galatasaray'dan kopan bir grup yönetici ve futbolcunun arkalarına dönemin siyasi gücünü ve parasını (?) alarak kurdukları ve çoğunluğun güneş olarak bildiği kulübün ilk maçlarından biri (ya da ilk maçı?)
takım önce sarı-kırmızı ismini kullanır, galatasaray'dan gelen tepkiler üzerine, ateş-güneş olarak değiştirir ve son olarak güneş olur...
sevecen tunç'un tarih ve toplum yeni yaklaşımlar dergisinin güz 2011 sayısında yayınlanan ateş-güneş kulübü (1933-1938) yazısı;
spor tarihimizde ateş-güneş kulübü'nün kısa ama enteresan öyküsü çoğu zaman galatasaray kulübü'nde yaşanan "amattrlük" ve "profesyonellik" ay-rımına dayalı bir bölünme üzerinden ele alınır. bu anlatıya göre 1930'ların başında galatasaray spor kulübü ve lisesi arasındaki organik bağın korunmasını isteyen kulüp yönetimi "dışarı"dan futbolcu alınmasına karşıyken, başını yusuf ziya öniş'in çektiği muhalif bir grup profesyonelliği savunmaktadır. kulüp üyesi eşref şefik atabey'in olimpiyat dergisinde galatasaray futbol takımı aleyhine yazdığı yazılar ileri sürülerek kulüpten ihraç edilmesi ile hız kazanan sürecin sonunda galatasaray'dan ayrılan profesyonelleşme yandaşları tarafından san kırmızı renkleri anımsatacak ismiyle "ateş-güneş" kurulur. bir süre sonra atatürk'ün isteğiyle ismi "güneş" olarak değiştirilen kulübün başkanlığını da atatürk'ün yaveri cevat abbas gürer yapmaktadır. güneş, 1937-1938 istanbul ligini şampiyon olarak tamamlayacak; ancak atatürk'ün ölümünden kısa bir süre sonra kapatılacaktır.1
bu yaygın anlatının dışında birtakım kaynaklarda konu ile ilgili farklı bilgilere de yer verilmektedir. kurthan fişek, tartışmayı "amatörlük-profesyonellik" ayrımının ötesine taşıyarak, güneş'i "devletin kulübü" olarak nitelemektedir. cevat abbas gürer üzerinden gelişen atatürk ve güneş kulübü arasındaki ilişki, kulübe birtakım ayrıcalıklar eşliğinde başarıyı getiren ana etken olarak belirlenmiştir. güneş'in atatürk'ün ölümünden kısa bir süre sonra kapatıldığı iddiası da bu bağlamda anlamlandırılmak istenmektedir. mehmet ali gökaçtı ise ateş-güneş serüvenine geniş yer ayırdığı ufuk açıcı kitabında, kulübü kuran ekibin iş bankası çevresiyle bağlantılarını gözler önüne sermektedir. galatasaray'dan ayrılarak ateş-güneş'i kuran grubun lideri yusuf ziya öniş, iş bankası istanbul şubesi müdürüdür ve aynı zamanda celal bayar'a yakınlığı ile bilinen bir isimdir. öniş ile beraber galatasaray'dan istifa edenlerin yarısına yakını da iş bankası'nın çeşitli kademelerinde çalışan kişilerdir. abdülkadir yücelman da tartışmaya benzer bir açıdan yaklaşarak, galatasaray'daki bölünmenin siyasi uzantılarına işaret etmiştir. yücelman'a göre amatörlüğü savunanların inönücü, profesyonellikten yana olanların ise bayarcı olduğu pekâlâ söylenebilir. aslında spor yazarlarımızın çoğu, birbirine yakın ifade ve argümanlar kullanarak güneş'in ortaya çıkışında spor dışı etmenlerin de rol oynadığını dile getirmek istemiştir. ancak kulaktan kulağa yayılarak, tekerrürle "gerçeklik" kazanan hikâyelerin yerine, dönemin gazete ve dergilerinde yer alan haber ve yazılar doğrultusunda bir gerçeklik kurgusu spor tarihçiliğimizin selameti açısından daha makul gözükmektedir. ateş-güneş kulübü'nün sıra dışı hikâyesi, tarihsel bağlamına oturtularak yeniden yazıldığında, erken cumhuriyet döneminde siyasi elitlerin spora bakışı, futbola atfettikleri toplumsal işlevler, futbol camiasındaki güç ilişkileri ve futbol önderlerinin iktidarla uzlaşma mekanizmaları hakkında bize önemli bilgiler verecektir.
* * *
1930'lu yıllar, büyük buhran ile içine kapanan türkiye ekonomisinde devletin nüfuzunun gittikçe arttığı, ekonomiye paralel biçimde toplumsal hayamı her alanında kemalist iktidarın "asıl aktör" olarak çarpıcı biçimde ön plana çıktığı bir dönem olarak hatırlanır. sağlıktan eğitime, sanattan tüketim biçimlerine devletin her unsuru milli birer dava olarak ele aldığı geniş toplumsal yelpazede sporun da oldukça önemli bir yeri vardır. devletçi elitler, sporu bir boş zaman uğraşından ziyade beden terbiyesi zihniyeti içinde kitleleri sağlıklı kılabilmenin ve savaş koşullarına hazırlayabilmenin bşr yolu olarak değerlendirmektedir. bu bağlamda mücadeleci, rekabetçi ve saldırgan yönleriyle futbolun kemalist fizik kültürü nezdinde "iyi" bir konumu olduğunu iddia etmek güç gözükmektedir. bununla birlikte siyasal elitler arasında futbol konusunda tam anlamıyla bir konsensüs olduğunu söylemekde mümkün değildir.5 bilindiği gibi ittihatçılar özellikle balkan savaşı yıllarından itibaren gerek yeni spor kulüpleri kurarak, gerekse türk takımları ile işgal takımları arasında maçlar düzenleyerek milliyetçi mobilizasyon bağlamında futbolun kitlesel cazibesinden yararlanma yoluna gitmişlerdir 1930ların siyasal elitleri arasında da futbolun, dejenere ve faydasız bir spor olduğuna inananların aksine, hem kitleleri "beden terbıyesi'ne teşvik etmenin, hem de uluslararası platformda ülkeyi temsil etmenin bir aracı olduğunu düşünenlerin sayısı az değildir. bu anlamda devletin futbola bakışında ikili bir tutumun hakim olduğu söylenebilir.
1930'ların başında spor çevrelerinde dönen tartışmalar, sporun yurt sathında inkişafının nasıl sağlanacağı sorusuna odaklanıyordu. türkiye idman cemiyetleri ittifakının (tici) kemalist fizik kültür anlayışını tam anlamıyla hayata geçiremediği düşüncesi yeni bir yönetim biçimi arayışını doğurmuştu. devletin spor alanındaki nüfuzunun arttığı bu dönem yönetsel anlamda almanya modelinin örnek alınması gerektiği inana güç kazanmaya başladı. nihayetinde 1936 yılında alman uzmanlardan alınan destekle türk spor kurumu kuruldu. bununla beraber bu tarihe kadar geçen süreç içinde spor efkârındaki tartışmaların nispeten özgür biçimde sürdürülebildiği görülüyordu. öne sürülen fikirler arasında kuşkusuz en dikkat çekeni türk futbolunun ancak avrupa'da olduğu gibi profesyonelleşme ile gelişebileceği düşüncesiydi bu düşünceyi savunanlar arasında yusuf ziya öniş, ulvi yenal, adil giray, kemal rıfat kalpakçıoglu ve eşref şefik atabey ilk akda gelenlerdi.
dönemin ünlü spor dergisi olimpiyatın profesyonelleşme taraftarlarının sözcülüğünü üstlendiği söylenebilirdi. derginin 1933 tarihli 32. sayısında, spordaki geriliğin nedeni olarak spor teşkilatının bozuk durumu gösterilmekteydi avrupa'da spor idareciliği ücrete tabi olduğu için işlerin daha intizamlı yürüdüğü iddia edilerek, türkiye'de de önemli idari vazifelerin başındakilerin maaşa bağlanması önerilmekteydi. ayrıca dergi, spor kulüplerinin daha uluslararası temaslarda bulunması gerektiğinin altını çizmekteydi. bu şekilde futbolcuların sık ve muntazam spor yapma imkânı bulabilecekleri, oyun tarzlarını geliştirecekleri, sporun her şubesi için muntazam lokaller ve sahalar yapılmasının zorunlu hale geleceği ve halkın futbola ilgisinin artacağı düşünülmekteydi. benzer şekilde kemal rıfat kalpakçıoglu da futbolun yükselmesinin yolunun beynelmilel temaslardan geçtiğini söylemekteydi. slavya ve admira gibi özel karşılaşmalar yapmak üzere yurtdışından gelen takımlar futbolumuzun gelişmesine önemli katkılar sağlamıştı ve bu tip temasların sayısının artması gerekmekteydi. bir başka profesyonelleşme taraftan adil giray'a göre ise "profesyonel kulüpleri olmayan milli futbol teşekküllerinin beynelmilel sahada muvaffakiyet göstermesine" artık imkân kalmadığı bir gerçekti.
görüldüğü gibi, profesyonelleşme tartışmaları gücünü ülke içi değil, uluslararası bir gerekçe ile "milli" bir hassasiyetten almaktaydı. ancak bu şekilde farklı kolektif kimlikler üretme potansiyeli ile milli birliği tehdit ettiği düşünülen bir sporun gelişmesine müsaade edilebilirdi. bu nedenle mevcut kulüplerin birbirleri arasındaki rekabet profesyonelleşme söyleminde asla yer bulmamakta; profesyonellik ulusal değil, uluslararası bir bağlamda meşruiyet kazanmaktaydı. arzulanan profesyonelleşmenin futbol altyapısı eksik bir ülkede ne gibi sonuçlara gebe kalabileceğinden ise bahsedilmemekte; bilakis uluslararası düzlemde kazanılacak başarılar ön plana alınmaktaydı. belki içekapanan ülkenin "ecnebi temaslar" üzerinden yeniden dışarıya açılması fikrinin de iktidar nezdinde olumlu karşılanabileceği düşünülüyordu.
olimpiyat dergisinde yazan ve yukarıda ismi geçen spor adamlarını bir araya getiren tek ortak nokta "profesyonellik" değildi. bu isimler aynı zamanda galatasaray'dan ayrılarak ateş-güneş'i kuracak ekibin başında gelmekteydi. içlerindeki en etkili isim kuşkusuz yusuf ziya öniş'ti. öniş, galatasaray lisesinin ardından eğitimini sürdürmek amacıyla isviçre'ye gitmiş, burada kaldığı altı yıl boyunca ülkenin önemli takımlarından servette fc'de futbol oynamıştı. 1920 yılında istanbul'a dönen öniş, isviçre spor teşkilatı nizamnamesi'ni tercüme ederek türkiye idman cemiyetleri ittifakının kurulmasında önemli rol oynadı. ayrıca 1923 yılında futbol heyet-i müttehidesi'ni kurarak bugünkü türkiye futbol federasyonu'nun da temelini atacaktı. profesyonelliğin futbolun gelişmesinde önkoşul olduğuna inanan öniş, federasyon başkanlığı döneminde milli takımı çalıştırması suretiyle ilk defa yabancı bir antrenörü ülkeye getirmişti. yusuf ziya beyin galatasaray kulübü içindeki nüfuzu aslında 19201i yılların başına dayanmaktaydı. ilk kuşak galatasaraylılar olarak tanımlayabileceğimiz ve aralarında ali sami yen'in de bulunduğu kıdemli üyeler, birinci dünya savaşı yıllarında kulüple ilişkilerini kesmek zorunda kalmışlardı. işte yusuf ziya bey ve bir grup arkadaşı, kulübün zor günler geçirdiği bu dönemde kulübe sahip çıkmışlardı. 1921-1925 yılları arasında kulübün başkanlığım üstlenen öniş, isviçre'de edindiği bilgi ve deneyimlerin yanı sıra sosyal ilişkilerini de etkili bir biçimde kullanarak kulübün finansmanı için çeşidi kaynaklar bulmayı başarmıştı. refik osman top yıllar sonra yazdığı anılarında yusuf ziya bey'i sevme nedenini "galatasaray'ı yıkılmaktan kurtarması" olarak açıklayacaktı. sıkıntılı günler geride kaldıktan sonra, eski üyelerin kulübe dönerek yönetimde yeniden yer alma çabaları, eski ve yeni kuşak arasında bir iktidar mücadelesinin doğmasına sebep olacaktı.
bu iktidar mücadelesi ilk defa 1920'lerin sonunda su yüzüne çıkmış, 1932-1933 sezonunda galatasaray futbol takımının kötü gidişatı ile doruğa ulaşmıştı. sarı kırmızılıların bu yıllardaki başarısızlığı temelde iki nedene bağlanabilirdi. birincisi, galatasaray takımı 1931-1932 sezonunda liglere iştirak etmemişti. bu durum, zaten bir arada antrenman yapma imkânı fazla bulamayan futbolcular için olumsuz bir etkendi. ayrıca eski oyuncuların bir kısmı takımdan ayrılmış, bir kısmı ise sakat olduğu için kadroya alınamamıştı. oyuncularla ilgili bir başka problem ise maarif bakanlığı'nın koyduğu yasaktı. talebelerin kulüplerde oynamasının yasaklaması, futbolcu kaynağı lise olan galatasaray kulübü için büyük bir sıkıntı yaratıyordu. ikinci nedenin kulüp içinde yaşanan huzursuzluk olduğu söylenebilirdi. idare heyeti 2,5 sene içinde 5 defa değişmişti. üst üste alınan kötü sonuçların ardından gelen eleştiriler, yönetimi olduğu kadar futbolcuları da olumsuz etkilemekteydi.
galatasaray'a yönelik en sert eleştirilerin sahibi aynı zamanda kulübün üyesi olan eşref şefik'ti. kısa sürede kulüp içindeki muhalif grubun sembol ismine dönüşecek olan şefik yazılarında, takımın kötü gidişatını yönetine mal ediyor; galatasaray'ın mevcut haliyle "ecnebi takımlarla maç kombinezonlarına girmesinin mümkün olmadığını" söylüyordu. eşref şefik de diğer muhalif üyeler gibi, liseli talebelerin takımda oynayamayışını ve söz konusu kötü gidişatı, kulübü "profesyonel" anlamda yeniden yapılandırmak için bir fırsat olarak görmekteydi. ancak yaptığı ağır eleştiriler 3 şubat 1933 tarihli kongrede kulüpten ihraç edilmesine mal oldu. sadun galip kongrede, eşref şefik'e nefsi müdafaa hakkı verilmemesini sert bir dille eleştiriyor; yusuf ziya bey ise eski heyetlerde çalışanların başarılı olamadıklarını söyleyerek, yönetimin gençlere devredilmesi gerektiğini iddia ediyordu. işte bu kongrede yaşananlar muhalif grubun ayrılığına kadar giden sürecin fitilini ateşlemişti. miııiyet'ten cumhuriyete, son posta'dan vakit'e tüm istanbul basını eşref şefik'in ihracından söz ediyordu.
açık söyliyelim: bizler falaka ile büyümüş nesilleriz. çocukluğumuzda büyüklerin yanında söz söylemek en büyük suçlardan biriydi ve ilk mektep sıralarında münakaşa sevdasının cezası kızılcık sopasıydı. bir çoklarımız fikirlerimizi açıkça söylemek istediğimiz vakit hala ayaklarımızın altında o ince değneklerin keskin yanığını duyuyoruz; eşref şefik gibi düşündüğünü yazmak cesaretini gösterenlere karşı da bazılarımız mahalle mektebi hocasının göreneğile hemen gazaba gelip falakaya sarılıyoruz. osmanlı imparatorluğu bize çocuk ve siyaset terbiyesi olarak bu iki usulden başka ne gösterdi ki: falaka ve cellat satırı! galatasaray kulübünde hakiki cumhuriyet ilan etmek saati çalmıştır. ("galatasaray'da ne oluyor?" gol, 7 ocak 1933, no. 89)
peyami safa "falaka ile büyümüş nesiller" başlıklı yazısında "eski kuşak" galatasaray yönetiminin eleştiriye tahammülsüzlüğünü dile getirmekteydi. ancak "galatasaray'da cumhuriyet ilan etmek" ifadesi, "gene kuşağa şans vermek" anlamına da geliyor olabilir miydi? kulüp içi çatışma, bir süre sonra kulüpler arası bir boyut kazanacaktı. genç ve muhalif kuşak olarak tanımladığımız grubun üyeleri yönetimi ele geçiremeyince, yusuf ziya bey başta olmak üzere galatasaray'dan peş peşe istifa edeceklerdi. öniş'in kulüple ilişkisinin kesilmesinin üstünden henüz bir hafta geçmeden eşref şeflk'in 24 şubat tarihinde akşam gazetesindeki yazısında ortaya attığı proje, ateş-güneş'in nasıl ve hangi amaçla ortaya çıktığı konusunda benzersiz ipuçları vermekteydi. eşref şefik, ülkeye gelecek yabancı takımlarla maçyapmak üzere özel olarak seçilmiş futbolculardan oluşan "seçme bir takım" kurulacağından bahsetmekleydi. takımın başında avusturya dan getirtilecek "muktedir" bir antrenörün bulunması öngörülüyordu. o dönem uluslararası karşılaşmalarda "futbolun beşiği" ingiltere'ye kafa tutan avusturya, modern futboldaki ekolümüzdü. söz konusu projeyi hayata geçirecek kişilerin ismi zikredilmese de "memleket spor idareciliğinde uzun seneler tecrübe görmüş" ve "avrupa sporunu yakından takip etmiş'' olma gibi özellikler, öniş ve ekibine işaret ediyordu. zaten kısa bir süre sonra türkspor dergisi söz konusu projenin başında yusuf ziya bey de birlikte arkadaşları sadun galip, nüzhet bey ve eşref şefik'in bulunduğunu açıkça ortaya koyacaktı. seçme takım haberi spor efkârında çok ses getirmiş, gazete ve dergilerde hararetli tartışmalar dönmeye başlamıştı. olimpiyat dergisi, seçme takımın kadrosunda sadece istanbul dan değil. ankara, izmir, trabzon, konya ve adana gibi muhtelif kentlerden de futbolcuların bulunacağını, bu futbolculara iş ve eğitim imkânları sağlanacağını muştuluyordu. bu, seçme takımın profesyonel bir yapılanma içinde olacağı anlamına gelmekteydi kemal rıfat, aynı dergide yayınlanan bir yazısında, ülke futbolu için yeni bir model öngörüyor ve anadolu'nun muayyen mıntıkalara bölünerek, seçme takımın özel karşılaşmalar yapmak üzere bu mıntıkalara gönderilmesi gerektiğini söylüyordu. bu şemada istanbul aracı bir konumda, batı'dan öğrendiğini doğuya aktarıyordu.
olimpiyat'ın olumlu yaklaşımı karşısında, türkspor'un "profesyonellik kokusu veren" bu projeden hiç hoşlanmadığı açıktı. dergiye göre, "türkiye'nin spor bünyesi profesyonelleşmeyi kaldıracak inkişafı henüz bulmamıştı." yine de böyle "büyük masraflı" bir proje illâ hayata geçirilecekse, seçme takımın doğrudan fenerbahçe kabul edilmesi ve onun üzerinde çalışılması gerektiği yazılmaktaydı. aynı tarihlerde takım kaptanlığının zeki rıza sporel'den rica edileceği yönünde haberler de basında yer aldı. akşam gazetesine göre, spor efkârı seçme takımın forma rengi konusunda ikiye bölünmüştü ve bazdan sarı-kırmızı derken, çoğunluk sarı-lacivertten yanaydı.
hepsi eski galatasaraylılardan oluşan "müteşebbis" bir ekip tarafından kurulacak seçme takımın renklerinin sarı-lacivert seçilmesi ilk anda kulağa şaşırtıcı gelmekteydi. nitekim kısa bir süre sonra aynı ekibin bu defa "sarı kırmızı" adıyla bir kulüp kurmaya çalıştıkları gündeme gelecekti. gol dergisine kulübün yakında faaliyete geçeceğine dair bilgi veren yöneticinin ifadeleri, aynı zamanda bu kişilerin eski kulüpleri ile girdikleri mücadeleyi de gözler önüne sermekteydi: "uzun seneler emek verdiğimiz ve rengini çok sevdiğimiz sarı kırmızı kulübümüzün ismi olacaktır. herhalde güzel bir lokalimiz olacak, kuvvetli bir futbol takımımız olacak ve herhalde galatasaray kadar şerefli bir kulüp olacağız."
bir avcılık kulübüne ait olduğu gerekçesiyle "sarı kırmızı" ismini alamayan eski galatasaraylılar bu defa, "sarı kırmızı"yı ve dolayısıyla galatasaray'ı çağrıştıracak bir başka isme, "ateş-güneş"e yöneldiler. "ateş güneş evlatları" zaten uzunca bir süredir galatasaraylılar için kullanılan bir takdir ifadesiydi. ateş-güneş, spor efkârında büyük tartışmalar yaratan tüm bu olayların sonunda, 1933 yazında kurulmuş oldu. kulüp, ileride tartışılacağı üzere, gerek profesyonel hüviyeti ve gerekse dış temaslara verdiği önem bakımından eşref şefık'in sözünü ettiği seçme takımın işlevlerini yerine getirmekteydi. ancak ateş-güneş, bir spor projesinden ibaret değildi. kulüp, sivil dinamiklerin oldukça zayıf olduğu spor dünyasında liberal görüşlü siyasi elitlerin kanatlan altında gelişecekti. devletçi bürokrasinin spor anlayışının çok uzağında olan bu kulüp, ancak liberallerin devlet katındaki güçlerinin ani bir tecrite uğradığı 1938 yılına değin ayakta kalabilecekti.
şubat'ta eşref şefik'in ihraç edilmesinden temmuz ayına kadar geçen sürede galatasaray kulübünden ayrılanların sayısının yirmi yediyi bulduğu bilinmekteydi. bu rakamın galatasaray gibi köklü bir kulüp için tehlike yaratacak bir boyutta olduğu söylenemezdi. peki, ayrılıkçı grubun sosyoekonomik arka planı galatasaray'ın rakibi olacak kulübün gücü hakkında birtakım ipuçları sağlayabilir miydi? tûrkspor dergisine göre, galatasaray'dan ayrılanlann bir kısmı müteşebbisler, diğer kısmı da iş bankası istanbul şubesi memurları idi. dergi, ateş-güneş'i kuranların "bankanın istanbul şubesi erkânı" olması sebebiyle, galatasaray'daki diğer iş bankası çalışanlarının da istifa ederek yeni kulübe girmelerini "beklenen pek tabii" bir hareket olarak değerlendirmişti. olimpiyat dergisi ise galatasaray'dan ayrılanların isimlerinj ve mesleklerini detaylarıyla vermişti. buna göre yirmi yedi ismin dokuzu is bankası'nın çeşitli kademelerinde görev yapan memurlardı. geri kalanlar arasında yönetici, sigortacı ve gazeteci gibi çeşitli meslek gruplarından kişilere rastlanmaktaydı.
görüldüğü gibi, ateş-güneş kulübünün kuruluşuna önderlik eden kadroda "aferistler" olarak da bilinen iş bankası grubunun dikkat çekici bir ağırlığı vardı. iş bankası celal bayar tarafından 1924 yılında, ülkede özel sermaye girişimlerini teşvik edecek milli bir banka olarak kurulmuştu. korkut boratav'ın da belirttiği gibi, erken cumhuriyet döneminde siyasi kadrolarla sermaye çevrelerinin bir araya gelmesinde önemli bir yere sahip olan banka, çeşitli iktisat politikası kararlarını özel sektörün istekleri doğrultusunda yönlendirmede oldukça etkili bir baskı grubu oluşturmuştu. buna bağlı olarak rejim eliti içinde liberal görüşü temsil eden bayar ve iş bankası çevresi, devletçiler tarafından özel sektörü kayıran ve devlet girişimciliğini baltalamaya çalışan bir zümre olarak görülmekteydi. bu kadroya, iş bankası'nın fransızca karşılığı olan "banque d,afîaires"den esinlenerek, aynı zamanda "çıkarcı" anlamında da kullanılan "affairiste" sözcüğünü çağrıştıracak şekilde "aferistler" denmekteydi. tûrkspor dergisi, iş bankasında çalışan galatasaray üyelerinin birer birer kulüpten ayrılmasını, yusuf ziya öniş'in bankanın üst düzey yöneticisi olmasıyla ilişkilendirilmışti. iş bankası istanbul şubesi müdürü öniş dışında, kulübün başkanlık koltuğunda oturan cevat abbas gürer de iş bankası idare meclisi üyelerindendi. ayrıca iş bankası genel müdürü ve dönemin iktisat vekili mahmut celal bayar'ın da kulüp üyesi olduğu bilinmekteydi. peki, banka ile kurulan organik ilişkinin kulübe finansal destek sağladığından söz edilebilir miydi? ateş-güneş, ileride görüleceği gibi, sportif ve sosyal olmak üzere çok geniş bir yelpazede faaliyet göstermiş; farklı kulüplerden ve hatta kentlerden futbolcuları kadrosuna dahil etmiş ve birçok yabancı temas gerçekleştirebilmişti. tüm bunlar diğer kulüplerin yapamayacağı maliyette işlerdi. bu anlamda ateş-güneş'in galatasaray karşısındaki gücünü maddi olanaklarından aldığı pekâlâ söylenebilirdi. iş bankasının özellikle 1920lerin sonundan itibaren istanbul'da futbol, boks, atletizm ve denizcilik gibi spor dallarını desteklediği bilinmekle birlikte, ateş-güneş'e doğrudan bir yardımı olup olmadığı tespit edilememiştir. ancak ülkenin en başarılı futbolcularını kulübe katmak çabasındaki yöneticilerin, futbolculara iş bankasında memuriyet sağlamaya yönelik vaatlerinin, en azından takımın önemli oyuncularından faruk ve reşad nezdinde gerçekleştiği tespit edilmiştir. devletin liberal kanadına olan yakınlığın güneş'in yükselişinde farklı dinamiklerin varlığına işaret ettiği bir gerçektir.
ateş-güneş kulübünün, henüz kâğıt üstünde bir proje halindeyken bile profesyonel bir yapılanma içinde olacağı bilinmekteydi. yabancı takımlar karşısında "varlık gösterebilecek" bir futbol takımı kurma gayretindeki yöneticileri, bazen istihdam bazense yurtdışında tahsil gibi vaatlerle ülkenin en iyi futbolcularını transfer etmeye çalışmaktaydılar. bu tip ikna yöntemleri, siyasi elitlerin sporda amatörlük iddiasına tamamen aykırıydı. sporun şöhret ve paraya ulaşmak yerine, iyi huyluluk, sorumluluk ve sağlıklılık gibi niteliklerin geliştirilmesi için yapılan bir etkinlik olarak algılanmasına gayret etmekteydiler. bununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi ateş-güneş'in yükselişte olduğu dönemde siyasi elitlerin spor konusunda mutlak bir uzlaşma içinde olduğu söylenemezdi. 1936'da türkiye spor kurumu'nun kurulmasıyla devletçilerin spor alanındaki nüfuzu artmış, ancak beden terbiyesi genel müdürlüğünün kurulduğu 1938 yılında kadar kemalist spor poateş-güneş, faaliyete geçer geçmez yabancı takımlarla temaslar yapmaya başladı. tespit edilen ilk dış temas, 1933 yılında cumhuriyetin 10. yılı şerefine düzenlenen tamisvar karşılaşmaşıydı. avusturya'dan libertas, yunanistan'dan olimpiyakos, isviçre'den servette ve macaristan'dan seget takımları ateş-güneş'in istanbul'a davet ederek maç yaptığı takımlardan bazılarıydı. bu organizasyonların çoğu fenerbahçe kulübü ile işbirliği içinde gerçekleştirilmekteydi. burhan felek'in ifadesiyle ateş-güneş, "galatasaray'ın ananevi fenerbahçe rekabetini dostluğa çevirmişti. bu, ates-güneşli yöneticilerin eski kulüplerine karşı başlattıkları psikolojik savaşın bir parçası olarak yorumlanabilirdi. ateş-güneş ve fenerbahçeli futbolculardan oluşan muhtelit takımın yabancı takımlar karşısında aldığı başarılı sonuçlar, 1937 yılında futbol federasyonu'nun yugoslavya karşısında oynanacak maçta milli takımı, bu iki kulübün oyuncularından kuracağı söylentilerini gündeme getirdi. gerçekten de güneş kulübü, dönemin bir diğer güçlü ekibi fenerbahçe ile beraber "milli takım" hüviyetinde çalışıyor; kah yabancı takımları istanbul'a davet ederek, kâh yurtdışında turnuvalar düzenleyerek uluslararası temaslara imza atıyordu. futbolun dışında kulübün önem verdiği bir diğer spor dalı güreşti. çekoslovakya'dan gelen bir güreş takımıyla yapılacak karşılaşmaların organizasyonu güreş federasyonu tarafından güneş'e verilmişti. 1937 yılında güneş kulübünün ankara'da açılan şubesi tarafından "büyük güreş müsabakaları düzenlenmiş ve halkevi'nde düzenlenen bu organizasyona atatürk de teşrif etmişti. sporda profesyonellik, özel teşebbüs ve kulüp özerkliği gibi olgular dikkate alındığında ateş güneş'in pek çok açıdan liberallerin spor anlayışını yansıtan bir kulüp olduğu iddia edilebilirdi. ayrıca devletçi elitlerin mesafeli tavırlarının aksine futbolun popülaritesi liberallere oldukça cazip gelmekteydi. ateş-güneş örneğinde de, nizamnamesinde yer alan "cumhuriyet hükümeti'nin büyük bir ehemmiyet verdiği atçılık, binicilik, atıcılık ve dağcılık gibi vatan müdafaasına hazırlayan sporlarla meşgul olmak" maddesi ne rağmen, yöneticilerinin en fazla yatırımı futbola yaptıkları görülmekteydi. bu bağlamda 1950'de iktidara gelen demokrat parti'nin spor alanındaki liberal açılımları akla gelmelidir. sporun devlet hegemonyasından kurtulduğu 19501er, spor kulüplerinin kurulması önündeki bürokratik engellerin ortadan kaldırıldığı, futbolun diğer spor dalları arasından sivrilerek kitleselleşmeye başladığı, profesyonelliğin resmiyet kazandığı ve profesyonel milli liglerin kurulmaya başladığı bir dönemdi. bu çerçeveden bakıldığında 1951 yılında profesyonellik nizamnamesini kabul eden futbol federasyonu başkanı ulvi ziya yenalin bir taraftan eski bir ateş-güneşli, diğer taraftan ise demokrat parti üyesi olması pek de şaşırtıcı değildi. önemli bir not olarak kaydetmek gerekir ki demokrat parti'nin iktidara geldiği sene, yusuf ziya öniş de yaklaşık otuz yıl sonra yeniden galatasaray kulübü başkanlığına yükselecektir. ateş-güneş'in önde gelen üyelerinden fuat köprülü ve celal bayar'ın demokrat partinin kurucuları arasında olmasının yanı sıra, yine kulüp üyelerinden eşref şefik atabey ve kemal salih sel gibi isimlerin de demokrat parti safında siyasete atılmaları kayda değerdir.
ateş-güneş kulübünün devletin liberal kanadı ile ilişkisini spor dışı faaliyetleri üzerinden de izlemek mümkün. her şeyden önce ateş-güneşin, nizamnamesinde yer aldığı şekliyle "içtimai bir kulüp" olarak kurulduğuna dikkat etmek gerekir. nizamnamenin ikinci maddesinde yer alan kuruluş amaçlarından ilki "milli kültür ve ülkü dairesinde ilmi, sıhhi, bedii, iktisadi, içtimai ve terbiyevi seviyeyi yükseltmek" ve ikinci "öz türk dili cereyanları ile alakadar olarak t.d.t.c türk dili tetkik cemiyetinin bu hususta tespit edeceği esasları yaymaya çalışmak" şeklinde belirtilmişti daha önce sözü edilen spora ilişkin amaç ise üçüncü sırada gelmekteydi. ateş-güneş kulübünün spor dışı etkinlikleri arasında konferans, çay, balo, film gösterimi, yılbaşı eğlencesi ve çocuk şenliklerinin yer aldığı görülmekteydi. başta cevat abbas gürer olmak üzere, fuat köprülü ve neşet ömer bey gibi dönemin önde gelen siyasi figürlerinin verdiği konferanslarda "kültür inkılabı," "türk ırkı ve dünyaya yayılışı" ve "ulu gazi ve türkiye'yi esirlikten kurtarma mücadelesi" gibi konular işlenmektedi. özellikle kulüp başkanı gürer'in söylevlerinde kullandığı dil, kulübün öztürkçeyi yaymaya yönelik hassasiyetine güzel bir örnek teşkil etmekteydi. tüm bu faaliyetlerin resmi ideoloji ile kusursuz biçimde örtüştüğü pekâlâ söylenebilirdi.
taksim sıraselviler'deki kulüp lokalinde gerçekleştirilen etkinliklere çoğunlukla kulüp üyeleri ve ailelerinden oluşan yaklaşık yüz elli kişilik bir kitle katılırdı. 1934 yıhnda celal bayar şerefine düzenlenen "celal bey günü" adlı çocuk şenliğine gelenler arasında bayar'ın torunu demirtaş ve fuat köprülünün oğlu orhan köprülü de bulunmaktaydı. ateş güneş, iş bankalıları, müteşebbisleri ve diğer liberal görüşlü siyasi elitleri bazen konferanslarda, bazen çay toplantılarında, bazense yılbaşı eğlencelerinde bir araya getiren içtimai bir kulüptü. kulüp, gücünü devletin liberal kanadından alıyordu. kulüp başkanı cevat abbas bey "mutat zevat" olarak da anılan; mustafa kemal'in her daim çevresinde olan kişilerin başında gelmekteydi .kulübün kıdemli üyesi celal bayar, ekonomiye dair görüş ve çalışmalarıyla mustafa kemal'in takdir ettiği bir siyaset adamıydı. iş bankası kariyeri bayar'ın sadece ekonomiden anlayan bir uzman ve iyi bir yönetici olarak ünlenmesini değil; rejim eliti içinde güçlü bir odak haline gelerek, dönemin belli başlı siyasi figürlerinden biri olmasını sağlamıştı. devletçi kanadın sembol ismi inönü ile birlikte politik mesai yapmasına rağmen, bu iki devlet adamının siyasi bir rekabet içinde olduğu aşikârdı. 1937 yılının ekim ayında atatürk'ün bayar'ı iktisat vekilliğinden başvekilliğe yükseltmesi yönetim eliti içinde liberallerin gücünü artıracaktı.
güneş kulübü'nün önde gelen bu iki simasının mustafa kemal ile olan yakınlıktan, "atatürk metaforu"nun kulüp faaliyetlerinde yoğun bir şekilde işlenmesi sonucunu doğuracaktı. atatürk ile gerek nesnel, gerekse sembolik düzeyde kurulan bağ, profesyonellik ve futbolda yarattığı rekabet noktasında dönemin spor politikalarına aykırı tutumuna rağmen güneş'in, devletin ağırlığının her alanda olduğu gibi sporda da arttığı 1930ların dünyasında uzunca bir süre ayakta kalmasına yardıma olacaktı. güneş kulübünün atatürk ile ilişkisi birkaç değişik biçimde kendini gösteriyordu. öncelikle kulübün başkanlığını mustafa kemal'in yaverinin yapıyor olması büyük bir güç kaynağıydı. ikincisi kulübün "ateş-güneş" şeklindeki ismini "güneş" olarak değiştiren de mustafa kemal'di. ayrıca kendileri ilki 1934, ikincisi 1935 yılında olmak üzere kulübü iki defa ziyaret etmişti. atatürk ve inkilapları üzerine düzenlenen konferansların yanı sıra, yılbaşı kutlamalarında atatürk'e telgraflar çekiliyor, çocuk şenliklerinde atatürk'e methiyeler okunuyor, kulübün hemen her etkinliğinde gaziye mutlaka bir referans yapılıyordu. 19 mayıs gününün "atatürk günü" olarak kabul edilmesi teklifi ilk defa 1934 yıhnda güneş kulübü tarafından tici'ye sunulmuş ve bir sonraki sene
19 mayıs kutlamaları tüm ülke çapında yapılmaya başlanmıştı. kulübe ait yazdı ve sözlü metinlerde yer alan "türk milletinin deha güneşi", "güneş başlı atamız" ve "türk varlık ve benliğini yaratan sevgili güneşimiz" gibi ifadeler güneş'i metaforik düzlemde de mustafa kemal ile ilişkilendiriyordu. kulübün ambleminde yer alan güneş atatürk'ü; güneşten çıkan altı şule de kemalizmin "altı ok"unu temsil ediyordu.
hız aldım atatürk'ten/ alnım açık yukarda ölçülmez gücüm var/ başta kolda bacakta/ ileri durmadan ileri san aldım atatürk'ten/ onun sözüdür sözüm ülküde hem savaşta/ ona bağlıdır özüm/ ileri durmadan ileri ad aldım atatürk'ten/ ona tapmaktır işim yaşarken de ölürken de/ o benim güneş'im/ ileri durmadan ileri.
nihad topçubaşı tarafından kaleme alınmış güneşlilere ait bu marş, kulübün atatürk üzerinden kurmaya çalıştığı kimliği tasvir etmekteydi. atatürk fetişizminin, galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaş gibi çeyrek asırlık maziye ve köklü aidiyetlere sahip spor kulüplerinin arasında yer bulmaya çalışan güneş'e resmi ideoloji ile örtüşen meşru ve güçlü bir kimlik kazandırdığı söylenebilirdi. öte yandan kulübün tam da celal bayar'ın yükselişte olduğu yıllarda rakiplerini geride bırakarak ülkenin en güçlü kulübüne dönüşmesi ve ardından atatürk'ün ölümüyle başlayan sürecin başında faaliyetlerine son vermesi de tesadüf değildi.
* * *
ateş-güneş'in kısa sürede sağladığı sportif başarı ele alındığında, siyaseten güçlü kulüp üyelerinin söz konusu yükselişte oynadığı rol bir defa daha fark edilecektir. 1933 yılında kurulan ateş-güneş, yeni bir kulüp olduğundan dolayı resmi liglere üçüncü küme'den başlamak zorunda olmasına rağmen, kulüp yöneticileri birinci küme'ye "kestirmeden" çıkmak için kumkapı ve istanbulspor gibi kulüplerle birleşme yoluna gideceklerdi. birleşme girişimleri başarılı olamamış, ancak 1935 yılının temmuz ayındaki istanbul bölgesi spor kongresinde bölge futbol başkanlığına kulübün kurucularından kemal rıfat kalpakçıoğlu'nun seçilmesi, güneş'in "birinci küme'de mücadele edebilecek güçte bir takım olması" gerekçesiyle birinci küme'ye dahil edilmesiyle sonuçlanmıştı. güneş takımı, balıkesir'den izmir'e ülkenin farklı kentlerinden kadrosuna kattığı yetenekli oyuncuları ile lig serüveninin başladığı 1935-1936 sezonunda beşinci, 1936-1937 sezonunda ikinci olacak; 1937-1938 sezonunu ise istanbul birinci küme ve aynı zamanda milli küme şampiyonu olarak kapatacaktı. kulübün ligdeki son sezonunda yakaladığı şampiyonlukta, celal bayar'ın başbakan olmasının ardından futbol federasyonu başkanlığına getirilen kulübün kurucularından sedat rıza istek'in payı olduğu düşünülebilir. lakin federasyon, daha önce eşine rastlanmamış bir averaj uygulamasına başvurarak, güneş'in kendisi ile aynı puana sahip fenerbahçe ve beşiktaş'ı geride bırakmasını sağlamış; hatta beşiktaş'ın ligi namağlûp kapatmasına rağmen şampiyonluk unvanını güneş'e vermişti. siyah beyazlı kulüp averaj uygulamasının yarattığı adaletsizliğe itiraz edecek, güneş lehine alınan nihai karar spor çevrelerindeki tartışmaları alevlendirecekti.
kırmızı-beyaz dergisi güneş'in kazandığı bu şampiyonluğun, dört ay önce kulübün kapatılacağı yönünde çıkan söylentilere bir cevap mahiyeti taşıdığını iddia etmekteydi. gerçekten de kısa bir süre önce kulübün spor şubelerini kapatarak sadece içtimai bir kulüp olarak faaliyetlerine devam etmesi gündeme gelmişti. elimizdeki bilgiler kulübün aldığı bu kararın nedeni konusunda kesin bilgi sunmasa da aynı tarihlerde fenerbahçe ve beşiktaş'ın da kapatılacağına dair söylentilerin basına yansıdığı görülmektedir. bu dönem esasen kulüpler arasında futboldan kaynaklı oluşan rekabeti önlemeye yönelik birer hamle olarak, ülkenin pek çok yerinde spor kulüplerinin kapatıldığı yahut tek bir kulüp çatısı altında birleştirildiği bilinmektedir. doğrudan bir bağlantı bulunamamış olsa da kulübün kapatılmasının ilk defa galatasaray ile oynanan son maçta yaşanan olayların ardından gündeme gelmiş olması dikkat çekicidir. kurulduğu günden beri güneş ile galatasaray arasında uzlaşma ve rekabete dayalı ikili bir süreç ilerlemekteydi. 1934'ten itibaren ateş-güneş'in galatasaray ile birleşeceğine yönelik dedikodular mütemadiyen basında yer alırken, sahada iki kulübün futbol takımları arasında amansız bir mücadele yaşandığı görülmekteydi "ayvalı maç" olarak da bilinen ilk karşılaşma l aralık 1935te oynanmış ve yaşanan şiddet olaylarının "hükümet merkezinde çok fena karşılandığı" bu maçı galatasaray 6-2 kazanmıştı. iki takımın istisnasız tüm maçları hadisen geçiyordu; ancak 4 temmuz 1937 tarihli son karşılaşma devletin spor kulüpleri arasındaki rekabete en üst düzeyde müdahale etmesini kaçınılmaz kıldı. bu aynı zamanda spor tarihimizde de kritik bir kırılma noktasıydı. ismet inönü maçın ardından bir bildiri yayınlayarak aralarında eski tici yöneticilerinin de olduğu kulüp yöneticilerini sert bir dille kınadı. bundan sonraki dönemde spor kulüpleri üzerindeki iktidar baskısı belirgin bir biçimde artacaktı. güneş'in kapatılması da ilk olarak spor kulüpleri ve devlet arasındaki iplerin gerildiği işte böyle bir iklimde gündeme taşınmıştı. ancak ilginç bir şekilde, güneşin kapatılması gündeme geldikten sadece bir hafta sonra yine aynı dergi, kulüp yöneticilerinin spor şubelerini kapatmaktan vazgeçtiğini ve kulübün "bilhassa futbol üzerindeki çalışmaları bu mevsim büsbütün artırarak" faaliyetlerine devam edeceklerini yazacaktı.
güneş, futbol üzerine çalışmalarına ağırlık verdiği 1937-1938 sezonunda istanbul şampiyon olacak, ancak kulüp tarihinin doruk olayı sayılabilecek bu şampiyonluktan kısa bir süre sonra futbol şubesini lağvedecekti. güneşli yöneticiler arzuladıkları başarıyı yakaladıkları bir dönemde futbol faaliyetlerinden neden vazgeçmişlerdi? galatasaray'ın dördüncü sırada bitirdiği ligde şampiyon olarak eski kulüplerine karşı giriştikleri mücadelede amaçlarına ulaşmış olabilirler miydi? bu durum ihtimal dahilinde olsa da, gücünü devletin liberal kanadından alan güneş'in varlığını sürdürmesinin nesnel koşullarının artık ortadan kalktığı bir gerçekti. atatürk'ün ağırlaşan hastalığı siyasi elitler arasında güç dengesinin değişeceğinin ve devletçi elitlerin ağırlığının siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamın her katmanında artacağının habercisiydi. yusuf ziya bey, sanıldığının aksine atatürk'ün ölümünden sonra değil; yaklaşık bir ay önce kulübün futbol, atletizm, güreş ve denizcilik şubelerinin kapatıldığını açıklamıştı. inönü'nün cumhurbaşkanı olmasının ardından, devletçi spor anlayışına aykırı tavrıyla güneş kulübü'nün değişen koşullar altında faaliyetlerine devam etmesi zaten mümkün olmayacaktı.
1920'lerin sonunda galatasaray içinde filizlenen iktidar mücadelesi, spor tarihimizin en özgül deneyimlerinden birine yol vermiş ve ateş-güneş kulübü, kemalist fizik kültürüne aykırı bir model-kulüp olarak spor tarihimizdeki yerini almıştır. ancak ateş-güneş'e sadece kulüp içi bir çekişmenin ürünü olarak değil; rejim eliti içinde spor anlayışındaki ayrışmanın bir tezahürü olarak bakılmalıdır. yusuf ziya öniş ve ekibi, genelde spora ve özelde futbola atfettikleri toplumsal işlevler bakımından devletçi/amatör gelenekten ayrılmaktadır. onlara göre futbol, hem yeni kurulan ülkenin uluslararası platformda temsil edilmesi, hem de spor ve beden terbiyesinin taşrada yaygınlaştırılması noktasında popüler bir araçtır. bu bağlamda ülke futbolunun gelişmesi için bir önkoşul olarak gördükleri profesyonelleşmeyi, galatasaray özelinde gerçekleştiremeyince kemalist spor ve beden terbiyesi politikalarının henüz tam anlamıyla konsolide olmadığı bu ara dönemde ateş-günes'i kurmuşlardır. sivil dinamiklerin oldukça zayıf olduğu spor ortamında, kulübün kurucu kadrosu devletin liberal kanadının desteğini almıştır. kulübün kuruluşundan şampiyonluğuna uzanan dönem aynı zamanda celal bayar'la birlikte devlet içinde liberal kanadın gücünün yükseldiği yıllardır. varlık gösterdiği beş yıl boyunca kulüp, sadece sportif faaliyetlerde bulunmamış; düzenlenen çeşitli etkinlikler ile liberal elit çevreyi bir araya getiren sosyal bir merkez halini almıştır. liberallerin siyasi ve ekonomik alanda güçlerini kaybettiği 1938 tarihinden sonra güneş'in de herhangi bir faaliyetine rastlanmamıştır. sporda profesyonelleşmeye inananların ideallerini gerçekleştirebilmeleri için demokrat parti iktidarını beklemeleri lazımdır.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
galatasaray'da gerilim
galatasaray kulübünde 1933 yılında yaşanan bölünme, bugüne değin türk spor tarihçiliği tarafından tamamen siyaset dışı nedenlere bağlanarak, kulübün profesyonel bir anlayışla mı yönetileceğine dair tartışmaya indirgenmiştir. bu değerlendirmeye göre, çoğunluğunu kulübe daha sonra üye olanların oluşturduğu bir grup kulübün profesyonel bir anlayışla yönetilmesini savunmaktadır. buna karşılık daha muhafazakâr olan diğer bir grup, kulübün lise ile bağlarını kopartmaksızın amatör bir yaklaşımla yönetilmesini istemektedir. profesyonelliği savunan grubun başım yusuf ziya öniş'in çektiği, diğer grubun önderliğini muslihittin peykoğlu ile suat hayri ürgüplü'nün yaptıkları dile getirilir.
bu klasikleşmiş değerlendirmeye göre, yusuf ziya öniş, profesyonel anlayışı kabul ettiremeyince kendisini destekleyen bir grup arkadaşıyla birlikte kulüpten ayrılmış ve güneş kulübü'nü kurarak, amaçladığı profesyonel yapıyı burada hayata geçirmiştir. ancak güneş kulübü'nün kuruluşu ve altı yıl süren faaliyetleri konusunda cevabı bugüne değin verilmemiş hatta görmezden gelinmiş pek çok soru vardır.
bu soruların başında, güneş kulübu'nün gerçekten profesyonel bir kulüp olup olmadığı gelir. o dönemde hiçbir kulübün sahip olmadığı ve olamayacağı maddi imkânlardan yararlanan güneş kulübu'nün siyaset çevreleri ile ilişkisi sorgulanmayı beklemektedir. o dönemde profesyonellikten anlaşılan şey, kulübün, dönemin önde gelen kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan üst düzey bürokratlar tarafından çekip çevrilmesidir; güneş kulübu'nün bu ölçütler bakımından profesyonelleşmiş bir kulüp olduğu söylenebilir. kaynakları bugüne değin açıkça belirlenememiş olmakla birlikte, muhtemelen devlet tarafından finanse edilmiş bir kulübün, bürokratlar tarafından yönetilmesinde fazla yadırganacak bir durum yoktur. ancak profesyonellik kavramından hem maddi, hem de idari anlamda kendi ayakları üzerinde duran bağımsız bir kulüp kastediliyorsa, güneş'in profesyonelliği tartışmaya açıktır.
galatasaray kulübü'nde 1933 yılında ortaya çıkan bölünmenin arka planına baktığımızda, bunun nüvelerinin birinci dünya savaşı'nın başladığı yıllarda oluştuğunu görürüz. 1918 yılında istanbullun işgali ile başlayan süreç birçok şeyle beraber başta galatasaray olmak üzere dönemin birçok spor kulübünün kaderini değiştirecektir.
birinci dünya savaşının çıktığı günlerde, ittihat terakki fırkasının yöneticileriyle, özellikle de bahriye nazırı cemal paşa ile arası çok iyi olan ali sami bey, bahriye mektebi'nde beden eğitimi öğretmeni olarak göreve başlamıştı. okuldaki görevinin yanı sıra aktif sporculuk yaşamına nokta koyarak uğraşısını daha çok kulübün kurumsallaşmasına yoğunlaştıran ali sami bey, dönemin olağanüstü koşullarından yararlanmasını çok iyi bilmiş ve osmanlı bankasının müdürü de lumier'in moda'daki müsadere edilmiş villasının galatasaray kulübü'ne verilmesini sağlamıştı. bu bina 1914-1918 yılları arasında galatasaray kulübu'nün ilk lokali olmuş, aynı zamanda o yıllarda büyük bir atılım gösteren denizcilik şubesinin de merkezi hâline gelmişti. ali sami bey o güne kadar kazanılan kupaları ve bir kısmı günümüze de ulaşmış bulunan denizcilik malzemelerini burada sergileyerek, aynı zamanda ülkedeki ilk spor müzesinin de temelini atmış bulunmaktaydı. aynı dönemde yabancılardan el konulan bir kotra da galatasaray kulübü'ne verilmişti. ancak kişisel çabalarla varlığını koruyan bu lokal, savaşın sona ermesiyle birlikte galatasaray'ın elinden çıkacaktı. çünkü istanbul'u işgal eden kuvvetlerin kentteki ilk icraatlarından birisi yabancılara ait olup da el konulan mülklerin eski sahiplerine iade edilmesi olmuştu. bu koşullarda, çok büyümüş ve birçok branşta yüzlerce sporcuya sahip bir kulübün kişisel desteklerle ayakta durması imkânsızlaşıyordu. ittihatçıların iktidardan düşmesi üzerine bahriye okulundaki görevinden de ayrılmak zorunda kalan ali sami bey, bir de kendi maddi problemleri ile uğraşmak zorunda kalınca, moda lokalini boşaltmış ve kupalar ile birlikte buradaki tüm eşyayı 1918 yılının mart ayında galatasaray llsesi'ne teslim etmişti,9 bu, galatasaray müzesi'nin bir daha oradan ayrılmamak üzere liseye dönüşü olacaktı.
gelişmeler bununla sınırlı kalmamıştı. 8 mayıs 1919 tarihinde ali sami bey, ilk günden beri yürütmekte olduğu galatasaray kulübü başkanlığından istifa edecekti. yerine kısa bir süre için m. tahir vekalet edecek, 16 mayıs 1919'da ise hem galatasaray tarihinde, hem de türk spor tarihinde önemli bir dönüm noktası yaşanacak ve bir kulüp başkanı ilk kez üyelerin oylarıyla seçilecekti. altmış üyenin iştirak ettiği bu ilk seçimli kongrede r. cevdet (kalpakçıoğlu) galatasaray kulübu'nûn başkanı olarak göreve getirilmişti. bu seçimle başlayan süreç, aynı zamanda 1933 yılındaki ayrılığa kadar gidecek olan yolun da başlangıç noktası olacaktı.
sıkıntılı günlerin yaşanmakta olduğu bu dönemde, ali sami bey'in yanı sıra kulübün diğer kurucu üyeleri de, kulüple ilgili faaliyetlerine bu dönemde nokta koymuş bulunmaktaydılar. bunun nedenleri arasında hemen herkesin kendi kişisel problemleri ile uğraşmak zorunda kalması da vardı.
galatasaray'ın geleceğinin belirsizleştiği bu günlerde kulübe ikinci nesil diyebileceğimiz bir grup galatasaraylı el koyacaktı. bu grubun ilk temsilcisi, 1919 yılında seçimle işbaşına gelen refik cevdet kalpakçıoglu'ydu. otoriter bir kişiliğe sahip olan kalpakçıoğlu döneminde kulüp, sportif faaliyetler açısından uzunca sayılacak sessizlik devresine girecekti.
galatasaray, tüzel kişiliğini ve varlığını bir şekilde ayakta tutabilme mücadelesi içindeydi. 1918 ile 1921 yıllan arasında ki dönem, kulübün başını sokabileceği bir lokal arayışı içinde geçecekti. moda'daki lokalin kaybedilmesi sonrasında, galatasaray kulübü bir müddet için liseye sığınmıştı. sonraki yıllarda ise yönetim kurulu toplantısı yapabilmek için bile mekân bulabilmek kolay olmayacaktı. köprü altındaki kahvehaneler ya da tanıdıkların yazıhaneleri zaman zaman yöneticilere ev sahipliği yapıyordu. galatasaray'ın kötü gidişi, istanbul'daki işgal kuvvetleri takımlarına karşı yapılan maçlar ve 1921 yılında çıkılan almanya turnesiyle bir ölçüde değişecekti.
özellikle 1922 yılında kulübün başkanlığına seçilen yusuf ziya.(öniş) bey'in çabaları neticesinde galatasaray, en zor günleri geride bırakmıştı. işgal kuvvetleri takımlarına karşı oynanan ve büyük bir ilgi çektiği için kayda değer bir hasılat getiren maçlardan elde edilen gelir ile önceki yıllarda olduğu gibi saray'a satılan teberrulu biletler ve kulübün hami başkanlığım üstlenmiş olan prens halim'in maddi ve manevi desteği, kulübün mali durumunun düzelmesini sağlamıştı. bunun sonucunda 1920-1921 liginde ikinci olan galatasaray, bir son raki sezon şampiyonluğa erişecekti.
1923 yılına gelindiğinde, osmanlı devleti tarih sahnesinden çekilmiş ve yerini türkiye cumhuriyeti almıştı. galatasaray kulübü de o yıllarda yeni bir yapılanmanın değişim sancılarını yaşıyordu. bu değişim, eskiler ile yeniler olarak tanımlayabileceğimiz iki grubun kulüp üzerindeki hakimiyet mücadelesiyle belirlenecekti.
eskiler, kulübün ayakta kaldığını hatta büyüyerek geliştiğini görünce geri dönmüşler ve kurucusu oldukları kulübe sahip çıkmaya çalışmışlardı. o zor günlerde kulübün bütün sorunlarını ve dertlerini omuzlamış olanlar bu hamleye şiddetle karşı çıkıyorlardı. bu durum 1933 yılında kulübün ikiye bölünmesinin hemen arifesinde nüzhet öniş tarafından şu şekilde dile getirilecekti:
"harb-i umumi'de takım kuracak kimse yoktu. galatasaray'ı sevenler o düşkün günlerinde uzaklaşmışlardı. lokalsiz, futasız, atletsiz ve nihayet futbolsuz kalan galatasaray beş on arkadaşın gayretiyle kurtuldu- kulüp köprü altındaki amir efendinin kahvehanesinden beyoğlu'na yükseldi. bu durum dışarıdaki eski galatasaraylıları tekrardan kulüp ile alakadar
dönenler galatasaray da idari işlere karışmaktan kendilerini men edemediler. sporcular üzerinde kulüp siyaseti tatbike başladılar. ikilik belirdi bir kısmı sportmence kulübü idare etmek istiyordu. bir kısmı da başa geçmeyi."
bu ikiliğin önüne geçebilmek amacıyla, birleştirici olacağı düşüncesiyle ali sami bey'in tekrar başkan olması yönünde bir kampanya başlatılmıştı. üyelerin yoğun talepleri üzerine 1925 yılında başkanlık görevim kabul eden ali sami bey, koşulların değiştiğini görerek, hemen iki ay sonra başkanlık görevinden istifa etmişti.
aslında bu ayrışmanın ilk adımı, daha 1913 yılında kulüp beyoğlu mutasarrıflığında tescil ettirilirken atılmıştı. galatasaray kulübü. 1905 yılında aralarında bulgar ve karadağlı öğrencilerin de yer aldığı on üç kişi tarafından kurulmuştu. ancak kulübün tescili sırasında dönemin milliyetçi siyasal ortamına uygun olarak bulgar ve karadağlı üyeler kurucu listesine dahil edilmemiş ve liste sadece sekiz müslüman kökenli üyeden oluşmuştu. kulüp yönetimini 1925 yılında yürürlüğe giren yeni yasaya uydurmak amacıyla yapılan tüzük değişikliği esnasında kurucu üyelere 16 numarayla ahmet kara da eklenmiş ve bu durum tepki toplamışn. ilk kurucular arasında yer almayan, ilk futbol takımında da bulunmayan ve kulübe sonradan üye olan ahmet kara iş adamı idi ve muhtemelen kulübün finansmanı için kendisinden yararlanılmak istendiği için böyle bir yola başvurulmuştu. asıl tepki toplayan ise ali sami bey'in kurucu listeleri de dahil olmak üzere kulüple ilgili hayati öneme sahip konularda tek yanlı tasarrufta bulunması olmuştu. bu ortamda, yusuf ziya bey'in başkanlığı bırakmasından sonra eskiler ile yenilerin arasını bulma çabaları, artık bir sonuç vermeyecekti.
1925 yılından, kulübün bölündüğü 1933 yılına değin geçen sekiz yıllık zaman zarfında; sırasıyla ahmet robenson, a. ibrahim piroğlu, necmettin sadak, abidin daver, ahmet kara, tahir kevkep, ali haydar barşal ve fethi isfendiyaroğlu başkanlık koltuğuna oturmuştu. kimi zaman üç beş ay ara ile olağanüstü kongreler toplanıyor, ancak idari istikrar bir türlü sağlanamıyordu. kongrelerde şiddetli tartışmalar hatta kavgalar bile yaşanmaktaydı. tartışmalar, eski-yeni ayırmaksızın galatasaray tarihindeki müstesna isimlerin dahi şiddetle eleştirilmesine ve nihayetinde, galatasaray yönetiminden kopmasına kadar varacaktı. örneğin, 1925 yılının eylül ayında ahmet robenson'un istifası üzerine toplanan kongrede kendisinin çok iyi bir sporcu ve spor adamı olduğu, ancak yönetici olarak yetersiz olduğu dile getirilmişti. 1927 yılında yapılan bir başka olağanüstü kongrede istifa etmiş olan yönetimin mali konularda kongreye bilgi vermemesi şiddetle eleştirilmiş, bu arada kendileri de bir spor mecmuası çıkaran gençler, kapılan kapatarak gazetecilerin içeri girmesini engellemişlerdi. üyelikleri silinmiş olan bu "mecmuacılar" olarak bilinen gençler, yoğun tartışmalar sonucunda galatasaray'a yeniden üye yapılmışlardı.
bu denli kargaşanın hüküm sürdüğü galatasaray'ın özellikle futbolda yirmili yıllarda üst üste şampiyonluklar kazanması ilginçtir. idari anlamda mevcut olmayan istikrarın, sahalarda nasıl sağlandığı üzerinde bir parça durmak gerekiyor. 1922-1924 yıllan arasında galatasaray kulübü başkanlığı yapan yusuf ziya (öniş) bey, aynı dönemde futbol federasyonu başkanlığı görevini de üstlenmişti. billy hunter'ı türkiye'ye getiren yusuf ziya bey, ingiliz teknik adamın ülkeden ayrılması söz konusu olduğunda kendisini ikna ederek galatasaray'ın başına geçmesini sağlamıştı. bu işin oldukça pahalıya çıkan finansmanı için ise, sonradan kendisi de başkan olacak olan prens lakaplı ali haydar bey (barşal) ile o sıralar mısır'da yaşamakta olan bir dönemin hami başkanı prens halim devreye girecekti.
bu tabloya o günlerdeki tüzüğe göre aktif üyelik hakkı bulunan ve büyük çoğunluğu kulübe yusuf ziya bey'in başkanlığı döneminde kazandırılmış olan faal sporcular da eklenince, yusuf ziya bey'in doğrudan yönetimde olmasa bile kulüp üzerindeki hakimiyeti bariz bir şekilde ortaya çıkıyordu. kulüp yönetiminde eskiler ya da orta yolu bulma çabasındaki muhafazakâr galatasaraylılar görev alsa da, sportif anlamda ağırlık merkezi yusuf ziya bey'di. bu yüzden de birbiri ardına toplanan pek çok kongreye rağmen yirmili ve otuzlu yıllar boyunca idari istikran sağlamak mümkün olmayacaktı. sportif başarılar da 1929 yılındaki ekonomik krizle beraber maddi kaynakların kesilmesi üzerine sona erecekti. bu galatasaray'ı hızla yol ayrımına getirecekti. artık sarı-kırmızılı kulübün ikiye bölünmesi neredeyse kaçınılmaz hâle gelmişti. üstelik bu kez siyasal koşullar da ayrışmayı zorluyordu.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
yeni bir kulübün kuruluşuna doğru
galatasaray'da yirmili yılların ortalarından itibaren süren ikilik, futbolda kazanılan başarılar dolayısıyla fazla derinleşmemişti. ancak bu parlak dönemin sona erip başarısızlıkların baş göstermesi, ikiliğin çatlağa dönüşmesine sebep olacaktı. birinci dünya savaşı ile kurtuluş savaşı'nın zorlu koşullarında kulübe sahip çıkan grup, futbol takımının yaşadığı düşüşle beraber sesini daha fazla yükseltmeye başlamıştı. başım, kutup üyesi de olan eşref şefik (atabey) gibi gazetecilerin çektiği bir grup, gazete ve dergilerde galatasaray'ın durumunu eleştiri konusu yapmaya başlamıştı. önceleri futbol takımının aldığı kötü sonuçlara yoğunlaşan eleştiriler, bir müddet sonra yönetime ve yönetim anlayışına yönelmişti.
akşam gazetesindeki köşesinde galatasaray kulübü'ne yönelttiği ağır eleştirilerin sona ermemesi üzerine yönetimin eşref şefik'i ihraç istemiyle disipline sevketmesi, deyim yerinde ise, bombanın pimini çekmişti. bu olay, muhalefetin daha da şiddetlenmesine ve yeni çıkış yollan aramasına sebep olacaktı. 3 şubat 1933 günü toplanan galatasaray kongresiseçimlerle birlikte eşref şefik meselesini de ele almıştı. üyelerin çoğunluğu kulüp içindeki ikilikten şikâyet ederek buna bir çare bulunmasını istemekteydi. bu arada yüz üyenin imzasıyla verilen bir önergede eşref şefik'in kulüpten ihracı talep edilmişti. azınlıkta kaldığı anlaşılan muhalif grup adına sadun galip söz almış ve eşref şefik'e kendisini savunma hakkının verilmesini istemişti. ancak saatler sûren tartışmalardan sonra eşref şefik'in dinlenmesine gerek olmadığı kararma vanlarak ihraç talebi oylanıp kabul edilmişti.
şefik'in ihracı muhalifler arasında ciddi bir infiale sebep olmuştu, ilk olarak yusuf ziya öniş ile birlikte 27 kişi kulüp üyeliğinden istifa edecekti. ilk istilacıların yanya yakınının iş bankası'nın çeşitli kademelerinde çalışanlar olduğu görülmekteydi diğerleri ise değişik şirketlerde çalışanlar ile birkaç basın mensubu idi. öte yandan, galatasaray kulübü'nde yaşananlar spor çevreleriyle sınırlı kalmamış, eleştiri kervanına doğrudan sporla ilgisi olmayanlar, hem de dikkat çekici bir siyasal söylemle katılmışlardı. eşref şefik'in galatasaray'dan ihracına en dikkat çekici tepkiyi, peyami safa göstermişti safa, gazetesindeki köşesinde, yaşananları eleştirdikten sonra düşüncesini açıklayanlara tahammül gösterememenin osmanlı dönemi mirası olduğuna işaret ederek, şu çarpıcı tespiti yapmaktan da kendisi alamamıştı: "galatasaray'da cumhuriyet ilanı zamanı gelmiştir."
kimi galatasaraylılara itidal çağrılan yaparak kulübün bölünmesinin önüne geçmeye çalışmaktaydılar. galatasaray'ın kurucuları arasında yer alan abidin daver cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazılarda; "galatasaraylılar, bugün kulübünüzü yıkarsanız tarih ve galatasaraylılık size lanet edecektir... asıl fenalık asıl tehlike galatasaray'ı içinden kemiren ikiliktir," dedikten sonra sözlerini şu çarpıcı mesajla bağlıyordu: "bir ağabey sıfatıyla sizden rica ediyorum. galatasaraylılar, el ele veriniz ve kulübümüzü yıkmayınız. türkiye'nin en eski spor müessesini yıkarsanız tarih ve galatasaray size lanet edecektir." ancak bu çağrılar da bir sonuç vermedi. galatasaray bölünme yolundaydı. üstelik muhalif kanat hazırlıksız değildi. iş sadece istifa ederek galatasaray'dan ayrılmakla sınırlı kalmayacaktı. yeni ve farklı donanıma sahip bir kulüp kurulacaktı.
şubat kongresinde muhaliflerin sembol ismi eşref şefik'in ihracını, çoğunluğunu iş bankasında çalışan ve celal bayar'a yakınlığı ile bilinen bir grup galatasarayh'nın kulüp üyeliğinden istifası izlemişti. siyasal gücü ve etkinliği giderek yükselen ve yakında başbakanlık koltuğuna oturacak olan bayar'ın yakın çevresindeki bu grubun ilk aşamadaki planı yeni bir kulüp kurmaktı. galatasaray'ı bölen isimler olarak görünmemek adına, bunu geçici bir girişim olarak göstermenin gayreti içindeydiler. galatasaraylıların iddialarına göre kulüpten istifa edenler "galatasaray yıkılacak, sonra biz yeniden kuracağız," diye açıklamalarda bulunmaktaydılar.
başlangıçtaki amaçları kuracakları yeni kulüp aracılığıyla galatasaray'ı ele geçirmek olsa da, istifacıların birkaç yıl sonra ortaya çıkan yeni koşullarla bu hedeften vazgeçtikleri görülecekti. aslında, galatasaray'dan ayrılanların girişimi, siyaset futbol ilişkisinin meşrutiyet'ten beri süren biçiminin değişim sürecine girdiğinin işaretiydi.
yusuf ziya öniş, eğitimini yurt dışında almış olduğu için profesyonel kulüpçülük ve batı tarzı örgütlenme modelleri konusunda oldukça deneyimliydi. galatasaray'daki başkanlığı ve futbol federasyonu yöneticiliği döneminde bu konuda elindeki imkânlar dahilinde girişimlerde bulunmuş ve profesyonelliğin türkiye'de yerleşebilmesi için çabalamıştı. ancak gerekli maddi altyapının ve zihinsel arka planın yetersizliği sürekli bir engel olarak karşısına dikilmişti. bu zorluğu aşabilmenin yolu eksik kalan sivil girişimcilik boyutunu devletin imkânlarından yararlanarak telafi etmeyi düşünmüştü. ancak daha sonra kurulacak olan güneş kulübü'nde de görüleceği üzere devlet ile kurulacak ilişki, daha önceki örneklerde olduğu gibi doğrudan ve kaba saba yöntemlerle olmayacaktı. kulüp profesyonel bir anlayışla idare edilecek, ancak siyasetin etkin desteği kulübün arkasından eksik olmayacaktı.
siyasal etkinin ilk belirtileri, ihraç ve istifalar yaşandıktan iki ay sonra galatasaray lisesi bünyesinde yaşanan gelişmelerde görülecekti. 1933 yılının nisan ayının sonlarına doğru galatasaray lisesi'nde maarif müfettişleri tarafından inceleme başlatılmıştı. inceleme kısa zamanda soruşturmaya dönüşürken, bir yandan okulda yapılan inşaatlarla ilgili olarak yolsuzluk yapılıp yapılmadığı araştırılıyor, öte yandan okuldaki öğretmenlere bir anket uygulayarak görüş ve düşünceleri alınıyordu.
galatasaray lisesi'nde iki koldan yürütülen bu girişimler sonucunda, o sırada galatasaray kulübü başkanlığı görevini de yürütmekte olan okul müdürü fethi isfendiyaroğlu, görevinden alınarak davutpaşa orta mektebi müdüriüğü'ne tayin edilmişti. isfendiyaroğlu, tenzil-i rütbe niteliğindeki bu görevi kabul etmeyerek istifasını verecekti. bu arada yapılan anketten lisedeki öğretmenlerin milli kültürün korunmasına ve geliştirilmesine daha fazla önem verilmesini istedikleri sonucunun çıktığı da kamuoyuna duyurulmuştu. bu anket aracılığıyla, galatasaray lisesi'ne, "milli hassasiyetler" üzerinden bir uyarı mesajı gönderiliyordu.
kamuoyu, yeni kulübü ilk kez 1933 yılının haziran ayı başlarında duyacaktı. gazeteler, galatasaray'dan ayrılanların yeni bir kulüp kurmak için harekete geçtiklerini ve kurulacak bu kulübün adının sarı-kırmızı olacağını yazmaktaydı. aynı günlerde cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "galatasaray'dan ayrılanların maksatları nedir?" başlıklı bir yazıda, yeni kulüp kurma girişimleri ve siyasetin gücünü kullanarak baskı uygulama çabalan açık bir şekilde eleştiriliyordu:
"bu ikiliğin sebebi nedir? gayet basit. küçük bir grup galatasaray'ın işlerini mutlak kendileri idare etmek istemekte ve ekseriyette buna razı olmamaktadır... galatasaray sultan hamit devrinde bile hür yaşamıştı. maaşlı insanlar değiller. tahakkümâne yönetilemezler... bu grup iktidar mevkiinden çekildikten sonra galatasaray idare heyetleri hiç rahat yüzü görmediler. kendileri idare heyetlerinde tecrübe edilmiş ve intihap (seçim) kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. parasızlık ve muhalefet gruplarının baskısı sorunlara ve yönetimlerin çekilmesine sebep oluyor. ali sami, emin bülent, cevdet, adnan, necmettin sadık, abidin daver, namık ismail, sermet kara mustafazâde ahmet, tahit kevkep, ali haydar, fethi, naim cemil, ismail müştak, mütevelli mehmet hep çekilmek zorunda kaldılar.
sarı-kırmızı kulüpten maksat önce kulübü ikiye ayırmak, sonra fırsat olursa galatasaraylı biziz diyerek başa geçmek. iş bankasındaki galatasaraylılar istila ediyorlarmış, "ileri de tekrar kulübümüze avdet etmek ve istifamızı almak kaydıyla" diyorlarmış. galatasaraylı oyuncu ve azalardan uygun olanları kendilerine celp etmek için propaganda yapıyorlar. profesyonel bir takım kurmak istiyorlar. bunun için de iyi oyuncuları celbetmek istiyorlar."
bu değerlendirme üzerine, muhalif kanatta yer alan hasnun galip'in kardeşi sadun galip, vakti zamanında fenerbahçe'ye gidecekken ağabeyi "galatasaraylı'nın kardeşi de galatasaraylı olur" dediği için yirmi yıldır galatasaraylı olduğunu söyleyerek savunmasını yapıyordu. ona bakılırsa, galatasaray'ı sevenler ve bugünkü hâline üzülenler kendilerine katılacaktı osmanlı döneminde hokeyci rıza bey'in galatasaray'dan ayrılıp yıldırım kulübü'nü kurduğuna işaret eden sadun galip daha sonra her iki kulübün birleştiğini ve daha güçlü hâle geldiklerini söylüyordu. böylece muhalifler, önce de belirttiğimiz gibi, yeni bir kulüp kurmaktaki esas niyetlerinin, dahi önce içeriden kontrole alamadıkları galatasaray kulübü'nü dışarıdan yapılacak bir operasyonla ele geçirmek olduğunu açıkça beyan ediyorlardı.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
ateş-güneş kuruluyor...
galatasaray'dan ayrılanların kurdukları takım, ilk kez 1933 yılının eylül ayında vitrine çıktı. basında çıkan haberlere göre adı sarı-kırmızı olan takım, baltalimanı'nda idmanlara başlamıştı. sarı-kırmızı, en kısa zamanda büyük takımlarla özel maçlar yapmaya başlayacaktı. oyuncuların çok büyük kısmım galatasaray'dan ayrılan sporcular meydana getirmekteydi. sarı-kırmızı'nın yöneticileri, verdikleri ilk demeçlerde galatasaray'ı da yenebilecek güçte olduklarını söylemeden geçe-miyorlardı. buna karşın abidin daver ve nihat bekdik gibi galatasaraylılar da galatasaray'ın durumunun iyi olduğunu, sarı-kırmızı'nın başarılı olamayacağım dile getirmekteydiler. dikkat çeken bir başka husus, galatasaraylılar ile muhalif grubun kamuoyuna görüşlerini duyurmak için hangi gazeteleri seçtikleriydi. galatasaraylılar mesajlarım kendisi de bir galatasaraylı olan yunus nadi'nin cumhuriyeti aracılığıyla iletmekteydiler, iktidarın desteğine de sahip olan cumhuriyet gazetesi, ağırlıkla inönü karşıtı isimlerden oluşan yeni oluşuma pek sıcak bakmıyordu. gazetenin galatasaray'daki ayrışma ile ilgili haberleri veriş tarzında yeni oluşum karşın bir görüntü vermemeye özen gösterdiği, daha çok bölünmenin sakıncalarına değinerek, tarafları bütünleşmeye çağıran yorumlar yaptığı görülmekteydi.
galatasaray'dan ayrılanların kurduğu yeni kulübe daha açık destek veren son posta gazetesi ise, genel anlamda daha muhalif bir çizgideydi. son posta, 1930 yılında zekeriya sertel, ali ekrem uşaklıgil, selim ragıp emeç tarafından çıkarılmaya başlamış, yayıncılık anlayışı itibarıyla daha popüler bir çizgiyi benimsemişti. ilk çıktığı günlerde serbest fırka'yı destekleyen gazete daha sonra çeşidi baskılara uğramış ve bir müddet sonra zekeriya şenel gazeteden ayrılmak zorunda kalmıştı. bu tarihten itibaren popüler çizgisi belirginleşen son posta, dönemin diğer gazetelerinden farklı olarak spor, kadın ve çocuk sayfalan vermiş, mizah, sinema gibi konulara daha geniş yer ayırmış ve dış politika konularına daha fazla eğilmişti. yeni kulüp ile ilgili haber ve yorumlar da son posta gazetesinde daha geniş yer almıştı. gazete, 1950 seçimlerinden sonra da iktidara gelen demokrat partiyi destekleyecekti. gazetenin yayın hayan 1969 darbesi sırasında demokrat parti milletvekili olarak mecliste bulunan sahibi selim ragıp emeç'in tutuklanması üzerine son bulacaktı.
iki lakım arasında söz düellosu sürerken, eylül ayının son günlerine doğru "sarı-kırmızı" takımının fenerbahçe ile iki özel maç yapması galatasaraylıların ciddi tepkisine neden olacaka sarı-kırmızı, 16 eylül 1933 günü yaptığı ilk maçı 1-0 kaybetmiş, 23 eylüldeki ikinci maçta ise 2-2 berabere kalmışa. galatasaraylıların tepkisinin nedeni, doğrudan doğru ya galatasaray'ı çağrıştıran sarı-kırmızı adıydı. itirazlarını sürdürmüşler ve yeni kulübün sarı-kırmızı adıyla tescil edilmesini bile engellemişlerdi. istanbul valiliği tarafından bu engellemeye gerekçe olarak, sarı-kırmızı adıyla kurulmuş bir avcılık kulübünün varlığı gösterilmişti. bu engelleme karşısında yeni kulübün kurucuları, san-kırmızı'yı ima edecek olan ve dönemin kültür siyasetinde de "muteber" sözcüklerden oluşan bir isim seçeceklerdi: ateş-güneş.
ateş-güneş kulübü'nün kuruluş merasimi de sıradan bir spor kulübünün kuruluşu gibi gerçekleşmedi. 6 birinci teşrin (ekim) 1993 günü beyoğlu halk fırkası'nm salonunda toplanan ateş-güneş kurucu heyeti ilk yönetim kurulunu belirlemişti. başkanlığa mustafa kemal'in çok yakın arkadaşı ve yaveri cevat abbas (gürer) bey seçilmişti. başkanlığını istanbul mebusu vasıf (çınar) bey in yaptığı bu ilk kongrede ikinci başkanlığa kemal salih, umumi kâtipliğe sadun galip, muhasipliğe şadan hakkı, veznedarlığa ise adil giray seçilmişler di. haysiyet divanı ise, cevat abbas, vasıf bey, şebinkarahisar mebusu vasfı raşit bey, yusuf ziya bey, eşref şefik, kemal rıfat (kalpakçıoğlu) ve adil giray'dan oluşmaktaydı,
ilk yönetim kadrosunun da gösterdiği üzere; kulüp, galatasaray'dan ayrılan grubun inisiyatifine bırakılmamıştı. başkanlık dahil olmak üzere, en etkin noktalara dönemin etkili siyasi isimleri, özellikle de mustafa kemale yakın olanlar getirilmişti. galatasaray'dan ayrılanlar ise ikincil konumlarda görev üstlenmişlerdi. hareketin öncü ismi yusuf ziya bey ise, her ne kadar sadece haysiyet divanı üyesi olarak görev üstlenmişse de, kulübün profesyonel anlamda gerçek yöneticisi durumundaydı.
kulüp tüzüğü de, o güne değin kullanılan kulüp tüzüklerinden bariz farklılıklar içeriyordu. özellikle, kulübün faaliyet alanım belirleyen 2. madde oldukça dikkat çekiciydi. 2. madde kulübün sportif faaliyetlerde bulunmaktaki amacını "gençleri ülke savunmasına hazırlayacak şekilde yetiştirmek'' olarak açıklıyordu. bunun için de atıcılık, dağcılık, binicilik, jimnastik, okçuluk, atletizm gibi savunma ve savaş kabiliyetini geliştiren sporlara öncelik verileceği vurgulanıyordu. aynı madde, kulübün öztürkçe dil cereyanı ile ilgileneceğini ve bu konuda türk dilini tetkik cemiyetinin belirlediği esaslar doğrultusunda faaliyette bulunacağını belirtiyordu. tüzükte kulübün gençlere ve çocuklara yönelik değişik sosyal faaliyetlerde bulunacağı da belirtiliyordu. bütün bunlar, kulübüm daha öncekilerden farklı etkinlik alanları ve amaçlarına yöneleceğine işaret etmekteydi.
ateş-güneş sadece bir spor kulübü olarak kurulmadığı, sosyal etkinliklerde de bulunmayı hedeflediği görülmekteydi. bundan amaçlanan, ülke gençliğini yurt sevgisi ve dönemin geçerli siyasal değerleri ile donanmış nesiller olarak yetiştirmekti. ateş-güneş kulübü, dönemin siyasal anlayışının yeniden kurguladığı spor ortamında model kulüp olarak kabul edilmişti. sporun giderek doğrudan devlet denetimine alındığı bu dönemde, o güne kadar belirli bir müsamaha ile bakılan kulüpler* den beklenen faydanın sağlanamayacağı yönünde bir kanaatin belirmesi üzerine, yeni kulüp oluşumları ortaya çıkmıştı. bu ortamda galatasaray'dan kopan yenilikçi bir grubun öncülüğünde model bir kulüp oluşturma fikri hiç şüphesiz dönemin yöneticilerine iyi bir çözüm olarak görünmüştü. yeni oluşumu yürütenler için de kendi imkânları ile sonu nereye varacağı belli olmayan maceralara atılmak yerine, arkasını devletin gücüne ve imkânlarına dayayarak bu işe girişmek çok daha avantajlıydı,
ateş-güneş kulübü, 1933 yılının sonlarına doğru kuruluş işlemlerini tamamladıktan sonra fazla zaman kaybetmeksizin tesisleşmeye ve sportif şubelerin faaliyete geçirilmesine hız verecekti. ilk olarak taksim, sıraselviler caddesi üzerindeki beş katlı bir binayı satın alarak tesisleşme işine başlamıştı. bina, kulüp idari birimlerinden, futbolcuların soyun ma odalarına ve saunasına değin bir spor kulübü için gerek li tüm bilimlerle donatılmıştı. bu arada ilginçtir, ateş-güneş kulübünün merkezinde fenerbahçelilere de bir oda tahsis edileceği açıklanmıştı. bunun yanı sıra kulüp, town club a ait olan taksimdeki tenis kortlarım da satın almıştı. taksim stadı'nın bir müddet önce vefat eden beşiktaşlı şeref beye ait hisselerini satın almak için de girişimde bulunulmuştu. galatasaraylılar, kendi statları olarak gördükleri taksimin hisselerinin yüzde 25'inin ateş-güneş tarafından alınmasına tepki gösterecekler; ancak bu satışı sineye çekmek zorunda kalacaklardı 1934 yılının haziran ayında istinye'de ateş-güneş kulübünün denizcilik tesisleri de açılacaktı.
böylece daha resmi kuruluşunun üzerinden bir yıl bile geçmeden ateş-güneş kulübü, o günlerde hiçbir kulübe nasıp olmayacak tesislere kavuşmuş oluyordu. diğer taraftan, güçte bir futbol takımı kurmak amacıyla, dönemin iyi futbolcuları oldukça yüksek ücretler ödenmek suretiyle transfer ediliyordu. transferler, profesyonelliğin yasal olmadığı bir düzende, kendine özgü yöntemlerle gerçekleştiriliyordu yetenek li gençler, iyi okullarda okuma ve yurt dışında tahsil gibi vaatlerle yüksek paralar ödenerek güneş kulübü'ne transfer ediliyordu. ateş-güneş kulübü'nün böylesine büyük bir maddi kaynağı nasıl ve nereden sağladığı ise, spekülatif değerlendirmeler bir yana bırakılırsa, hiçbir zaman açıklığa kavuşmamıştır. büyük çoğunluğu bürokrat ya da iş bankası gibi büyük şirketlerde üst ve orta düzey yönetici olan kurucuların bu kadar büyük bir kaynağı kendi imkânlarıyla sağlamaları ihtimal dışıdır. finansman kaynağının doğrudan doğruya devlet olduğu ihtimali akıllara gelmektedir. ancak bu finansmanın nasıl sağlandığı, eğer sağlanmışsa kulübe nasıl ve hangi yöntemlerle aktarıldığı meçhuldür. kulübün karar defterlerinin bugüne kadar bulunamamış olması, diğer kaynakların da bu konuda herhangi bir belge ve bilgiyi içermemesi bu konuda kesin bir şey söylemeyi zorlaştırmaktadır. atatürk'ün ölümünden hemen sonra kulübün kapanması ve çoğunluğu iş bankası ve denizcilik bankası yöneticileri olan kulüp idarecileri hakkında soruşturma açılması ve görevden alınmaları ilginçtir. ancak bunun nedeninin gerçekten bir yolsuzluk mu, yoksa siyasal bir hesaplaşma mı olduğu bilinmemektedir.
ateş-güneş böylesine büyük bir hızla gelişirken, galatasaraylılar da bu gelişmelerden etkilenmediklerini göstermenin çabası içine girmişlerdi. ateş-güneşliler ile galatasaraylılar arasında psikolojik savaş başlamıştı.
galatasaraylılar, herhangi bir sorunla karşılaştıklarında paratoner vazifesi görmesi için tbmm reisi kâzım (özalp) paşa'ya, ölen maarif vekili necati bey'in yerine kulübün fahri başkanlığını teklif etmiş, paşa da bu teklifi kabul etmişti. aynı günlerde cumhuriyet gazetesinde, idman cemiyetler ittifakı'nın başkanlığını da üsdenmiş olan chf mebusu halit (bayrak) bey'in, galatasaray kulübü'nün başkanı olacağı yönünde haberler çıkmış, ancak iddialar bizzat halit bey tarafından "tüm kulüplerin hizmetinde olduğu" beyanıyla reddedilmişti.
17 şubat 1934 günü abidin daver'in başkanlığında toplanan galatasaray kulübü kongresinde, kulüp başkanı ali haydar bey yaşanan bütün zorluklara rağmen kulübün yıkılmadığım dile getirmişti. ekonomik sıkıntılara rağmen 6.235 lira borç ödemiş, 67 kişinin istifa ettiği kulübe 218 yeni üye kaydetmişlerdi. bu arada kongreye bir önerge veren 200 üye, galatasaray'ın ateş-güneş ile birleşmesine karşı olduklarını açıklamışlardı. yönetim adına söz alan ihsan bey de, "ateş-güneş'in sosyal bir kulüp olduğunu, dolayısıyla galatasaray spor kulübünün ateş-güneş ile birleşmesinin söz konusu olmadığını" dile getirmişti.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
ateş-güneş faaliyete geçiyor
kuruluş sürecim çok kısa bir zaman zarfında görkemli sayılabilecek bir tarzda tamamlayan ateş-güneş kulübü, 1934 yılından itibaren kulüp tüzüğünde belirtilen ilkeler doğrultusunda faaliyete geçmişti. bu dönemde, kulübün etkinlikleri daha çok sosyal projelerde yoğunlaşacaktı. kulüp çeşitli konferanslar düzenliyor, çocuklara ve gençlere yönelik etkinlikler yapıyordu. örneğin 1934 yılında, ateş-güneş kulübü'nün taksimde ki lokalinde kulüp başkanı cevat abbas gürer tarafından "türk ırkı ve dünyaya yayılışı" başlıklı bir konferans verilmişti bu konferansın haberini veren dergiye göre, yılbaşı eğlenceleri kapsamında düzenlenen bu toplantıdan sonra davetlilere çay ikramı yapılmış ve gece geç saatlere kadar dans edilmişti seri olarak düzenlenen bu tarz konferansların bazıları radyodan da yayımlanmaktaydı. örneğin köprüluzade fuat bey'in ateş-güneş kulübünde verdiği bazı konferanslar radyodan naklen verilmişti. ateş-güneş kulübü'nün hazırlattığı çocuk filminin birkaç kez sinemalarda gösterildiği ve çok beğenildiği spor dergilerinde haber olmuştu.
sportif alanda ise kulüp, başta atletizm ve su sporları olmak üzere değişik branşlarda yarışmalara katılıyor ve dereceler yapıyordu. ancak büyük iddialarla oluşturulan futbol takımı, henüz gerekli prosedürü tamamlamamış olması dolayısıyla liglere kabul edilmemişti. bu durum ateş-güneş'in ara sıra özel maçlarla yetinmek zorunda kalmasına ve sportif etkinliklerde geride kalmasına neden oluyordu. kısa bir müddet sonra ateş-güneş kulübü yöneticileri devreye girecek ve futbol federasyonu nezdinde yaptıkları manevralarla bu sorunu aşmanın yolunu bulacaklardı.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
ateş-güneş'in adı güneş oluyor
ateş-güneş kulübü, adını oluşturan iki kelimenin baş harfleri olan a ve g'yi kuruluşundan itibaren armasında kullanmaya başlamıştı. ateş-güneş'in sembolünün başına gelenler, galatasaraylılarla ateş-güneşliler arasındaki psikolojik savaşın tipik bir örneğiydi. muzip bir galatasaraylının a-g kısaltmasını "ayva g.t" diye "okuması" ilerleyen günlerde kulübün adının değişmesine kadar gidecek bir didişmenin olacaktı.
benzetmenin çok kısa zamanda kamuoyunda tutması ve ateş-güneş kulübü'nün adeta üstüne yapışması, bir müddet sonra kulüp üyelerinin rozetlerini çıkarmalarına bile sebep olacaktı. hatta ateş-güneş'in kurucularından adil giray, isminin ve soyadının baş harflerini taşıyan şövalye yüzüğünü bile taka-mıyordu. kulübün adı değiştirilmeli, daha yolun başındayken basit bir muzipliğe kurban edilmemeliydi. tam bu noktada devreye mustafa kemal atatürk girecek ve oluşturulmaya çalışılan olumlu imajı sallantıya giren ateş-güneş'e destek verecekti.
mustafa kemal'in ateş-güneş'e sempatisini göstermek için 29 kânunuevvel (aralık) 1934 tarihinde toplanan yıllık kongre iyi bir fırsattı. bu kongrede ateş-güneş kulübü adını, atatürk'ün o günkü öztürkçe deyimle "abiral eylediği" (lütfeylediği) şekilde güneş olarak değiştirme kararı alıyordu. bu kongrede ayrıca atatürk'ün samsun'a ayak bastığı 19 mayıs tarihinin kulübün bayram günü ilan edilmesi karara bağlanmıştı. bu kongrenin ardından yeni adıyla güneş kulübü, taksim deki kulüp merkezinde bir eğlence düzenlemiş ▼c bu eğlenceye katılanlar ankara'ya çektikleri telgrafla gazi hazretlerini kutlamışlardı. gazi de cevabi telgrafında güneşlilere teşekkür ederek, yeni yıllarını kutlamıştı.42 atatürk'ün güneşlilere gönderdiği cevabi telgrafın atatürk'ün çok yakını olan ve galatasaralılığı ile meşhur ruşen eşref (onaydın) tarafından kaleme alınmış olması da dikkat çekiciydi.
kulübün bizzat atatürk'ün belirlediği bir isim takınması, arkasından kulüp ile atatürk arasındaki yakınlığın basın vasıtasıyla kamuoyuna sergilenmesi, güneş kulübü'nün arkasındaki gücü göstermesi açısından önemli bir hamleydi. atatürk'ün kulübe verdiği destek telgraflarla sınırlı kalmayacak, 1935 yılının hemen başında güneş kulübü ne yaptığı iki ayrı ziyaretle bu destek zirveye çıkacaktı. atatürk'ün güneş kulübü'ne ilk ziyareti 30 ikincikanun ocak) 1935 günü gerçekleşmişti. ziyaret kulüp üyeleri tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmış ve kulüp yönetimi aldığı bir kararla o günü "güneşliler bayramı" ilan ederek, günün anısına kulübün spor salonuna bir levha konmasına karar vermişti. atatürk, 1935 yılının şubat ayında güneş kulübü'nün lokalini bir kez daha ziyaret edecekti. güneş kulübü'nün 15 günde bir verdiği geleneksel çay partisine kanlan mustafa kemal, kulüp lokalinde iki saat kalmış, kimi özel görüşmelerini de burada yaparak, bir anlamda güneş kulübü'nü evi gibi gördüğü mesajnıı vermişti.
1918 yılında fenerbahçe kulübü'ne, 1920'li yıllarda karşıyaka ve altay kulübü'ne misafir olan mustafa kemal atatürk, 1930'lu yıllarda sadece güneş kulübü'nü ziyaret etmişti. bu ayrıcalık, 1935 yılından itibaren güneş'in spor kamuoyu nezdinde daha farklı bir gözle görülmesine neden olmuştu. spor kamuoyu, güneş kulübü'nü daha fazla ciddiye alır olmuş ve bu kulüple ilgili değerlendirmelerinde daha ölçülü davranmaya başlamıştı. ancak galatasaraylılar bu konuda istisna oluşturmaya devam edecekti, öyle ki, galatasaray-güneş ihtilâfı ciddi krizlere dönüşerek adeta devlet meselesi hâline gelecekti.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
güneş futbol sahalarına çıkıyor
diğer tüm sportif girişimler ve sosyal projeler bir yana, galatasaray'dan ayrılıp güneş'i kuranların öncelikli amacı, futbol sahalarında başarılı olmaktı, özellikle de profesyonelliği futbol dünyasına yerleştirerek bir tür devrimi başlatmak istiyorlardı.
bu nedenle de güneş'in bir an önce istanbul ligi'ne katılması gerekmekteydi. ancak mevcut yönetmeliklere ve neredeyse dünyanın her yerinde kabul görmüş teamüllere göre yeni kurulmuş bir kulübün mücadeleye en alt ligden başlaması gerekiyordu. bu durumda güneş'in de üçüncü lig mücadelesine girmesi gerekecekti. ancak onların bu denli uzun süre beklemeye niyetleri yoktu. bunun için de, doğrudan birinci lige katılabilmek için orada yer alan bir takımla ile birleşmenin yollan aranmaya başlanacaktı, güneş kulübü, bu amaçla ilk olarak istanbulspor ile pazarlığa girişmişti.
1935 yılının mart ayında yapılan görüşmeler neticesinde güneş ile istanbulspor'un birleşme kararı aldıkları açıklanmıştı. birleşik kulübün renkleri istanbulspor'un renkleri olan sarı-siyah adıysa güneş olacaktı. idare heyeti de iki kulübün üyeleri tarafından eşit bir biçimde oluşturulacaktı. ne var ki, bir gün sonra istanbulspor bilinmeyen bir nedenden ötürü güneş'le birleşme kararından vazgeçecekti. ancak güneş kulübü amacından kolay kolay vazgeçmeyecekti. nitekim, 1935 yılının nisan ayında toplanan istanbulspor kongresinde seçilen yeni yönetim kurulu birleşme konusunda da yetki almıştı. aynı günlerde istanbulspor ile güneş, muhtelit takımlar oluşturarak özel maçlar yapmaya da başlamıştı. birleşmenin ısınma turları atılıyordu.
1935 yılının mayıs ayına gelindiğinde, spor kamuoyunun beklentisi, altyapısı hazırlanmış durumdaki istanbulspor-gûneş birleşmesinin sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesiydi. iş, istanbulspor kongresinin vereceği bir onaya kalmıştı. ne var ki, 22 mayıs 1935 günü toplanan istanbulspor kongresi 24 kabul oyuna karşı 61 oyla birleşmeyi reddedecekti. güneş kulübü'nü bu da yıldırmayacaktı. birleşme için yeni bir kulüp arayışına girilecek, bu arada güneşliler gerçekleştirilen bir operasyonla türk futbolunun yönetiminde de söz sahibi olacaklardı.
operasyonun ilk adımı, istanbul bölgesi spor kongresinde atılmıştı. istanbul bölgesi futbol başkanlığına galatasaray'dan ayrılıp güneş'e geçen önemli isimlerden biri olan kemal rıfat kalpakçıoğlu seçilirken, her kulüpten temsilci alınan kurula tarihinde ilk kez hiçbir galatasaraylı sokulmamıştı. bu durum galatasaraylılar tarafından kendilerine karşı bir tertip olarak değerlendirilmişti.48 itirazın temelini kemal rıfat kal-pakçıoğlu'nun sıradan bir kulüp temsilcisi olmayıp, güneş kulübü'nün kurucuları arasında yer aldığı ve idman cemiyetleri ittifakı kayıtlarında yer almadığı oluşturmaktaydı. ne var ki bu itirazlar havada kalmıştı.
güneş kulübü'nün girişimleri bununla sınırlı kalmamış futbol örgütünün en üst noktasından ele geçirilmesi mücadelesine girişilmişti. yusuf ziya öniş'in yakın arkadaşı olan hamdı emin çap'ın futbol federasyonu başkanlığına getirilmesi bunun en önemli adımıydı. o yıllarda, 1954'te and* komünist bir provokasyonla yerle bir edilecek olan tan matbaası'nın müdürlüğünü yapan hamdi emin çap, 1937 yılındı da yeni kurulan denizcilik bankası'nın genel müdür yardımcılığı görevine getirilecekti hamdi emin çap'ın bu hızlı yükselişi, atatürk'ün ölümü ve ismet inönü'nün cumhurbaşkanı olması ile son bulacaktı. denizcilik bankası yöneticileri hakkında açılan yolsuzluk soruşturması sırasında hamdi emin çap da görevden alınacaktı.
1935 yılma döndüğümüzde, güneş kulübü, idari anlamda önündeki en büyük engeli oluşturan federasyon ve istanbul bölge yönetimlerinin değişmesini sağlamıştı. hatta doğrudan güneş kulübü ile irtibatlı kişilerin göreve getirilmesiyle futbolun yönetiminin bir anlamda kendi kontrollerine geçtiği gözleniyordu. bu değişikliğin meyveleri çok kısa zamanda toplanacaktı. güneş kulübü bu arada ikinci küme takımlarından birisiyle birleşme kararını almıştı. amaç, ikinci küme turnuva maçlarında şampiyon olarak, birinci küme'ye terfi etmekti.
ancak daha önce istanbulspor örneğinde olduğu gibi, yine görünmez bir el, ikinci küme takımlarının güneş ile birleşmesinin önünde durmuş; ilk dört sırayı alarak birinci küme'ye terfi eden takımlardan herhangi birisinin güneş ile birleşmesi söz konusu olmamıştı. bunun üzerine güneş kulübü hiçbir maça çıkmadığı için ikinci küme'de sonuncu sırada yer alan kumkapı kulübü ile birleşme kararı almıştı. ancak esas şaşırtıcı gelişme tam bu sırada yaşanmış ve güneş, istanbul mıntıkası merkez heyetlinin kararıyla beşinci takım olarak birinci küme'ye alınmıştı. bu karara gerekçe olarak da, "takımın güçlü olması dolayısıyla birinci küme'de oynayabileceği" gösterilmişti!50 başta galatasaraylılar olmak üzere futbol kamuoyunun ciddi tepkileri bu durumu değiştirmemiş ve güneş, ikinci lig'de sıfır puanla sonuncu olan ve bir alt lige düşmesi gereken bir takımla birleşerek, arkasına aldığı siyasal gücün desteğiyle en üst lige çıkıvermişti. sonuçta güneşliler iki yıl süren bir bekleyişin ve mücadelenin sonunda kendilerine özgü yöntemlerle de olsa muratlarına ermiş bulunuyorlardı.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
galatasaray-güneş savaşı başlıyor
galatasaraylıların, yeni kurulan güneş kulübü'nün birinci küme'ye çıkmasına engel olamamaları üzerine mücadele, siyasetin kulislerinden ve masa başından futbol sahasına kaymış bulunmaktaydı. güneş'in arkasına aldığı siyasal gücün desteği ile en üst lige çıkması ve bunu yaparken ülke futbolunun yönetimine de ağırlığım koyması galatasaray tarafında ciddi endişelere sebep olmuştu. sahip olduğu maddi güçle istediği oyuncuyu transfer edebilmesi, bu arada özellikle galatasaraylı oyunculara el atması, güneş'le ilgili endişeyi, endişe ile birlikte de öfkeyi artırıyordu elbette.
nitekim iki kulüp arasında 1 aralık 1935 günü oynanan ilk lig maçı bu öfkenin yansımasına sahne olmuş ve galatasaray'ın 6-2 kazandığı bu ilk güneş maçı tarihe geçmişti. galatasaraylıların sahaya yağdırdıkları ayvalardan dolayı sonradan "ayvalı maç" olarak anılan bu karşılaşmada yaşananlar stattaki olaylarla sınırlı kalmamış, gösteri ve protestolar maçtan sonra güneş kulübü'nün önünde de sürmüştü- bir grup galatasaray lisesi öğrencisinin gazetelerden meşale yaptığı gösteride kulübün camlarının atılan ayvalarla kırılması, gerginliğin boyutunun sanılandan da ciddi olduğunu göstermişti
bunun üzerine toplanan hakem encümeni, olayların önüne geçemediği için maçın hakemi nuri bosut'a boykot cezası vermişti. ayrıca lig fikstürü değiştirilmiş ve bir sonraki galatasa-ray-güneş maçının seyircisiz oynanması kararlaştırılmıştı. bu karann alındığı toplantıda, futbol federasyonu'nun güneşli olarak bilinen başkanı hamdi emin çap, istanbul futbol heyeti reisi ve güneş kulübü kurucusu kemal rıfat kalpakçıoğlu ile yine güneş üyesi olan fethi tahsin ile adil giray da bulunmuştu. bu arada kaymakamlık polis raporlarına dayanarak soruşturma başlatmış, ancak bu soruşturmanın sonunda, galatasaraylıların güneş kulübü'ne yönelik saldırıda bulunduklarına dair bir tespit yapılamamıştı.
hem saha içinde hem de saha dışında yaşanan olaylara kıyasla, alman kararların oldukça hafif kaldığı ve en azından bu aşamada gerginliği fazla büyütmeme yoluna gidildiği görülmüştü. siyasal çevrelerin olaya açıkça taraf olmak istemedikleri ve muhtemelen son dönemlerde kamuoyunda fazlasıyla kayırıldığı düşünülen güneş kulübü'ne arka çıkar gibi görünmek istemedikleri anlaşılabiliyordu. kamuoyunda galatasaray ile güneş arasındaki havanın yumuşamaya başladığı, hatta iki kulübün birleşme yoluna girdikleri konuşulur olmuştu.
nitekim, 1936 yılının ilk aylarında iki kulübün yöneticileri bir araya gelmişler, birleşme üzerinde çalışmaya başlamışlardı. yusuf ziya öniş iki kulübü tek çatı altında birleştirecek yeni bir tüzük hazırlama işini üstlenmişti. iki kulübün en kısa zamanda kongrelerini toplayıp birleşme sürecini başlatmaları karara bağlanmıştı. yakınlaşmayı sağlamak amacıyla galatasaray ve güneş oyuncularından muhtelit bir takım oluşturularak maç yapılmış, bir anlamda taraftarın da bu yeni duruma alışması amaçlanmıştı. ne var ki, bütün bu hazırlıklara ve birleşme yolunda atılan adımlara rağmen, birleşme süreci galatasaray'ın içinden gelen tepkiler dolayısıyla kesilmişti. bu, 1936 yılının ilk yansında iki kulüp başlayan yumuşama döneminin de sona ermesi anlamına geliyordu. gerilim yeniden başlıyordu. artık sürece siyaset, hatta kimi zaman doğrudan başbakan vasıtasıyla hükümet müdahil olacaktı.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
güneş şampiyon oluyor!
güneş için bundan sonraki hedef, artık lig şampiyonu olmak ve böylece galatasaraylılara "dersini vermek"ti. 1935-1936 lig sezonunun en dikkat çekici maçı hiç şüphesiz ki, meşhur "ayvalı maç" olmuştu. bu maçta yaşanan olaylar dolayısıyla ilk önce ikinci devredeki maçın seyircisiz oynamasını düşünen istanbul futbol mıntıkası sonradan güvenliği gerekçe göstererek bu maçın oynanmamasına karar vermişti. aslında o sezon başarılı bir performans sergilemiş olan galatasaray, bu nedenle sezonu bir maç eksiğiyle kapatmış ve böylece şampiyonluğu kaybederek ikincilikle yetinmişti, futbolunun idaresini elinde tutanlar sanki, "güneş olamıyorsa onun en büyük rakibi galatasaray da olmasın" mantığıyla böyle ilginç bir karara imza atmışlardı.
aynı sezon yaşanan bir başka dikkat çekici olay da güneş'in r kulübün lisanslı oyuncusunu oynatması olmuştu.
güneş, süleymaniye'ye karşı oynadığı maçta, vefa kulübü'nün lisansına sahip bir oyuncuyu sahaya çıkarmıştı. bunun üzerine söz konusu oyuncu merkez heyeti tarafından bir yıl süre ile sahalardan men cezası almış, buna karşın o futbolcuyu oynatan güneş kulübü'ne herhangi bir yaptırım uygulanmamıştı. bu durum büyük tartışmalara sebep olmuş ve futbol kurulu'nun bazı üyeleri görevlerinden istifa etmişlerdi. tartışmanın büyümesi ve güneş kulübü aleyhinde bir havanın kamuoyunda yaygınlık kazanması üzerine, komite bir kez daha toplanmış ve güneş'i süleymaniye maçında hükmen mağlup saymışa. bu karar üzerine istifa eden üyeler de kararlarım geri almışlardı. 1936-1937 sezonuna ise yine bir başka galatasaray-güneş maçı damgasını vuracaktı. sezona şampiyonluk parolasıyla giren güneş, galatasaray oyuncularının bir kısmını çeşitli vaatlerle transfer etmiş bulunuyordu. bu nedenle galatasaray yeni bir kadro oluşturmak zorunda kalmıştı. ancak 4 temmuz 1937 günü oynanan ve 1-1 berabere biten galatasaray-güneş maçında yaşananlar, bu kez bir önceki sezon olduğu gibi hoşgörü ile karşılanmayacak ve siyasi mekanizma bu olaya en üst düzeyde müdahil olacaktı. iki takımın oyuncuları arasında çıkan kavga, sporu yeniden yapılandırmak yen yönetim kadrolarım çok kızdırmıştı. bu olay, artık siyasetin "futbol sahalarındaki önü alınamaz anarşiye dur deme" zamanının geldiğine dair bir işaret sayılmıştı. başbakan ismet inönü yayımladığı bildiride sadece iki kulübü değil tüm futbol dünyasını ağır biçimde eleştirmiş ve suçlamıştı.
ismet inönü, kardeşliği pekiştirmesi gereken sporun kulüplerin elinde anarşik bir araca dönüşmesini şiddetle deştirmiş ve kulüpleri gerekirse kapatmakla tehdit etmişti. bu, o güne değin örneğine rastlanmamış bir yaparım tehdidiydi. inönü, kulüplere yönelttiği eleştirinin yanı sıra olaylara birçok öğrencinin karışmış olması dolayısıyla galatasaray lisesini ve bu okuldaki eğirim faaliyetini sorgulamaktan da geri durmamıştı. bu tarz olayların önüne geçemediği için idman cemiyetleri ittifakı da eleştirilerden nasibini almıştı. ardından içişleri bakanı şükrü kaya imzasıyla chf teşkilatına ve valiliklere gönderilen yazılarda spor işlerinin daha verimli, daha etkili ve daha düzenli bir şekilde yürütülmesi için gerekli önlemlerin alınarak yürürlüğe konması nmişti,
1936 ve 1937 yıllarındaki olaylı iki maçın ve siyasetin üst katlarından gelen uyarının ardından galatasaray kulübü ve galatasaraylılar, güneş'e karşı tavırlarında daha kontrollü hatta pasif bir davranış tarzını benimseyeceklerdi, bu tarihten güneş kulübü'nün kapandığı 1938 yılına değin oynanan maçlarda öncekilere benzer olaylar yaşanmayacaktı. bu arada iki takım arasındaki maçlarda güneş'in bariz bir üstünlüğü ortaya çıkacak ve güneş, galatasaray karşısında altı ve yedi farklı tarihi skorlar elde edecekti. güneş'in liglerde yer aldığı 1935 ile 1938 yıllan arasında iki kulüp birbirleri ile 7 kez karşı karşıya gelmişlerdi. bu maçlardan sadece "ayvalı" maçı galatasaray kazanmıştı. onun dışındaki maçlar ya berabere bitmiş ya da güneşin üstünlüğü ile sonuçlanmıştı.
en önemli hedefi istanbul ligi'nde şampiyonluk kazanmak olan güneş, bu hedefine 1937-1938 sezonunda ulaşacaktı, bu hedefe ulaşırken yine siyasi desteğini kullanmaktan geri durmayacaktı, sezon sona erdiğinde güneş, beşiktaş ve fenerbahçe ligi 24'er puanda tamamlamışlardı. böyle bir durumda takımlar arasındaki averaja bakılarak karar verilmesi gerekirken, 1938 yılının ilk aylarında, lig şampiyonunu belirlemek için istanbul futbol mıntıkasının kararının bekleneceği açıklanmıştı. o sezon hiç yenilgisi olmayan beşiktaş 44 gol atmış 12 gol yemiş, fenerbahçe ise 40 gol atmış 10 gol yemişti. buna karşılık güneş 34 gol atmış ve 8 gol yemişti. averaj hesabında üç takım arasında en iyi durumdaki beşiktaş'ın şampiyon olması, en kötü durumdaki güneş'inse üçüncü olması gerekiyordu, ancak şampiyonun ne tür bir averaj s mine göre belirleneceği ya da averaj geçerli olmayacaksa nasıl bir uygulama yapılacağı belli değildi. bu durum elbette bir eleştiri dalgasının kopmasına neden olmuştu.
beşiktaşlı refik osman top, karışık hesaplar girildiğine işaret ederek, şampiyonluğun beşiktaş'ın hakkı olduğunu söylüyordu. top, gazetelere verdiği demeçte, uygulanmaya çalışılan şeyin dünyada bir benzeri olmadığını vurgularken, esas mücadelenin şampiyonun kim olduğundan ziyade hasılatın paylaşımına yönelik olduğunu söyleyerek, bir başka önemli noktaya dikkat çekiyordu. yeni uygulamaya göre hasılat kulüpler arasında elde edecekleri başarıya göre bölüştürülecek, dolayısıyla birinci en büyük payı alacaktı.
12 ikincikanun (ocak) 1938 günü kararını açıklayan istanbul futbol mıntıkası, beklendiği gibi güneş kulübü'nü lig şampiyonu ilan ermişti. kurul, değişik ülkelerdeki uygulamaların incelendiğini ve en uygun s min bulunarak ona göre karar verildiğim açıklamıştı. kabul edilen averaj hesabına göre takımların attıkları toplam gol sayısı, yedikleri toplam gol sayısına bölünmüştü. buna göre beşiktaş 3,66 fenerbahçe 4 ve güneş de 4,25 ortalama elde etmişlerdi bu sonuçlara göre en yüksek ortalamaya sahip olan güneş kulübü şampiyon ilan edilmişti en iyi averaja sahip beşiktaş ise ancak üçüncü olabilmişti.
böylece güneş kulübü, çok arzuladığı istanbul ligi şampiyonluğu'na mevcut mevzuat olabildiğince zorlanarak, dünyada benzerine rastlanmayan bir averaj s minin kabul edilmesiyle ulaşmıştı. işin garibi, büyük çoğunluğu güneş kulübü üyelerinden veya bu kulübe yalan çevrelerden oluşan istanbul futbol mıntıkasının aldığı karar kamuoyunda adeta normal karşılanmıştı. gazeteler de, başta cumhuriyet olmak üzere, olayı herhangi bir yorum yapmaksızın vermeyi tercih etmişlerdi. bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, güneş kulübü, "her yol mubah" anlayışından hareketle hedefine ulaşmıştı. kamuoyuna da bu gelişmeyi sessizce kabullenmek kalmıştı.
1938 yılının nisan ayında, yine galatasaray ile güneş kulübü'nün birleşecekleri yönünde bir haber gazetelerde yer almıştı. bu haberler üzerine güneş kulübü, yusuf ziya öniş imzasıyla bir bildiri yayımlayarak, birleşme iddialarının asılsız olduğunu dile getirmişti. bu, o güne değin birleşme konusu gündeme geldiğinde buna sıcak bakan veya en azından olumsuz bir tavır sergilemeyen güneş için yeni bir gelişmeydi. güneş kulübü yöneticileri artık rüştlerini ispat ettiklerini düşünüyor, galatasaray kulübü'ne ihtiyaçları olmadığını beyan ediyorlardı. güneş kulübü, yeni dönemin yeni spor anlayışını yansıtan ve yaşatan bir kulüp olduğunu belirterek dört maddelik bir bildiri yayımlamışa:
"1- galatasaray ile iki buçuk sene evvel cereyan eden ve neticesiz kalan girişim dışında birleşme girişimi olmamıştır.
2- güneş idare heyeti ile galatasaray idare heyeti arasındaki prensip ve zihniyet farkı birleşmeye manidir.
3- heyetimiz iki kulübün meşru rekabetine sporun inkişafına yardım edeceği için olumlu bakıyor.
4- kulübümüz tüm kulüplerle dost ve kardeş olarak geçinme kararındadır."
ikinci maddede zihniyet ve prensip farkı gibi temel bir ayrım dolayısıyla iki kulübün birleşmesinin söz konusu olamayacağı dile getirilmişti. halbuki güneş kulübü'nün kurulduğu günlerde hedef çok açık bir biçimde r birleşmeyle, rse başka bir yolla, galatasaray'ın ele geçirilmesi idi. ancak aradan geçen birkaç yıllık sürede güneş kulübü'nün kurumsallaşması ve sportif anlamda belirli bir başarı çizgisine ulaşması, kulübün yöneticilerinin düşüncelerini belirgin bir biçimde değiştirmişti. elbette bu düşüncenin oluşmasında dönemin siyasetinin spora bakışı ve bu konuda güneş kulübü'ne verdiği destek belirleyici olmuştu. sivil dinamiklerin zayıf olduğu ve devlet dışı bir organizasyonun kendi imkânlarıyla gelişip ayakta kalmasının neredeyse ihtimal dışı olduğu bir ortamda güneş'in geleceğini belirleyen de hiç şüphesiz dönemin siyasal anlayışı olmuştu.
güneş kulübü, hem spor anlayışı, hem örgütlenme biçimi, hem de imkânlarıyla dışarıdan bakıldığında tam teşekküllü örnek bir kulüp görüntüsü vermekteydi. güneş, osmanlı dönemindeki altınordu örneğindeki gibi doğrudan devletin ya da siyasal elitin propaganda takımı görüntüsünden uzaktı. devletle ilişkisini daha farklı bir ilişki biçimiyle yürütmüştü. bu ilişki biçiminin en temel özelliği, kulübün yönetiminin doğrudan siyasal kadrolara değil spor adamlarına bırakılmış olmasıydı. altınordu'da talat paşa'nın doğrudan müdahalelerinden farklı olarak; dönemin spor örgütlerindeki etkin konumlara güneş kulübü ile bir şekilde yakınlığı olanlar getiriliyor ve bu sayede diğer kulüplerin itirazlarına imkân bırakmayacak şekilde müdahalelerde bulunuyordu. güneş kulübü'ne yönelecek itirazların devlete yapılmış demek olması, itiraz ve eleştirilerin önünü baştan kesiyordu. bu da, bir müddet sonra spor kamuoyunun ve diğer kulüplerin güneş'e karşı, ondan rahatsız olsalar da, daha pasif bir tutum almalarına neden olmuştu.
ancak devlet desteği ile model bir kulüp oluşturma ve bu yolla spor ve futbol dünyasını yeniden düzenleme çabaları kulübün taraftar kazanma ve kitleselleşmede aynı başarıya ulaşmasına yetmemişti. güneş kulübü, etkileyici görünümüne ve kamuoyundaki sosyal faaliyetlerine rağmen küçük bir çevrenin dışında benimsenen bir kulüp olamamıştı. özellikle, herhangi bir yerel bağlantısının olmaması ve kulübün "türkiye'nin kulübü" olma düşüncesi uygulamada karşılık bulamamıştı.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
güneş kapanıyor!
1938 yılının nisan ayında yapılan açıklamada, güneş'in bundan sonra da yoluna kendi başına devam edeceği anlaşılmaktaydı. ne var ki 1938 yılının ikinci yarısında ortaya çıkan yeni gelişmeler bu seyri değiştirecek, türkiye'deki siyasal dengeler yeniden kurulurken güneş kulübü'nün kaderi de değişecekti. bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, siyasetin desteği ile kurulan ve gelişen güneş kulübü, yine siyaset dünyasında yaşanan gelişmelere paralel olarak spor dünyasından çekilecekti.
mustafa kemal atatürk'ün 1938 yılının ortalarından itibaren hızla bozulan sağlığı bir anlamda bu kulübün kaderini de belirlemişti. mustafa kemal'e yakın isimlerin üst düzey yöneticilik yaptığı ve celal bayar'a yakınlığı ile bilinenlerin başında bulundukları kulüp, kurulduğu günden itibaren galatasaray ile sürekli gerilim yaşamıştı. sporun birleştirici ve bütünleştirici olmasını savunan bir siyasal anlayışın beklentilerine ters düşen bu durumdan ilk başlarda daha çok galatasaraylılar sorumluymuş gibi görünmüşse de, belirli bir çevrenin gözünde güneş kulübü de aynı oranda sorumlu tutulmuştu. üstelik, sağlanan devlet desteği dolayısıyla güneş kulübü mevcut dengelerin bozulmasına sebep olmuştu. ayrıca sebep olduğu ayrıcalıklı görüntü, dönemin siyasal anlayışıyla da ters düşmekteydi. kulübün başındaki kadroların başta profesyonellikle ilgili olmak üzere savundukları liberal fikirler de yine aynı çevrelerde hoş karşılamamaktaydı.
1938 yıllarının sonlarına doğru atatürk'ün sağlığının artık geri dönülmez bir biçimde bozulmaya başlaması, bir şeylerin değişmesini tetikleyecekti. 1938 yılının ekim ayının başlarında atatürk'ün ölümünün yaklaştığının ve dolayısıyla da iktidarın el değiştirmesinin kaçınılmaz olduğunun anlaşıldığı günlerde güneş kulübü, herkesi şaşırtan trajik bir karar alacaktı. iktidarın ismet inönü'ye geçeceğini gören yusuf ziya öniş, kulübün futbol, atletizm, güreş ve denizcilik şubelerini kapattıklarını açıklamıştı. altı çizilmesi gereken bir nokta da tüm spor tarihçilerinin, güneş kulübü'nün atatürk'ün ölümünden sonra faaliyetlerine son verdiği değerlendirmesinde birleşmeleridir. oysa güneş kulübü, atatürk'ün ölümünden yaklaşık bir ay önce, sayılan şubelerini feshettiğini açıklamıştı. başta yusuf ziya öniş olmak üzere, kulübün kurucu ve yönetici kadrosu da aynı günlerde kulüp yönetiminden ayrılmıştı. ancak güneş hemen kapanmamış, başta kemal rıfat kalpakçıoğlu olmak üzere bir avuç idealist kulüpçü tarafından yaşatılmaya çalışılmıştı. bu arada kulübün elindeki başta binası olmak üzere değerli mal varlığı satışa çıkarılmış ve tasfiye başlatılmıştı. kulübün bir kısım yöneticisi hakkında da, görev yaptıkları kamu bankalarında çeşidi suistimallere sebebiyet verdikleri gerekçesiyle soruşturmalar açılacaktı. güneş kulübü, 1939 ve 1940 yıllarında akıbetine dair bir karar alabilmek amacıyla birçok kez olağanüstü kongre kararı almışsa da, bunlardan bir sonuç alınamamıştı. sonunda, 1940 yılının sonlarına gelindiğinde güneş kulübü sessiz sedasız tarihe karışmıştı. bu aynı zamanda, devletin maddi ve manevi desteğiyle hayata geçirilen bir projenin iflası anlamına gelmekteydi.
güneş kulübü'nün ani bir kararla her türlü sportif faaliyetten çekilmesi, basında yorumsuz verilmişti. haber ve yorumlarda gündeme getirilen sorular, güneşli sporcuların bundan sonra ne yapacakları, spor yaşamlarına hangi kulüpte devam edecekleri vb. üzerinde yoğunlaşmıştı.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
galatasaray-fenerbahçe rekabetinde yeni bir evre
(...)
1930'lar aynı zamanda iki büyük kulübün arasındaki rekabet ve güç mücadelesinde ibrenin fenerbahçe'den yana döndüğü yıllardı. tıpkı önceki on yılda galatasaray'ın mevcut koşullan çok iyi değerlendirerek üst üste başarılara imza atması gibi, bu sefer de fenerbahçe belirgin bir üstünlük sağlıyordu. fenerbahçe'nin üstünlüğünde, galatasaray'ın maddi ve manevi sıkıntıları kadar, güneş meselesi dolayısıyla ikiye bölünmüş olmasının da büyük payı vardı. bu durumun farkına varan fenerbahçelilerin, bu yıllarda (devlet destekli) güneş kulübü ile yakın ve sıcak bir ilişki kurmaları ayrıca dikkat çekiciydi.
fenerbahçe, daha resmen kurulmadığı ve sarı-kırmızı adını taşıdığı aşamada güneş ile ilk maç yapan takım olmuştu. çoğunluğunu galatasaray'dan ayrılanların oluşturduğu bir kadroya sahip olan sarı-kırmızı ile fenerbahçe arasında 15 eylül 1933 günü oynanan bu maçı fenerbahçe 1-0 kazanmıştı. ikinci maç ise 22 eylül 1933 günü oynanmış ve 2-2 berabere sonuçlanmıştı. dahası, güneş kulübü'nün taksim'deki kulüp merkezinde fenerbahçelilere de yer ayrılmış ve iki kulüp henüz güneş'in gerekli formaliteleri halledip lige katılmaya hak kazanmamış olduğu günlerde muhtelit takımlar oluşturarak yurt dışında turnelere çıkmıştı.
fenerbahçe'nin güneş ile ilişkileri, bu kulübün varlığını sürdürdüğü altı yıllık zaman zarfında son derece olumlu bir çizgide süregitmişti. güneş kulübü'nün zaman zaman beşiktaş kulübü'yle de sürtüşmeleri olmuş ancak fenerbahçe ile herhangi bir sorun yaşadığı görülmemişti.