can kozanoğlu'nun futbol ve kültürü kitabında (ilk basım 1993) yer alan "gençler deplase olunuz!" başlıklı yazısından;
tüm bu hengâmeye rağmen, tren deplasmanlar için ideal taşıttır. çünkü benzer şeyler otobüste de yaşanır ve söylemeye gerek yok, "hayati tehlike" artar... zonguldak yolunda, karikatürleri hatırlatan, asfaltın dağları dönerek çıktığı, bol uçurumlu mevkiler vardır, gidenler bilir. bir zonguldakspor maçı dönüşü, oralardan geçiyoruz. otobüste de tanınmış taraftarlardan tipitip var ki, çok dengeli bir arkadaş değildir. tipitip taşkınlık yaptı, her deplasmana iki yetişkin oğluyla gelen bir adam uyardı, tipitip taşkınlık yaptı, adam uyardı ve sonuçta tipitip sert bir kroşeyle sarsıldı. "ne vuruyorsun garibana " cephesi ayağa kalktı. adam zaten çocuklarıyla beraber üç kişi de onlardan yana çıktı, otobüsün içi red kit'teki barlara döndü. kimin kime vurduğu belli değil. yanımız uçurum, yol daracık, hava kararmış yağmur yağıyor. belki yirmi kişi birbirini dövüyor ve otobüs yola devam ediyor üstelik şoförün ayağı gazda, gözü kavgada. gülerek kavgaya seyrediyor... sonra kavga yatıştı, "bak güzelim"lerle, "bir yere kadar aklısınlarla barış da sağlandı. ama hani "bu kavga mahşerde biter" derler ya, bir otobüs dolusu adam, gerçekten de kavgayı mahşerde bitirecektik neredeyse.
o zonguldak deplasmanı baştan sona belalı geçmişti zaten. bir yıl önce ali şen'in düzenlediği büyük zonguldak seferinin faturasını ödemiştik. hatırlayanlar çoktur, ali şen yüzlerce taraftan otobüslerle zonguldak deplasmanına götürmüştü. bedava! canı sıkılan, eli kaşınan, belâ arayan, tantana arayan fener'in maçlarını kaçırmayan, daha istanbul'da bile gitmemiş olan herkes düşmüştü yollara. bu kadronun zonguldak icraatını tahmin etmek zor değil. zonguldaklılar o icraatı unutmadıkları için bu kez fazla tedbirli davranmışlardı. yolda birkaç kez durdurulduk. (belkıs akkale'nin yeni meşhur olduğu zamanlardı. sahne hâlâ gözümün önünde. gün ağarmaya yüz tutmuş ama ağarmamış. otobüsler kenara çekilmiş, herkes aşağı inmiş. etrafımız polislerle çevrili ve şoförlerden biri teybi belkıs akkale'yle bangırdatıyor. o saatte, karayolunun ortasında belki 200 kişi hep birlikte göbek atıyor: "odaya serdim halii/ odaya serdim haliii... yoğurt koydum dolaba ellere vaay..." herkese nasip olmaz böyle bir sahneyi yaşamak.) dağıtmayalım, şehre girdik, stadın arkalarındaki bir toprak sahada mahsur bırakıldık. daha maça çok var. polislere yalvar yakar olduk, güçlükle serbest kaldık. karnımız aç ama yiyecek satan dükkân yok. fenerliler gelecek diye lokantalar, büfeler, pastaneler kepenk açmamış. tavır değil tedbir... sonuçta güçlükle bir pastane bulduk, birkaç lokma atıştırdık. eh, zonguldakspor taraftarları da bu kez stratejik mevkilerde iyi yığınak yapmışlar. misafir tribününün üzerinden geçen yolda mevzilenip, kafamıza kafamıza... 0-0'lık tatsız bir maçtan sonra, polislerin kötü muameleyle karışık yardımları sayesinde zonguldak'tan çıkabildik. işte otobüste de malum kavga...
laf polislere gelmişken, bir gerçeği yazıya dökmek gerekiyor herhalde. bazı şehirlerde, polis, deplasmana gelen taraftarlardan "koruma parası" adı altında 'sakal" alır. büyük olaylar çıktığında polisten de hesap sorulacağı için, sizi belki biraz daha dikkatli belki biraz daha dikkatsiz, mecburen korurlar. yanı aslında bu 'dövmeme parası'dır. deplasmana giden taraftar polisten dayak yese, kim dövülene hak verecek ki? kimbilir ne itlik yaptılar" denir, polis dostu gazeteciler sağolsun... polis tribünü coptan geçirebilir ama herkesi "tam" dövemez. ne yapacak? amigoları, tanınmış taraftarlardan birkaçını götürüp dövecek. herkesten para isteyemez, kimden isteyecek? amigolardan, tanınmış birkaç taraftardan isteyecek. doğrudur, kulüpten, "başkan"dan geçinen taraftarlar var. ama amigoluğun bazı masrafları da var. alem buysa, masrafları kulüp yönetimi karşılayacak tabii. ya da kulüpler "alem'e karşı duracak, "ne demek koruma parası" denecek. ikinci yol. en kibar ifadeyle biraz "uymaz" galiba, değil mi?
zaten uysa da uymasa da olanlar oluyor her zaman. polisin deplasmancıları dikkatle koruduğu yerlerde bile, anadolu insanı misafirlerini taşlıyor; uysa da uymasa da, ortada bir gerilim olsa da olmasa da. evet, çoğu yerde taşla karşılanır taşla uğurlanırsınız, adettendir, gelenektir, misafir ağırlamanın raconundandır. turiste kılıç kalkan, deplasmancıya taş, sopa...
can kozanoğlu'nun futbol ve kültürü kitabında (ilk basım 1993) yer alan "gençler deplase olunuz!" başlıklı yazısından;
karşılıklı taş yağmuru sık sık olur da göğüs göğüse çatışma şükür ki çok ender çıkar. göğüs göğüse çatışma hem daha kanlıdır hem de kavgaya bulaşmayanları zor durumda bırakır. 1986'daki meşhur eskişehir olaylarında, fener'in namlı savaşçılarından karagöt (öyle denirdi) bir sürü fener taraftarını elinde bıçakla tek başına kovalamıştı. "girişsenize lan, buraya pikniğe mi geldiniz laan!" bu olaydan belki de en çok ben ve hilmi etkilenmiştik. çünkü daha iki yıl önce, zonguldak'ta karagöt'le hilmi arasında bir "sıcak temas" geçmişti ve hilmi baskın çıkmıştı: birkaç kişi, ellerinde çarşaf büyüklüğünde bir bayrak, zıplayıp duruyorlar; biz de sahayı göremiyoruz. "indirin bayrağı" dedik, karagöt'ten "buraya maç seyretmeye mi geldiniz" cevabını aldık. hilmi kendine hakim olamadı çocuk yılmamış, çalışmış, iki yıl içinde yüz kişiyi tek başına kovalar hale gelmişti. önce "maç seyretmeye mi geldiniz lan", sonra "pikniğe mi geldiniz lan"... mevcudiyet nedenimizi bir türlü beğendirememiştik; bize "eleştirel" yaklaşan bir arkadaştı.