2000 senesi, sağanak yağmurlu bir istanbul kışı. tesadüfen istanbul'da bulunan üç beş gençlerli arkadaş, gece inönü'ye beşiktaş maçına gidiyoruz. benim gibi ankara'da düzenli maça giden üç dört kişi var, gençler'e uzaktan sempati duyan da bir iki arkadaş takmışız yanımıza. deplasman seyircisine deniz tarafındaki kale arkasının sol köşesinde bir yer ayrılmış. çıkıyoruz, yirmi kişilik falan bir grup var, davullu, başlarında şenol. bizi selamlıyor, bilinen duygusal konuşmalarından birini yapıyor.
yağmur aralıksız yağıyor. sırılsıklam bir maç.
bizim takım ilk çeyrek saatte bir iki güzel kontratak yapıyor ama sonra resmen sönüyor. hiç varlık gösteremiyoruz, beşiktaş geldikçe geliyor, ilk yarı dayanıyoruz ama ikinci yarıda dört tane atıyorlar.
bir sahne hatırlıyorum: tam önümüzdeki ceza alanımıza bir beşiktaşlı sağdan girerken ümit özat müthiş bir zamanlamayla ayağına yatıp topu çekip alıyor. bu şık hareketin kıymetini bilen iki üç kişi kendi kendimize alkışlıyoruz, yağmur bile duymuyor.