sadık erol er'in 2 aralık 2007 tarihli "tanrının eli olmak" adı köşe yazısından;
maradona fazla politik kimliği, hırçınlığı, kavgaları, ukalalığı ve yetenekleriyle dünya futbolunun che guevara'sıdır; başka bir ifadeyle o, futbol kültürünün 'ötekisi'dir
bana bir futbol topu getirin size ne kadar iyi olduğumu göstereyim. maradona
felsefe tarihinin en kışkırtıcı filozoflarından sayılan spinoza, birkaç yüzyıl önce "tanrı kukla oynatıcısı değildir" sözüyle döneminin baskın felsefi anlayışlarını yerinden ederken hiç de haklı olmayan yanlış anlaşılmalara ve okumalara maruz kalmıştı. gerçekten de spinoza ve diğer filozofların meydan okuyucu benzer görüşleri düşünce tarihinin entelektüel "sahasının" doğasına uygun olarak görülebilir. oysa bundan yaklaşık 20 yıl önce savaşın izlerini tamir etmeye çalışan iki ülkenin (ingiltere/arjantin) 1986 dünya kupası çeyrek final maçında karşı karşıya gelmesi ve arjantin takımı kaptanı maradona'nın "eliyle" attığı gol sonrası "tanrı futbol sahasına müdahil oldu mu?" tartışmaları futbolun politize kimliğinin yanında teolojik boyutuna da dikkatleri çekti. hitler ve özellikle mussolini faşizminin 1934 ve 1938 dünya kupası maçlarını domine ettiği dönemde latin amerika ve avrupa ülkelerinin karşılıklı restleşmelerini düşündüğümüzde aslında futbolun politize kimliğinin ne kadar derinlerde yattığını görürüz. bu bağlamda üzerinde "güneş batmayan" bir imparatorluğun "doğasına uygun olarak" binlerce mil uzaklıkta ve arjantin'in burnunun dibindeki falkland adalarına asker çıkararak yenilmezliğini (!) onaylatmasının hemen akabinde gerçekleşen bu futbol müsabakası çeyrek asırdır hâlâ gündemi meşgul ediyor. maçtan sonra maradona şunları söyleyecekti: "bu maçın bizler için ayrı bir önemi vardı. çünkü ingiltere ve arjantin'i karşı karşıya getiren falkland savaşının anıları çok tazeydi. maça çıkmadan önce maçın iki ülke arasında geçmişte yaşanan kötü olayların üzerine örtülecek bir perde gibi olduğu ve bu maçın bir dostluk maçı olduğu şeklinde açıklamalarda bulunuyorduk. halbuki hiçbirimiz bu duygularla maça çıkmadık. hepimiz kinimizi maçı kazanma yönünde harcadık, çünkü maç bir kupa maçı değil bir onur ve intikam maçıydı. ben maçta iki gol atmıştım ve attığım golden birini resmen elimle atmıştım ama bu an hakemin gözünden kaçmıştı. o dönemde golü 'tanrı'nın eli' diye açıklamıştım. ne tanrı'sı yahu! diego'nun eliydi!" o golde "kimin eli" vardı? gerçekten de 1966 dünya kupası'ndan sonra en çok tartışılan 1986 dünya kupası ve kahramanı maradona attığı gole "ilahilik" yüklerken, bir imparatorluğu teolojik boyutta cezalandırmanın keyfini mi yaşamıştı?
3 şubat 2008'de haber kanallarına düşen haber şöyle;
maradona: "tanrının eli için özür dilemedim"
arjantin milli takımında 1986’daki dünya kupası’nda ingiltere’ye karşı oynadığı maçta eliyle gol atan diego maradona, “tanrı’nın eli” için ingilizler dahil kimseden özür dilemediğini açıkladı.
maradona, buenos aires’te düzenlediği basın toplantısında, basındaki çıkan ve elle attığı gölden dolayı özür dileğine ilişkin haberlere atıfta bulunarak, “hiçbir zaman, hiç kimseden özür dilemedim. buradaki insanlar saf, yanlış bir bilginin üzerine atladılar” dedi.
kendisinin yerine konuşanlara da “aptal” diyen maradona, ingiliz the sun gazetesinin sözlerini çarpıttığını belirterek, “benim söylediğim şey, olayın üzerinden çok zaman geçtiği ve tarihin akışını değiştirmenin elimizden gelmediğiydi” dedi.
maradona, ingiltere ile arjantin’in oynadığı çeyrek final maçında eliyle bir gol atmış, takımının galip geldiği maçtan sonra da, attığı golü “tanrı’nın eli” olarak nitelendirmişti.
ingiliz the sun gazetesinde 31 ocakta çıkan bir haberdeyse maradona’nın “geriye dönmek ve tarihin akışını değiştirmek isterdim” dediği ileri sürülmüştü.
iki ülke arasında yaşanan husumet nedeniyle gergin geçmesi beklenen bu maçta maradona öyle iki gole imza atmıştır ki, bu gollerden biri menfi diğeri müspet anlamda bugüne kadarki kupa tarihinde belki de en çok konuşulmuş iki goldür.
bu gollerden ilkini maradona, eliyle atmıştır."tanrı'nın eli" diye tarihe geçen unutulmaz goldür ilk gol.ikincisinde maradona, tam 6 ingilizden sıyrılarak topu filelere bırakmış ve bu gol 2002'de dünya kupası tarihinin en güzel golü seçilmiştir.
bulgar yan hakem bogdan dochev ve tunuslu orta hakem ali bin nasser'in de elle müdahaleyi süzemediği maçın sonunda, basına verdiği mülakatta "tanrı'nın eli" diye bir nitelemede bulunan maradona'ya karşı ingiliz basını "şeytan'ın eli" demecini kullanmıştır.
maradona, 1986 meksika dünya kupası'nda kupayı kazanan arjantin takımının kaptanıdır. arjantin finalde almanya'yla karşılaşıp yener, ama daha önce ingiltere'yle yaptığı maç daha önemlidir; çünkü iki ülkeyi karşı karşıya getiren falkland savaşının anıları çok tazedir...maradona anlatıyor:
bu maç bizim için bir final gibiydi. çünkü, bir takıma karşı değil, bir ülkeye karşı kazanmış olacaktık. maçtan önce futbolun falkland (malvinas) savaşı'yla ilgisi olmadığını söyleyip duruyorduk ama, orada birçok arjantinli çocuk ölmüştü, onları kuş yavruları gibi öldürmüşlerdi... bu bir rövanş olacaktı, sanki malvinas'ı geri alacaktık. yaptığımız röportajlarda hepimiz de bunları birbirine karıştırmamak lazım filan diyorduk, ama yalandı hepsi, düpedüz yalan! işte bunun için, sanırım attığım gol, golden öte bir şeydi. aslında iki gol atmıştım, ikisinin de zevki ayrıydı.
bazen, ilk attığım, elimle attığım gol daha çok hoşuma gidiyor. o sıralarda söyleyemediğimi şimdi söyleyebilirim artık, o dönemde golü ‘‘tanrı'nın eli’’ diye açıklamıştım. ne tanrı'sı yahu! diego'nun eliydi basbayağı!
kimse farkına varmadı: kendimi bütün gücümle fırlattım. bu kadar yükseğe nasıl zıplayabildim, bilmiyorum. sol yumruğumu ve kafamı geriye attım, kaleci shilton, peter shilton anlamadı ve arkadan gelen fenwick itiraz eden ilk kişi oldu. bir şey gördüğünden değil, zıplayarak kaleciyi nasıl aştığımı anlayamadığından. yan hakemin saha ortasına doğru koştuğunu görünce, babamın bulunduğu tribünlere doğru koştum, bağırdım. bizim ihtiyar beline kadar sarkmıştı, golü kafamla attığımdan emindi! sol yumruğumu golü kutlamak içinmiş gibi yukarda tutuyor, bir yandan da hakemlerin nerede olduğuna, birşeyden şüphelenip şüphelenmediklerine bakıyordum. hiçbiri birşey anlamamıştı. ingilizler protesto ediyorlardı, valdano da parmağını dudaklarına götürmüş, şşşşt yapıyordu bana, hastanedeki hemşire fotoğrafları gibi.
aktif futbolu bıraktıktan sonra tv programcılığı ve yorumculuk yapmaya başlayan lineker dünyaca ünlü futbol dergisi fourfourtwo için meksika 1986 dünya kupası'nda kendisinin de oynadığı karşılaşmada arjantin formasıyla kendilerine elle bir gol atan maradona'yla çarpıcı bir röportaj yaptı. işte o röportajdan ilginç diyaloglar;
lineker: 86 dünya kupasında bize karşı attığın golde tanrı'nın eli mi vardı yoksa o el senin elin miydi?
maradona: benim elimdi aslında ben 'tanrı'nın eliydi' derken ingilizlere saygısızlık etmek istememiştim, arjantin’de daha önce de bazı maçlarda elimle gol atmıştım. futbolda bazen bu tür durumlarla karşılaşabiliyorsun, shilton öndeydi ve onu aşacak kadar yükselememiştim, ilk önce kafa vuracaktım fakat iyi sıçrayamadım sonra elimi havaya kaldırıp, başımın yanından topa vurdum. sizin defansta terry fenwick diye bir liberonuz vardı, o elimle vurduğumu gördü, shilton anlamamıştı. shilton’u da terry uyardı. daha sonra arkama bakmadan koşmaya başladım, yan hakem santrayı gösteriyordu, 'gol' diye bağırdım, hepsi bu.
lineker: ingiltere’de senin bu yaptığına hile denir.
maradona: bana göre bu bir hile değildi, sadece kurnazlıktı. elle gol atmak hilekarlık mı dersen, yok hayır kesinlikle hayır derim, benim yaptığım şeytanca bir kurnazlıktı.
lineker: peki o zaman niye tanrı'nın eliydi dedin?
maradona: çünkü o eli bana tanrı verdi, üstelik o golü büyük bir ustalıkla hakem ve yan hakeme göstermeden atabildim, bu bir başarıdır, o yüzden tanrı'nın eli dedim.
lineker: o maçtaki ikinci golün ise gerçekten harikaydı ben bile alkışlamıştım.
maradona: en güzel golümdü diyebilirim, böyle tarihe geçen goller atmak çok önemli.
skor 0-0’ken steve hodge’un ters vuruşu kendi kalesine doğru gider. shilton kalesini geç terk etmiştir ve topa kötü çıkar. buna rağmen diego maradona ancak sol elinin yardımıyla topu shilton’un üzerinden aşırır ve filelerle buluşturur. ıngiliz defans oyuncuları pozisyonun elle oynama olduğundan şüphe duymazlar, fakat tunuslu hakem ali ben nasser golü verir.
golden 5 dakika sonra maradona tarihin en muhteşem gollerinden birisini atar. maçın bitimine 9 dakika kala gary lineker bir gol bulsa da her şey için çok geçtir. maradona “tanrının eli”nden bahsederken, glenn hoddle kendisini çok kötü hissettiğini söyler.
bu olay üzerine yapılan yoğun eleştiriler maradona’nın daha sonraki yıllarda elini kullanmasına engel olmadı. 1989 uefa kupası finali’nde bir başka ilahi el ile takımına penaltı kazandırdı. ayrıca 1990 dünya kupası’nda oynanan sovyetler birliği maçında eliyle çizgiden bir gol çıkardı. ama arjantin 1995 copa america’da benzer bir olayın karşı tarafında yer aldı. brezilyalı tulio eliyle topu düzelttikten sonra golü kaydedince arjantin basını bunu hemen “şeytanın eli” olarak adlandırmıştı.
'kişi kültü'nde diego armando maradona'nın mertebesine ulaşılamaz. ona iman edenler, üç sene önce, arjantin'in rosario şehrinde "maradona tanrı'nın eli kilisesi"ni kurdular" 400 kişiyle kurulan kilisenin üye sayısı 20 bini geçti. doğduğu 1960'ı sıfır yılı sayıyor, 1960 öncesi yılları d.ö. (diego'dan önce), sonrasını d.s. diye kodluyorlar. kutsal günleri: 30 ekim, maradona'nın doğumgünü ve 22 haziran, maradona'nın 1986 dünya kupası'nda ingiltere'ye o golleri attığı gün. kilisenin ilmihalinde, ilahın ingiltere'ye elle attığı ilk gol, futbolun ölümünü temsil ediyor. ama onun bağlıları, bunun aslında, maradona'nın insanları uyanmaya ve kurtuluşa çağırmak, halkını mutlu etmek için verdiği bir kurban olduğu tefsirini getiriyorlar!
maradona kilisesi'nde imanın şartları şöyle: futbolu her şeyden fazla sevmek, diego'ya koşulsuz sevgisini beyan etmek, onu asla sadece bir takıma mahsus saymamak, arjantin milli formasına hürmet, maradona'nın mucizelerini tüm dünyaya yaymak, vaazını verdiği kutsal yerleri (oynadığı stadları) ziyaret etmek, ikinci isim olarak diego'yu almak ve erkek çocuğuna onun adını vermek. amin.
ayinlerinde, ilahlarının videolarını izliyor, onun otobiyografisini okuyor, "diegomuz" duasını zikrediyor, bu arada da biraz incil bakıyorlar. zındıklık ithamlarına, katıksız katolikler olduklarını söyleyerek karşı çıkıyorlar. "olayımız dini değil folklorik" diyorlar - ama "aklımızın tanrısı isa, kalbimizin tanrısı maradona" diye eklemeden de edemiyorlar!
kaynak: tanıl bora'nın "karhanede romantizm: futbol yazıları" adlı kitabında bulunan "çalıma kaçmak, çalımdan kaçmak" başlıklı yazısı.
ikinci dünya savaşı'ndan, özellikle 1954 dünya kupası'ndan sonra "modern futbol" şekillenmeye başlayıp, fizik kuvvet ve taktik örgütlenme ağırlık kazandıkça, çalım becerisi eski büyüsünü yitirdi. eski moda, fuzuli, hatta abes bir sirk numarası gözüyle görülür oldu. çalımı verimlilik düşürücü bir ilkellik olarak görenlerin başında, elbette almanlar vardı. almanya'da küçük yaş kategorilerinde altyapı hocaları, topla fazla oynayan oyuncuya anında "oynaşma! ver artık!" diye höykürürler hala.
"çalım"ın almancasının ('fummeln') anlamları, 'modern futbol' ideolojisinde günah gibi lanetli ve günah gibi cazibeli bir yeri olan bu müessir fiilin nasıl tahayül edildiğine dair ipuçları veriyor bize. "fummeln", flamanca kökenli bir sözcük. "büyük sözlük"lerde, üç anlamı sayılıyor: 1- elleriyle yoklaya yoklaya bulmaya çalışmak. 2.- bir şeyi zar zor bir yerden bir yere taşımak. 3- okşamak, elleşmek, oynaşmak. çalım, böyle bir şey işte; daha doğrusu böyle bir şeyler... yerine göre, bunların biri veya öteki. yerine göre, hepsi. bazen elleriyle değil de ayaklarıyla tabii, yoklaya yoklaya rakip oyuncuda veya defansta bir gedik aramak... bazen, hakikaten, topu döke saça bir yerden sürüklemek...
ama üçüncü anlam, hep sabit sanırım: elleşmek, oynaşmak, okşamak... çalımın, yapanda da izleyende de bir şehevi zevk uyandırdığı kesin. nitekim, dar alanda koprarılan bir çalım tufanı, üç oyuncuyu birbirine dolayan bir vücut aldatmacası ya da rakip savunma hatlarını kapı geçer gibi ekarte eden bir slalom koşusu, en ultra-modern futbol nizamlarında dahi seyirciyi ayağa kaldırıyor, tribünü uğuldatıyor, televizyoncuları tekrar çekimler yayımlamaya sevkediyor. maradona'nın 1986 meksika dünya kupası'nda ingiltere'ye attığı golün öncesindeki o 60 metrelik slalomun, dünya futbol tarihinin en şahane on manzarasından biri olarak kalacağı kesin değil mi?
kaynak: tanıl bora'nın "karhanede romantizm: futbol yazıları" adlı kitabında bulunan "ikonlar, tapınılan adamlar" başlıklı yazısı.
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında bağış erten'in "diego armando maradona: kadere, mucizeye, inanca ve hüsrana dair bir deneme" başlıklı yazısından;
'86 haziranı onun manevi doğum ayıdır. premier'ini italya'ya yapar. kendisine atılan uzun pasa bir dokunur ve arjantin'e gönül vermişlerin yüzünde güller açar. zaten onun her dokunuşu futbol sevdalıları için bir büyüdür. gruptaki diğer maçlarda ona gerek kalmamış, diğer on kişi onu nadasa bırakmıştır. ve çeyrek final gelir. sahneye çıkmak için bundan güzel rakip yoktur, olmamalıdır: ingiltere... 'futbol asla sadece futbol değildir' lakırdısını terennüm eden bu satırların sahibi, fıtraten yakın olduğu ezilenlerin fakland'ın intikamına soyunduklarını gayet iyi bilmektedir. yine dokunur topa diego, ama eliyle... futbol ahalisi pek mutlu değildir, çünkü ondan 'ayak emeği göz nuru' mucizeler beklenmektedir.
yapacak bir şey yoktur, diego'nun maradona olma zamanı gelmiştir; hani latin spikerlerin o çalım attıkça daha bir hızlı, daha bir ritimli söylediği lirik isim... ve ağır çekimde başlar nakışa. pelé'nin zafere kaçış filminde dalgasına yaptığı herkesi geçip golü atma 'işini', o pratiğe geçirir. izleyenlerin sadece mahallelerde olduğunu zannettiği bir şeydir bu... japon çizgi filmlerindeki abartılmış futboldur... ilham perisiyle şeytani bir anlaşma yapmış sanatçının hiç bitmeyecek gibi duran doğaçlamasıdır... ona 'gol' demek haksızlık. başka bir şey bulmalı!
yönetmen ne kadar saklamaya çalışsa da filmin sonu bu resitalden sonra anlaşılmıştır. o kupa, o küçük adamın elinde yükselecektir. öyle de olur. ingiltere'ye attığının bir alt versiyonunu belçika'ya atar, arjantin finale çıkar. kupanın/hayallerinin kulpuna yapışmıştır artık. ama son bir engel çıkar, karşısında yetenek engelli bir alman takımı vardır. bir think-tank karşılaşmasıdır bu. maradona 'think', almanya 'tank'. oysa sanılanın aksine, o kendine güvendiği kadar takıma, onun ruhuna, biricik arkadaşlarına da inanmaktadır. zaten antrenmanlarda ya da sahada tek bir küstahlığını gören olmamıştır. o üzerine düşeni yapmaktadır sadece, kader ona mucizeler yükümlüyorsa bunda onun kabahati yoktur. almanlar her zamanki gibi iki avans verip yakalarlar. dönem asistin istatistiğinin tutulmadığı yıllardır, nitekim maradona'nın yaptığı turnuvanın en iyi asistini taltif etmek maçı seyreden milyonlara düşer. ve birçok futbolcu için dünyanın en güzel melodisi olan hakemin bitiş düdüğü nihayet duyulur. vuslat zamanıdır... m aradona'nın düşünde gördüğü artık döşündedir. dünya kupaları tarihinin en güzel fotoğraflarından biridir, kupayı kaldırdığı an. hasretle sarılır... özlem, inanç, tutku gözlerinde alt yazıdır.
enteresan bir haber düştü bugün gazetelere. bir ay kadar önce arjantin teknik direktörü maradona oldu ve geçen hafta iskoçya'da ikoçya ile arjantin bir hazırlık maçı yaptılar. maçın ardından da ilginç bir olay yaşandı. gerçi biraz fazla basın abartması var gibi ama yinede ilginç;
arjantin'in iskoçya'da tek golle kazandığı maçta stat dışında bıçakla yakalanan 43 yaşındaki ian wellworth'un 1986 dünya kupası'nda oynadığı bahsi kaybetmesi nedeniyle maradona'yı öldürmek istediği belirtildi.
sabah gazetesi'nin haberine göre; 1986 yılında ingiltere'nin dünya kupası şampiyonu olacağına dair (bugünkü değeriyle) 600 euro bahis oynayan wellworth (bugünkü değeriyle) 3 bin euro kazanacaktı. ancak maradona'nın elle attığı gol bu hayaline engel oldu.
ingiltere elenirken kupayı arjantin kazandı. bahsi kaybeden wellworth hayatındaki her şeyi yitirdi, eşinin de kendisini terk etmesi sonrası psikolojik tedavi gördü. yaşadıklarının hıncını almak isteyen ingiliz'in bıçakla adam öldürmeye teşebbüsten 5 yıl hapsi istenecek.
arjantin, ingiltere: 2: 1 (0: 0) time attendance tarih: 22 haziran 1986 pazar, azteca stadyumu / mexico city seyirci: 115580 hakemler: ali ben nasser (tunus), bogdan dochev (bulgaristan), berny ulloa morera (kosta rika)
arjantin: nery pumpido, jose cuciuffo, jose luis brown, oscar ruggeri, julio olarticoechea, sergio batista, ricardo giusti, jorge burruchaga (76 carlos tapia), hector enrique, diego maradona (kaptan), jorge valdano teknik direktör: carlos bilardo (arjantin)
ingiltere: peter shilton (kaptan), gary stevens, terry fenwick, terry butcher, kenny sansom, glenn hoddle, trevor steven (76 john charles bryan barnes), peter reid (66 chris waddle), steve hodge, gary lineker, peter beardsley teknik direktör: bobby robson (ingiltere)
goller: diego maradona (arjantin) 51, diego maradona (arjantin) 54, gary lineker (ingiltere) 80
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
çeyrek finalin uzatmalı, penaltılı üç maçından sonra, normal koşullarda geçen, yani doksan dakikada biten tek karşılaşması başlıyor: arjantin-ingiltere... o günlerde bu iki ülkenin hangi alanda olursa olsun, karşı karşıya gelmesi, tüm dünyada kaygı uyandırırdı, kuşkuyla izlenirdi. çünkü iki devlet hafiften hafiften bir "savaş" havasına girmişti. "falkland krizi", dünyanın her yerinde büyük yankılar yaratmış, devlet adamları böyle bir savaşın önüne geçmek için kolları sıvamışlardı. son maçlarında giderek daha büyüyen maradona ise, verdiği demeçlerle hem sahadaki, hem siyasetteki kavgayı körüklüyordu sanki... ya da, futbolun yanında politika "ofsayt"ta kalmıştı. tunuslu hakem bennaceur'un düdüğüyle arjantin-ingiltere maçı başladı. azteca stadı'nda elli bini aşkın seyirci vardı. oyun güzel futbolla dolu, fazla sertlik görülmeden, normal geçiyordu. karşılıklı ataklar ve karşılıklı kurtarışlarla ilk yarı golsüz kapanmıştı.
2. yanda maradona giderek "dev"leşiyor, adeta sahanın tek hakimi oluyordu. ayaklarında mıknatıs vardı sanki... her top onu buluyordu, ikinci yarı başlayalı beş dakika olmuştu. ingiliz kalesinde en büyük tehlike de bu dakikada doğdu: havadan gelen topa kaleci shilton çıkış yaptığı anda, maradona da "bücür" boyu ile öyle bir sıçramıştı ki... shilton aciz kalıyor, topa dokunamıyordu bile... maradona ise öyle bir dokunuyordu ki... top ağlarla kucaklaşıyordu. tribünlerin yarısı "goool" diye çılgınca coşarken, öbür yarısı da "gol değil..." diye feryat ediyordu. doğrusu bana da "elle attı" gibi gelmişti ama... bir düşündüm, kafayı vurduğunu da görmüştüm. gene maradona çözecekti bu büyük bulmacayı... ve "evet, biraz kafa, biraz el" diye itiraf edecekti. tabii 1986 dünya kupası'nın en büyük yıldızı kabul edilen arjantinli, demeci bu kadar kısa tutmayacak, daha neler neler ekleyecekti... "evet, golü sadece kafa ile atmadım. biraz el, biraz kafa... ammaaa benim elim değildi o... tanrının eli de vardı orda..."
maç bu golle bitmeyecekti, fakat ingiliz takımı bu golle bitmişti. gerçekten beş dakika sonra gene maradona, bu kez nefis bir atakla ikinci golü de ingiliz kalesine gönderecekti. kupanın yıldızı, maçtan sonraki basın toplantısında "evet, ilk golü biraz el, biraz da kafayla attım" diye itiraf ettikten sonra ekranda o gol seyredilecek ve topa elle müdahale açık açık görünecekti. ingiliz menajeri bobby robson, bu açık hatadan ötürü golün sayılamayacağını, maçın tekrar edilmesi gerektiğini öne sürmüş, ancak atı alan üsküdar'ı değil de, meksika'yı geçmişti. maradona, ikinci golü nasıl attığını da şöyle anlatmıştı: "1-0 öne geçmenin keyfi içinde topu tekrar yakalamıştım. daha doğrusu burruchaga nefis bir pasla bana aktarmış, ben de sürmeye başlamıştım. yanımdan koşan takım arkadaşım valdano'ya pas verecek gibi yaparak butcher'i geçtim. ama iyi bir çalım atmıştım ona, değil mi? sonra da fenwick'den sıyrıldım. iki defans oyuncusunun arasına girdiğimde, kaleci shilton'un kalesinden çıktığını fark ettiğim anda... kolaydı sonrası... topu kaleye yuvarlamak da iş miydi yani?"
maçın sonucu, arjantin'de halkı sokaklara dökülmüştü. meksika'da da benzeri gösterilere tanık olmultuk. finalleri seyregelen arjantinliler pek fazla değildi ama, öteki latinler de arjantin'in sevincine ortak oluyorlar, birlikte tezahürat yapıyorlardı. tabii arjantinliler, bu futbol galibiyetinin, aslında falkland savaşı'nın intikamını almak olduğunu bağıra çağıra dünyaya duyuyorlardı. falkland adalarını değilse de, ingiltere'den maçı aldık ya diyor da başka şey demiyorlardı... stad dışında yer yer birbiriyle kapışan ingiliz ve arjantinli futbolseverlere de rastlıyorduk. yumruk yumruğa kavgaları ayırmakta meksika polisi çoğu kez zorlanıyordu. haaa, bu maçın bir ilginç yanını unutuyordum. hemen ileteyim: 2-0'lık durum, arjantin futbolcularını kendinden geçirmişti, o arada fırsatı kaçırmayan lineker topu ağlara gönderiyor, durumu 2-1 yapıyordu. arjantin takımı bu gole adeta aldırmamış, sağlam bir savunma taktiğiyle saha dan galip çıkmayı bilmişti. ne var ki, o tek gol, ingiliz linekere "kupanın gol kralı" olma onurunu getirecekti.
ya ingiliz basını nasıl yorumlayacaktı bu maçı? işte size bu maçın ertesi günü çıkan ingiliz gazetelerinden başlıklar:
- "dışarıda kaldık... muhteşem maradona'nın muhteşem hilesi..." - "ne biçim el? hileye geldik... haydut maradona'nın elle attığı gol..." - "sihirbaz adama yenildik. maradona elle oynadı..." - "maradona'nın yumruğu, bizi knock-out etti..." - "maradona'lı arjantin, ınglitere'nin rüyasına son verdi..." - "arjantin kahramanının elle attığı gol, bizi yıktı..."
jorge valdano bu maçtaki 'o golle' ilgili şunu anlatır: "maçtan sonra maradona'yla konuşuyorduk. bana her çalımdan sonra kafasını kaldırp bana baktığını söyledi. asıl amacı bana pas atmakmış. ama benim dolu olduğumu görünce adamları birer birer geçmiş. yani o gol maradona'nın b planı'ymış. a planı bana pas atmakmış!"
jorge valdano aynı maç için bir de "mealen" şunu anlatır: "farkında mısınız o golün sonunda kalenin içine girip topu alan bendim. bunu bilerek yapmıştım. çünkü o muhteşem anın karesine ben de girmek istiyordum. o topu kaleden aldım ve böylece büyük bir sanatçının eserinin son sahnesine girdim. artık o golü her gösterdiklerinde, o muhteşem anın parçası olacaktım."
sorsalar, valdano sanırım şunu da söylerdi: o golün bir parçası olmak van gogh'un my bedroom'unda (yatak odam) kenardaki sehpa olmak kadar önemlidir.
ilk basımı 1996 olan simon kuper'in "futbol asla sadece futbol değildir" kitabından;
amerika'daki dünya kupası'ndan bir ay önce boston'a gelen roberto adındaki arjantinli bir gazeteci şikâyet ediyordu, "amerika da hiçbir zaman hiçbir şey ters gitmez. organizasyon kusursuz. ama ben arjantin'e daha çok benzeyen ingiltere'yi tercih ederdim."
bence birbirimize pek de benzemiyorduk. "malvinas savaşı'ndan bir yıl sonra ingiliz gazeteciler maradona'yı, dünyanın en iyi oyuncusu seçmişlerdi", dedi. "aramızdaki tek fark bu. arjantinli gazeteciler bunu asla yapmazlardı."
(tercüman’ın 1990 basımlı büyük futbol ansiklopedisinden alıntıdır.)
çeyrek finalde arjantin-ingiltere maçında maradona’nın ingiltere kalecisi shilton’a elle attığı gol, 1986 meksika dünya kupası’nın en çok konuşulan olayı oldu. 2-1 arjantin’in galibiyetiyle biten maçtan sonra ingiltere kalecisi shilton “maradona’dan elle gol yemek bile şereftir…” derken maradona’da “o el tanrı’nın eliydi…” açıklamasıyla ilgi topladı.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
meksika '86 bittiğinde, sadece maradona'nın yaptıkları ve çıkan tartışmalar nedeniyle bile olsa, arjantin'in ingiltere'yle oynadığı çeyrek final maçı milyonlarca seyircinin yıllarca aklından çıkmayacaktı. 1969'da el salvador'la honduras arasında oynanan ve iki ülke arasında askeri bir çatışma çıkmasına yol açan o çok kötü ünlü maç dışında, hiçbir milli maç karşılıklı olarak bu kadar büyük politik karalama kampanyalarına yol açmamıştı. dört yıl önce, ispanya'dakı maçta, maradona'nın kırmızı kartla atılışı, arjantin'in falkland adalarındaki savaş meydanlarında uğradığı hezimeti yansıtıyor gibiydi. dört yıl sonra ise, maradona'nın sahalardaki bu eski düşmanlarının karşısına tekrar çıkması, her iki tarafta da epeyce şoven başlıklarla karşılanmıştı. ingiliz tabloıd gazeteleri milli takımlarını silahlı kuvvetlerin yeni biçimi gibi göstermek için ellerinden geleni yaparken -bir manşet- te "meksika'da beş bin asker alarma geçti" denirken, diğer bir manşet 'savulun arjantinliler biz geliyoruz' şeklindeydi-, arjantin'deki meslektaşları da onlardan aşağı kalmıyordu. onlar da maradona'yı xix. yüzyılda arjantin'i sömürge olmaktan kurtaran milli kahraman general jose san martin'le kıyaslıyorlardı.
"gününüzü göstermeye geliyoruz, pis korsanlar!" diye manşet atmıştı cronica her zamanki popülizmiyle. bu kışkırtmalar sonunda, barras bravas'lar gruplar halinde buenos aires'ten mexico city'ye giden uçakları doldurmaya başlamışlardı, yolda da malvinas'ta ölen kardeşlerinin intikamını alacaklarına yemin edivor ve ellerindeki ingiliz bayraklarını yakıyorlardı.
gazetecilerle yapılan röportajlarda, valdano. ingiltere maçını sonunda sömürgeciliğin kaybetmeye mahkum olduğu diyalektik bir sürecin parçası gibi görüyordu. dışa dönük bir karakteri olan kaleci nery pumpido'nun felsefeye harcayacak vakti yoktu, dogrudan şöyle diyordu: "ingilizleri yenmek, malvinas'ta olan bitenden sonra iki kat zevk verecek." maradona ise, barras bravas'ların o çiğ heyecanını paylaşıyor ve ülkesindeki insanların pek çoğu gibi, ingilizler'i ders kitaplarında anlatıldığı şekilde kibirli sömürgeci hırsızlar olarak görmekten kurtulamıyordu. bu hisler, kuşkusuz ingiltere'yi sahada yenme azmine de katkıda bulunmuştu. ama maçtan once o yoğun medya baskısının ortasında büyük bir disiplin örneği göstererek, btün bu hislerini kendine saklamayı başarmıştı.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
ingiltere tarafında ise, tottenham hotspur taraftarları birkaç hafta önce yeni maradona'yı izleme ayrıcalığına sahip olmuşlardı. maradona, white hart lane'de, ossie ardiles adına düzenlenen bir jübile maçında sahaya çıkmıştı. konuk takım inter milan'a karşı arjantinlilerle birlikte oynayanlar arasında sonradan ingiltere milli takımı'nın teknik direktörü olacak olan glenn hoddle da vardı. hoddle, sonradan bu maçın uzun bir süredir oynarken en çok keyif aldığı maç olduğunu söyleyecekti. tottenham taraftarları maradona ve ardiles'i muhteşem bir tezahüratla karşılamışlardı. maradona maçta kendini pek zorlamamıştı, ama hoddle'ı ve binlerce taraftarı 'bu bodur dâhiye' hayran bırakacak kadar da göstermişti yeteneklerini.
maradona da, yaptığı numaraları çocukken televizyonda izlediği brezilyalılar'dan öğrenen ve büyüdüğü zaman da dışarıdan bakan pek çok insana göre ingiliz futbolundaki eksiklerden biri olan yaratıcılık ve yetenek gösterilerini sahalarda sergileyen hoddle'ın bazı özellikleri karşısında çok şaşırmıştı. o günden sonra hoddle, maradona için, platt, keegan, venables ve gascoigne gibi ciddiye alınmaya değeceğini düşündüğü bir avuç ingiliz futbolcu arasında yer almıştı.
maradona ile hoddle'ın meksika'da gerçekleşen bir sonraki buluşrnalarırıdaysa ortam çok farklıydı: duygusal olarak çok gergin, her şeyin kazanılacağı ya da kaybedileceği bir ortam vardı. bütün bunlara rağmen, hoddle, maradona'nın onu unutmamış olmasına çok memnun olmuştu.
ingiltere teknik direktörü bobby robson, "biz burada futbol oynamak için bulunuyorduk ve ben de bir teknik direktördüm, politikacı değil" demişti. robson, kendi oyuncularıyla bir sorun çıkmayacağından emindi. onun asıl endişesi, arjantin taraftarlarının 'şimdiye kadar mükemmel davranan' ingilizler'i kışkırtabileceği, bunun da televizyon kameralarının önünde büyük bir karışıklık çıkması için ilk kıvılcımı çakabileceğiydi.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
ingiltere maçı yaklaşırken, maradona'nın dünya kupası'ndaki performansına hakemlerin yönetimi de katkıda bulunuyordu. hem dünya kupasında, hem de barcelona'da oynarken ispanya'da çıktığı maçlarda hakemlerin kötü yönetimi maradona'yı neredeyse doğru dürüst oynayamaz hale getirebiliyordu. ona yapılan kasti fauller genellikle görmezden gelinirken, düşerken işi abartmaya olan eğiliminin ve çalınmayan faullerde yaşadığı hayal kırıklığını el kol hareketleriyle ifade etmeyi sevmesinin icabına hemen bakılıyordu. kendini korumayı ve oyununu oynamayı başaramadığı zamanlarda sinirleri iyice bozulunca, anlayış görmek bir yana, daha da fazla cezalandırılıyordu. oysa meksika'da bunların aksine, maradona hakemlerin onu koruduğunu görmüştü, artık hakemlere karşı gelmeye ve derdini anlatmak için bir gösteri sahneye koymasına ihtiyacı kalmamıştı. bilardo da, arjantin'in 1982'de italya'yla oynadığı maçta olduğu gibi, maradona'nın, oyununu etkisizleştiren türden sıkı bir markajla karşılaşmaması için sahada daha serbest bir tarzda oynamasına izin vererek ona yardımcı olmuştu, ingiltere'nin eski teknik direktörü ron greenwood, arjantin'in uruguay'ı yendiği maçtan sonra şöyle diyordu: "sanki her yerde oynuyor gibiydi... sürekli engellemelerle, faullerle karşılaşıyordu, ama o karşılık vermiyordu, sadece işine bakıyordu. 'aferin sana oğlum' diye düşünmüştüm."
hakemler hiçbir zaman ingiltere maçındaki kadar maradona'nın yanında olmamıştı. politik sorunlar bir tarafa bırakılacak olursa, bu maçta en buyuk mücadelenin iki ülke ya da iki takım arasında olmayacağı, daha çok üstün yeteneklere sahip iki oyuncu -yani maradona'yla ingilizler'in kalecisi peter shilton- arasında olacağı ortadaydı. her ikisinin de takımlarında oynadıkları rol aşağı yukarı aynıydı. arjantin takımının bütün ümitleri maradona'nın ileri uçtaki becerilerine bağlıyken, ingiliz yorumcuların pek çoğu, ingiliz milli takımının maçı kazanma şansının shilton'ıngol yiyip yemeyeceğine bağlı olduğuna inanıyorlardı. maçtan önce takımının şansı konusundaki fikirlerini açıklayan robson, bütün ingilizler'in korktuğu o arjantinli'yi kontrol edebilecek bir dizilişle çıkarak shilton'ın işini kolaylaştırabileceklerinden emindi. robson, maçtan önce oyuncularıyla yaptığı bir toplantıda maradona'nın beş dakika içinde maçın gidişini değiştirebilecek kapasiteye sahip olduğunu söyleyerek, hepsinin ona çok dikkat etmelerini, ama ondan aşırı derecede korkmamalarını istemişti. sonradan günlüğüne şöyle yazmıştı, "onun etrafını kalabalık tutarak, ileri çıkmasını engellemeye çalışacaktık. geri dörtlümüz yerlerinden ayrılmayacak, dizilişi bozmayacak ve gelen toplara atlamayacaktı." bilardo, takımının maradona'ya yeterince destek olup olamayacağından emin değilken, robson kendine güveniyordu ve oyuncularının da kendilerine güvendiklerini hissediyordu. ingiltere son iki maçını üçer gol farkla kazanmıştı ve robson'ın dört yıllık teknik direktörlüğü döneminde hiçbir zaman böyle bir fark yememişti. "bu kez bir gol yeterdi. o kadar açgözlü değildim" diye yazıyordu rabson.
maçın ilk yarısı epeyce heyecansız geçmişti. arjantin savunması, ingiliz oyuncuların sıkılmak bilmeden ceza alanına indirdikten uzun toplan kolayca savuşturuyordu. maradona kendini ikinci yarıya saklarken. hoddle ve peter reid. arjantin orta sahası tarafından sindirilmişti. forvetleri gary lineker ve peter beardsley ise arjantin savunmasının delinmek bılmeyen duvarına toslayıp duruyorlardı. maçın başlamasından on dakika sonra gerçekleşen ilk faulde terry fenwick'e bir sarı kart gösteren tunuslu hakem ali bennaceur, o dakikadan sonra ingiltere'nin oyununu epeyce bozacaktı. tunuslu hakemin afrika'nın en iyi hakemlerinden biri olduğu soylense de. robson hakemin daha maçın başından itibaren gergin olduğunu ve arjantin yanlısı bir yönetim sergileyebileceğini fark etmişti.
golsüz beraberlikle başlayan ikinci yarının beşinci dakikasında robson'ın korktuğu başına gelmişti. maradona topla birlikte ingiliz defansına yüklenmiş, iki oyuncuyu geçmiş., ama valdano'ya attığı pas yerini bulmamıştı. ingiltere kalesinin önündeki karambolde hodge, shilton'a atmak için topu aşırmıştı. 0 arada maradona, biraz önce kaybettiği pozisyonunu yeniden yakalamış ve shilton'la birlikte kafaya çıkmıştı. yukarıda eller ayaklar birbirine karışmıştı., topa kimin elinin vurduğu da belli değildi. top ağlarla kucaklaşmıştı. maradona sevinçten çılgına dönmüş ve hakemin düdüğünü bile beklemeden, golü kutlamak için takım arkadaşlarına koşmaya başlamıştı. shilton ve diğer ingiliz futbolcular, elle oynama olduğunu ileri sürerek anında itiraz etmişlerdi. shilton karara o kadar bozulmuştu ki, elini göstererek kale sahasından çıkıp hakeme doğru koşmaya başlamıştı. normalde çok serinkanlı bir oyuncu olan shilton, hayatında ilk kez böyle bir tepki veriyordu. hakemle yan hakem ise gol olduğunda hemfikirdi. maradona için önemli olan da buydu.
dört dakika sonra maradona ikinci golünü atmıştı. bu kez attığı gol, futbol tarihinin en güzel gollerinden biri olarak tarihe geçecekti. brian glanvilie'nin sözleriyle bu, 'kesinlikle olağandışı, neredeyse romantik bir goldü, sanki okul maçına çıkmış bir velet ya da antik çağdan gelen bir yunanlı atlet tarafından atılmış gibiydi. bu kadar rasyonel bir çag olan ya da rasyonelleştirilen, çalımlarla top süren futbolcuların dinozorlar gibi soylarının olduğu günümüze ait değildi sanki'. maradona, topu kendi yarı sahasının ortalarından almış, sanki kramponlarına tutkalla yapıştırmışçasına, slalom yapan bir kayakçı gibi zahmetsiz hareketlerle ingilizlerin yarı sahasını da boydan boya kat etmişti. 'sag taraftan topu aldığımda ve peter reid'in beni yakalayamayacağını fark etliğimde" diyordu maradona sonradan, "topla birlikte koşmam gerektiğini hissettimç herkesi geçebileceğimi düşünmüştüm."
sola doğru dönerek gary stevens'ı kolayca geçmişti. ikinci çalımı attığı terry butcher ise mikki takımın defans oyuncusundan çok öylesine koşturan bir koyun gibi ters yöne doğru savrulup gitmişti. fenwick, maradona'ya dirsek atmak istemiş, aöa sonra kendini kontrol etmişti. zaten bir sarı kartı vardı ve maradona'ya faul yapıp indirmenin yol açabileceklerinden korkuyordu. "arkamdan kayarak giremezdi. çok hızlıydım" diyordu fen-wick'in kendisini arkadan indirmek istediğinden emin olan maradona. fenwick'ten kurtulan ve bu arada topun kontrolünü bir an için bile kaybetmemiş olan maradona, shilton'm yerini kontrol edecek zamanı da bulmuştu, ingiliz kaleci umutsuzca arjantinli'nin bir dahaki hareketinin ne olacağını tahmin etmeye çalışıyordu, maradona da onun üstüne doğru gitmeye devam etmiş, gol vuruşunu mümkün olabilecek son ana bırakmıştı. bu bir anlık gecikmesi, butcher'ın arkadan son bir hamleye daha girişmesine yol açmıştı. ayağına doğru yatarak maradona'nın hızını kesmeye çalışmış, ama başarılı olamamıştı. maradona kendini toparlamış ve topu zahmetsizce sağ ayağından sol ayağına aldıktan sonra, umursamaz bir tavırla shilton'm yanından ağlara yuvarlamıştı.
ingilizler'in bu kez şaşkınlıktan ağızları açık kalmıştı. "bizim takımda bir sorun ya da hatalı hareket yoktu" diyordu robson, "sadece takımın yarısını geçip turnuvanın en güzel golünü atan tek bir oyuncu vardı karşımızda". maradona'nın takım arkadaştan açısındansa, bu gol, onun sadece takımında değil, dünya futbolunda da çok özel bir yere sahip olduğunun en açık ifadesi olmuştu. arjantin takımında, maradona'nın ingilizler'ın kalesine doğru başlattığı akını destekleyebilecek en iyi pozisyonda olan oyuncu, orta sahadaki valdano'ydu. başlangıçta valdano da kendi yarı sahasından koşmaya başlayarak maradona'yı yakalamaya çalışmıştı, ama sonra benzen bir daha atılamayacak bir golde kendisine hiç gerek olmadığını fark etmişti.
"başta, takım içi sorumluluk gereği, ben de onun yanında koşmaya çalışmıştım, ama sonra benim de sadece bir seyirci olduğumu fark ettim." diyordu valdano. "benim yapabileceğim bir şey yokmuş gibi gelmişti. bu, onun golüydü ve takımın geri kalanıyla ilgisi yoktu. bu, diego'nun serüveniydi ve gerçekten göz alıcıydı." sonradan ingiltere bir gol atacak, ama maçı 2-1 arjantin kazanacaktı.