tanıl bora'nın "karhanede romantizm: futbol yazıları" adlı kitabında bulunan "bir taraftar zanaatı: eski gençlerlileri izlemek" başlıklı yazısından;
hayırla anılanlar
önce, en iyi yadettiklerimiz, özdeşleşmeyi uzun süre sürdürdüklerimiz geliyor aklıma. kemalettin, ergün, rahim... bizde mütekamil -ve golcü- bir stoperken fenerbahçe'de modern ön liboraya dönüşen kemalettin'i, 1998'de şekerspor'a attığı ve belki de kümede kalmamızı sağladığı golle hep hatırlayacağız! belki daha önemlisi, yaptığı söyleşilerde gençlerbirliği "ocağını" hep hayırla anmasıyla, sevgimizi kazanan bir eski gençlerliydi o.
beşiktaş'ta kariyerinin onun kadar geliştiremeyen rahim de, gençlerbirliği'ne vefasını hep belli edişiyle, "gecekondu"nun unutmadığı ve her beşiktaş maçında çağırıp alkışladığı bir "eski dost" olmuştu.
ergün penbe, şüphe yok, gençlerbirliği'nde yetişenler arasında en yüksek kariyere erişen futbolcu. galatasaray'a transferinden son anda vazgeçip dönme şartlarını yoklayacak kadar, gençlerbirliği'nde kendini evinde hisseden ergün penbe; soğukkanlı usta oyunu kadar, emalsiz efendiliğiyle de, kimliğinde gençlerbirliği payını teşhis edebileceğimiz bir figür.
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
bu kitabı hazırlarken kapısına kilit vurulma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir eski ankara takımı da şekerspor'dur... ankara'nın bu köklü kulübü 70'li yıllardan sonra düştüğü çukurdan bir türlü çıkmayı başaramamış ancak 1996-1997 sezonunda daracık imkânları ve kısıtlı kadrosu ile 1. lig'de yer almış ama misafirliği uzun sürmemişti. tam 25 yıl aradan sonra celal kıbnzlı'nın usta teknik yönetiminde tekrar 1. lig'e çıkan bu takımın yarısı, bu terfinin üzerinden on gün geçmeden satılmış ve gelecek vadeden genç oyuncuların yerine "tecrübeli" oyuncular alınmıştı. ve işin doğrusu o sezon zayıf kadrosuna rağmen müthiş bir direnç sergiledi şekerspor. gaziantepspor'a 3-0 mağlup durumdayken 4 gol atıp maçı 4-3 kazanmalan bunun en müthiş örneğiydi. ama olmadı ve sezonun sondan bir önceki maçında fenerbahçe'den yedikleri beraberlik golüyle geldikleri gibi 2. lig'e geri döndü ankara'nın yeşil-beyazları ve bu dönüş kötü talihlerinin başlangıcı oldu...
şekerspor'un küme düşeceğinin anlaşıldığı o hafta, ankara'nın kıdemli spor yazarı devrim sağıroğlu şu veda yazısını yazmıştı, "yolunuz açık ve dikensiz olsun" başlığıyla:
"maçın 88. dakikası.. halil ibrahim soldan ortalıyor, engin hoşsoy yetişemediği topa kafasını şöyle bir uzatıyor. meşin yuvarlak engin'in başına çarpıp, pozisyonla ilgisi bulunmayan kemalettin'in önüne düşüyor. kemalettin vuruyor, kaleci murat'ın çabası yeterli olmuyor ve top şekerspor ağlarıyla buluşuyor. bu gol, muhtemelen şekerspor'u küme düşürüyor.. statta ölüm sessizliği var.. fenerbahçeliler bile suskun kalıyor.. o ana kadar 10 kişiyle fenerbahçe'yi hallaç pamuğu gibi atan, 4 net pozisyon yakalayıp birini gole çeviren yeşil-beyazlıları, bu suskunluğuyla adeta alkışlıyor.. koltuğuma çöküp, kalıveriyorum öylece.. en son adam tribünü terk edene dek, stattan çıkamıyorum.. 'kümede kalırsanız, sizi 40 kişilik kafile halinde gazinoda ağırlayacağım" diyen ben, 400 milyonu kurtardığıma sevineceğime, gözlerimden yaşlar süzülüyor.. kafamdan, şu şekerspor'un unutulmaz mücadelesi, enstantaneler halinde geçiyor.. amatör ruhun, profesyonelliğe direnişi.. yüreğin, bileğin, inancın, sevgi ve saygının dayanışması.. kimsenin inanmadığı, sayfalarında, ekranlarında doğru dürüst yer vermediği, gariban çocukların savaşı.. hakemlerin en az 7-8 puanını iç etmesine, birtakım ayak oyunlarına, darbeleri arka arkaya yemesine rağmen, kavgadan kopmayışı aklıma geliyor.. bunların hepsi, birer unutulmaz ders bizlere.. "aaah, aah.. 2 dakika daha dayansaydınız ne olurdu" diye haykırıyorum.. engin, keşke vuramayacağın topa kafayı uzatmasaydın. o top oraya gitmeseydi de, kurtardığım 400 milyon yerine, sizlere çok daha fazlasını harcasaydım.. aylarca kuru ekmeğe talime razıydım.. bu adalete, isyan ediyorum! işler, matematik olarak henüz bitmiş değil.. iyi averajı olan gençlerbirliği, kemalettinin golüyle paçayı kurtardı. şekerspor, kümede kalmayı garantileyen antalyaspor'u yense de, vanspor'un sahasında gaziantep'i mağlup etmesi, kayserispor'un istanbul'da istanbulspor'dan 3 puan almaması lazım.. ben özellikle, vanspor'un sahasında gaziantep'i yeneceğine inanmıyorum. türkiye hudutlan içinde yaşayan hiçbir vatandaş da inanmıyor.. onun için, 'şekerspor düştü' diyorum.. güle güle, arslanlar.. güle güle, kalplerimizin kralları.. bize bu bir yıl içinde inanılmaz dersler verip, büyük mutluluklar yaşattınız.. yeni yolunuz açık ve dikensiz olsun.. orada da, buradaki gibi onurlu ve başarılı olun.. sizleri, gözlerim yaşlı uğurluyorum..içim yanıyor, içim..."
benim çocukluğumun köklü takımlarından biriydi şekerspor... ama o da sahipsizlikten, parasızlıktan ve vefasızlıktanötürü tanhin solmuş sararmış yapraklarına gömüldü...
bereket, bu kitabın yayına hazırlandığı günlerde bir sponsor elini uzatmıştır şekerspor'a, adnan sezgin gibi deneyimli bir futbol adamı gelmiştir kulübün başına. bir toparlanma umudu doğmuştur...
neden şekerliyim, şekerspor taraftarıyım? soru; cevabı `aslında var da, yok' tarz sorulardan: hani cevap aslında çok bildik ve tanıdıktır, lakin bir türlü dile gelmez (ki dile dökülemeyen aslında yazıya çok daha zor dökülendir).
hayır, kendimi bildim bileli şekersporlu değilim. sonradan edinilmiş bir kimlik benimkisi; bu anlamda, bir taraftarlık durumu olarak "doğuştan fanatikliğin(!)" epey uzağına düştüğüm aşikar. fakat bu takıma dair ilk hatırladıklarım yine de oldukça eski sayılır: takımın ismi, bir vakitler babamın her hafta doldurduğu toto kuponları münasebetiyle dinlemek durumunda kaldığımız 2.lig sonuçlarının içindekulağımıza çarpardı, da epey gülüşmemize vesile olurdu. zira tüm kelimeleri ve kavramları söylendiği gibi yani aslında oldukları gibi algılayan biz yaştaki çocuklar için oldukça tuhaftı bir takımın isminin şeker olması (akgün akova'nın "elimi tut yeter" adlı kitabında anlattığı bir olay konuyu her yönüyle aydınlatması bakımından "sahici" bir örnek: oğlu sorar akova'ya "iğne batınca elimize canımız yanıyo' ya, vapur batınca denizin canı yanıyo' mu?").
derken 1997-98 sezonu geldi çattı. yaşım ilerlemiş ve futbol ilgi alanıma ciddi olarak gireli epey olmuştu. işte o sezon, vakti zamanında ismine güldüğümüz takım 72-73 sezonunda veda ettiği 1.lige tekrar dönmüştü. hem de bu satırların yazarı için ciddi bir gönül bağının temellerini atarak... şeker, 1.lige yükselme maçları finalinde, cem uzan destekli "sermaye takımı" adanaspor'la karşılaşıyordu. o gün televizyonun başında, bu, ismini küçüklüğümde hafızama bir şekilde aldığım takımın penaltılara kalan maçı kazanmasını ne kadar istediğimi anlatamam. belki biraz cem uzan gıcıklığı(!), belki de çocukluğa yapılan bir sevgi, saygı gösterisi şimdi tam olarak bilemiyorum. ve fakat bildiğim, gördüğüm, hatırladığım o günden; maçı kazanan şekerspor olunca havalara zıplamam, her penaltı atışı öncesi yerlere diz çöküp akıl almaz bir heyecana kapılmam, galibiyet sonunda kaleci şenol'un hıçkırıkları, yaptığı duygusal veda konuşması (sebebi az sonra), sarmaş dolaş futbolcular... ertesi gün de gazeteler takımı iyice keşfedince ve yol parasını denkleştiremediğinden antalya'daki yükselme maçlarına, kalecisi şenol'u bursaspor'a peşin paraya fakat "yükselme maçları sonunda teslim şartıyla" satıp geldiği ifşa olunca, bu mütevazı "işçi" takımına duyulan sempati(m) bir kat daha artıyordu.
lafı uzatmaya gerek yok. şeker, 1.lige yükseldiği sene geldiği gibi geri döndü 19 mayıs'ın çimlerinden "cebeci çayırına". fakat hemen herkes, "gücümüz bu kadar ama oyunumuzu sonuna kadar oynayacağız", diyen şekerspor anlayışını taktir etti. hele ki 3 büyüklere karşı oynan futbol; fenerbahçe'nin şampiyonluktan olmasına sağlanan katkı (1-1), galatasaray'a kök söktürme, bursaspor'u 6-0 yenme, o unutulmaz g.antep maçında, maçı ikinci yarı 0-3'den 4-3 getirip kazanma (dolayısıyla antep için saraçoğlu faciası ilk değildir fakat ilk olan f.bahçe değil şekerspor'dur !)... zayıf ama mücadele eden, vazgeçmeyen, sempatik gençlerin ve hırslı bir hocanın (celal kıbrızlı'nın) anlayışı. o sezon takımı çok fazla takip etmemiş ancak kazandıkları maçlardan sonra gayet mutlu olduğumu fark etmiştim. ve tam tersi; eski gençlerbirlikli o zamanın fenerlisi kemalettin'in son dakikada attığı, gençlerin ligde kalmasına şekerin ise düşmesine sebep olan kafa golünü de müthiş bir eziklikle dinlemiştim radyodan.
ve artık bugün kendimi "takımsal olarak" ifade etmem gerektiğinde "g.saraylıyım" değil "şekersporluyum" diyorum. aldığım cevap genelde aynı: "nasıııl? " nasılı olur mu bir takımı tutmanın? renklerine vurulursun, bir şeyleri fark etmeye başladığın dönemde başarılı olan takım o'dur (bakınız galatasaray'ın son zamanlarda çocuklar arasındaki önlemez yükselişini), çevresel etkiler bulaşır seçimlere (belki de en çok çevredeki büyüklerin takımlarla ilişkisi etkiler tutulacak takımı: ilk futbolculuk(!) heyecanını babasının, abisinin, amcasının aldığı beşiktaş formasıyla yaşayan çocuk kartal'a gönlünde apayrı bir yer tahsis etmez mi?), hayranı olduğun futbolcunun peşinden sürüklenmişsindir, tutmak için tutarsın....böyle uzar liste. aslında bence nasılı olmaz takım tutmanın amma ve lakin, tuttuğunuz takımı dış etkenlerden bağımsız, kendi "kişisel" tercihiniz olarak belirliyorsanız yani işin içine "bilinç" denen o şeyden az biraz giriyorsa bu tercihin bir anlamı da olmalı. mı?
belki de olmamalı, zira bir takımı sevmek, bağlanmak –salt başarıya dayalı bir taraftarlık hali yoksa, ki bunun da örnekleri ziyadesiyle mevcuttur- sevgilerin en saflarındandır, bilinçle falan açıklanamayacak "karanlık noktaları" çoktur yani; dolayısıyla tarif de gerek(tir)mez. girişe gönderme yaparsak, anlatamazsın zaten bu duyguyu.
ama kendim için, şeker taraftarlığıma dair bir şeyler söyleyecek olursam karşıma ilk çıkan; takımın o "mazlum" hali oluyor. yani sözlüklere göre uysallık, sessizlik, yumuşak huyluluk, ezilmişlik.... "amigo bruno" `nun her daim hazır ve nazır, gerçekten oldukça heybetli "şekerspor" ve "gönüllerin takımı şeker" pankartlarına ters bir durum olarak, taraftarsızlıktan kendi evinde oynadığı maçlarda bile deplasmana düşen(!), kendisine ana tezahürat olarak sadece "şeker, şeker, şeker" `i benimseyen, yol parasını futbolcusunu satarak buluşturan bir takım mazlum sıfatını hakketmez mi yani? "türkiye şeker fabrikalarının" takımı olma hali ne ifade eder ki bu noktada? benim için önemli ikinci nokta şüphesiz, bir ankara tutkunu olarak, ankaralı olması şekerspor'un. ankaragücü ve gençlerbirliği de bu tatmini -belki de fazlasıyla- sağlayacak takımlar elbette ama kuvvetli ankaralılardan değil ki şeker, dedik ya "mazlum". ve tabi sevgimin bir başka yönü de öyle ya da böyle bir "işçi" takımı olması "bizim takımın". o kadar ki, kulüp tüzüğü şeker çalışanları, işçileri dışından kimselerin kulübe üye olmasına izin vermiyor. fakat gönül tüzük dinlemiyor...
o türkiye'de eşine az rastlanır kavisli(!) mimarisiyle gönlümü çelen cebeci inönü stadında bulunmak, az ama içten taraftarımızla tezahürata katılmak, -maalesef- gitgide "zenginlerin" oyunu haline gelen, getirilen (futbolun ticarileşmesi, paraya endekslenmesi... mevzuları) futbol alemine "efelenmek" beni mutlu etmekte. önceleri tek başıma gittiğim maçlara artık grup halinde gitmeye başlamamız, çevremde yavaş yavaş bir "şeker halkası" oluşmaya başladığını görmek, "inadına şeker" yazılı bir pankart hazırlayıp, vefakar bruno'nun pankartlarının yanında naçizane bir yer bulmaya çalışma düşü tüm bunlardan daha da keyif verici belki. sözün özü maç seyrederken yediğimiz çekirdekler -ama en çok keçiboynuzları-, yeni taraftar kazanma girişimleriz, sohbete dalıp pozisyonları kaçırmalarımız, zaten az taraftarın bulunduğu statta kitleden uzak, tribünün bir ucunda alabildiğince yalnız oturanlar üzerine yaptığımız yorumlar, galip de olsak mağlup da bruno'nun bitime 10 dakika kala pankartları toplaması, golcümüz zafer'e olan hayranlığımız (ki bu sene göztepe'ye transfer olması dolayısıyla gözgöz'e de zafer kontenjanından gönlümüzde ufak bir yer açtığımızı, zafer için "oyuncu peşinden sürüklenen taraftar" moduna geçtiğimizi de belirtelim), mustafa akucan'ı topa yükselirken görüp "ya, bu nasıl bir zıplamadır yine asılı kaldı havada" diye bağırmamız birbirimize....bunların hepsi hayata açtığımız kocaman parantezler cebeci çayırında.
son olarak tanıl bora hocamın, sorduğu bir soruya ("bu adamlar bu dandik takımları neden tutarlar?") ufak bir yollama yapalım: bu "dandik" takımları tutanlar da var ve görüldüğü gibi çok da anlamlı nedenleri yok ! mu acaba???
sarı lacivertliler, kümede tutunma çabası veren başkent ekibi ile berabere kalarak şampiyonluk şansını kaybedip, ikincilikte kaldı. hakan keleş'in golüyle yenik duruma düşen f.bahçe, kemalettin ile beraberliği yakaladı....
aklı g.saray-istanbul maçında, kendisi 19 mayıs stadı zeminindeki sarı lacivertliler, mehmet altıparmak kırmızı kart görünce son 32 dakikada 10 kişi oynayan şekerspor karşısında beklenen futbolu bir türlü sergileyemedi. tehlikeli ataklarla f.bahçe kalesine gelen şekerspor 79. dakikada hakan keleş'in golüyle öne de geçti. f.bahçe, 87. dakikada kemalettin ile beraberliği yakaladı ancak, şampiyonluğa veda etti.
fenerbahçe, kümede tutunma mücadelesi veren şekerspor ile ankara'da berabere kalarak, ligin bitimine 1 hafta kala şampiyonluk yarışında havlu atıp ikincilikte kaldı: 1-1. şekerspor ise bu beraberlikle ligde tutunma umutlarını ligin son haftasına taşıdı.
8. dakikada boliç'in arka direğe doğru bıraktığı topa högh kafayı vurdu. top ağlara giderken, hakem mustafa çulcu ofsaytı tespit ederek gol kararı vermedi.
36. dakikada hakan keleş, högh'ten kurtardığı topla ceza sahasına girdi. müsait durumdaki hasan'a vermek yerine kaleye vurunca başkent ekibi bir golden oldu. ilk yarı golsüz sona erdi.
54. dakikada şekerspor gole çok yaklaştı. mehmet altıparmak'ın pasıyla sağdan ceza sahasına giren hakan keleş'in yerden sert vuruşunu rüştü direk dibinden kornere çeldi.
57. dakikada bu sefer f.bahçe tehlikeli geldi. tayfun sağdan altıpasa yerden ortaladı. moshoeu ayak koydu. meşin yuvarlak direğin yanından dışarı çıktı.
66. dakikada ertuğrul'un pasıyla kaleci ile karşı karşıya kalan hakan keleş'in vuruşu direğin yanından dışarı çıktı.
79. dakikada şekerspor'un golü geldi. hasan-hakan keleş paslaşmasında topla son kez buluşan hakan keleş meşin yuvarlağı ağlara gönderdi: 1-0.
87. dakikada f.bahçe beraberliği yakaladı. h.ibrahim'in soldan ortasında kemalettin ayağının içiyle vurdu. üst direğe çarpan top ağlara gitti: 1-1.