alpay özalan, david beckham'ın kaçırdığı penaltı sonrası beckham'ın yüzüne rivayete göre, "yüz tane atsan biri bile girmezdi !" demiştir. bunun üzerine beckham'da onun üzerine yürümüş ve gerginlik yaşanmıştır. bu maçtan sonra alpay özalan, ingiltere'de istenmeyen adam ilan edilmiştir ve aston villa kulübü ile yollarını ayırmıştır.
olayların ben çok az bir kısmında varım. ingiliz basının önce hiçbir şeyden haberi yoktu. sadece tünelde çıkan olayları biraz biliyorlardı. üstelik o tüneldeki tartışmada ve itişmede benim hiç rolüm yoktu. sadece saha oldu. penaltıyı kaçırdıktan sonra gittim bir şeyler söyledim. hepsi bu. onu da boşu boşuna yapmış değilim. ilk maçtan kalma bir hesap vardı aramızda. okan ve emre de şahittir, maça çıkmadan önce şortunun içinden türk bayrağını çıkarttı beckham. bu da beni çok tahrik etti. ben de dedim ki, bu işin bir de türkiye’si var. türkiye’deki maça çok stresli çıktık biz. bir de penaltı kazanmaları, beni psikolojik olarak etkiledi. çok iyi konsantre olduğumuz bir maçta insan bazen böyle şeyler yapabiliyor.ama beckham kaçırdı penaltıyı.
duran topları dünyada en iyi kullanan oyunculardan birinin o penaltıyı kaçırması birazcık ağır bir olay. kaçacağını hiç tahmin etmedim açıkçası. kaçınca da çok sevindim ve o hırsla gittim ona bir şeyler söyledim. o da reaksiyon gösterdi. ama hepsi budur. başka bir olay olmadı. ben başka hiçbir olaya karışmadım.
beckham'ın kullandığı penaltı migros üst tribüne gitmiştir. maç bileti promosyonunda belkide dünyada bir ilk yaşanmıştır. 3 koli pepsi alana migros tribün bileti bedava verilmiştir. ben de 3 koli pepsinin 2 kolisini mahalle bakkalına satarak bileti bayağı bir ucuza getirmiştim.
kimi zaman sürpriz bekledik, çarpıldık. bazen şekerli kuralan acıyla sonlandırdık, bazen de zoru başardık. son 20 yılda milli takımımız avrupa şampiyonası ve dünya kupası elemeleri'nde hangi rakiplerle eşleşti, ne umdu ne buldu...
2004 avrupa şampiyonası elemeleri ingiltere, slovakya, makedonya, liechtenstein
ilk kez ilk torbadan katılınca zayıf rakipler beklenir. artık "hayırlısı olsun" un yanına bir de "kim çıkarsa çıksın!" eklenmiştir. kuralar porto'da çekilir. beş takımın yer alacağı grupta slovakya, makedonya ve liechtenstein rakipten bile sayılmaz. ingiltere çıkmıştır ve hedef ingiltere'yi ya orada ya burada yenmektir. slovakya, makedonya ve liechtenstein maçları kayıpsız atlatılır. wembley facialarının ardından bu kez maç sunderland'de, stadium of light'dadır. havalı gidilir, "biz değil onlar korksun" naraları atılır. ancak kötü talih değişmez. ada'da kazanan yine ingilizlerdir. sonrasında düzen de yine değişmez. slovakya, makedonya ve liechtenstein maçları yine kazanılır. son maç kadıköy'de ingilizlerledir.
galibiyet portekiz vizesi için yetecektir. üstelik hakem de sevgili collina'dır. yılların öcü bu maçla alınacaktır. her maç olduğu gibi yine onlar korkuyordur. maç vakti gelir çatar. milli takım etkili oynar. beckham bir de penaltı kaçırır. her şey türkiye lehinedir ancak gol sesi gelmez. maçı milliyet gazetesi'nin başlığı özetler: "adresim aynı, kaderim aynı."
türkiye için 2004 umutları devam eder. zira ikinci olarak grubu tamamlar. frankfurt'ta çekilen kuralarda çekilebilecek en kolay rakibi türkiye çeker. "çek bi letonya" denir. letonya gelir. baraj maçlarına dördüncü gruptan kalan en kolay ekip letonya ile eşlenilir. portekiz seyahati için bavullar toplanır. ancak baltık ülkesinin bir sürprizi vardır. verpakovskis'in golü turu istanbul'a taşır.
ilhan mansız'ın golüyle ilk yarı türkiye lehine biter, hakan şükür farkı ikiye çıkarır. şenlik başlar. önce laizans sonra verpakovskis atar. şenlik dağılır, bir acı yel kalır, müjgan ağlar...
artun ünsal'ın "tribün cemaatinin öfkesi: ticarileşen türkiye futbolunda şiddet" kitabından;
milli takımlar ve avrupa kulüpleriyle maçlar babında...
(...)
ne var ki, 2003 sonbaharında türk kulüp ve milli takımlarının yurtiçi ve yurtdışında yabancı takımlarla oynadıkları avrupa kupaları maçları gibi, euro 2004 elemeleri de geçmiş yıllara oranla çok daha gerilimli ve olaylı geçecekti. sonuçta, gerek türk futbolcuların gerekse seyircilerin iyi bir sınav veremedikleri görülüyordu.
ekim 2003'te istanbul'da oynanan ve kazandığı takdirde türkiye'nin doğrudan euro 2004 finallerine katılma hakkını elde edeceği ingiltere maçı gerçekten gergin bir ortamda oynandı. tribüne ingilizce asılan pankartlardan özellikle biri dikkati çekiyordu: "18 mart 1915'ten beri... çanakkale'yi unutma!" kazanılması gereken bir maçın psikolojisi, her zamanki gibi milliyetçiliği de beraberinde getiriyordu... ingiltere futbol federasyonu, türkiye'ye ingiliz taraftarların gitmesini yasakladığı için, iki ülke taraftarları arasında stad çevresinde ya da tribünlerde bir sürtüşme olasılığı ortadan kalkıyordu. ne var ki, alpay özalan'ın maç sırasında penaltı kaçıran david beckham'i çileden çıkaran bir davranışta bulunması, maçın devresinde tünelde ingiliz ve türk oyuncular arasında yaşanan ve bir türk güvenlik görevlisinin de karıştığı sürtüşmeler hoş değildi. karşılaşmanın hakemi italyan pierluigi collina'nın tüneldeki olaylara tanık olmasına, ancak maç raporunda sözünü etmemesine karşın, uefa, tv çekimlerini izleyerek, türkiye ve ingiltere futbol federasyonlarını para cezasına çarptırıyordu.
maçın berabere bitmesi ve lizbon biletini ingiltere'nin alması üzerine, türkiye'nin son umudu letonya ile oynanacak baraj karşılaşmalarına çevrilecekti.
yedekler: ömer çatkıç (gk), yıldıray baştürk, emre aşık, ümit davala
teknik direktör: şenol güneş (tur)
england: david james (gk), gary neville, ashley cole, steven gerrard, john terry, sol campbell, david beckham (c), paul scholes (dk. 90 frank lampard), wayne rooney (dk. 72 kieron dyer), emile heskey (dk. 67 darius vassell), nicky butt
yedekler: paul robinson (gk), phil neville, matthew upson, wayne bridge
england hold firm to qualify published: sunday 12 october 2003, 0.45cet
turkey 0-0 england england win group 7 and send their hosts into the play-offs.
a goalless draw in istanbul took england into the uefa euro 2004™ finals and forced turkey into the play-offs on a night physically and mentally draining for both teams. penalty miss turkey rained the ball into the england box for much of the game, but the visitors repelled their attacks on each occasion, and were even able to afford an extraordinary david beckham penalty miss to prevail and stretch their record of not conceding a goal to turkey in ten games.
eriksson praise england coach sven-göran eriksson praised his players as he said: "they played like a team with a lot of experience and tried to keep the ball when it was time to keep it. we played balls into channels behind full-backs to take pressure off the defence. it was a marvellous performance."
sergen returns hakan sükür recovered from a knee injury to start up front for turkey alongside nihat kahveci, with sergen yalçin - making his first international appearance since 2001 - in support. john terry replaced rio ferdinand in the england defence, while michael owen's shin injury meant wayne rooney and emile heskey were the strike pairing for the visitors, who had no fans in the stadium for security reasons.
james saves england started the game much the brighter, but none of their crosses produced a clear-cut chance. the home side gained in confidence and nihat had two good opportunities blocked as he worried the england defence. the 21st minute then produced an opportunity for both teams, but rooney's chip went over and emre belözoglu's powerful shot was saved by david james.
beckham denied the england goalkeeper then had to deny nihat, as turkey continued to push, but eight minutes from the end of the half the visitors gained a penalty as steven gerrard dribbled into the box and was tripped by tugay kerimoglu. however, beckham - who scored a penalty against turkey in england's home 2-0 win - slipped on the turf as he completed his run-up and the ball ballooned over.
nihat goes close there was little change in the pattern of play after the break. okan buruk shot wide after a fine nihat cross, and the home side piled on the pressure. beckham and rooney almost fashioned a shot just before the hour but fatih akyel tackled. but the real pressure was at the other end, nihat denied by a james save and campbell and terry forced to intercept several dangerous centres.
goal disallowed as the minutes ticked by, england were forced further and further back. however, territory and possession were not being converted into shots, and when darius vassell and kieron dyer came on for england, the visitors had some opportunities of their own. vassell shot wide and dyer was only just offside as he crossed for beckham to head into the net.
england hold on it was a desperate last few minutes, and substitute tuncay sanli went closest with a shot from just outside the area which only just went wide. time, and luck, were not on the home team's side tonight, however, and while england are in their fifth consecutive uefa european championship finals, turkey must wait for monday's play-off draw.
gunes thoughts "although we had enough ambition and skill to win the game, that feeling sometimes prevented us displaying what we had in our minds," said turkey coach senol günes. "we did not play badly. i congratulate england, they successfully qualified. we definitely will not think about this match from now on. instead, we will look forward to our play-off matches."
cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
polisin işi
ne zaman çok ciddi bir güvenlik gerekse, hep aynı polis taktiğini uyguluyoruz. niteliği değil, niceliği abartıyoruz...
türkiye - ingiltere maçında da öyle oldu: cepheye beş bin polis sürüldü.
herhangi önemli bir olay olamayacağına dair toplumda büyük bir huzur ve güven yaratıldı. buna karşılık beş bin polisin saraçoğlu'nda tam güvenli bir atmosfer yaratmaya yetmediği ortaya çıktı. hem tribünlerde yakılan meşalelerle, hem "çantamdan çıkartmayacağım" diye söz veren hanım gazetecinin cep telefonunu tribüne soktuğunu anlattığı tanıklığıyla, hem de çıkış koridorlarında yaşanan arbede görüntüleriyle...
koridor güvenliğinin futbol şiddetinin en sinsi bir boyutu olduğunu bundan çok önce ileri sürmemize rağmen kimseyi görev mahmurluğundan kurtarmadığı ingiltere maçında da anlaşıldı. takımlar sahadan çıkarlarken olay çıkabileceği açık ama polisin işi görev yerinde bulunmaktan ibaret olduğu için proaktif bir inisiyatif geliştirilemiyor: olaylar başlıyor, hedefini bulsa her biri uluslararası bir krize yol açabilecek olan yumruklar savruluyor, kavga edenler dışında kimin ne yaptığı belli değil. polisler olayların sona ermesinden sonra ortaya çıkıyor. collina, beckham ve alpay'ı çağırmış konuşacak, hepsi birden oradalar. çoğunun omuzlan rütbeli, bir ellerinde telsiz, geç kalmışlığın gerginliği ve tedirginliği içinde boşta kalan tek elleriyle artık çıkmayacak bir olaya müdahale etmek için "görev yerinde" bulunuyorlar...
aralarından biri raporuna "maçta önemli bir olay olmadığını" yazacak, diğer yöneticiler onaylayacak. maçın güvenlik görüşmelerine 2003'ten çok önce başlayan ingilizler, ne böyle raporlara ne de beş bin polisin varlığına güvenmedikleri için bundan sonra da kendi güvenliklerini kendileri sağlamakta ısrarlı olacaklar.
polisimiz artık niceliği arka plana atıp, uygulama kalitesinin peşine düşmeli, işini nasıl yaptığım objektif ölçülerle takip edebilmelidir.
şiddetin nasıl bir seyir izlediği, polisin nasıl bir uygulama seyri içinde olduğu izlendiğinde de anlaşılabilir.
cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
ayrıcalık düğümü
bir milli maç "o ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı" en iyi futbolcuların oluşturduğu takımlar arasındaki bir mücadelenin çok ötesinde boyutlara sahiptir.
milli takımlar, sportif eylemin sınırlarını iyice zorlayan şekilde milli değerleri- geleneksel kültür değerlerini de savunma misyonu ile görevlendirilirler.
türkiye- ingiltere maçı da her yönüyle bir eleme mücadelesinin üzerinde boyutlara taşındı ya da başka bir deyişle, büyük ve derin çekişmelerin içinden gelen iki kültür alışkanlıkları yüzünden bir milli maç daha "milli değerler" yüklü bir mücadele düzeyine " taşınmış oldu".
milli takımımızın yetkilileri galip geleceklerine "milli forma üzerine" yemin ettiler. ingilizler'in futbolu siyasi ve kültürel ayncalıklılıklannm bir gösteri platformu olarak kullanmaları ise çok eski bir mesele, ingiliz futbol federasyonunun armasındaki üç "passant guardant" aslan ile daha çok "aslan yürekli richard" olarak tanınan ü richard'ın 1200'lerden itibaren kullandığı armasının büyük benzerlikler taşıması tabii ki rastlantısal değildir aynı şekilde, birkaç kulüp hariç çoğu premiership kulübünün armalarının feodal dönemde kullanılan teknik ve sembollerle oluşturulmuş olması da ingiliz futbolunun geleneğe ne kadar yaslandığını da anlatır. liverpool'un ünlü mitolojik "liverbird"ü de bunu düşündürür. arsenal'in topu da, diğer kulüp armalarındaki kılıçlar, aslanlar, kuşlar ve gemiler de öyle...
2-3 milyon nüfusu olan küçük, mütevazı bir ülke olsaydık; hiçbir savaşta önemli bir tehdit oluşturamayacak kadar, bilimde, sanatta insanlığa hiçbir katkısı olamayacak kadar küçük, o zaman tarihimizde ne büyük zaferler ne de büyük yıkımlar yer alırdı.
ne üç kıtadaki dünya uygarlıklarının üzerinde kurulu bir imparatorluk sürdürürdük o zaman, ne de büyük göç efsanelerimiz olurdu. tek bir cephede bazı ülkelerin bütün nüfusuna denk sayıda şehit de vermezdik, ya da bir hastalık salgınında bu kadar büyük sayıda beden düşürmezdik toprağa.
küçük bir ülke olsaydık, mesela yalnızca iyi peynir yapmış olsaydık tarihimiz boyunca ya da ipek kumaş dokumuş olsaydık, ingiltere maçını böyle yükselen bir atmosferde oynamazdık.
ancak bütün tarihimiz "büyüklük" imgesiyle yüklenmiştir bizim...
başarının sürekliliği değil ama eskimolar'dan amerika yerlilerine ve japonlar'a kadar genişleyen bir yelpazede akrabalık alakalarına sahip olmamızı sağlayan bir " büyüklük" imgesi daha önemlidir.
mozart'ın da türk olduğunu ileri süren bir görüş, başkalarına ne kadar irrasyonel gelirse gelsin, bizim "büyüklüklerle yüklenmiş" tarih potamızda kolayca hazmedilebilen bir olasılıktır.
hiç okuma yazma bilmeyen ve mahallesinden hiç ayrılmamış yaşlı bir kadınımız geleneksel kültürümüzü temsil eden bilgeliği ile eğitimli ve zengin ve hiç koca dayağı yememiş bir yabancı kadın için "gavur değil mi bunlar?" diye acıyıp yazıklandığında, dinimiz de osmanlı'dan devraldığımız ayrıcalıklı büyüklüğümüzün bir parçasıdır.
ingilizler de bilim tarihinin her sayfasına mıh gibi çakılmış isimler düşürmeselerdi, everest'in zirvesinden patagonya çöllerine kadar her karış toprağı tanımak üzere bilinmeyene doğru yol almak için bu kadar meraklı ve heyecanlı ve bu topraklardaki her kaynağa sahip olmak için savaşacak kadar gözüpek olmasalardı "british exceptionalism" gibi kavramsallaşan bir ayrıcalıklılık duygusuna sahip olmazlardı.
ingiliz tarihi, derelerindeki balıklar ve ormanlarındaki geyikler krala ait olduğu için, evdeki aç çocuğuna tek bir balık götürmek isteyen köylülerin zindanlarda çürüdüğüne tanıklık ederken, ingilizler'in evinde dedelerinin hind'den, çin'den, afrika'dan getirdiği eşyalar hala birer yatırım ve gurur kaynağıdır...
hem ingilizler hem de bizim açımızdan tarihte elde ettiğimiz hükmedici- hüküm sürücü ve ayrıcalıklı durumumuz bugün soyut bir kimlik mirası olarak davranışlarımız üzerinde etkisini sürdürüyor...
geçti o günler ancak büyüklük algısı o kadar yanıltıcı id hem biz hem de ingilizler, aslına bakarsanız kimseyle aynı hizada bulunmayı istemeyiz. en basit karşılaştırmalarda hile bir tepeden bakma alışkanlığı kendini gösterir. başka ulusların olumlu niteliklerini teslim ederiz. çalışkandırlar, başarılıdırlar, huzurlu ve zengin bir toplumdurlar ama bir karşılaştırma yapılacağında, eski ayrıçalıklılığımızın nefesi hep aynı cümleyi fısıldayacaktır. "o kadar da değil!"
hem biz hem de ingilizler ulusal karakterimize sinen bu ayrıcalıklılık duygusu yüzünden hayatı biraz siyah-beyaz yaşarız, olumlu gelişmeleri süsler, olumsuzluklarda tam bir dibe vurmuştuk psikolojisine gireriz. aksi taktirde dünya şampiyonası öncesinde koskoca dünyayı üzerindeki bütün değerlerle birlikte süreyya ayhan'ın ayağının altında gibi gösteren illüstrasyonlar yapabilir miydik? ya da ingilizler gittikleri her deplasmanda kendi kurallarım kendilerim koymaya çalışır tarzda şımarıklıklar yapabilirler miydi?
ingilizler ve biz küçük birer tarihin küçük gerçeklerinin içinden gelseydik, onlar kıyılarından ayrılmayan balıkçılar olsaydı biz de bahçelerinde çalışan çiftçiler olsaydık, bu maçlar böyle "şiddeti azaltılmış ve uygarlaştırılmış sembolik savaşlar" gibi oynanır mıydı?
büyük tarihlere sahip toplumlar şüphesiz, kan dökmekten geri kalmamışlardır. ancak geçti o zamanlar... bu ne hak, ne yöntem ne de bir alışkanlık olabilir artık.
zaman hizaya gelme, hizada durma zamanıdır, maçtan önce de sonra da...
cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
unutulan yıldönümü
ingiltere ile aramızda tarihimizden kaynaklanan ortak noktalar olan büyüklük / ayncalıklılık duygusu ve incitilmemesi için büyük hassasiyete sahip olduğumuz ulusal onurumuz, yalnızca kazananın alkışlandığı spor anlayışı ile birleşince ortaya fırtınalı bir türkiye-ingiltere maçı çıktı.
"yalnız ben kazanayım - hep sen kaybet", "hep ben üstün olayım - sen altta kal", "ben güleyim - sen üzül" diye işleyen bir ruh hali yüzünden sahada karşılaşma değil, karşıtlaşma oldu.
geriye ortak bir üretimin ürünü olan zenginleştirici bir deneyim değil, fikstür gereği gerçekleşen bir formalite ürünü, golsüz ve 1'er puanlık, gerilimli ve hatırlanmaya değmeyecek, iki tarafı da ileri götürmeyen bir maç çıktı: böyle bir karşılaşmanın, futboldan kültürel anlamada beklenebilecek en kısır perspektifte ele alındığını kabul etmeliyiz.
çünkü eğer 1868'de kurulan ve dünyanın en eski 6 futbol kulübünden biri olan fordingbridge kulübünün plevne savunmasına duydukları saygı yüzünden 1876'da turk ismini aldığını, ingiltere'nin en eski kupalarından basingstroke kupasını fordingbridge turks adıyla iki kez kazandığını hatırlasak, 5000 polis görevlendirmek yerine fordingbridge turks takımının temsilcilerini ay-yıldızlı formalarıyla saraçoğlu'na davet etmeyi akıl edebilsek, maç başka türlü oynanmaz mıydı?
ilk türk futbol takımı olan black stockings yalnızca tek maç oynadı: 26 ekim 1901'de. bundan tam 102 yıl önce! maç papazın çayırında oldu. yani tam olarak saraçoğlu stadının bulunduğu noktada!
black stockings'in dağıtılmasından sonra takımın kurucusu olan fuad hüsnü'nün ingilizler'in oynadığı kadıköy takımında "bobby" ismiyle kimliğini gizleyerek yıllarca forma giydiğini unutmasak türkiye-ingiltere maçı böyle mi oynanırdı?
kadıköy takımının ingiliz futbolcuları, fuad hüsnü'nün futbol sevgisine saygı duydular, ayrımcılık yapmadan o'na aralarında yer açtılar... ve o'nun bir türk olduğunu asla ihbar etmediler!
kadıköy takımının oyuncuları hiç bugünkü büyük kalabalıkların alkışlarını işitmediler, büyük şöhret ve para sahibi olmadılar, büyük şampiyonluklar kazanmadılar ancak büyük bir takım oldukları, başardıkları bir şeylerin bulunduğu da ortada değil mi? eğer ingiliz milli takımının "papazın çayırına" çıktığı ilk maç olan türkiye-lngiltere karşılaşması kadıköy'ün kurucusu lafontaine ve fuad hüsnü9nün isimlerine adansaydı, üzerinde dostluk kültürünün yapılandırılacağı sağlam bir zemin oluşmaz mıydı?
büyüklük duygusu, tarihten kaynaklanıyorsa, tarih ile bağını kopartmamalıdır. yoksa uluslara hiç utanmama ve pişman olmama ayrıcalığı veren bir büyüklük inancı, o büyüklüğü zaten yok edecektir.
lafonatine ve fuad hüsnü'nün anılarına adanan bir türkiye-ingiltere maçı mutlaka oynanmalıdır: seneye, 26 ekim'de saraçoğlu'nda...
cem can'ın "ilkelerimizi kim yazacak?: fan-etik yazıları 2" kitabından;
alpay ve diğerleri
beckham da ne sağlam karakterli bir futbolcuymuş, helal olsun!
daha türkiye'ye gelmeden takımı çok büyük bir çalkantı içine düşmüştü. rio ferdinand olayına tepki gösterdiler, seslerini duyurdular, federasyonlarıyla birbirlerini karşılıklı olarak yıpratıp küçük düşürmeden uzlaştılar. ulusal marşlarım birbirlerine sarılarak dinlerlerken içinde "takım" duygusu olan herkesin saygısını topladılar.
beckham oyundan kopsaydı, ingiltere çözülebilirdi ama o kendisine kasti olarak yönelen bütün baskılara en iyi şekilde karşı koydu. sinmedi, tahrik olup intikam peşine düşmedi, bütün meydan okumalara çirkinleşmeden karşı koydu, bizimkilerin istediği gibi değil, hep kendi seçtiği karşılıkları verdi.
ingiltere'nin maçın başından sonuna kadar güvenle ve bütünlük içinde daha üstün oynamasında en önemli rol, aklını sürekli futbola yönelterek takımının dikkatinin dağılmasına izin vermeyen beckham'ın idi. takımını getirdiği gibi, gururla ve istediğini elde ederek geri götürdü: helal olsun!
biz ise küçük düşmüşlere özgü, ahlaksızlığın sınırında bir ahlak, haksızlığın sınırlarında bir haklılık söylemi üretmek için kılıktan kılığa girilen bir yıpratıcı bir mantık curcunası ile baş başa kaldık.
alpay formda olduğunda çok üst düzeyde oynayan bir futbolcu ama moralsiz ve zayıf olduğu dönemlerde futboluyla yükselmeyi beklemeden taraftarın kalbine hitap eden popülist davranış ve söylemlere girerek saygı kazanma yolunu kullandığı da biliniyor. seyircinin de öyle istediğini düşündüğü için sahadaki en ışıltılı adamın cilasını kazımak istedi. karşılıklı çirkinleşilse buna "erkeksi bir çekişme" de diyenler çıkacaktı ama alpay tek başına çirkinleştiği için davranışının çirkinliği çok daha çarpıcı şekilde göründü. sonra, geri tepen girişimi aklamak için eylemini kutsallaştırarak dokunulmazlık kazanma çabaları... maçtan hemen sonra söylese biraz olsun inandırıcı olabilecek iken günler sonra açıklanan önemli bir gerekçe: "suratıma tükttrse bir şey yapmazdım ama ay yıldızıma tükürdü." yani diyeceksin ki "belki de suratına tükürmek istemiştir!" bel bağlanamayacak kadar omurgasız, bir ucu deliliğe, bir ucu da istismara açılan bir milliyetçilik hassasiyeti bu. "ayağının tabanını ay yıldızıma doğru uzattı", "formamdaki bayrağa kasten çamur sıçrattı". daha neler neler söylenebilir...
ve bu kadar laf arasında hayati bir ifşaat: "kazanmak için gerekirse pislik de yaparım, kavga da ederim" alpay'ınki artık çirkinlik değildir de, adeta kendini bizim için feda eden kahramanlara özgü bir eylemdir. soracaksın tabii; "bu pislik yapma gerekliliğine kendi başına mı, yöneticilerinle birlikte mi karar veriyorsun?" yanıt gelmezse aklında tutacaksın, punduna getirip gene soracaksın, çünkü futbolu ahlaksızlığın sınırlarında gezdiren, yalanlarla sarmalayan kirletilmiş damar buradadır.
alpay'ın birey olarak yaptıkları çok da önemli değil. o'nu öncelikle bencilliği pompalayan bir yaşam biçiminin, bukalemun gibi durumsal gerekliliklere göre renk değiştiren kaypak prensiplerin ürünü, bir tür kurban olarak görmek de mümkün.
ancak daha kaygı verici olan, alpay'ın değil, diğerlerinin takındığı tavır. futbol yönetimimizin ilkeler açısından bu kadar döküldüğüne, somut bir hatayı saçma sapan ve çağdışı bir vizyonla narkozlayıp çevresinde tam bir dayanışma için girdiklerine hiç tanık olmamıştık.
ingiltere spor bakanı olaylar hakkında "hafta sonunda sahadaki eylemler, hafta içinde okul bahçelerinde tekrarlanıyor. futbol için hiç iyi bir tanıtım olmadı." yorumunu yaparken, kanal kanal gezip en çok konuşan selami özdemir "3 saniye süren bir olayı medya abarttı. saha içinde olanların sahada kalması lazım", "alpay'ın yaptıklarını onaylamıyoruz ama kızmak da mümkün değil." diye bağlantsız ve tutarsız yönlendirmelere kalkışıyor, özdemir, çağdaş spor felsefesi ile hiç selamı-sabahı olmasa da milletvekili adayı olarak potansiyel bir spor bakam. aman tanrım! sorumlu yöneticiler, konunun özünü tamamen ıskalayıp, abartılı jestlerle kabarıyorlar: başkan "tehdit ediliyorsan bir saat sonra yanındayım" diyor alpay'a, aslında bir saatte hava meydanına bile ulaşamayacağını bilse de. menajer, federasyonun hukuk dairesini çiğneyip ingiltere'de ırkçılık davaları açmaya kalkarak belki vicdanını rahatlatırken eleştirilere hedef olmaktan da kurtuluyor. futbolumuzun gözdesi çobanoğlu, ingiltere'nin ırkçılıkla mücadelede ne kadar örgütlendiğini bilmiyor değildir ancak sanki ingiltere'de futbolcu haklarını savunan ciddi bir meslek örgütü, alpay'ın kendi menajeri, avukat tutarak kendini savunma inisiyatifi yokmuş gibi, galiba daha çok bize gösteriş yapıyor. atalay, insanlık dersi verdiğimizi düşünüyor, o da rahatlıyor...
dünya şampiyonasından sonra "üçüncülüğümüz eksiklerimizi görmemize engel olmamalı" diye çok hayati bir tespit yaptığı halde kimsenin ayaklarını yere bastıramayan şenol güneş keyifsiz, kerhen herkesle aynı çizgideymiş gibi davranıyor. turgay biçer zaten konuşamaz, kimse de yorumunu sormuyor... laf kalabalığında milli takım oyuncularının sessizliği fark edilmiyor. alpay'ın masumiyetine inanmıyor olmasınlar sakın!
sorunları değil durumu ve daha doğrusu tepkileri kontrol etmeye çalışmak yerine, dersimizi almamız, payımıza düşen utancı ve acıyı kabullenmemiz lazım, başka türlü olmaz!
atatürk havalimanı'nda güvenlik çemberini aşıp, ingiliz takımının yıldızı david beckham'a sarılarak, kitabını imzalatan 15 yaşındaki gülşen ovacık, ‘‘heyecandan titredim. onu bir daha görsem güzel bir fotoğraf çektirip, futbolu bırakınca ne yapacağını sorarım’’ dedi.
elindeki ünlü futbolcunun ‘‘beckham’’ adlı otobiyografisini de imzalatan gülşen, ingiliz ve türk basınının ilgi odağı oldu. dağılan spice girls grubunun eski üyesi victoria beckham'a hayran olduğunu belirten gülşen, ‘‘victoria ile evlenince, david'e de ilgi duymaya başladım. real madrid'in maçlarını kaçırmıyorum. evimin duvarları beckham posterleriyle dolu. onun hem kişiliğine, hem de yakışıklılığına hayranım.’’
biz kazanalım
havaalanına gitmeyi aylar öncesinden planladığını ve önceki gece gözüne uyku girmediğini söyleyen gülşen, ‘‘beckham'ın ‘sevgiler d.beckham' diye imzaladığı kitabı hayatımın en güzel armağanı. bir daha görsem güzel bir fotoğraf çektiririm’’ diye hayalini anlatıyor. gülşen, bugünkü maçı da kale arkasından seyredeceğini belirtirken, ‘‘onu seviyorum ama, milli takımımız'ın kazanmasını istiyorum’’ dedi.
ingiltere milli takımı kaptanı, türkiye'ye geldiklerinden beri dostluktan başka bir şey görmediklerini belirtip, ‘‘zor bir maç olacak ama bunun üstesinden gelecek güçteyiz. 1 hafta yaşanan sıkıntılardan daha güçlü çıktık’’ dedi.
ingiltere milli takımı'nın kaptanı beckham, ‘‘yarın (bugün) yılın en önemli maçına çıkacağız ve hedefimiz kazanarak 2004 avrupa şampiyonası'na gitmek’’ dedi. basın toplantısına arkadaşları adına da bir bildiri okuyarak başlayan, milli formanın değerini ve önemini bildiklerini söyleyen beckham şu görüşleri dile getirdi:
‘‘takım olarak taraftarımıza karşı olan sorumluluğumuzu biliyoruz. yaşadığımız olağanüstü hafta ve olaylar, takımı birbirine daha yakınlaştırdı ve burada istediğimiz sonucu almaya şartlandık. krizi geride bıraktık ve maça konsantre olduk. çok güçlü bir takımımız var. geride kalan maçlarda bunu gösterdik. bütün olup bitenlere rağmen futbolcular olarak sahada elimizden gelenin en iyisini yapacağız. yaşanan sıkıntılardan ekibimiz daha güçlü çıktı. bütün hafta iyi çalıştık ve iyi konsantre olduk.
türkiye çok güzel bir ülke ve türkler çok sıcak ve dost canlısı. geldiğimizden beri dostluktan başka bir şey görmedik. zorlu bir atmosfer olacak. ancak her takım evinde oynarken güçlü bir atmosfere sahip olur. istanbul'da da böyle olacağını biliyoruz ve bu doğal.
türkiye de güçlü ve yetenekli oyunculardan kurulu, bunu dünya şampiyonası'ndan 3. olarak gösterdiler. zor bir maç olacak ama bunun üstesinden gelecek güçteyiz. hakem pierluigi collina ile ilgili istatistikler bizi etkilemiyor. güçlü bir hakem.’’
şenol güneş, ‘40’ıncı dakikadan sonra toparlandık. ancak, devre arasında yaşanan olaylar motivasyonumuzu bozdu. biz soyunma odasına geldiğimizde eksikleri konuşacağımıza olayları konuştuk’ dedi.
milli takımlar teknik direktörü şenol güneş, ingiltere karşısında kendi oyunlarının çok altında bir performans sergilediklerini söyledi. güneş şöyle konuştu: ‘‘çalıştık, coşkumuz vardı. ancak gerginliğimiz ön plana çıktı. akıl ise hep geride kaldı. 40. dakikadan sonra toparlandık. ancak soyunma odasına giderken futbolcular arasında yaşanan olaylar motivasyonumuzu bozdu. biz soyunma odasına geldiğimizde eksiklerimizi konuşacağımıza, olayları konuştuk. ikinci yarıda bu yüzden tempoyu yükseltemedik.’’
şenol güneş, artık geleceğe bakmak zorunda olduklarını da ifade ederek, ‘‘büyük oyuncular, böyle kaybettikten sonra ayakta kalabilenlerdir. daha önce de bu durumu yaşamıştık. artık rakibimizi bekleyip elemelere hazırlanacağız’’ diye konuştu.
beckham, maç sırasında alpay'la yaşadığı tartışmada suçsuz olduğunu iddia ederek, ‘‘ben penaltıyı kaçırdıktan sonra alpay yanıma gelip, anneme küfür etti. hakem devre arasında bizi odasına çağırıp, barıştırdı’’ dedi.
ingiltere milli takımı kaptanı david beckham'ın 37. dakikada kaçırdığı penaltı sonrasında alpay'ın, bu oyuncunun yanına gelerek, söylediği sözler ortalığı karıştırdı. beckham, hışımla futbolcumuzun üzerine yürüdü. alpay'ın da aynı şekilde karşılık vermesiyle iki oyuncu arasında itişme yaşandı. diğer futbolcular ve hakem pierluigi collina araya girerek, olayın büyümesini önledi.
david beckham, karşılaşmadan sonra yaptığı açıklamada, alpay'la arasında yaşanan olayı şöyle anlattı:
‘‘ben penaltıyı kaçırdıktan sonra alpay yanıma gelip eğildi ve anama küfür etti. bu beni çok üzdü. doğal olarak tepki gösterdim. hakem devre arasında bizi odasına çağırıp, el sıkışmamızı istedi. bize 'bu maç herşeyden daha önemli' dedi. kötü bir olay yaşadık ama bazen futbolun içinde böyle şeyler olabiliyor’’ dedi.
alpay: penaltı haksızdı
beckham’ın iddiaları üzerine kendisini savunan alpay ise şunları söyledi: ‘pierluigi collina, haksız bir penaltı kararı verdi. bunu allah bile kabul etmedi. beckham da dışarı gönderdi. ben, beckham’ın iddia ettiği gibi küfür etmedim.’
penaltı kaçtı, ortalık karıştı
david beckham’ın 37. dakikada kaçırdığı penaltı sonrası alpay’ın, ingiliz futbolcuya söylediği sözler ortamı gerginleştirdi. ikili birbirlerinin üzerine yürürken, araya giren kaleci rüştü, olayın büyümesini önledi. devre arasında da iki takım oyuncuları birbirine girdi.
türkiye'nin 50 bini tribünlerde, 70 milyonu ise ekranların başındaydı. dünyanın 51 ülkesinde naklen yayınlanan maç için bugüne kadar yenemediğimiz ingiltere'ye karşı, tek yürek, tek yumruk olduk.
90 dakika boyunca şükrü saraçoğlu stadı'nda ay-yıldızlı takımın zaferi için kilitlendik. gerçi maçı alamadık, ama centilmenlik sınavının galibi biz olduk. hemen hemen büyük kentlerin çoğunda meydanlarda, salonlarda, kahvelerde ve kafeteryalarda kurulan dev ekranların önünde, evlerde televizyonların başındaydık.
öyle ki, caddeler, sokaklar, tek tük geçen araçların dışında büyük bir sessizliğe gömüldü. sadece arada sırada kaçan pozisyonlarda milli koronun çektiği ‘‘ahhhh’’lar yankılandı. ne var ki, şenol güneş hoca, bütün kozlarını sahaya sürmesine, son dakikalarda gelen baskılı oyuna rağmen gol atmayı başaramadık ve maç golsüz sonuçlandı. yine hayal kırıklığı, yine buruk yürekler bizimdi. tüm türkiye, şeytanın bacağını kıramadığı ingiltere önünde, yine büyük bir ‘‘ooofff!’’ çekti. ama bir ‘‘play-off’’ umudumuz ve ‘‘centilmenlik zaferimiz’’ tesellimiz oldu.
51 ülke naklen yayınladı
dev maçı yayınlamak üzere şimdiye dek yurtdışından 63 televizyon kanalı, yayıncı kuruluş trt'ye başvururken, bunlardan 51'inin karşılaşmayı naklen yayınladığı belirlendi. maçı yayınlayanlar arasında pekçok avrupa ülkesinin yanı sıra, çin, abd, ekvador, hindistan, singapur, panama, vietnam'ın da bulunduğu öğrenildi.
beckham’a ilginç sevgi gösterisi
şükrü saracoğlu'nun tribünleri dün kırmızı beyazdı. yürekler, ay ve yıldız için attı. ellerdeki pankartlarda ise ingilizlere mesajlar vardı. ‘‘do you know sergen?- sergen'i tanıyor musun?’’ şeklinde kinayeli soru da vardı; ‘‘ı love you beckham, but victoria beckham.- beckham'i seviyorum, ama victoria beckham'ı’’ diye ironik sevgi gösterisi de. stadın bir başka köşe ‘‘welcome to hell- cehenneme hoşgeldiniz’’ sahadaki rakibe gözdağı pankartı açılırken; diğer köşesinden ise, ‘‘hello bill and sue, from dagenham- bill ve sue'ya merhaba’’ diye ingiltere'deki dostlara selam da gönderildi.
dev ekranlardan yayın
maç saatinde kentlerde hayat durdu. birçok işletme ve yerel yöneticiler dev ekranlar kurdu. antalya’da dev ekranlar kuran işletmeler mekanı da türk bayrakları ile donattı. adana’da ise çukurova sanayi ve ticaret fuarı'nın 20 bin kişilik konser alanına 100 metrekarelik dev ekran konuldu. 3 bin sandalye yerleştirildi. izmir'de de 1'inci kordon ve alsancak'taki kafeteryalar türk bayraklarıyla süslendi. garsonlar türk bayraklı, kırmızı beyaz özel tişortlar giydi.
400 gazeteci görev yaptı
milli maçı tam bir medya ordusu izledi. büyük çoğunluğu ingiliz olmak üzere 157'si yabancı, yaklaşık 400 medya mensubu maçta görev yaptı. ingiliz gazetecilerin büyük ilgi gösterdiği maçta yabancı medya mensupları arasında danimarka, belçika, portekiz, almanya, polonya, rusya, japonya, italya, fransa ve makedonya'dan gazetecileri vardı.
ingiltere milli takımı teknik direktörü eriksson, sonuçtan son derece memnun olduğunu söylerken, ‘‘görevimin başındayım. hiçbir yere gitmiyorum’’ dedi.
böylesine bir atmosferde oynamanın kolay olmadığını ifade eden isveçli teknik adam, ‘‘çok iyi savunma yaptık. gol aradık, fırsatlar yakaladık ancak değerlendiremedik.’’ diye konuştu.
hakem collina'nın maçı çok iyi yönettiğini belirten eriksson, beckham'ın kaçırdığı penaltı içinse ‘‘bunlar normal. sol ayağı kaydı ve topa bir rugby oyuncusu gibi vurdu’’ yorumunu yaptı. eriksson, ingiltere milli takımı'nın başından ayrılıp ayrılmayacağıyla ilgili bir soruya da ‘‘ben görevimin başındayım. bunlar spekülasyon’’ yanıtını verdi.
italyan basını türkiye-ingiltere maçına geniş yer ayırdı. gazeteler ve tv'ler, maçın berabe sonuçlanmasında teknik direktör şenol güneş'in taktiksel hatası olduğunu vurguladı. hakem collina'yı göklere çıkardı.
aşırı stres
la gazzetta dello sport: ‘‘beckham kaydı eriksson kaymadı. aşırı stres türk futbolcuların ayaklarını birbirine dolaştırdı. collina harikaydı.’’
mantıklı taktik
corriere dello sport: ‘eriksson'un meslektaşı şenol güneş'e oranla daha mantıklı taktiği ingiltere'yi portekiz'e doğrudan götürdü.’’
penaltı yıldıza
tuttosport: ‘‘türkiye kötü oynadı. beckham feci bir şekilde kayarak penaltıyı yıldızlara gönderdi.’’
beckham'a rağmen
la repubblica: ‘‘ingiltere beckham'a rağmen okey. istanbul'da olay yaşanmadı. emre, türkiye'nin en iyisiydi. ama sahanın yıldızı collina idi. eriksson çok iyi bir taktik kullandı. güneş'in taktiği yetersiz kaldı.’’
şükür ruh gibi
corriere della sera: ‘‘şenol güneş'in bumerangı. güneş'in taktiği baştan sona kadar yanlışlıklarla doluydu. türk futbolcuları sakinliği ve kendilerini kaybettiler. bu da ingilizlerin işine yaradı. eriksson maçı iyi okudu. hakan şükür ruh gibi sahada dolaştı durdu. ’’
uğurlu gelmedi
la stampa: ‘‘collina bu kez türkiye'yi play-off'lara yolladı. collina beceriksiz türkiye'ye bu kez fazla uğurlu gelmedi.’’
eriksson uyuttu
sky tv: ‘‘türkiye yine gol atamadı. eriksson, türkiye'yi uyuttu. şenol güneş ise yaratıcı olamadı. emre iyi, okan kötüydü.’’