tanıl bora'nın "sekip gelen top hakkında mesel" başlıklı yazısından;
kör olası aktüalite ruhumuzu kuruttu. oysa 'detoks'a ne çok ihtiyacımız var! futbolun yalın hallerine, 'ilkel' yaşantılarına dair tefekküre dalalım hele biraz... işte bir dünyaca ünlü futbolcu diego armando maradona'nın meseli jorge valdano naklediyor bunu...
1986 dünya kupası esnasında, bir antrenman yeni bitmiş, arjantin milli takımı oyuncuları çimlerde yayılıyorlardır. idman sahasının kenarında, tam teşekküllü bir gazeteci tugayı bekleşmektedir. valdano, dönüp der ki maradona'ya: "bak, bunların hepsi senin için burada." maradona: "biliyor musun", diye mukabele eder: "hiçbirinin aslında futbolu şuncacık sevdiği yok." valdano karşı çıkar: "futbolu bilmediklerini söyleyebilirsin ama sevmiyor olurlar mı hiç?" bunun üzerine maradona bir deney yapmayı teklif eder. gazetecilerin arasına bir top gönderecektir. eğer topu ayakla geri atarlarsa, futbolu seviyorlar demektir. fakat kesinlikle böyle yapmayacaklarına, topu elle geri yollayacaklarına kalıbını basıyordur bücür yıldız.
kalkar, topu iki sektirip şaşkın gazeteci topluluğuna doğru şandeller. kameralı, teypli adamlar arasında bir kaynaşma olur, peşinden gözlüklü bir adamcağız elinde topla bir adım öne çıkar ve mal indiren bir karpuzcu usulünce onu maradona'ya doğru fırlatır. maradona muzipçe bakar valdano'ya. beriki, 'zavallının karşısında koca maradona var, ayakla oynamaktan çekinmiştir' diye gıyabı mazeretler arar. "olur mu hiç", der üstad: "ben bir devlet başkanının resepsiyonunda smokinle dikiliyor olsam ve çamura bulanmış bir top gelse üzerime doğru, onu göğsümde yumuşatıp geri paslarım. olması gerektiği gibi."
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
insanların diego maradona'nın kariyeri hakkında ne kadar şüphesi olursa olsun, meksika'daki 1986 dünya kupası'nda oynadığı rolün önemi konusunda herkes hemfikirdi. o güne dek bütün bir turnuvada hiçbir oyuncu tek başına basının ve kitlelerin ilgisine bu derece konu olmamıştı. dünya kupası'nı stadyumlarda canlı olarak ya da televizyon başında izleyen yüzlerce gazeteci ve milyonlarca seyirci için turnuva, başından sonuna dek maradona'nın dehasını sergilemesinden ibaret gibiydi. gösterdiği performansı izleyenlerin büyük kısmına göre, barcelona'da ve ispanya'daki 1982 dünya kupası'nda yaşadığı sorunlar da düşünülürse, villa fiorto'dan gelen yirmi beş yaşındaki bu çocuk, futbolun kralı olduğunu ilan etmek için aztekler'in başkentini seçmişti.
ancak bütün o başarılı görüntüsünün altında, aslında, o günlerde büyük kısmı kamuoyunun gözünden kaçmış olsa da, yoğun bir çaba, son derece zalimce bir rekabet ve insanın kişiliğini hiçe sayan bir anlayış vardı. maradona o yaz napoli'den meksiya'ya gelirken aklını meşgul eden sorunların en büyüğü kısa bir süre önce doğan ve kendisinin reddetmiş olduğu gayri meşru çocuğuydu. yola çıkmadan önce, her zaman yaptığı gibi, canını sıkan konuları anlatmak için kendi seçtiği bir gazeteciyle yeni bir röportaj yapmıştı. "evet, gerçekten yalnızım" demişti o sıralar arjantin'deki futbol dergilerinden grafico'nun editörlüğünü yapmakta olan ernesto cherquis bialo'ya, "her şey başıma üşüşmüş gibi geliyor. tann'ya şükür, annem hep yanımdaydı... yine bazı günler yanına gidip 'anne, bir gün buralardan çekip gideceğiz' diyorum. cidden. pek iyi değilim". çocuğunun annesi ve tüm hayatı boyunca belki de gerçekten sevdiği tek kadın olan cnstıana sinagra'dan ayrıldıktan sonra, sorunun buharlaşıp uçuvermesini bekliyordu.
meksika'nın italya'dan çok uzak olması, onun başlangıçta kendini kandırabılmesini sağlamıştı. ancak dünya kupası'nın başlamasına birkaç gün kala, arjantin milli takımıyla birlikte kaldığı club amerıca'dakı odasında napoli'den gelen bir telefonla aldığı intikam haberi, içindeki yaranın tekrar kanamaya başlamasına yol açacaktı. arayan christina'nın en yakın arkadaşlarından biri olan kızkardeşi maria'nın kocası, yani kayınbiraderi gabriel esposito'ydu. esposito, kısa süre sonra napoli'deki gazetelerin manşetlerine 'sinagra olayı' olarak yansıyacak haberleri veriyordu. o sırada christiana henüz sekiz aylık hamileydi. ailesinin ve bazı arkadaşlarının da desteğini alan christiana, çocuğunu doğurmaya iyiden iyiye kararlıydı. ayrıca maradona'nın coğu reddetişini de ses çıkarmadan kabul etmek niyetinde değildi. maria'ya çocuğu saklamay hiç niyeti olmadığını, babasının kim olduğunu bütün dünyaya açıklayacağını söylemişti. üstelik, eğer maradona çocuğun babası olduğunu kabul etmezse, mahkemeye gitmeye de hazırdı. konuşma sona erdiğinde maradona'nın şaşkınlıktan dili tutulmuştu, sonraki iki gün boyunca da takım arkadaşlarının arasında çökmüş ve gergin bir ifadeyle dolanıp durmuştu.