ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında bağış erten'in "diego armando maradona: kadere, mucizeye, inanca ve hüsrana dair bir deneme" başlıklı yazısından;
derken efendim, ikinci olgunlaşma enstitüsü sınavı gelir: '90 dünya kupası. sanılanın aksine o bir öncekinde her şeyi tek başına yapmamıştır. tango en az iki kişilik bir danstır ve diego bunu iyi bilir. mamafih, takımdaşları/yoldaşları bir önceki kadar mahir değildir. şimdilerde zidane'ı, figo'yu takım içinde yıldız diye pohpohlayanlar, bilmezler ki, mesela co-pilot olarak halihazırdaki herhangi bir fransız (mesela petit), portekizli (mesela xavier) ya da brezilyalı (mesela ze roberto) orta saha futbolcusunu bizim 10 numara'nın yanına verseniz önce yılın çırağı olur, sonra da en iyi yardımcı oyuncu... ama eldeki kumaştan iyi birşeyler dikmek için yeterli deneyime sahiptir diego ve takımı ona göre örgütler. 'iyi top oynamıyorlar' diye arjantin'e sitemde bulunanlar bile gözlerini bizim bücürden alamazlar. bu kupayı en iyi anlatan şey bir fotoğraf karesi aslında: maradona topa basmış ileri bakıyor, karşısında altı futbolcu ise, hakkında verilecek kararın insaflılık rekoltesini artırmak için çaresiz bekleyen mahk um gibi topa gözlerini dikmiş bekliyorlar!
'90 italya'yı maradona gözlüklerinden baktığınızda iki cümle yeterlidir: 'ben size iki şampiyonluk verdim, peki italya size ne verdi'' ve ' kupamı çaldılar.'
âdettendir, saymaya birden başlanır. diego'nun sihirli dokunuşlarıyla ama biraz da düşe kalka arjantin yarı finaldedir -ki çeyrek finalde maradona bu sefer kendisine müdafaa diyen brezilya savunmasını dağıtmış ve canigga'ya 'al, ne yaparsan yap' demiş, italya'nın karşısına öyle dikilmiştir.
yine yönetmenin inandırıcılığının sorgulandığı bir rastlantı söz konusudur: maç napoli'dedir. hani maradona'nın egemenliğini ilan ettiği şehir, hani fakirlikten anası ağlarken mavi formalı adamlar sayesinde mağrur bir sırıtışla kuzey'e gıcık veren şehir, hani 'ver kurtul'cuların safra zannedip atmaya kalktığı akdeniz'le çevrili güzel şehir... velhasıl, italya'da yapılan bir kupada, italya'nın üvey evlatları napoliler manevi kardeşlerini desteklemeyi, hain babaya tercih ederler. oysa ulus-devletlerin iyiden iyiye sorgulanması için henüz erkendir! inananların duaları kabul olur, arjantin finaldedir. bücür hayalleri açısından dejavu'nun eşiğindedir. kupaya bir doksan dakika vardır. ama 'kara adamlar' (tıpkı martin mystere maceralarında olduğu gibi) her şeyin olacağına varmasını sevmezler! şaibeli bir penaltı, ali aydıngil bir enflasyonda kırmızı kartlar rüyadan uyandırır; hem maradona'yı, hem 'iyiler elbet kazanır'a inanan napolilileri, latin amerikalıları, dünyanın zincirli zincirsiz bütün ezilenlerini. yapacak hiçbir şey yoktur; futbolun lordlar kamarası demir leydi'den daha zalimdir.
kaybedilmiş final sonrası maradona'nın yüzünü hatırlayalım hep birlikte. kimseyi suçlayan bir mimik var mı o yüzde' kesinlikle yok. çaresizlik, evet sadece çaresizlik...ellerini kavuşturup tanrı'ya yalvarmaya bayılan bu küçük soğan'ın yapacak bir tek şeyi vardır bu anda: ağlamak. devam ettikçe insanı açan değil, daha beter karartan bir ağlama. boşaltan değil dolduran, sakinleştiren değil kızdıran... kupasını çalmışlardır, ağlamayıp ne yapsın... bir arkadaş o ağladığında herkes ağlar diyordu, yakın bir zamanda... hani zırt pırt devreye girmeye çalışan bu satırların yazarı var ya, o da ağlamıştı zaten, hıçkırarak... ya siz?
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
arjantin takımı italya'yla oynayacakları maç için napoli ye döndüğünde, maradona bir kez daha kendisinin en büyük düşmanı haline gelmiş kibrinin onu ele geçirmesine izin vermiş ve turnuvayı izleyen taraftarların çoğunun peşinde olduğu eğlence isteğinin yerine, ülke içindeki bir çatışmayı yeniden alevlendirmeye çalışmıştı.
italyanlar. napolililer'den bir günlüğüne italyan olmalarını istiyorlar, ama yılın kalan 364 gününde napoli'yi hatırlamıyorlar bile. bu insanlar bunu unutmayacak" diyen maradona, maçı politik ve toplumsal bir meydan okumaya dönüştürmeye çalışmıştı. italyan taraftarları bölmeye yönelik bu açık hamlesi arjantinli yorumcular tarafından psikolojik savaştaki ustaca bir hamle olarak değerlendirmişti, ama bu, aslında başka şartlar altında karşılaşsalar aralarındaki mücadele büyüleyici olabilecek iki ezeli rakibin çoşkusunu azaltmaktan başka bir şeye yaramamıştı. maçı izleyen gazeteciler, tifosi'lerin tuhaf bir şekilde kendilerini tuttuklarını, italya için yapılan tezahüratın roma'dakinin ya da milano'dakinin yanına bile yaklaşamadığını söylüyorlardı. penaltı atışlarına kalan maç, maradona'nın attığı ve kazanmalarını sağlayan penaltıyla sona erdiğinde, maçın bu şekilde bitmesinden memnun olanlar, sadece arjantin taraftarlarıydı.
italya '90, maradona için başladığı gibi, ıslıklarla ve yuhalamalarla sona ermişti. bu maradona'nın meksika'dan o büyük zafer havası içinde ayrılan maradona olduğuna inanmak zordu. napoli ilk scudetto'sunu ele geçirmeyi başardığında, binlerce italyan taraftarı o kadar mutlu eden maradona olduğuna inanmak ise daha da zordu. bu, maradona'nın italya'da geçirdiği günlerin artık geri dönülmeyecek şekilde sonuna gelinmekte olduğuna dair bir işaretti. üstelik, daha kötüsü de gelecekti...