04.11.1992 tarihinde ankara/etimesgut zırhlı birlikler okulunda yedeksubay olarak askerlik yaparken maç gündüz mesai saatinde oynandığından misafirhaneye kaçıp seyrettiğim şey. portekizli hakem coreado monteirio çıkardığı 3 kırmızı ile hezimetimizi hazırlamıştı. (kırmızı kart görenler; ismail kartal (43'), gerson candido(71'), hakan tecimer (72')). bu maçın en ilginç yanı sigma'nın teknik direktörünün şu anki çek cumhuriyeti teknik direktörü olan karel brückner olmasıdır.
oynanan ilk karşılaşmayı fenerbahçe 1-0 kazanmıştır. fenerbahçe 3-0 yenik duruma düştükten sonra golü atınca herkes tur ümidi taşımış, fakat ardından sigma olomouc 4 gol daha atıp tarihi bir skor elde etmiştir.
bu maçın hakemi hakkında daha bir hafta öncesinden bağlanmış olduğu yönünde duyumlar vardı... nitekim ucuz kartlarla fenerbahçe'yi yakmıştır... yoksa turu çok rahat geçerdik...
not: nereden nerelere geldik be... italya şampiyonunu yen hollanda şampiyonunu yen rus şampiyonunu yen...
arap ismail hakem ona yapılan bir faulü vermişken yerden kalkıp adama kafa atmış ve kırmızı kart görmüştür. f.bahçe tarihinin en kötü günlerinden birisi olmuştur. bu maçtan üç gün sonra ise, e.frankfurt'u eleyen g.saray'ı f.bahçe'nin aykut'un golüyle asy'de yenmesi de ilginç bir nottur.
3-4 sene önce hazırlanan fenerbahçenin avrupa destanı gibilerinden bir belgeselde bu maçın ilk maçında fenerin 1-0 yenmesi de konu olmuştur. ancak 7 tane yedikleri bahsedilmemiştir.
galatasaraylilarin ve besiktaslıların hatirlamaktan buyuk zevk aldigi mac. bu mactan sonra cok keyif almıstık ancak ardından oynadıgımız fener macında yenilmemiz tabiri caizse sevincimizi kursagımızda bırakmıstı.
gs-eintrach frankfurt maçından sonra başlayan, öğleden sonraya denk geldiği için önce okulda son eğitisel kol dersinde walkmanden dinlemeye başladığım, sonra serviste aynı şekilde devam ettiğim ve son 15 dakikasını evde izlediğim garip maç. lise 2'deydim o zaman.
ilk maç 1-0 bittikten sonra bu maçtan çekiniyordum açıkçası ama kafamdaki mskorlar, 1-1, 2-2 veya 2-1 yenilgi ile tur atlarız, ya da 2-0, 3-1 ile eleniriz şeklindeydi. ancak ilk dakikalarda net fırsatlar yakalayabileceğimizi tahmin ediyor, erken bir gol bulursak turu geçebileceğimizi düşünüyordum.
nitekim maçın hemen başında rıdvan bomboş pozisyonda kaleci ile karşı karşıya kalmış ancak düşünce gol kaçmıştı. priybll'ın rıdvan'a yaptığı hareketin penaltı olduğu tartışılmış ancak sonuçta bu tartışmalı pozisyonda oyun devam etmişti. maçın en kritik pozisyonlarından biriydi.
ardından 9. dakikada spikerin "rıdvan'a yapılan hareket penaltı değilse bu hiç olamaz" diye yorumladığı pozisyonda sigma olomouc penaltı kazandı ve hanus takımını 1-0 öne geçirdi. bu gol fenerbahçe'yi iyice demoralize etti. ardından kerbr'ın 12. dakikadaki golü ile skor bir anda 2-0'a geldi. fenerbahçe'nin tur şansı ateşe düşmüştü artık.
servisle eve gelirken, ilk yarının ortalarında barborik'in golü ile 3-0 olunca iyice şok oldum. ancak çok geçmeden aykut'un gelişine yerden vuruşu ile maç 3-1'e gelince umutlandım. bir gol daha atsak tur gelecekti çünkü. ancak o sezon fenerbahçeli oyuncuların sorumsuzca gördükleri kartlar yine sahneye çıktı. ismail çok gereksiz bir kırmızı kart görerek takımı 10 kişi bıraktı.
2. yarının başında, sigma kaptanı marosi'nin gelişine bir vuruşla attığı golle skor 4-1'e geldi ve maç 20 dakika kadar böyle devam etti. yine de, bir gol bulabilirsek belki bir tane daha atma şansımız olur diye bir umut vardı içimde az olarak. ancak tam ben servisten inip kulağımda walkman ile eve yürürken bu sefer hakem devreye girdi yine, gerson kırmızı kart gördü. 70. dakikada. ben eve girip tv başına geçtiğimde de hakan atılmıştı 72. dakikada. hakan tecimer, zaten botev plovdiv rövanşında da kırmızı kart görmüş ve ilk sigma maçında oynayamamıştı.
maç 4-1 bitecek gibi görünürken, zaten 10 kişi kalan takımın üst üste iki oyuncusunun daha atılması ile fenerbahçe dağıldı. 5. gol, bomboş pozisyonda fiala ile geldi, çok net kafamdadır bu. sonraki golü atanın ismi de vadura olunca, isim benzerliğinden kalmıştı aklımda. vadura'nın şutunda engin kapattığı köşeden yemişti golü. 8 kişi kalınca artık bu goller bizi şaşırtmaz olmuştu. sonra faul kokan bir pozisyonda hanus 7. golü de attı maçın son dakikalarında ve perdeyi açtığı gibi noktayı da koydu.
7-1 büyük bir şoktu, normalde 4-1 bitebilecek maç, son kırmızı kartlarla bu hale gelmişti. ancak maçın baştan sona bu hale gelmesinde, fenerbahçeli oyuncuların kötü oyunu ve sorumsuzlukları kadar sigma olomouc yöneticilerinin baştan sona sergilediği olumsuzluklar, taraftarların taşkınlıkları, fenerbahçe taraftarlarının ve oyuncularının tartaklanması ve hakemin yönetimi de etkiliydi. profesyonel oyuncuların şartlar ne olursa olsun soğukkanlı olmayı öğrenmeleri gerektiğinin en etkili ibret örneklerinden biridir bu maç.
hala daha maçın hekemiyle ilgili yorumları okudukça şaşırıyorum.ya ben yanlış hatırlıyorum ya da bilmediğim şeyler var.ismail kartal rakibine yumruk atmıştı.hakan tecimer sarı kartı olmasına rağmen düdükten sonra topa vurmuştu hem de göstere göstere.saha dışında ne oldu ne bitti onu bilmiyorum ama bildiğim bir şey kırmızı kartlar haksız değildi.bu arada sigma olomuc'un hocası çek cumhuriyeti'ni 2002-2008 arası çalıştıran karel bruckner'di.
ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
her ülke futbolunun 'milli' özelliklerin damgasını taşıdığından sözetmiştik. bunu tersten de ifade edebiliriz: milliyetçiliğin kalıpları, örüntüleri veya millet hakkındaki telâkkiler, 'milli' futbola da uyarlanır. bu uyarlamanın çarpıcı örneklerine, milli maçların veya kulüp takımlarının oynadığı dış maçların spor basınındaki yorumlarında rastlayabiliriz. etrafın düşmanlarla çevrili olduğu tespitleriyle beslenen abartılı bir tehdit algılaması, dünyanın ve batı'nın komplosuna maruz olma sendromu, özellikle hakemlerin 'değerlendirilmesinde' kendini gösterir. kötü sonuçlar hakem kararlarına, hakem kararları cümle âlemin türk düşmanlığına bağlanır. türk futbolcuları dış maçlarda hakemlerle çok konuşarak (daha doğrusu çoğu kez işaretleşerek), uluslararası standartların çok ötesinde itiraz ederek bu 'mağdur millet' motifini zenginleştirirler.
başka ülkelerde olduğu gibi türkiye'de de medyatik futbol söylemi, milli kimliğin yeniden kuruluşunda ihmal edilemez bir paya sahiptir. oyun hakkında basitçe haber veriyormuş, sadece sahada olan biteni aktarıyormuş gibi yapan medya, aslında, bunu yapılaşmış bir ideolojik-söylemsel kompleksin içine yerleştirerek sunar. bunu en güzel örneklerinden biri, uluslararası maçların milliyet bir bağlamda yeniden kurulmasıdır. lig maçlarına ilişkin haber, yorum ve yayınlarda, spikerin tarafgirliğini elevermesi yorumcunun "takımından" sözetmesi, spor basınında büyük takımlara ayrılan sayfalarda doğrudan ya da örtük bir şekilde o takımların taraftarlarına hitap edilmesi gibi söylemsel öğeler bir yana bırakılırsa, takımlar ilke olarak "nesnel" ve "tarafsız" bir dille ve sadece "adlarıyla" anılırlar. oysa aynı takımlar uluslararası maçlarında millet olarak "bizim" temsilcimiz olarak sunulurlar. "bütün türkiye'nin gözü" onlardadır; "milletçe" kalbimiz onlarla beraber atar. yaşadığımız "wembley faciaları"ndan birini televizyonda naklen anlatan spikerin "nihayet özlediğimiz ofsayt bayrağı kalktı" gibi laflar edebilmesi, milli kimliğimizin kuruluşunda (ve yeniden kuruluşunda) ne tür sancılar çektiğimiz, nasıl çeresizliğe düşebildiğimizi eleverir - "bu millet", bir haklı ofsayt bayrağını bile özlemiştir!
medyatik futbol söyleminin milliyetçi momentinin önemli tezahürlerinden biri, "bu takımı da yenemezsek hangi takımı yeneceğiz" yerinmesiyle "üçüncü viyana kuşatması" hevesi arasındaki yüksek gerilim hattında ortaya çıkar. medyada yeniden kurulan bu batı hayranlığı ve batı revanşizmi ikiliğini, izleyen bölümde ele alacağız. türk milliyetçiliğinin futbol bağlamındaki medyatik tezahürünün bir başka karakteristiği, "milli mağlubiyetlerimiz"in tercihen "dış güçler" merkezli bir 'etkililik indeksi' ekseninde açıklanarak "milletimizin üstün vasıflarından şüpheye düşülmemesini sağlama eğilimidir. 'mağdur millet' sendromu, milli takımın "otuz bin nüfuslu" san marino karşısında bile kendine bir yer bulur; "arap hakem iki penaltımızı verme"miştir. yenilginin sorumluluğunu ki şiselleştiren "ruhsuzlar", "kansızlar" gibi 'iç faktörler', son yıllarda kullanımı azalsa da, daima el altında tutulan malzemedir. "haysiyetli yenilgi", "ezilmeden yenilmek", "şerefli beraberlik" gibi icatlar, hin-i hacette, türk milletinin haysiyetine halel gelmediğini vurgulamak içindir. "dış faktör" etkeninin görece masum bir uzantısı, tabiatın cilvelerine yapılan göndermelerdir: "yağmurun yağması", "gece maçlarına uyum sağlanamaması" gibi... zihniyet dünyamızda, elbette onun kadar yer kaplamasa da, batı'yla ilişkimizdeki gibi kahretmekle hayranlık arasında binamaz bir yer tutan "şark kurnazlığı", kimi zaman bu dış faktörlerle başetmeye dönük bir 'milli haslet' olarak devreye girer: sıcak havada oynayamayacakları sanılan finliler ile yapılacak maç antalya'ya alınır (2-1 yeniliriz!); gece maçına alışkın avrupa takımlarıyla "uğurlu" izmir atatürk stadı'nda öğlen 12'de maç 'ayarlanır', vs.. bir takımımızın avrupa kupası maçını yönetmeye gelen yabancı hakemlerin kulüp yöneticilerimizce boğaz'da felekten bir gece geçirmeye götürülmesi veya hakemlere deri takım hediye edilmesi, basında takdirle karşılanır. dürüst ve saf milletimizin ayak oyunlarına mağlup olmamasının gereği ne ise, yapılmalıdır; "dış faktör"ü altetmek için 'her yola' başvurulacaktır. osmanlı'nın çözülüş sürecinden beri batı'ya ve genel olarak diğer milletlere güvenmekle kaybeden yücegönüllü türk milleti, artık "bu işleri öğrenmektedir". galatasaray'ın 1988'de neuchatel xamax'ı (3-0'ın revanşında) 5-0 yendiği maçın uefa tarafından iptal edilmesi "türk'ün başarısına tahammül edemeyen" dış güçlerin komplolarının müstesna bir örneği telâkki edildi ise; akabinde uefa'nın bu kararının iptal edilmesi için seferber olan ve yetkilileri ikna etmek için epey "fedakârlık" yaptığı ima edilen türk lobisinin başarısı da, "türk'ün artık bu işleri öğrendiği"nin müjdesi olarak algılanmıştır!
medyatik futbol söylemi, uluslararası maçları türk milleti açısından "ölüm-kalım meselesi" (beka davası) havasında sunarken, lig maçlarında da kullandığı askeri söyleme özgü lügâtçeye daha sık başvurarak milletler arası "savaş" efektini pekiştirir: "dinamit gibiyiz, frankfurt'u parçalayacağız", "sonuna kadar savaşacağız", "öldüren taktik! sarı-lacivertli futbolcular 'sigma'yı kontrataklarla vuracağız' diyorlar"... galatasaray ile roma'nn karşılaşması "osmanlı'nın çocuklarının roma imparatorluğu ile çarpışması" diye sunulur; kurada galatasaray ile eşleştiklerini öğrenen romalı haessler'e "anneciğim türkler geliyor!", 'dedirttirilir'. avrupa kupası maçları gündeme geldiğinde türk takımlarının yabancı futbolcularına gösterilen muamele, türkiye'de milliyetçi söylemdeki 'kaymalar' hakkında fikir vericidir. galatasaray'ın alman oyuncusu falco götz'ün eintracht frankfurt maçı öncesinde söylediği, "o gün ben alman olduğumu unutacağım, futbolun milliyeti olmaz" sözleri, "helal sana be falco" yollu yorumlarla milliyetçi bir bağlama yerleştirilerek selamlanır. "futbolun milliyeti olmaz" lâfını bazen türk spor basını da sarfeder, "işte sporun millet farkı tanımayan güzelliği" gibi romantik çıkışlar ara sıra yapılır; ama bu sözlere ancak, türklüğü vatandaşlık temelinde tanımladığını, etnik-kültürel kökeni önemsemediğini vaz'eden ama kolaylıkla etnisistkültürel vurgulara açılabilen resmi (kemalist) türk milliyetçiliğinin lâfzına güvenilebileceği kadar güvenilebilir. frankfurt maçından sonra taraftarların eline tutuşturduğu türk bayrağıyla koşan stumpf (galatasaray'ın diğer alman futbolcusu), futbol basını nezdinde, tabii ki "futbolun milliyeti olmaz" diyen falco'dan daha makbuldür. böylesi fotoğrafların altına, "stumpf türk gibi!", yazılır. aynı ay, fenerbahçe'nin bulgaristan'ın botev takımıyla yapacağı maç öncesinde, fenerbahçe'nin bulgar futbolcusu stoilov hakkında "bulgar, satacak" şaibesi ortaya atılmıştır. "bizden biri" olmakla "hıyanet" arasındaki mesafe yok denecek kadar azdır. futbolun milliyeti olmaz - ama yine de takımlarımızdaki yabancı futbolcuların "türk gibi" olması iyidir!
sanılanın aksine olomouc takımı o zamanların dandik takımlarından biri değildir. öyle ki bir sezon önce uefa kupası çeyrek finaline çıkmışlar, çeyrek finalde real madride 1-0 ve 1-1'lik skorlarla elenmişlerdir.
orta hakem: jorge emanuel monteiro coroado [portekiz]
sigma olomouc: lubos pribyl, jiri vadura, michal kovar, martin kotülek, milos slaby, jan marosi (dk. 60 robert fiala), roman hanus, radoslav latal (dk. 75 jiri kabyl), roman pivarnik, jiri barborik, milan kerbr
4.kasım.1992 - 24 sene önce bugün uefa kupası 2.turunda fenerbahçe, ilk maçta istanbul'da 1-0 kazandığı maçın rövanşında çekoslavak ekibi sigma olomouc'a 7-1 yenilerek kupaya veda etti. ancak sonuca bakarak aldanmayın, olomouc’da öyle bir maç oynandı ki; herhalde bir daha böyle bir karşılaşmaya dünyanın hiçbir yerinde tanık olamayız: ilk maçı istanbul’da 1-0 kazanan sarı-lacivertliler, büyük ümitlerle geldikleri çekoslavakya’da maçın henüz 2. dakikasında rıdvan dilmen’in ceza alanı içinde biçilmesine rağmen verilmeyen penaltıyla maçın gidişatı hakkında bir ümitsizliğe kapılmışlardı. rövanşta da 1-0 öne geçerek büyük avantaj elde etmeyi kaçıran fenerbahçe karşılaşmanın 9. dakikada uyduruk bir penaltı ve 12. dakikada portekizli hakemin yarattığı serbest atış sonrası kafa golüyle bir anda 2-0 geriye düşünce herkes “eyvah!” diye geçirdi içinden. ardından 35. dakikada bernorik durumu 3-0’a getirince “tur gitti...” derken 39. dakikada aykut kocaman’ın golüyle yeniden ümitlendik. öyle ya; ilk maçı gol yemeden (hemde süper oynayıp, bir çok pozisyonu cömertçe harcayarak) 1-0 kazanan fenerbahçe, bu maçta bir gol daha bulsa 3-2 yenilmesine rağmen turu bulan taraf olacaktı!... ama dedik ya, sahnede bir portekiz kasabı vardı. sanki tüm fenerbahçelileri sabun yapmak istermiş gibi faşistçe sağa sola saldırıyordu!.. biz tam umutlanıp,”neden olmasın?” derken bu golden hemen üç dakika sonra, 42. dakikada ismail kırmızı kartla oyun harici kalıyordu. ilk yarı başka gol yemeyen fenerbahçe, 10 kişi kalmanın bedelini ikinci yarının 4. dakikasında dördüncü golü yiyerek ödüyordu... sahada facia bununla da kalmıyor 71 ve 72. dakikalarda sırasıyla gerson ve hakan’da sahadan atılınca 8 kişi kalan fenerbahçe, ne yazık ki bu kartlardan 4 dakika sonra, 76. dakikadan itibaren 3 gol daha yiyerek 7-1’lik bir sonuçla, tarihinin en ağır yenilgilerinden biriyle sahadan ayrılmak zorunda kalıyordu. eksik olma monteiro!!!... maçtan sonra başkan metin aşık istifa etti.