sevgiliyi uzun bir yolculuğa uğurlar gibi sallıyor aynısını karşılar da yapıyor. kapalı, iki eller öne bir puta tapar gibi eğilip kalkıyor, karşı da tıpkı geç gösteren bir ayna gibi aynısını yapıyordu.
o zaman her maç numaralıda oturanların ne kadar şanslı olduklarını düşündüm. beşiktaş kapalı tribünü karşıdan gerçekten çok güzel görünüyor olsa gerek. ben içindeyim deryadaki balık misali, deryayı göremiyorum. abartmıyorum ve tahmin ediyorum herkesin tüyleri diken diken olmuştur.
hepimiz hayali bir köpeği kovaladık
ikinci golü ne siz sorun ne ben söyleyeyim. bobo bir iki dakika önce koray'ın pasını tepeye dikince dünyası yıkılan o kalabalık golde bir kez daha üzerimden geçti. baktım arkada burcu sağlam, ben de koy verdim kendimi, alt alta üst üste.
ve belki de avrupa'nın en iyi 5 oyuncusundan biri olan steven gerrard en az bizim iki gol kadar şık bir gol atınca -şaka yapmıyorum serdar'ın golü de şıktı- o andan itibaren tezahüratın da dili değişti. bundan sonra maç bitene kadar sürekli hayali bir köpeği kovaladı tribün "hoşşt, hoşşşt" diye. gerçekten çok komikti, koca koca adamlar ortada fol yok yumurta yok, "hoşt" diye bağırıyorlar hatta bazıları daha da ileri gidip daha top müdafaadaki liverpool'lunun ayağındayken "hoooooooşşşşşşştttt"a başlıyor, bizimkiler topu kapana kadar bırakmıyordu.
son düdük çaldı. etrafımızla sarıldık, öpüştük, koklaştık.
sahaya baktım, gerrard takımını toplayıp gözünü bir an olsun beşiktaş tribünlerinden ayırmayan eski açıktaki liverpool taraftarlarına gitti. taraftarını alkışlattı, takımı topladı, üzgün arkadaşlarını tek tek teselli etti, sanırım tello'yla formasını değiştirdi önümüze geldi bizi de alkışladı, biz de onu elbette, sonra tünelde kayboldu gitti.
"evet, oradaydım..." maçta ne mi oldu? bilmem, görmedim ki. ben maça gittim, maç oldum, daha ne olsun.
çıktık, elimizde kalbimiz kalbimizde elimiz, zübeyir ocakbaşı'na yollandık. geceye orada başlamıştık yine orada bitirdik burcu'yla...
ne yalan söyleyeyim, liverpool'u izlemeye gittim ben. gerrard'ı, alonso'yu, rotasyona uğramazsa torres'i izleyecek, futbola bir kez daha aşık olacaktım. ... maç bittiğinde futbola karşı duygularımda positif yönde geliişmeler oldu tabi amacıma uygun olarak ama bu duyguyu uyandıranlar siyahbeyaz herkesti. serdar özkan'ın golüne kadar benimle aynı fikri paylaşanların sayısı az değildi eminim, bobo'nun golünden sonra da da aynı fikri savunan kişinin kalmadığına eminim. ... maç seyrederken başvurmadığım bir yöntemdir kamera kullanıp, olan biteni çekmek ama o gün yanımda bir kameranın olmayışına lanet okudum, o muhteşem taraftarı, harika görüntüleri, yürekleri hoplatan tezahüratları duydukça içim daha da bir hoş oldu. ... orada olmanın verdiği hazzı anlatmak zor, hele ki oraya -taraftar- olarak yabancı biriyseniz işiniz daha da zor. ama ortak noktamız var neyse ki; okay karacan'ın deyimiyle "futbolun taraftarı"yız.
13. dakikada tello'nun ara pasında topla buluşan bobo, ceza alanında önce carragher'i geçti. carragher, bobo'dan kazandığı topu uzaklaştırmak isterken tekrar bobo'ya çarpan top, altıpasın önündeki serdar özkan'ın önünde kaldı. bu futbolcunun bekletmeden vuruşunda, meşin yuvarlak filelere gitti: 1-0
82. dakikada ani gelişen beşiktaş atağında, sol kanatta ibrahim üzülmez, meşin yuvarlağı bobo'ya bıraktı. iki rakibini geçen bobo, kaleci reina ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu kalecinin bacaklarının arasından filelere göndererek farkı 2'ye çıkarttı: 2-0
85. dakikada sağdan gelen topla ceza alanı içinde buluşan crouch, meşin yuvarlağı gerrard'ın önüne bıraktı. bu futbolcu topu kafayla filelere göndererek farkı 1'e indirdi: 2-1
dale boca tezahüratına ve inanılmaz galibiyete şahit olduk. yağmur altında maç izlerken üzerimdeki yağmurluğun stresten ve ardından gol sevinçlerinden paramparça olduğunu farketmem için maçın sonunu beklemem gerekti..
kapalı üstte üç sezondur kombinem olmasına rağmen en iyi taraftar performansını yaptığımızı düşündüğüm maçtı iki goldede 1534464635 sıra öne uçup sevinçten göz yaşlarını tutamadığım ve eve dönerken 1.5 saatlik yolda sürekli kornaya basa basa döndüğümüz gördüğümüz beşiktaşlılarla siyah beyaz çektiğimiz unutulmaz bir maçtı.
"evet, oradaydım..." maçta ne mi oldu? bilmem, görmedim ki. ben maça gittim, maç oldum, daha ne olsun.
abartmak gerekiyorsa evet abartıyorum bu kadar güzelini duygulusunu ağlatanını hiç yaşamadım dale yaparken benimle birlikte onlarca kişinin ağladığını gördüm o anları hiçbir şeye değişmem.
varsın beşiktaş 10 sene daha şampiyon olmasın çok sevdik be abi
"kendinden geçen spiker" örneği gördüğümüz karşılaşmadır. maçı anlatan emre tilev, bobo'nun golünden sonra "bobo çok babasın, bobo çok güzelsin" şeklindeki yorumuyla tebessüm ettirmiştir.
beşiktaş: hakan arıkan, ali tandoğan, gokhan zan, ibrahim toraman, ibrahim üzülmez (kaptan), serdar kurtuluş (koray avcı 42), edouard cisse, rodrigo tello, serdar özkan, bobo (lamine diatta 86), matias delgado (federico higuain 63).
teknik direktör: ertuğrul sağlam
liverpool: jose reina, steve finnan, jamie carragher, sami hyypia (peter crouch 83), john arne riise, jermaine pennant (yossi benayoun 59), steven gerrard (kaptan), javier mascherano (lucas leiva 76), ryan babel, andriy voronin, dirk kuyt.
- beşiktaş taraftarından en çok etkilendiğin maç liverpool karşılaşmasıydı herhalde?
tek kelimeyle harikalardı. maçın görüntülerini şili'de gösterdiklerinde, oradaki insanlar beni aradılar, taraftarın coşkusunu ve enerjisini fazlasıyla hissettiklerini söylediler. inanılmazlardı!..
- ikinci liverpool maçında sakatlığın nedeniyle oynayamadın ve evde televizyondan izlemek zorunda kaldın. fark gitgide açılırken neler hissettin? televizyonu kapattın mı?
ilk yarı 2-0 bittiğinde hâlâ maçı çevirme şansımızın sürdüğünü düşünüyordum. fakat ikinci yarıda skor üç, dört, beş, altı olduğunda inanamadım. eşime baktığımda o da sessiz kalıp, durumu anlamaya çalışıyordu. ve o arada avrupa'dan arkadaşlarım aramaya başladı, 'böyle bir şey nasıl olabilir' diye sorguladılar. kendimi çok kötü hissettim o maçta, ama yine de sonuna kadar izledim.
etlik aşağı eğlencede izbe bir kahvede izledim maçı, yanımda iki arkadaşımla beraber. uzun ama dar bir yerdi kahve, içeride biz hariç hemen hemen hiç kimse maç ile ilgilenmiyordu. muhtemelen kumar dönen bir yerdi, kapıda erkete dedikleri bir adam hiç oradan ayrılmadı.
erken gelen golle beraber bir çok kişi gözlerine inanmadı ve oyunu bırakıp maça bakmaya başladılar. işin ilginç yanı atılan golden ziyade beşiktaşın oynadığı oyundu. liverpool maçın hemen hiçbir kısmında oyuna üstünlüğü koyamadı.
ikinci yarının ortalarına doğru bobo'nun boş kaleye kaçırdığı ayak dışı vuruşu ise futbolun saçma gözüken ama doğrulu yadsınamaz gerçekliklerinden biri olan "atamayana atarlar" 'ın gerçekleşeceği korkusunu kalbimize düşürmüştü.
ibrahim üzülmez'in pasını süper bir ayak dışı çalımla sami hyypia geçip, kaleci reina'nın bacak arasından attığı golle süsleyen bobo bir anda bizi delirtmişti. tribünlerin sesi televizyondan bile yankılanıyordu.
sonra ali tandoğan'ın, crouch'u görünce korkup altıpasa indirdiği topa gerrard süper bir kafa golü attı ve durum 2-1 oldu.
dar ve uzunlamasına bir mimariye sahip kahve o dakikadan sonra bizim için hapishane avlusuna dönmüştü. son dakikaları, aşağı yukarı yürüyerek, volta atarak ve dua ederek geçirdik.
bir futbol maçında ölçümü yapılan en yüksek desibel rakamlarına türkiye’de ulaşıldı. beşiktaş’ın 25 ekim 2007’de ingiliz devi liverpool’u bjk inönü stadı’nda 2-1 yendiği maçta siyah beyazlı taraftarların çıkardıkları ses yüksekliği 132 desibeli bulmuştu.
beşiktaş taraftarının destan yazdığı efsane bir maç.
desibel rekoru kırılması ile ünlenen maçta, şampiyonlar ligi yayıncı kuruluşu, şampiyonlar ligi tarihinde ilk kez, maç oynanırken sahayı ve futbolcuları yayınlamayı kesip, yaklaşık 6-7 dk. sadece tribünlerdeki inanılmaz görüntüleri verdi. beşiktaş taraftarı kah atkı sallıyor, kah oyuncularına tapıyor, kah zıplıyor.. gerçekten muhteşem bir şovdu. ikinci yarıda liverpool'un baskısını artırmasına, vefakar taraftarımız adeta karşı koyuyor, takımımıza güç veriyordu.
nitekim maçı 2-1 kazandık. ha çokda lazım olmamakla beraber, başta ingiliz medyası olmak üzere tüm dünya beşiktaş taraftarını konuştu, övgü dolu sözler yağdırdı.
yardımcı hakemler: bill rené hansen (den), anders nørrestrand (den)
4. hakem: nicolai vollquartz (den)
beşiktaş: hakan arıkan (gk), serdar kurtuluş (dk. 42 koray avcı), gökhan zan, matías delgado (dk. 62 federico higuaín), bobô (dk. 86 lamine diatta), rodrigo tello, édouard cissé, ibrahim üzülmez (c), serdar özkan, ali tandoğan, ibrahim toraman
yedekler: atilla özmen (gk), mehmet yozgatlı, mert nobre, ricardinho
teknik direktör: mutlu topçu (tur)
liverpool: pepe reina (gk), steve finnan, sami hyypiä (dk. 83 peter crouch), john arne riise, steven gerrard (c), andriy voronin, jermaine pennant (dk. 59 yossi benayoun), dirk kuyt, ryan babel, javier mascherano (dk. 76 lucas), jamie carragher
yedekler: charles itandje (gk), xabi alonso, mohamed sissoko, jack hobbs
teknik direktör: rafael benítez (esp)
goller: 1-0 [kendi kalesine] sami hyypiä dk. 13 2-0 bobô dk. 82 2-1 steven gerrard (c) dk. 85
buoyant beşiktaş paint istanbul red published: thursday 25 october 2007, 0.55cet
beşiktaş jk 2-1 liverpool fc
sami hyypiä's own goal and bobo's late clincher got beşiktaş off the mark against the 2006/07 runners-up.
by yakir mizrahi from inönü stadium
beşiktaş jk were celebrating a famous win after an early own goal and a clinical bobo finish sealed a thrilling victory against liverpool fc in istanbul.
unhappy return the luckless sami hyypiä put through his own goal for the second time in five days and bobo doubled the lead with eight minutes left to make steven gerrard's headed response academic. beşiktaş moved two points clear of bottom side liverpool in group a to ensure the reds endured an unhappy return to the scene of their 2005 triumph.
bright start both teams went into the match desperate for points: beşiktaş having lost their first two games without scoring, and last season's runners-up having been held at fc porto and beaten by olympique de marseille. beşiktaş, whose coach ertuğrul sağlam was serving a one-match suspension leaving mutlu topçu in charge, began brightly as serdar kurtuluş shot over from distance three minutes in. shortly after, ryan babel's fine run won a corner which came to andriy voronin, whose strong effort was deflected wide by rodrigo tello.
own goal but the 13th minute was to prove unlucky for liverpool and hyypiä in particular. forward bobo cut into the box down the left, and although pepe reina saved his strike, steve finnan's clearance hit jamie carragher and fell perfectly for serdar özkan. his shot deflected in off hyypiä, wrong-footing reina and continuing a bad week for the finn, who also scored an own goal in saturday's derby against everton fc.
liverpool respond after that shock, the visitors rallied and home goalkeeper hakan arıkan had to be alert to deal with attempts from voronin and john arne riise. on 20 minutes gerrard combined superbly with dirk kuyt but hakan arıkan was in the right place again. babel's powerful drive went over on the half-hour, but the lively home fans were delighted that their team recovered from this difficult spell, though they lost midfield anchor serdar kurtuluş to a calf injury, koray avcı taking his place.
bobo close liverpool led the first-half shot count with eleven efforts in all, yet they found the opening ten minutes of the second period difficult as the beşiktaş faithful kept up a barrage of noise which seemed to put the premier league side off their game. eventually voronin carved out a chance as he headed on to gerrard, whose strike flew just over. yossi benayoun was then introduced, but at the other end federico higuaín came on and beşiktaş came close again, bobo – who had ten minutes as a makeshift goalkeeper at the weekend – finding the side-netting.
clincher gerrard looked to set up benayoun but the brilliant hakan arıkan emerged to smother. three minutes later it was reina's turn to prove his worth, tipping away an attempt from higuaín. bobo missed from close range with 12 minutes left, though not long afterwards he made no mistake when sent clear, slipping the ball through reina's legs. gerrard's diving header from behind the penalty spot gave liverpool hope, but they remain on one point and must defeat beşiktaş at anfield in a fortnight.
liverpool kalecisi pepe reina, beşiktaş'a yenildikleri maçtan sonra yaşadığı ilginç bir anısını paylaştı.
liverpool’un ispanyol kalecisi pepe reina, ilginç bir anısını paylaştı. reina, çalıştığı en iyi teknik direktörün rafael benitez olduğunu vurgularken, deneyimli teknik adamla yaşadığı en sert tartışmanın da bir beşiktaş maçı sonrası gerçekleştiğini anlattı.
daily mirror gazetesinde seri olarak yayınlanan "pepe" adlı otobiyografisinde konuyu dile getiren reina, 2007 yılında uefa şampiyonlar ligi a grubu 3. maçında inönü stadyumu’nda beşiktaş’a 2-1 yenildikleri maçtan sonra bira içmek istediğini fakat engelle karşılaştığını anlattı. 29 yaşındaki futbolcu olayı şöyle özetledi:
“beşiktaş’a 2-1 mağlup olduk, iyi de oynamamıştık. bir bira içmek istedim. bir barda kola içmektense bira içmenin daha sağlıklı olduğunu düşündüğüm için bence sorun olacak bir şey değildi. fakat barmen yanıma gelerek ‘kulüp doktoru ve teknik direktörünüz bira içmemeniz gerektiğini söylediler’ dedi. rafa’ya neler olup bittiğini sorunca, bira içmemin yasak olduğunu söyledi. tam anlamıyla burnumdan soluyordum. çantamı topladım, akşam yemeğini bile yemeden odama çıktım. o denli kızgındım yani.”