ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında bağış erten'in "diego armando maradona: kadere, mucizeye, inanca ve hüsrana dair bir deneme" başlıklı yazısından;
'86 haziranı onun manevi doğum ayıdır. premier'ini italya'ya yapar. kendisine atılan uzun pasa bir dokunur ve arjantin'e gönül vermişlerin yüzünde güller açar. zaten onun her dokunuşu futbol sevdalıları için bir büyüdür. gruptaki diğer maçlarda ona gerek kalmamış, diğer on kişi onu nadasa bırakmıştır. ve çeyrek final gelir. sahneye çıkmak için bundan güzel rakip yoktur, olmamalıdır: ingiltere... 'futbol asla sadece futbol değildir' lakırdısını terennüm eden bu satırların sahibi, fıtraten yakın olduğu ezilenlerin fakland'ın intikamına soyunduklarını gayet iyi bilmektedir. yine dokunur topa diego, ama eliyle... futbol ahalisi pek mutlu değildir, çünkü ondan 'ayak emeği göz nuru' mucizeler beklenmektedir.
yapacak bir şey yoktur, diego'nun maradona olma zamanı gelmiştir; hani latin spikerlerin o çalım attıkça daha bir hızlı, daha bir ritimli söylediği lirik isim... ve ağır çekimde başlar nakışa. pelé'nin zafere kaçış filminde dalgasına yaptığı herkesi geçip golü atma 'işini', o pratiğe geçirir. izleyenlerin sadece mahallelerde olduğunu zannettiği bir şeydir bu... japon çizgi filmlerindeki abartılmış futboldur... ilham perisiyle şeytani bir anlaşma yapmış sanatçının hiç bitmeyecek gibi duran doğaçlamasıdır... ona 'gol' demek haksızlık. başka bir şey bulmalı!
yönetmen ne kadar saklamaya çalışsa da filmin sonu bu resitalden sonra anlaşılmıştır. o kupa, o küçük adamın elinde yükselecektir. öyle de olur. ingiltere'ye attığının bir alt versiyonunu belçika'ya atar, arjantin finale çıkar. kupanın/hayallerinin kulpuna yapışmıştır artık. ama son bir engel çıkar, karşısında yetenek engelli bir alman takımı vardır. bir think-tank karşılaşmasıdır bu. maradona 'think', almanya 'tank'. oysa sanılanın aksine, o kendine güvendiği kadar takıma, onun ruhuna, biricik arkadaşlarına da inanmaktadır. zaten antrenmanlarda ya da sahada tek bir küstahlığını gören olmamıştır. o üzerine düşeni yapmaktadır sadece, kader ona mucizeler yükümlüyorsa bunda onun kabahati yoktur. almanlar her zamanki gibi iki avans verip yakalarlar. dönem asistin istatistiğinin tutulmadığı yıllardır, nitekim maradona'nın yaptığı turnuvanın en iyi asistini taltif etmek maçı seyreden milyonlara düşer. ve birçok futbolcu için dünyanın en güzel melodisi olan hakemin bitiş düdüğü nihayet duyulur. vuslat zamanıdır... m aradona'nın düşünde gördüğü artık döşündedir. dünya kupaları tarihinin en güzel fotoğraflarından biridir, kupayı kaldırdığı an. hasretle sarılır... özlem, inanç, tutku gözlerinde alt yazıdır.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
meksika'daki dünya kupası sırasında maradona'nın formu nu arttırmak için yasal olmayan maddeler kullandığına dair elde hiçbir kanıt yoktur. fifa içinde yer alan birinden aldığımız bilgiye göre, maradona, kupa sırasında üç kez teste girmiş, ancak sonuçlar negatif çıktığı için hiçbir zaman yayınlanmamıştı. yine de, uyuşturucu maddeler arjantin takımının kapısını çalmaya devam ediyordu. kupa sürerken, arjantinli holiganların oluşturduğu kötü şöhretli, fanatik grubu barras bravas'ın bir üyesi, takımdaki futbolculara her zamanki kokain ihtiyaçlarını getirdiği sırada yakalanıp tutuklanmıştı.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
futbol uzmanlarının pek çoğu, maradona'nın becerilerinin ispanya'daki 1982 dünya kupası'ndan beri çok geliştiğinde hemfikirdi. uzun süredir ülkesinde oynamıyor olması, uluslararası futbolu, özellikle de avrupa takımlarının taktiklerini ve becerilerini daha iyi anlamasını sağlamıştı. futbolcu olarak olgunlaşmıştı. barcelona'da yaşadığı karışık olaylardan sonra, napoli'deki ilk iki sezonunda hem enerjisini hem de coşkusunu yeniden toparlamış gibiydi. arjantin milli takımı'nın kaptanlığına getirilmiş olması, ona kişisel sorunlarını aşması için ihtiyaç duyduğu özgüveni de sağlamıştı. bilardo 1983'te teknik direktörlüğe getirildiğinden bu yana arjantin'in karnesi pek de etkileyici sayılmazdı: oynadıkları otuz dört maçın sadece on üçünü kazanmışlardı. ama maradona'nın kendine özgü dehası, kolombiya'yla oynadıkları bir eleme grubu maçında da ortaya çıkmıştı. ı ki takım arasındaki maçların çoğunda olduğu gibi, bu karşılaşma da düşmanca bir atmosferde oynanmıştı. rakip taraftarlar aralıklarla birbirlerine küfürlü tezahüratta bulunuyor ve sahaya çeşitli maddeler atıyorlardı. bir ara bir kolombiyalı, maradona'ya bir portakal atmıştı. ancak her nasılsa maradona portakalın geldiğini görmüş, portakalı bir ayağıyla yakalamış, zarif bir hareketle diğer ayağına geçirmiş ve iki ayağıyla oynamaya devam ederek, sonunda şiddetli bir vuruşla tribünlere geri göndermişti. maradona, barcelona ve napoli takımlarında oynarken futbol topuyla çok daha şık hareketler de yapmıştı, ama bu hareket onun, küçük bir çocukken kameraların önünde ayağında portakal sektirdiği gunlerin sıhnnı ve coşkusunu daha kaybetmediğini gösteriyordu.
bilardo meksika'ya gelirken, hem kendi geleceğinin hem de arjantin takımının kaderinin maradona'nın ellerinde olduğunun farkındaydı. real madrıd'li kanat oyuncusu jorge valdano ve eski kaptan daniel passarella gibi diğer oyuncular ise, gazetecilerle yaptıkları baş başa görüşmelerde tek bir adamın becerisine güvenmenin, takımın açıkça görülen zayıflığını ortadan kaldırmaya yetmeyeceğinden korktuklarını söylüyorlardı. menotti'nin felsefeye dayalı futbol anlayışına bağlı okuldan gelen, sol eğilimli bir entelektüel olan valdano, bilardonun pragmatizmine uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. passarella'nın söylediklerinde ise hâlâ bir kıskançlık varmış gibi görünüyordu. valdano, maradona'nın büyük bir hayranı, aynı zamanda da yakın arkadaşıydı. ama bilardo'nun kurduğu takımın ne kadar kolay yenilebilir olduğunun da farkındaydı. maradona'yla takım finale kadar giderdi. ama o olmayınca, bılardo'nun maradona'yı ilerdeki anahtar oyuncu olarak kullanarak geliştirdiği 4-3-3 sistemine dayalı takım oyunları, kağıttan bir kule gibi yıkılıp gidebilirdi.
her zaman olduğu gibi, bir diplomat olarak ortaya çıkıp maradona'nın ismi çevresinde bir iyimserlik havası oluşturmak, yine eski milli futbolcu ossie ardiles'e kalmıştı. "turnuvada parlayacak tek bir oyuncuya para yatırmam gerekse, bu, diego maradona olurdu" diyordu ardiles, turnuva öncesi kendisiyle görüşen ingiliz gazeteci john motson'a.
ardiles haklı çıkmıştı. turnuva boyunca valdano ve passarella'nın yerine takıma giren jose luis brown gibi futbolcular, arjantin'in kupa öncesindeki durgunluk havasından kurtulmasını sağlamışlardı. ama sadece takımının değil, kupanın da tartışılmaz yıldızı olan futbolcu maradona olmuştu. arjantin'in batı almanya'yla oynadığı final maçından önce hugh mcllvanney, maradona'yı şöyle anlatıyordu: "dünya kupalarının yarım yüzyıllık tarihi boyunca hiçbir futbolcu, herkesin final maçının sonucu hakkındaki düşüncesini tek başına bu kadar etkilememişti" diye yazıyordu observer gazetesinde. "maradona'nın etkisi, onun sadece şu anda oynayan en iyi ve en heyecan uyandırıcı futbolcu olmasından da öte bir şey. bu, onun burada, meksika'da, sahalarda yaptığı her şeyin içinde alttan alta kendisini gösteren dehasını tam anlamıyla ortaya koymak için azteca stadyumu'nu seçmiş olduğuna bütün dünyayı inandıran şeyin ta kendisi."
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
dünya kupası sona erdiğinde, maradona'nın tüm zamanların en büyük futbolcularından biri olduğu biraz daha kesinleşmiş, buna karşılık yarattığı tartışmalar yüzünden insanların onun kişiliği hakkındaki görüşleri biraz leke almıştı. arjantin'in finalde batı almanya'yı 3-2 geçtiği maç, çekişmeli ve heyecanlı ingiltere maçının yanında sönük kalmıştı. ama bu maçta maradona, alman orta saha oyuncusu lothar matthaus'la giriştiği gladyatörce çekişmede kişisel bir zafer elde etmiş, arjantinli futbolcunun sadece yeteneğe ve özgüvene dayanan futbolu alman futbolcunun sert ve amansız markajına galip gelmişti. sonunda maçı kendi takımının lehine çeviren de maradona olmuştu: orla saha oyuncusu jorge burruchaga'ya attığı şık bir pasla, arjantin'in maçı kazanmasını sağlayan golün asistini yapmıştı.
bu. maradona'nın1982'de bir avrupa kulübüne transfer olduğu günden beri futbolcu olarak olgunlaştığının kanıtı olan turnuvaya uygun bir son olmuştu. kupanın başında özel hayatı paramparçaydı, takımı karışıklıklarla boğuşuyordu. buna karşılık kendisinin, en iyisi değilse bile, en iyi futbolculardan biri olduğunun ancak tüm dünyanın izlediği dünya kupası'nda anlaşılabileceğinin de farkındaydı. böylesine yoğun baskılar, kişiliği biraz daha güçsüz olan birini mahvedebilirdi. ama maradona, meksika'deki kupada içindeki gerilimleri olumlu anlamda bir mücadeleciliğe dönüştürmeyi başarmıştı. saha dışında, sosyalist eğilimli takım arkadaşı jorge valdano'dan kapitalizm karşıtlığı dersleri almış, sonra da gazetelere verdiği demeçlerle fifa'nın başkanı joao havelange ye saldırmıştı. futbolcuları, dünya kupası'nın yayın haklarını alan televizyon kanallarının çıkarları doğrultusunda ticari açıdan en uygun saat olan öğle güneşinin sıcaklığı altında maç yapmak zorunda bıraktıkları için yetkilileri eleştirmişti. maradona bunları söylerken elbette futbolun ticarileştirilmesine kendisinin yaptığı katkıları düşünmüyordu. düiünmesine de gerek yoktu. melsika'daki kupada, hem ırsi hem de toplumsal olarak onunla akraba olduklarını düşünen üçüncü dünya ülkelerinin taraftarlarını heyecanlandıracak damarı bulmayı başarmıştı. yaşanan deprem acısından sonra, tribünlere çockuyu tekrar taşıyan meksika dalgası azteca stadyumu'nda doğduysa bile, sahalara taşıdığı sihri sayesinde bu dalganın en tepesinde yükselen de maradona'ydı.
maradona'nın politik fikirlerinin ciddiyeti hakkında şüpheler olsa da, futbolcu olarak kalitesi artık tartışılmaz hale gelmişti. 1982'deki dünya kupası'ndaki ne yapacağı belirsiz, huysuz, egoist maradona gitmiş, meksika'da sadece yeteneklerini nasıl kullanacağını bilmekle kalmayan, başkalarının kendisinden beklentilerini de düşünebilecek kadar alçakgönüllü davranan bir maradona gelmişti, ingiltere'ye attığı ikinci goldeki gibi bir anda ilham gelip giriştiği bireysel hareketlerinin dışında, diğer maçlarda ilk kez kullanmaya başladığı taçlardaki başarısını ve rakip takımı çok zor durumlara düşüren paslarını kullanarak takım oyununa da katkıda bulunmaya başlamıştı. hatta artık sahada ayak basmadık yer bırakmıyor ve şimşek gibi deparlarla rakiplerini sürekli arkasında bırakıyordu. maradona, oyun tarzıyla turnuva sırasındaki kötü hava şartlarının ve kupanın ticari hale getirilerek pazarlanışının da ötesine geçmişti, futbol oyununun kendisine, başka herhangi bir futbolcudan çok daha fazla bağlılık gösteriyordu.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
maradona, büyük bir zafer havasıyla italya'ya geçmeden önce buenos aires'e uğramıştı. arjantin'in başkentinde havaalanından alınıp coşkulu bir geçit töreni ile casa rosada'ya yani başkanlık sarayına götürülmüş ve orada başkan raul alfonsin, ondan dünya kupasını sarayın balkonundan aşağıda biriken binlerce taraftara göstermesini istemişti. 1983'te askeri rejimin çöküşünün ardından halkın büyük desteğini alarak seçilmiş olan alfonsin, ülkenin içine düştüğü hiperenflasyonu engelleyemedıği için kamuoyunun desteğini büyük oranda kaybetmişti. maradona, bir kez daha bir politikacının kendisini kullanmasına izin vermişti, kalabalığın çepeçevre sardığı başkanlık sarayını orada bulunuşuyla onurlandırmış ve her ne kadar gelip geçiçi de olsa alfonsin'in etrafında bir başarı havasının esmesini sağlamıştı. general galtieri'nin balkona çıkıp las malvinas'ın geri alındığını açıkladığı 'tarihi' günden bu yana, casa rosada'nın etrafında bu kadar çoşkulu bir kalabalık birikmemişti.