kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
birinci etik kurulu raporu
kamuoyu günlerce erik kurulu raporunun çıkmasını beklemişti. yaklaşık 20 günde hazırlanan rapor, tff başkanı mehmet ah aydınlar tarafından 15 ağustos 2011'de istanbul'daki swiss otel'de düzenlenen basın toplantısında kamuoyuna duyuruldu.
aydınlar'ın basın toplantısının ortamı her şeyden önce bir "kriz yönetimi" ambiyansı olarak tasarlanmıştu: arkada tüm yönetim kurulu üyelerinin oturduğu bir uzun masa ve önlerinde de "promter"lı bir kürsü. bir assolist edasıyla aydınlar geldi ve promter'dan ne karar verdiklerini okudu:
"soruşturma gizli olarak yürütülmektedir. gizliliğe dair ek kısıtlama karan getirildi. belgelerin paylaşılması soruşturmanın salahiyetini etkileyecektir. savunma hakkı tanınmadan yapılacak disiplin uygulaması adil yargılanma hakkını ihlal edecektir. söz konusu soruşturmada kulüplerin şüpheli sıfatını taşımamaları nedeniyle federasyonca yapılacak disiplin yargılamasında savunma hakkının kullanılmasını engelleyecektir. belgelerin federasyona tesliminin ardından soruşturmanın kapsamı genişlemiştir ve halen de sürmektedir. bu hususlarla ilgili belge federasyona ulaşmamıştır. bu belgelerin de federasyona ulaşması gerektiği açıktır. bu aşamada karar verilmesi için gerekli delilin tamamına erişmeden vicdani kanaate varılması mümkün değildir. bu aşamada bir hüküm verilmesi hakkaniyete uygun olmayacaktır. hukuka uygun olması için gizlilik kararının kaldırılması şarttır. iddianamenin kabul edilmesi durumunda tüm iddiaları bütün detaylarıyla inceleyebilecek ve savunma haklarını kullanabileceklerdir. gizlilik kararı kalkmasına müteakip savunmalar alınacak ve etik kuruldan nihai karar istenecek ve hukuka uygun karar verilecektir."
televizyon ekranlarına kilitlenen milyonlarca insan büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. çünkü tff yine bir "karar" verememişti! başkan, "birinci" yaftası yapıştırılacak ilk etik kurulu raporu'nun karar vermeleri için yetersiz olduğunu söylüyordu. ancak rapordan yaptığı alıntıyla istemeden de olsa bir ifşaatta bulundu. buna göre her şeye karşın kurul, bazı maçların "sıkıntılı" olduğunu açıkça kanaat getirmişti.
bir soru üzerine aydınlar, promter'ın dışına çıkarak(!), etik kurulu raporu'nu eline aldı ve oradan bir bölüm okudu. şöyleydi:
"kurulumuz dosya içeriğiyle sınırlı olarak yaptığı incelemeve değerlendirmeler sonucunda kanaat oluşturmaya yetecek düzeydeki kanıt bulunan bazı müsabakalardaki eylemlerin ilgili kişiler ve ilgili kişilerin eylem ve davranışlarının kulüplere izafesinin mümkün olduğu durumlarda spor kulüpleri bakımında şike, şikeye teşebbüs, teşvik primi veya teşvik primine teşebbüs oluştuğu kanaatine ulaşmış. etik kurulu yaptığı incelemelerden sonra bazı maçlarda şike ve teşvik verildiği tespit edilmiştir fakat somut kanıt yoktur."
aydınlar'ın bu alıntısına dayanak yapanlar artık karar için gerekli verilerin oluştuğunu savundu. karşı cephedekiler ise aydınlar'ın da işaret ettiği gibi suçlananların da savunmaların alınması gerektiği yönündeydi.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
direkten dönen puan silme cezası
aydınlar, bir karar -esasen bir ceza- verilmesi gerektiğini söylerken sürecin başından itibaren uefa'ya atıfta bulunmaktan geri durmuyordu. aydınlar dönemindeki en kritik aşamalardan biri uefa'nın da cevaz verdiği çözüm paketiydi. aydınlar, bu çözüm paketini 20 ocak 2012'de kulüpler birliğine sundu. bir zamanlar ekonomiden aşina olduğumuz "ımf paketleri"ni anıştıran bu paket şunu söylüyordu: "düşme yok, puan silme var." buna göre şike suçunu işleyenlere en az "12 puan silme" ceza verilecekti. toplantı öncesi bu çözüm üzerinde fenerbahçe'nin dahi mutabık kaldığı belirtiliyordu. lakin toplantı çıkışında karşımızda bambaşka bir "tablo" vardı. fenerbahçe başkanvekili nihat özdemir, onlarca mikrofona canlı yayında, "yarım puanımız bile silinemez, 58'in de virgülüne dahi dokunulamaz" diyordu. "kulisler" son dakikada bu çözüm paketi üzerindeki uzlaşmadan vazgeçildiğini söylüyorlardı. aydınlar bu çözüm paketini, üzerinde tarafların bir ön uzlaşmasını sağlayarak kulüplere götürmüştü ancak nedense toplantıdan anlaşma sağlanamadan çıkılmıştı. önce "evet" diyenler sonra neden "hayır" demişti? son hesaplaşma 26 ocak 2012'deki tff olağanüstü genel kurulu'nda olacaktı.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
kenan yaralı: "senin kafana şarjörü boşaltırım!"
kurul, şikeye teşebbüste dahi takımları küme düşürmeyi öngören futbol disiplin talimatı'nın değiştirilmesi için ankara'da 26 ocak 2012'de toplandı. "görevde olduğum sürece, 58'i değiştirmeyeceğim" diyen aydınlar, bu fikrinden vazgeçmişti ama değişikliği bütün "futbol ailesi"ne imzalatmak istiyordu. genel kurul, 58. maddede yapacağı değişiklikle bir kereye mahsus olarak "kişi-kurum ayrımı"na gidecek ve böylece şike ve teşvik suçlarından ötürü yöneticiler ceza alsa da kulüpler küme düşürülmeyecekti.
ankara'da toplanan genel kurul öncesinde hava pek iyi değildi. kurulun yapılacağı sheraton oteflnde sabaha kadar pazarlıklar yapılmıştı. fakat bu pazarlıklar "spor etiği"nden ziyade "para pazarlıklarındı, özellikle de alt liglerdeki kulüpler, "krizi fırsata çevirmek" hesapları içine girmiş ve 58. değişikliğine destek karşılığında tff'den mali katkı istiyorlardı. bu da bir nevi "teşvik primi"ydi. diğer yandan galatasaray, trabzonspor ve altay gibi kulüpler değişikliğe muhalefet ediyordu. genel kurul sabahı sıkıntı giderek büyümüş ve toplantı gecikmeli olarak başlamıştı. aydınlar'ın açılış konuşmasından sonra değişikliğe cevaz verilmeyeceğini anlayan divan başkanlığı, kurula 1 saat ara verdi. kulüp başkanları aydınlar ile birlikte otelin üst katlarında "olağanüstü bir toplamı" yaptı. bu toplantıda sandalyeler havada uçuştu. şike davasının da sanıkları arasında bulunan manisaspor başkanı kenan yaralı, 3 temmuz sürecinde "talimatlar neyi gerektiriyorsa o yapılsın" tavrını benimseyen orduspor başkanı nedim türkmen'i tehdit ederek, "kafana şarjörü boşaltırım" diyerek tehdit etti. nihayetinde kaldığı yerden devam eden genel kurulda fenerbahçe asbaşkanları nihat özdemir, ali koç, cihan kamer ve abdullah kiğılı 58. maddede değişiklik istemediklerini söylediler. peki bu demek oluyordu? "fenerbahçe'yi kurtarmak için" yapıldığı söylenen bu değişikliğe fenerbahçeliler niye karşı çıkıyordu? cezaevinde olmasına rağmen süreci çok iyi okuyan ve yöneten aziz yıldırım'ın marifetiydi bu. zira yıldırım, gerek puan silme gerek yasa ve talimat değişikliklerine yaptığı açıklamalarla karşı olduğunu deklere etmişti. bunlar stratejik ve taktik hamleler de olsa fenerbahçe açısından doğruydu. çünkü bu değişiklikleri onaylamak bir yerde "suç*u da kabullenmekti. tff yönetiminin de kulüplerin çoğunluğunun da -ki sonra "kişiler ve kurumlar aynisin" diyerek siyasi iktidar da düşmeye karşı çıktığını beyan edecekti- fenerbahçe'ye düşme cezası veremeyeceğini gören fenerbahçe yönetimi, bu değişikliklere karşı çıkarak psikolojik üstünlük de sağlıyordu. zaten sürecin daha başlarında fenerbahçe asbaşkanı ali koç, tff'ye kendilerini düşürme çağrısında bulunmuş ancak tff "yazılı talep yok" gerekçesiyle işlem yapmamıştı. yine de kanarya, bir rest çekmişti. teknik direktör aykut kocaman da boyunlarında bir ilmekle dolaştıklarını belirtip, "ne yapacaksanız yapın" diyordu. buna karşın yapılan bu yasa ve talimat değişiklikleri sonuç olarak fenerbahçe'ye yarıyordu. başkanvekili nihat özdemir, "olması gereken bu" diyerek değişiklikleri olumluyordu. kaldı ki, aziz yıldırım da tahliye olduktan sonra 13 eylül 2012'de katıldığı ntvspor'daki canlı yayında şiddet yasası değişikliği için başbakan a ve muhalefete teşekkür etti. yıldırım'ın itirazı yasanın değiştirilmesinden ziyade, bunun "kendisi için çıkartıldığı algısı"nın yaratılmasınaydı. haksız da sayılmazdı zira yasa değiştirilmesine karşın fenerbahçe başkanının tutukluluk hali son bulmamıştı. "idealist ve romantik" bir tutum takınan benim gibiler ise başından beri fenerbahçe'nin hiçbir taktik ve stratejik savaşı düşünmeden doğrudan doğruya "saf çıkar"ı için bile yasa ve talimat değişikliklerine karşına itiraz etmesi gerektiğini savundu. çünkü ortada ısrarla "ben bu suçu işlemedim" diyen bir başkan ve yöneticiler vardı. o halde onlara mevcut yasa ve talimatlarla yargılanıp aklanma şansı tanınmalıydı. bu, onların hakkıydı. yasa ve talimat değişiklikleri toplum nezdinde "onları kurtarmak için yapıldı" kanaatinin oluşmasına neden olacağından peşinen de "suç lu" olarak da mahkûm edilmelerine neden oluyordu... ankara'daki genel kurulda ortam son derece gergindi. beşiktaş başkam yıldırım demirören, söz alıp genel kurula damgasını vurdu:
"şu ana kadar 3 kulüp gündeme, bu 12'ye kadar gidecek. maalesef fenerbahçemizin adı herkesten çok geçiyor. gerekirse verilen önergeyi geri çekelim. tff başkanı'nı güven tazelemeye çağıralım. seçim kararı alalım."
demirören'in hem "fenerbahçemiz" hem de "seçim kararı alalım" ifadeleri kamuoyunun gündemine oturdu. bu arada "futbol ailesi" 58. madde değişikliğini reddetti. 58'in reddi ile seçim çağrısı aydınlar'a şapkasını alıp gitmesini kesin olarak işaret ediyordu... çünkü artık "siyasi irade" de aldığı tutumla "oyundan çıkma tabelası"nı kaldırır haldeydi!
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
demirören "yeter" dedi ama...
beşiktaş tribünleri yıllarca "yıldırım demirören yeter" diye bağırmış ancak başkana yine de bir türlü "tamam, yeter" dedirtememişlerdi. ama 3 temmuz süreci onlara hiç beklemedikleri bir şekilde demirören ile vedalaşma olanağı yarattı. 8 yıl başkanlığını yaptığı beşiktaş'ı tek kalemde silen demirören, futbolun patronluğuna soyundu. demirören, 58. madde değişikliği için ankara'da toplanan tff olağanüstü genel kurulu'nda yaptığı konuşmayla aydınların istifa sürecini başlatmış, sonrasında da "futbol aüesi"nin mutabakatıyla tff'nin yeni başkanı olmuştu. yıldırım'dan önce şenes erzik formülü denenmiş ancak uefa asbaşkanı görevi kabul edebileceği yönünde sinyaller vermesine karşın, daha sonra "sağlık sorunlarını gerekçe gösterip görevi kabul etmemişti. ancak medyaya yansıyan kulislere göre erzik'in "hayır" demesindeki temel neden "puan silme cezası"nı uygulamak istememesiydi. aydınlar ne kadar fenerbahçeli bir simaysa erzik de o kadar fenerbahçeli bir futbol adamıydı. ikincisi uefa'nın da kendi asbaşkanının türkiye futbolunda bu cezayı kesecek kişi olmasına pek sıcak bakmadığıydı. 20 şubat 2012'de beşiktaş başkanı ve kulüpler birliği başkanı yıldırım demirören, tff başkanlığı için adaylığını açıkladı. 7 gün sonraki seçimde demirören'in seçileceği muhakkaktı, zira 14 kulüp hemen desteğini açıkladı. trabzonspor, fenerbahçe ve manisaspor henüz fikir beyan etmezken galatasaray ve bursaspor, demirören'e destek vermeyeceklerini açıkladılar. 27 şubat'taki seçimde bu iki kulüp tavrından ödün vermezken trabzonspor, fenerbahçe ve manisaspor da demirören'e destek verdi. şampiyonluk kupasının kendisine verilmesini talep eden trabzonspor, demirören'den bunun sözünü aldığı için destek kararı aldığını açıklayacaktı hayal kırıklığına uğrayacağı ilerleyen günlerde! trabzon yönetimi ayrıca sportif yargının vereceği kararlarda etkin olabilmek için demirören yönetimine muhalif olup dışarıda kalmaktansa destekleyip içinde olmayı da yeğlemişti. ama karadenizlilerin hesaplan istedikleri gibi işlememişti.
27 şubat 2012'de tff koltuğuna oturan demirören'in, "etik"ten ziyade "decoder" kaygısı güttüğü 3 temmuzun ilk günlerinden bu yana aşikârdı. demirören'e göre asıl sorun şike değil, mali sorunlardı. yeni tff yönetimi, küme düşürmeye karşıydı; göreve gelmelerinin amacı da şike davasını spor yargısı açısından "düşürme dışı bir çözümle" bağıtlamaktı. sportif yargıya çözüm paketim başbakan erdoğan bizatihi kendisi hazırladı ve istanbul'da 22 mart 2012'de yapılan uefa kongresinde de dile getirdi; şike vakalarında kişi kurum ayrımı yapılması gerektiğini salık verdi. uefa başkam michel platini, "üzgünüm" dese de tff başkanı demirören "mesajı" almıştı.
"kişilerle kurumlar ayrılsın" formülü demirören tarafından yeni tff'nin anlayışına dönüştürüldü. öncelikle bu anlayışı benimseyen kişilerin ağırlıkta olduğu şekilde futbol disiplin kurulu ve tahkim kurulu yeniden oluşturuldu.
demirören sadece etik kurulu'nu değiştirmedi. tahkim kurulu'nun başına "şike sahaya yansımalı" fikrini savunan engin tuzcuoğl'nun getirilmiş olması da sportif yargının ne olacağını çok önceden ilan etmekti. kişilerle kurumların ayrılması ve şikenin sahaya yansıması şartları talimat değişikliğiyle sağlandı. karar açıklanmadan önce herkes "şike ve teşvik eylemleri sahaya yansımamıştır. bazı kişilerin birtakım teşebbüsleri olmuştur ancak bunlar kulüpleri bağlamaz" sonucuna varılacağına hazırlanmıştı. sonuçta, sanık savunmaları da alınarak hazırlanan ikinci erik kurulu raporu doğrultusunda başlatılan sportif yargılamada karar kamuoyuna daha önce sızdırıldığı şekilde çıktı. ilhan ekşioğlu ve şekip mosturoğlu, "bireysel" olarak suçlanmış ama bu durum kulübe mal edilmemişti. oysa mahkemede bas bas şöyle bağırıyordu aziz yıldırım:
"öyle şey olmaz. benden habersiz hiçbir şey yapılmaz. ben şike yaptıysam fenerbahçe için yaptım."
yıldırım, siyasetin çizdiği çerçevede bulunan "çözüm" e de itiraz ediyordu. fenerbahçe başkanı, kendi açısından yine haklıydı çünkü bir suç izafe edildikten sonra bunun kulübe mal edilip edilmemesinin önemli olmadığının farkındaydı. ekşioglu ve mosturoğlu'nun bir şekilde suçlu bulunmasının kendisinin ve de fenerbahçe'nin toplumda aklanmayacağı anlamına geldiğini çok iyi biliyordu. o nedenle yıldırım, büyük oynadı ve şunu demeye getirdi; "ya fenerbahçe'yi suçlayıp d üşürün ya da kişi mişi, saha içi dışı gibi ayrımlar yaparak 'sizi kurtardık' havası yaratmayın. fenerbahçe tamamen suçsuzdur." fakat spor yargısı, kaçak dövüşmeyi seçti. "yarım ağız" kullanarak, fenerbahçe'yi "aklayarak suçlu" ilan etti.
fenerbahçe'nin "düşürün" restine de bir parantez açmak lazım: 3 temmuz sürecinin ilk günlerinde fenerbahçe camiası tff'ye rest çekip "bizi düşürün" dedi. aykut kocaman da, aziz yıldırım'dan ali koç'a ve nihat özdemir'e kadar birçok yönetici de bu talebi dillendirdi. hatta koç, tff başkam mehmet ali aydınlar ile görüşüp bu talebini iletti. fenerbahçe'nin "öyleyse düşürün" restinin alt metni şuydu: "gücünüz yetiyorsa bizi düşürün ama biz gücünüzün yetmediğini biliyoruz." bir diğer alt metin ise "madem ki kanaatiniz oluşmuş ve mahkeme sonucunu beklemeyi düşünmüyorsunuz o halde buyurun bizi düşürün"dü.
fenerbahçe, hem sistemin kendisini cezalandırıp cezalandırmayacağını test ediyordu hem de "yargısız infaz" a kurban edilmek istendiğim bu çıkışıyla ortaya koymak istiyordu. tff başkam aydınlar ise bu talebe şu cevabı verdi birkaç kez: "öyle 'bizi düşürün' demekle olmuyor. birtakım prosedürleri var bunun. 'biz şikeyi yaptık' diye ikrar vermeleri lazım."
sonuçta aydınlar'ın genel kurul eliyle değiştirmediği 58. madde bir gecede değiştirildi. futbol disiplin talimatının "müsabakanın sonucunu etkileme" başlıklı 58. maddesindeki değişiklik insanlar daha kahvaltılarım yapmamışken 30 nisan 2012 sabahı demirören tarafından kamuoyuna duyuruldu.
58. maddenin eski hali:
1) müsabakanın sonucunu hukuka veya spor ahlakına aykırı şekilde etkilemek veya buna teşebbüs etmek yasaktır. bir futbolcuya veya kulübe teşvik pirimi verilmesi de bu kapsamdadır.
2) bu hükmü ihlal eden kişiler, bir yıldan üç yıla kadar müsabakalardan men veya hak mahrumiyeti cezasıyla; kulüpler ise küme düşürme cezasıyla cezalandırılır. ihlalin ağırlığına göre küme düşürme cezasına ek olarak puan indirme cezası da verilebilir.
3) ihlalde sorumluluğu bulunan kişi veya kulüplere ayrıca para cezası verilir.
4) anılan yasağın hakemler tarafından ihlali halinde sürekli hak mahrumiyeti cezası verilir.
görüldüğü üzere eski madde şikeye teşebbüsü dahil kabul etmiyor, teşvik primi verilmesini de küme düşürmeyle cezalandıracağını yoruma mahal vermeyecek şekilde açıklıyordu. bunun yanı sıra puan düşürme ve para cezası da verileceğini belirtiyordu. maddede yapılan değişiklikle teşebbüste küme düşürmenin yerine puan silme cezası öngörülüyordu. önce yeni haline göz atalım:
58. maddenin yeni hali:
1- müsabakanın sonucunu hukuka veya spor ahlakına aykırı şekilde etkilemek yasaktır. teşvik primi verilmesi de bu kapsamdadır.
a) yukarıda belirtilen ihlalleri gerçekleştiren kişilere sürekli hak mahrumiyeti cezası verilir
b) yukarıda belirtilen ihlallerin kulüp yöneticileri tarafından gerçekleştirilmiş olması durumunda, ilgili kulüplere bir alt lige düşürme cezası verilir.
c) ihlâlde sorumluluğu bulunan kişilere ayrıca para cezası verilebilir.
2-1. fıkrada belirtilen ihlallere teşebbüs etmek yasaktır.
a) teşebbüs halinde, ilgili kişilere 1 yıldan 3 yıla kadar müsabakadan men veya hak mahrumiyeti cezası verilir.
b) teşebbüs halinde ilgili kişinin yöneticisi olduğu kulübe bu talimatta öngörülen disiplin cezaları uygulanabilir.
ağır ihlal hallerinde kulübe en az 12 puan indirme cezası verilir. ihlalin ağırlığı kurul tarafından somut olayın niteliğine göre serbestçe karar verilir ancak eylemin ilgili yöneticinin kendisinin veya üçüncü kişilerin bahis oyunlarından menfaat elde etmesi amacına matuf olduğunun tespit edilmesi halinde ihlal, mutlaka ağır ihlal kabul edilir.
3- ihlal veya ihlale teşebbüsün hakemler tarafından meydana getirilmesi halinde sürekli hak mahrumiyeti cezası verilir.
58. maddede de şikenin yapıldığı kesinse küme düşürme cezası öngörülüyor. buna mukabil teşebbüste puan düşürme cezasından bahsediliyor ancak bu da "ağır ihlal" koşuluna bağlanıyor. fakat talimatın yeni halinde esasen 105. maddeye odaklanmak gerek. talimata eklenen bu yeni maddeyle kişilere verilen cezalar ertelenmezken kulüplere verilen cezalara erteleme getiriliyor. bu da şu demek oluyor: şike eylemi kesin olduğu hallerde dahi yöneticiler "düşecek" ama kulüpler düşmeyecek. işte o 105. madde:
2- yaptırımın uygulanması en az bir yıl, en fazla beş yıl süreyle ertelenebilir. istisnai durumlarda bu sürenin uzatılması veya ilgili kişinin tff yetki alanından çıkması halinde yapanının ertelenmesi mümkündür.
3- erteleme sûresi içerisinde, ihlalin tekerrürü halinde, yetkili kurul, kural olarak, asıl yaptırımın uygulanmasına hükmeder. bu yaptırıma ikinci ihlal için öngörülen yaptırım eklenir.
bunun yanı sıra futbol disiplin talimatı'nın 24. maddesinin (d) bendinde de değişikliğe gidilerek küme düşürme cezasına son verildi.
24. maddenin eski hali:
"bir müsabakanın sonucunu hukuka veya spor ahlakına aykırı şekilde etkileyen veya buna teşebbüsü eden takımlar bir alt lige indirilir. eski talimatın 24/d'sindeki "bir müsabakanın sonucunu hukuka veya spor ahlakına aykırı şekilde etkileyen veya buna teşebbüsü eden takımlar bir alt lige indirilir."
24. maddenin yeni hali:
"müsabaka sonucunu etkilemeye yönelik eylemler, iki takımın futbolcuları tarafından yapılmışsa, her iki takım hükmen yenik sayılmakla beraber, ayrıca galibiyet halinde verilen puanın iki katı kadar puanı silinir. eğer anılan eylemler yalnız birtakım futbolcuları tarafından meydana getirilmişse futbolcuların tescilli olduğu takım hükmen yenik sayılmakla beraber, ayrıca galibiyet halinde verilen puanın iki katı kadar puanı silinir. puanlan tenzil edilen takımların puanı bulunmuyorsa, takımlar eksi puanla devam ederler.
bu ihlalin teşebbüs aşamasında kalması halinde futbolcuların tescilli olduğu kulüplere disiplin talimatında yer alan bir alt lige düşürme ve puan indirme dışındaki yaptırımlar uygulanabilir."
sonuç itibarıyla yeni tff yönetimi, şike veya teşvik primi suçlarının işlenmesi halinde talimatları "vaziyete göre yorumlama'' olanağı yaratmış oldu sportif yargı kurullarına...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
pfdk'nın şike ve teşvik kararları
etik kurulu'nun raporu ( http://www.macanilari.com...d=201020113102&aid=164105) üzerine tff, haklarında "suç kanaati" oluşan kişileri pfdk'ya sevk etti. talimatlarda "gerekli" değişiklikler yapıldığından profesyonel disiplin kurulu'na (pdfk) artık "gereken kararlar"ı almak düşmüştü.
nitekim pfdk 7 mayıs 2012'de kararlarını açıkladı. kurul, ceza yargısında "örgüt lideri" olmakla yargılanan ve "eğer şike yapılmışsa ben yaptım. bütün bu insanları bırakın" diyen fenerbahçe kulübü başkanı aziz yıldırıma "ceza tayinine yer olmadığına" hükmetti. şekip mosturoğlu'mm 22.04.2011 tarihindeki eskişehirspor-trabzonspor maçında müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüs ettiğini; ekşioğlu'nun ise 22.04.2011 tarihindeki eskişehirspor-trabzonspor, 07.03.2011 tarihindeki gençlerbirliği-fenerbahçe ve 15.05.2011 tarihindeki fenerbahçe-ankaragücü maçlarında sonucu etkilemeye teşebbüs ettiğine hükmetti. yine kurul cemil turhan'ın da 15.05.2011 tarihindeki fenerbahçe-ankaragücü maçında sonucu etkilemeye teşebbüs ettiği kararına vardı.
pfdk, davanın kilit isimlerinden ibb'li ibrahim akın'ın ise 01.05.2011 günü oynanan fenerbahçe-ibb maçında sonucu etkilemekten eski talimatın 58/1. maddesi uyarınca 3 yıl müsabakalardan men edilmesine hükmetti. burada iki kritik nokta vardı: ilki akın'ın şike yaptığının kabul edilmesi, ikincisi ise ceza yargısında ki bir prensibin işletilmesiyle, talimat değişikliği gerçekleştiği için sanığın lehine olan eski talimat maddesinin uygulanmasıydı ki, bu prensibin spor yargılaması uygulanmasında yeri olmadığını savunan spor hukukçuları da bulunuyor.
sivasspor yöneticisi ahmet çelebi hakkında verilen karar da çok kritikti. pfdk, çelebi'nin 01.05.2011 tarihindeki fenerbahçe-ibb müsabakasında, müsabaka sonucunu etkilemekten dolayı eski fdt'nin 58/1. maddesi uyarınca 2 yıl hak mahrumiyetiyle cezalandırılmasına karar verdi. görüldüğü üzere çelebi de şike yapmakla suçlanıyordu.
kurulun diğer kararları da şöyleydi:
ümit karanan'ın 22.04.2011 günü oynanan eskişehirspor-trabzonspor müsabakasında, müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüsü nedeniyle fdtınin 58/2-a maddesi uyarınca 2; serdar kulbilge'nin 07.03.2011 günü oynanan gençlerbirliği-fenerbahçe müsabakasında, müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüsü nedeniyle fdtınin 58/2-a maddesi uyarınca takdiren 2; cengiz demirel'in 07.03.2011 günü oynanan gençlerbirliği-fenerbahçe müsabakasında, müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüsü nedeniyle fdtınin 58/2-a maddesi uyarınca 1; yavuz ağırgöl'ün 15.05.2011 günü oynanan fenerbahçe-ankaragücü müsabakasında, müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüsü nedeniyle fdtmin 58/2-a maddesi uyarınca 1; mehmet şen in 07.03.2011 günü oynanan gençlerbirliği-fenerbahçe müsabakasında, müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüsü nedeniyle fdtınin 58/2-a maddesi uyarınca 1 yıl hak mahrumiyeti cezası ile cezalandırılmasına karar verildi.
pfdk, manisaspor, beşiktaş, bucaspor, bursaspor, eskişehirspor, galatasaray, gençlerbirligi, istanbul bb, kardemir karabükspor, kasımpaşa, kayserispor, konyaspor, ankaragücü, sivasspor, trabzonspor ve fenerbahçe kulüpleri için ise ceza tayinine yer olmadığına hükmedip dosyayı kendi açısında kapattı. yani kişilerle kulüpler başarıyla ayrılmıştı!
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
tahkim kurulu sahaya yansıtmadı!
her ne kadar pfdk, kişilerle kurumları ayırdıysa da ibrahim akın ve ahmet çelebi'nin "müsabaka sonucunu etkilediğine hükmetmiş olması, şike eyleminin gerçekleştiği, moda deyimle "sahaya yansıdığı" sonucunu ortaya koyuyordu. bu durum da, talimat değişikliğine rağmen, fenerbahçe'nin kulüp olarak da ceza alması ihtimaline mahal veriyordu, işte tahkim kurulu, bu "nüansı" iyi gördü ve nihai kararda bir nevi düzeltme hareketi yaptı.
tahkim kurulu, kendisine yapılan itirazlar sonucunda 4 haziran 2012'de pfdk kararlarını inceleyip spor yargısındaki son noktayı koydu. kurul, ilhan ekşioğlu, cemil turhan, şekip mosturoğlu'na pfdk tarafından verilen kararları onadı. ancak ibrahim akın'ın fenerbahçe-ibb maçındaki eyleminin "teşebbüs" aşamasında kaldığına hükmederek, 30.04.2012 tarihinde yürürlüğe giren fdtınin 58/2-a maddesi uyarınca 2 yıl müsabakalardan men cezası ile cezalandırılmasına hükmetti.
kurul ahmet çelebi'nin de aynı maçtaki eyleminin "teşebbüs" aşamasında kaldığının anlaşıldığını belirterek, 30.04.2012 tarihinde yürürlüğe giren fdtınin 58/2-a maddesi uyarınca ceza olarak 2 yıl hak mahrumiyeti cezası ile cezalandırılmasına karar verdi. tahkim kurulu, serdar kulbilge'ye gençlerbirliği-fenerbahçe maçında müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüs nedeniyle verilen 2 yıl müsabakalardan men cezasını da değiştirip, kulbilge'nin eyleminin fdtınin 37. maddesinde düzenlenen sportmenliğe aykırı hareket niteliğinde olduğunu kaydedip, futbolcuya sadece 3 müsabakadan men ceza verilmesini kararlaştırdı.
kurul, mehmet şen, yavuz ağırgöl, cengiz demirel'in cezalarını onarken; ümit karan'ın 2 yıllık hak mahrumiyeti cezasını "müsabakalardan men" şeklinde düzeltti. tahkim kurulu, trabzonspor ve bursaspor kulüplerinin pfdk kararlarına yaptığı itirazı da böyle bir haklarının bulunmadığını belirtip reddetti.
sonuç itibarıyla tahkim kurulu, ibrahim akın ve ahmet çelebi vasıtasıyla şikenin sahaya yansıdığına hükmeden pfdk'nın kararını düzelterek, "şike sahaya yansımamıştır, teşebbüste kalmıştır" diyordu. kurul ayrıca, serdar kulbilge'nin cezasını da "sportmenliğe aykırı hareket"e çevirerek, gençlerbirliği-fenerbahçe maçında ilhan ekşioğlu ile aynı cezanın verilmesini ortadan kaldırdı. böylece bu maçta "iki taraf arasında şikeye teşebbüs" eyleminin oluştu kararına varan pfdk kararını bozmuş oldu.
spor yargısının verdiği kararlar kamuoyunu ne kadar tatmin etti? ceza bekleyen trabzonspor ile bu kararlarda aklanan fenerbahçe başkanı aziz yıldırım bile kararlara itiraz ettiğine göre, ortada bir "yanlış" olduğu muhakkaktı...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
"kilit oyuncu" rıdvan dilmen
şike sürecinin en önemli aktörlerinden biri de eski fenerbahçeli futbolcu, bugünün önemli futbol yorumcusu rıdvan dilmen'di.
dilmen, 3 temmuzun ilk dönemlerinde çok fazla "top girmedi". ancak zamanla "topla oynama süresi" de arttı. bu konuda kendisine yapılan eleştirileri "başlangıçta konuşmuyorum diye, şimdi ise neden konuşuyor diye eleştiriliyorum" diyerek göğüslüyordu.
dilmen, aziz yıldırım kadar başbakan erdoğan'ın da yakınında yer alan bir isim. rahmetli turgut özal'ın bile gece yarısı "göresi"nin geldiği dilmen, erdoğan'ın da sevgisine mazhar olmuştu. bunun birincil nedeni dilmen'in kariyeriyse, ikincisinin erdoğan'ın kardeşi mustafa erdoğan ile olan yakınlığı olduğu söyleniyor.
dilmen, aziz yıldırım ile olan dostluğuna rağmen "aziz yıldırım şike yaptıysa selam verem" dediği gibi şike yaptığı kesinleşirse fenerbahçe'nin düşürülmesi gerektiğini de televizyonlardaki konuşmalarında dile getiriyor bu meyanda "kişi-kurum ayrımı"na karşı çıkıyordu. hatta değil bir, birkaç küme birden düşürülesini savunuyordu dilmen! fakat geriye dönülüp bakıldığında dilmen'in, aynı zamanda fenerbahçe'nin süreçten zarar almadan çıkması için açıkçası kariyerini ortay koyduğu da görülüyor. misal, "çözüm" için arabulucuk"tan kaçınmadı. tff başkanı mehmet ali aydınlar ile fenerbahçe teknik direktörü aykut kocamanı bir araya getirdiği gibi, yine kocaman ile birlikte başbakanla görüşmeye girmesi kamuoyuna yansıyan girişimleriydi.
takımıyla 3 ocak 2011'de orduspor deplasmanına giderken ani bir kararla havaalanından geri dönen kocaman, "neden geri döndünüz?" sorularına "alper potuk'un transferiyle ilgili diyerek yanıt vermişti. fakat kazın ayağı öyle değildi. mehmet ali aydınlar, rıdvan dilmen ile görüşüp "puan silme" çözümünü dile getirmiş ancak dilmen, "bu beni aşar" diyerek kocamanı aramıştı. bunun üzerine de kocaman apar topar takımını yolda bırakıp aydınlar'ın maslak acıbadem hastanesindeki ofisine doğru yola çıkmıştı. görüşmeye dair anekdotlarını dilmen, aydınlar ile aralarında çıkan tartışmadan sonra ntvde açıkladı:
"aydınlar 3 ocak 201 l'de beni aradı ve beni altunuzade'deki ofisine çağırdı. iki şey söyledi: 1- 'uefa'ya gittim konuştum fenerbahçe cezasını tamamladı.' 2- ama eksi puan gelecek fenerbahçe'ye.' ben de 'bu konular beni aşar. aykut hoca ile konuşun' dedim. hocayı aradım ve 'hassas bir konu var. mehmet ali bey ile görüşmen lazım' dedim. geldi aykut hoca, aydınlar'ın maslaktaki acıbadem hastanesindeki ofisinde üçümüz oturduk konuştuk. aydınlar, aykut, şampiyonlar ligi'nde veya avrupa kupalarında önümüzdeki sezon varsınız1 dedi. aykut, 'cezamız bitti mi?' dedi. aydınlar da, 'bitti. anlaştım isviçre ile. ama bunu medya yazarsa uefa da yalanlayacak ben de. çünkü biz gizli bir toplantı yaptık, anlaştık' dedi. sonra aydınlar döndü aykut hocaya "yalnız size eksi puan vereceğiz' dedi. aykut hoca da 'neden?' deyince, aydınlar 'yöneticileriniz şike yapmış' dedi. aykut hoca bunun üzerine 'bizi küme düşürün' dedi."
dilmen, fenerbahçe'nin şampiyonlar liginden men edilmesinden sonra aydınlar'a "olmadı başkan" diye bir mesaj attığını çünkü aydınların fenerbahçe'nin avrupa'ya gideceğini söylediğini de hatırlatarak, bu üçlü görüşmede aydınlar'ın fenerbahçe'nin cezasının bittiği söyleyince kendisinden özür dilediğini de aktardı programda. zira dilmen, bu kadar iddianameye rağmen fenerbahçe'nin cezasının bir yılla bitmiş olmasının aydınlar'ın bir başarısı olduğunu düşündüğünü kaydediyor. ancak aydınlar görüşmede fenerbahçe'ye play-off öncesi puan cezası verileceğini söylediğinde şu sözleri sarf ettiğini belirtiyor: "başkan siz ultaraslan sebati'yi tanır mısınız? o senden daha az nefret ediyordur. sizin beni sevmediğinizi biliyorum ama maalesef aynı duygulan ben de size besliyorum."
bu görüşme kamuoyuna üçlünün fenerbahçe'nin düşürülmesi yerine -25 puan cezası verilmesi üzerine pazarlık yaptığı şeklinde yansıdı. kocaman, 21 ocak 2012'de "bunu söyleyenler külliyen yalan söylüyor. ama yalan söylemenin bir cezası, sorumluluğu yok. herkes yalan söyleyebiliyor. 3 temmuz'dan beri o kadar güzel sakız edildik ki... insanlar 'futbol konuşalım' diye birbirlerini kandırıyorlar" diyerek sert bir yanıt verdi. üçlü arasında medya üzerinden başlayan tartışmada dilmen de aydınlar'ın kendilerini yalana konumuna düşürdüğünü savundu. kocaman ise dilmen'in bu görüşmeyi televizyondan deşifre etmesine tepki koyup, "puan pazarlığı yaptığım külliyen yalan" dedi.
12 şubat 2012'de kocaman, görüşmeye dair bir kez daha şunları söylüyordu:
"ben görüşme için 'külliyen yalan' demedim. polemikle beslenen bir toplumuz. çok fazla konuşmak istemiyorum. ben böyle puan pazarlığının içinde olamayacağım şeklinde tavrımı koydum. toplantı için cevap vermedim ama toplantıda benim pazarlık içinde olduğum söylenince söylemek istediğim oydu. ben 3 kişinin olduğu toplantıdaki konuşulanlarla ilgili diğer iki kişiye saygılı olarak hiçbir yerde konuşmadım. bunların dışındaki muhatapların yaptığını degerlendiremem."
aydınlar ise "yüzüme başka, arkamdan başka konuşuyorlar" diyerek tepki gösteriyordu. aydınlar, benzer suçlamayı fenerbahçe yöneticilerine de yapıyordu. aydınlar, ağustos 2011'de habertürk'teki "teke tek" programının konuğuydu. bu programa telefonla bağlanan fenerbahçe başkan vekili nihat özdemir, kendisini süreci kötü yönetmekle suçlayınca aydınlar, özdemir'in kendisini daha önce aldığı kararlardan ötürü övdüğünü hatırlattı. nihayetinde futbol oynadığı dönemde attığı çalımlar, zeka dolu gol ve asistleriyle "şeytan" lakabını alan rıdvan dilmen, 3 temmuz sürecinin de perde arkasındaki en önemli aktörlerinden biriydi dilmen'in aydınladın devrilmesi ve yerine yıldırım demirören'in getirilmesinde de aktif rol oynadığı savunuluyordu. dilmen'in bu gücü ise, bahsettiğimiz gibi, başbakan erdoğan'ın kardeşi mustafa erdoğan ile olan dostluğundan aldığı öne sürülüyordu.
demirören'in tff'ye başkan seçilmesinden sonra pfdk ve tahkim kurulu üyeleri değiştirilmişti. pfdk'ya dilmen'in avukatı serdar ölmez'in seçilmesi de manidar bulunuyordu. ölmez, kurulda raportörlük görevini üstlendi. bu, seçimin dilmen'in kurulu etkisi altına aldığını bir işareti olarak görülüyordu. buna mukabil şike davasına dair görüşleri kamuoyu tarafından bilenen ve trabzonsporlu kimliğiyle tanınan yusuf reha alp'in de alınmış olması aynı şekilde ciddi bir eleştiri konusuydu. pfdk'dan trabzonspor açısından tatmin edici cezaların çıkmamasından sonra alp'in istifa etmesi de zaten bir bütün olarak kumlun yapısına dair şüpheleri beslemiş oluyordu. yine tahkim kumlu başkanı seçilen engin tuzcuoğlu'nun da dilmenin yakın arkadaşı olduğu iddia ediliyordu. tuzcuoğlu'nun tahkim kurulu başkanı olmadan önce dillendirdiği ve nihayetinde sürecin bağıtlanmasında çözüm anahtarı olarak kullanılan "şikenin sahaya yansıyıp yansımadığına bakılsın" formülünü dilmen'in başbakan erdoğan'a götürdüğü yine konuşulanlar arasındaydı. dilmen'in şike davasına bakan heyeti de ziyaret etmek istediği de medyaya yansımıştı. habertürk genel yayın yönetmeni fatih altaylı, köşesinden dilmen'e şöyle bir soru sormuştu:
"şike davası diye bilinen dava sürecinde araya bir dostunu koyarak davaya bakan mahkemenin hâkimi mehmet ekinciden 'davayı aydınlatıcı bilgi vermek üzere' randevu istedin mi? ve mahkeme başkanı mehmet ekinci'nin sana yanıtı ne oldu? bu basit sorularıma yanıtı bekliyorum."
"duyumlar"a göre hâkim dilmen'e "şike davasını konuşmaya gelecekse hiç gelmesin" cevabım yollamış! özellikle trabzonspor kanadı dilmen'in sürece bu kadar müdahil olmasına tepki gösteriyordu. televizyonda "spor yorumculuğu1* yapan bir kişinin sürecin bu kadar göbeğinde olması belki eleştiri konusu olabilir ancak her şeyden önce onu bu sürece dahil edenlerin sorgulanması gerekmekte. tabii hayata bu kadar formel yaklaşmanın da bir manası yok. zira 3 temmuz sürecinde arka fonda birçok aktör dilmen gibi "çözüm" veya "çözümsüzlük" için çalıştı, çırpındı. dilmen, bunu sadece açık açık yapmayı tercih eden isimlerdendi. sonuç itibariyle eski tff başkam mehmet ah aydınlar, kendisinin geliştirdiği çözüm paketlerinin hayata geçirilmemesinde en büyük engel olarak rıdvan dilmeni görüyor. zira bu fenerbahçe efsanesinin süreci manipüle ettiğini düşüncesinde...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
"bu iddianame çöptür"
soruşturmanın fitilini özel yetkili savcı zekeriya öz ateşlese de iddianameyi görevi öz'den devralan özel yetkili savcı mehmet berk kaleme aldı. sanık çevreleri berkin sâdece polis fezlekesini özetlediğini savunuyorlardı. onlara göre savcı, sadece aleyhte delilleri gözeterek, polisin fezlekesi doğrultusunda bir iddianame ortaya koymuştu. aziz yıldırım ısrarla şunu soruyordu: "hani 19 maçta şike vardı? neden hepsi iddianameye girmedi?" yıldırım, mahkemedeki savunmasında da berk'in iddianamesinin "çöp"e gideceğini söyleyecekti.
iddianamenin tamamen tape'lere dayandığı ve ortada somut delillerin olmadığı da yöneltilen bir diğer önemli eleştiriydi. ali yıldırım'a ait bir tape sıklıkla gündeme getirildi. söz konusu tape'deki dinleme eyleminin karar alınmadan yapıldığı belirtilip buradaki hukuksuzluğa dikkat çekiliyordu.
fenerbahçe cenahının bir diğer önemli eleştirisi de trabzonspor'a dair bazı tape'lere iddianamede yer verilmemiş olmasıydı. özellikle de trabzonspor başkanı sadri şener ile asbaşkan nevzat sakar arasında geçen akp'ye karşı birtakım eylemlerin yapılmasına dair konuşmalar... fenerbahçeliler, esas "örgüt suçu"na konu olan konuşmaların trabzonsporlular arasında geçtiğini savunuyordu. ha keza aziz yıldırım, kendisinin ilk dinlendiği tape'yi de mahkemede defalarca dile getirerek, "burada hangi suç unsuru var da beni dinlemeye devam etmişler" diyordu.
berk'in iki ayrı iddianame hazırladığı da duruşmalarda öne sürüldü. bu sava göre berk'in ilk hazırladığı iddianamede ibb başkanı göksel gümüşdağ bulunmuyordu. ancak şiddet yasası değişikliğinin tbmm'de ele alınmasıyla birlikte gümüşdağ da gözaltına alındı. gözaltı sürecinde gümüşdağa oldukça ihtimam gösterildi. öyle ki, gümüşdağ'ın gözaltısı kamuoyuna "ifadeye çağrıldı" olarak lanse edildi gümüşdağ, başbakan erdoğan'ın eşi emin erdoğan'ın eniştesiydi. savcı berkin gümğşdağ hamlesi, yasayı değiştirmek için kolları sıvayan iktidara gözdağı olarak da okundu. sonuçta berk, özel yetkili 16. ağır ceza mahkemesi başkanı mehmet ekinci'yi gümüşdağ'ın da sanık olarak son anda elkendiği "güncellenmiş iddianame"yi yolladı.
gümüşdağ'ın son anda iddianameye eklenmesi de "niyetler" konusunda kamuoyunda bir sorgulamaya neden oldu. zira 14 yılla yargılanan tayfur havutçu gibi bazı isimler metris'te yatarken, hakkında 21 yıl ceza istenen gümüşdağ'ın tutuklanmasına nedense ihtiyaç duyulmamıştı. belki de gümüşdağ gözaltına dahi alınmayacaktı, şayet şiddet yasası'na ilişilmesiydi!
gümüşdağ'ın ifadeye çağrılmasında beşiktaşlı avukatların etkisini de göz ardı etmemek lazım. zira onlar, şike yapmakla suçlanan beşiktaş asbaşkanı serdal adalının ibb'li futbolcuları transfer etme girişiminden gümüşdağ'ın haberinin olduğunu savunuyor ve bu nedenle savcılık tarafından en azından bilgisine başvurması gerektiğini söylüyorlardı.
iddianameye dair güvensizlik ve kuşkulan besleyen bir önemli gelişme ise davanın sonlarına doğru oluştu. 14 haziran 2012de radikal gazetesinden ismail saymaz'a konuşan berk, 3 temmuz'un ilk aylannda medyada çıkan haberlerin yüzde 90'ının yalan olduğunu söyledi. aziz yıldırım, bu açıklamayı da mahkemede kendi lehinde bir delil olarak sundu. berk, saymaz'a bu açıklamaları yaptığında artık "özel yetkili" sava değildi. hsyk tarafından küçükçekmece başsavcıvekili olarak atanmıştı. berk, bu atamanın şike davasıyla bir ilgisi olduğunu düşünmediğin ekleyerek şunları dile getirmişti:
"o halde şunu da söyleyeyim: bir yıl oldu şike süreci. allah aşkına, basında, kamuoyunda, kahve ortamında geyik dediğimiz o kadar çok şey yazıldı çizildi, bunlar doğru kabul edilip üzerinde yorumlar yapıldı ki, artık bir şey diyemiyorum. bu süreçte yüzlerce haber çıktı. haberlerin yüzde 90ı yalan haberlerdi. o yüzden bir şey diyemiyorum."
berk, gülen cemaati'nin bu davayla fenerbahçe'yi ele geçirmek istediğine ilişkin iddialara da şu yanıtı veriyordu:
"biz de bunları yapıyormuşuz da... ne bileyim ismail bey, yorum yapmak istemiyorum. kahvede söylediğin laf iki dakika sonra haber oluyor. bunu duyunca üç gün boyunca güldüm. eşim geliyor eve, diyor ki 'mehmet ne zaman cemaatçi oldun, benim niye haberim yok?' bu kadar kolay mı insanlara yafta atmak? ben torbacı adam alıyorum, adam diyor ki, bu cemaat operasyonu. fuhuştan adam alıyorum, afedersin kadın satıyor, diyor ki cemaat operasyonu. bunu dediği zaman iş bitiyor. şikeden ötürü hiç yıprandığımızı düşünmedim. benim için de zor bir süreçti. kendim fenerbahçeliyim. çayını içtiğim, yemeklerim yediğim insanlar hakkımda işlem yapmak zorunda kaldım. bunun üzüntüsü ayrı ama elinize bir iş geldiğinde gereğini yapmak ayrı. yıprandığımı düşünmedim ama dört yıllık süre itibariyle artık yeterli."
savcı berk'in bu beklenmedik açıklamaları beraberinde yeni sorular getirdi? "yüzde 90'ı yalan" dediği bu "bilgi" ve "belge "leri medyaya kim servis etti? üzerinde "gizlilik kararı" bulunan dava dosyasından sızıntılar nasıl oldu? bunun iki cevabı var: ya polis ya da avukatlar? kaldı ki, medyaya yansıyan haberlerin yüzde 90'ı da berk'in iddianamesinde ve ek klasörlerinde yer bilgi ve belgelerden oluşuyordu. en önemlisi de berk, medyada çarşaf çarşaf yalanlar(!) yayımlanırken neden en azından yazılı bir açıklama yapmadı?
berk'in bir diğer önemli açıklaması da hürriyet gazetesi yazarlarından ertuğrul özkök'e oldu. berk, şike soruşturmasının 3-4 ayda unutulup gidileceğini sandıklarını söylüyordu! özkök'ü kendisi arayan berk'in açıklamaları şöyleydi:
"bu dava bana zekeriya öz'den geldi. zekeriya bey galatasaraylıydı. fenerbahçe ile ilgili bir davanın kendisinde olmasının yanlış olacağını söyledi. dava önüme geldiğinde iki şey dikkatimi çekti. gelen iddialar, sıradan bir dolandırıcılık çerçevesinde ele alınabilirdi. bu durumda, bu kişileri çağırıp, ifadelerini alıp bırakmaya karar vermiştim. ancak 10 gün sonra hiç beklemediğimiz bir gelişme oldu. tbmm şikeyle ilgili o kanunu geçirdi. kanun, elimizdeki davayı hiç beklemediğimiz bir biçimde etkiliyordu. artık yapabileceğimiz bir şey yoktu. önüme gelen ilk dosyada sadece fenerbahçe ile ilgili şike iddialarını içeren olaylar vardı. bunu sadece fenerbahçe davası olarak ele almak doğru olmaz. öteki takımlara da bakmak gerekir diye düşündüm. size bütün samimiyetimle söylüyorum. bu kanunun değişmesi için çok uğraştım. bunu aziz bey biliyor. gidin nihat özdemir'e sorun. o çabalarıma tanıktır. bu dava hayatımızı allak bullak etti. ben balyoz davasında da çalıştım. şike davasını açtığımız zaman, bunun da balyoz gibi 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık. ama yanılmışız. bunun böyle bir noktaya geleceğini hiç tahmin etmedik. bize 'cemaatçi' diyorlar. hangi kutsal üzerine yemin edeyim? çocuklarım üzerine yemin ediyorum ki cemaatle bir ilişkimiz yok, bu işte cemaat falan etkisi yok. bu davada çalışan çok sayıda insan var. aramızda alevi arkadaşlarımız, ateist arkadaşlarımız var. bize hiç böyle bir müdahale olmadı. cemaatin fenerbahçe'yi ele geçirmek gibi bir arzusu olsa, bizim cemaatle ilişkimiz olsa, sadece bazı yöneticileri almakla yetinir miydik? ali koç'u almaz mıydık? murat özaydınlı'yı almaz mıydık? bu kanun değişmeseydi, aziz bey çeteden 30 yıl, şikeden de her şike olayı için 5'er yıl ceza alırdı ve dışarı çıkamazdı. niye tutuksuz yargılanmadılar deniyor. kanun çok ağır. her suç iddiası için 5 yıl hapis öngörüyor. o nedenle tutuklu yargılandı. ben anadolu çocuğuyum. bizim hayatımızda futboldan başka renkli şeyler yoktur. çocukluğum, gençliğim fenerbahçeli olarak geçti. bunları isteyerek mi yaptım zannediyorsunuz. eski kanun olsa, ifadelerini alıp bırakırdım. ama ne yapabilirim önümde kanun var. savcıların kaderi budur, bazen en sevdiklerinizin, en yakınlarınızın davaları önünüze gelir. cemil turhan benim kahramanımdı. ama bakın hayatımız ne hale geldi. ben artık maç seyretmeye gidemeyeceğim. çocuğumun boynuna fenerbahçe fularım takamayacağım. biz savcılar, resim yapmıyoruz. fotoğraf çekiyoruz. yani kendi eklediğimiz bir şey yok."
evet, savcı berk bu açıklamalarıyla da insanlan şaşırtmayı başarmıştı. çünkü bu memlekette yaşayan ve üstelik futbola alaka duyan hiç kimse fenerbahçe'ye dair başlatılacak bir şike soruşturmasının 3 ayda unutulup gidileceğini düşünemez. fenerbahçe tercümanın istifası bile bu memlekette "son dakika" haberi olarak canlı yayınlarda duyuruluyor. anamuhalefet liderinin konuşmasını kesintisiz bütün kanallar vermez ama takımdan gönderilen alex de souza'nın vedası 127 dakika aralıksız verilir. "futbol asla sadece futbol değilse", "fenerbahçe de asla sadece fenerbahçe değildir". sonuçta kendisine "fenerbahçe cumhuriyeti" yakıştırması yapan bir kulüple karşı karşıyayız. yine aziz yıldırım'ın mahkemedeki savunmasında da dile getirdiği üzere türkiye'nin aynı zamanda en büyük "sivil toplum kuruluşları"ndan biridir bu kulüp.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
iddianame neden çöptür?
yıldırım, iddianameye "çöp" derken savunmasında buna dair bazı somut gerekçeler de dile getirdi. yıldırım, yaptığı ilk savunmada bunların belli başlı olanlarını şu şekilde ortaya koyuyordu: "trabzonspor-bursaspor maçında teşvik verildiği iddia ediliyor ve bunun için fenerbahçe asbaşkanı ali yıldırım'ın bursasporlu futbolcular vederson ve sercan'a, "pazar günü istanbul'da görüşelim" dediği söyleniyor. fakat aynı gün bursaspor'un trabzon'da maçı vardı. iki futbolcu da maç kadrosundaydı. fenerbahçe lehine şike yapmakla suçlanan sivasspor kalecisi korcan çelikay'ın kız kardeşine araba hediye ettiği iddia ediliyor. oysa korcan'ın kız kardeşi yok emniyet, 6 temmuz'da "19 maçta şike ve teşvik suçu işlendiğine dair kuvvetli delil tespit edilmiştir" açıklaması yaptı ama iddianamede sadece 13 maça yer verildi. emniyette bana kasımpaşa kalecisi fuat kocaoğlu'na şike teklifi yaptığım söylendi ancak iddianameye murat şahin'in adı girdi. oysa murat, o maçta yedekti. ilhan ekşioğlu arasındaki "bilyoner'i kapatalım" diyaloğundaki 'bilyoner' iddaa oyunu olarak mütalaa edilmiş. oysa burada kastedilen billionaire isimli gece kulübü. şike teklif ettiğimiz oyuncular ya hiç oynamamış ya da yedekten girmiş."
yıldırım, korcan çelikay'ın kızkardeşi olmadığını söylerken, "savcı berk'ten şikâyetçiyim. olmayan kız kardeşle nüfusu artırıp milli geliri düşürdü" diyerek kinaye yapmayı da ihmal etmeyecekti. bu arada sözü edilen araç bir mini-cooper'du. iddianamede bu aracın ilhan ekşioğlu tarafından şike ve teşvik çalışmalarından ötürü abdullah başak'a alındığı ancak vaziyetin ortaya çıkmaması adına üçüncü bir şahıs üzerine tescillendiği savunuluyor.
fenerbahçeliler savunmalarında fezleke ile iddianame arasında bir ayrım yapmadı. sık sık, fezlekede olan bazı iddiaların iddianameye neden girmediğini sordular. bu kamuoyunu etkilemek açısından etkiliydi ancak kendisini iddianameyle sınırlayan mahkeme nezdinde aynı tesiri yapmadı.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
hükümet topa giriyor
3 temmuz operasyonundan sonra futbol dünyası ne futbol disiplin talimatının ne de şiddet yasası'nın kendileri açısından "uygulanabilir" olmadığını gördü. var olan futbol yapısı, bu talimat ve yasaların bedelini ödeyecek güçte değildi. veyahut bu talimat veya yasaları futbol dünyasına uygulayacak bir güç yoktu! iddianamede istenen cezaların ağırlığı kulüpler birliği'ni harekete geçirdi. ancak iş siyasette bitecekti.
3 temmuz sürecine dair muhalefet fenerbahçe'den yana tavrını açıkça almıştı, chp'li bazı vekiller duruşmalara da katılarak aziz yıldırım a olan desteklerini sundular. yıldırım tahliye olduktan sonra da chp genel başkam kemal kılıçdaroğlu, fenerbahçe kulübüne giderek ziyaret etti. diğer yandan süreci belirleyici şekilde etkileyen elbette iktidarın tutumuydu. akp iki farklı tutum sergiledi. ceza yargısı açısından, "top yargıdadır" babında bir yaklaşım sergileyen iktidar, iş sportif yargıya geldiğinde "çözüm formülü"nü bizatihi kendisi hazırladı sanki: kişiler ve kurumlar ayrılsın. yine de iktidar partisi bu konuda "yek" düşünmüyordu. bir grup milletvekili -gülen cemaati'ne yakın olduğu iddia edilenler-, yasa ve talimatlarda kafa bir değişikliği istemiyor, aksine "futbolun temizlenme operasyonu"nda sonuna kadar gidilmesini istiyorlardı. özellikle şiddet yasası değişikliği sırasında akp'de açık bir ayrışma yaşandı. bugüne kadar çok nadir olarak yasaları "bir kez daha görüşülmek üzere" tbmm'ye geri yollayan cumhurbaşkanı abdullah gül, şiddet yasası'nı veto etti. nihayetinde ise başbakan'ın istediği oldu ve ceza indirimini öngören değişiklikler gerçekleştirildi. böylece köşk ile başbakanlığın uyumu esaslı bir gol yemişti! işte size futbolun gücüne dair bir kanıt daha...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
"yargıspor", "iktidarspor"a karşı mı?
yapılan değişiklik, gül tarafından "kişiye özel -ki o da aziz yıldırım oluyor- yasa yapılamaz" şiarıyla veto edilmişti. burada bir parantez açmak şart. mit müsteşarı hakan fidan'ın pkk ile yapılan oslo görüşmesi'ne dair ifadeye çağrılmasına tepki gösteren hükümet derhal bir yasal değişikliğe gitmiş ve bu da cumhurbaşkanı tarafından hemen onaylanmıştı. nedense bu yasal değişiklik "kişiye özel" tartışmasına pek konu olmamıştı!...
şiddet yasası'ndaki değişikliğe sadece akp'deki bir kesim değil, yargı da refleks gösteriyordu. misal, şiddet yasası değişikliğinden bir gün önce mahkeme, berk'in iddianamesine cevaz verdi. bütün bunlar bir "tesadüf değildiyse o zaman ortada açıkça bir "yargı-siyaset" çekişmesi vardı. berk'in medyaya yansıyan şike soruşturması tape'lerine bakıldığında ibb başkanı göksel gümüşdağ'ın da bu soruşturma kapsamında en azından ifadesine başvurulması gerekiyordu. fakat nedense gümüşdağ'a ilk başlarda bir davet çıkartılmamıştı. ne zaman şiddet yasası değişikliği gündeme geldi savcı berk, apar topar gümüşdağ'ı gözaltına aldı. "ifadesine başvuruldu" olarak lanse edilen bu gözaltı kararına gümüşdağ'ın kalabalık bir grupla gitmesi ve siyasetin yanında olduğunu gösterir davranışlarda bulunması dikkat çekiriydi. bir "alan restleşmesi" kokusu veren bu gözaltı eylemiyle emniyet ve savcılık, sanki iktidara, "siz yasa değişikliğiyle bu soruşturmayı sekteye uğratırsanız biz de size yakın isimleri bile sanık sandalyesine oturturuz" mesajı veriyordu.
gümüşdağ, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı lakin savcı berk'in revize ettiği öne sürülen iddianamesine de bir "son dakika golü" hesabı "sanık" olarak girdi. ama hakkında daha az ceza talebi olanlar tutuklanırken, gümüşdağ tutuksuz yargılanacaktı. bu da futbolun temizlenmesini samimiyetle talep edenlerin kalesine atılmış bir gol sayılabilirdi gerek gümüşdağ'ın gözaltına alınıp dosyaya sanık olarak eklenmesi gerek cumhurbaşkanı gül'ün, şiddet yasası değişikliğini veto etmesi hem iktidar partisi içinde hem de yargı ile iktidar partisi arasında bir "yarılma" oluşturdu. bu yarılmayı, daha da genelleştirenler ise şöyle okudu: iktidar ile cemaatin arası açıldı. bu yoruma göre dava sürecinde yer alan yargı kesimi de cemaatçiydi. değişen yasadan hemen sonra aralarında beşiktaş asbaşkanı serdal adak ile teknik direktörü tayfur havutçu'nun da bulunduğu 5 kişi tahliye oldu ancak aziz yıldırım ve arkadaşlarının tutukluluk hali devam etti. aziz yıldırım haklı olarak isyan ediyordu: "hani bu yasa benim için çıkartılmıştı. bakın ben yine içeride kaldım." davanın odağına artık tastamam fenerbahçe oturmuştu...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
adını cemaat koydum!
şike davası, çağlayan'a taşınıncaya değin yıldırım'ın yaptığı açıklamalarla birlikte olup bitene de çoktan bir "ad" konulmuştu fenerbahçe taraftarı açısından: bu davanın arkasında cemaat, gülen vardı!..
yıldırım, hiçbir şekilde doğrudan isim vermese de onun yaptığı göndermelerden aldıkları feyzle taraftarların attıkları sloganlar ve açtıkları pankartlar şike davasının "eşgal"ini "gülen cemaati" olarak somutlaştırmıştı. bunun böyle olduğunun fenerbahçe camiası; daha doğrusu "fenerbahçe cumhuriyeti" açısından en büyük delili ise 3 temmuz sürecinde gülen cemaati medyasının aldığı tutumdu. ortada henüz sadece bir polis fezlekesi varken "cemaat medyası" olarak tanımlanan kesimin hükmünü vermiş olmasıydı sarı-lâcivertlilerin kanısını besleyen. cemaatin gayriresmi sözcüsü konumundaki hüseyin gülerce'nin, 6 temmuz 2011'de, yani operasyondan 3 gün sonra, zaman gazetesindeki köşesinde soruşturmayı "futbolun ergenekon"u olarak yaftalaması taraftarda oluşan algıyı besleyen mihenk taşlarındandı. gülerce'nin olan bitenin adını bu kadar erken koyup kalemi kırması hem cemaatin hem de destek verdiği hükümetin göreve gelirken ki şiarına ters değil miydi? 28 şubat'a karşı "hukuk devleti" bayrağını dalgalandıran zihniyet, bariz ofsaytta değil miydi? daha iddianamesi bile ortaya çıkmamış bir suçlamaya muhatap olan kişi ve kurumların çok isabetle söylediği gibi yapılan tam bir "yargısız infaz"dı. bu tutum futbolda gerçek bir arınma isteyenlerin de kalesine atılan bir gol oluyordu esasında. neylersiniz ki bu, memlekette ne ilk ve galiba ne de son yargısız infaz olacaktı. mesele insanların dava sonunda suçlu bulunup bulunmayacakları değildi. mesele yargılama başlamadan bazı çevrelerce bu hükümlerin yargı adına verilmiş olmasıydı. hal böyle olunca da yargılamaya olan inanç daha ilk günden taca çıkıyor ve ister istemez nihai karara olan güven de sarsılıyordu. ilk günden kalem kıranlar, esasen adalete hizmet etmiyor, bilakis adalet duygusunu baltalıyorlardı.
cemaat medyası, uzun süre davaya verdiği destekten ötürü bir sıkıntı duymadı. dava sürecinin sonlarına doğru ise zaman gazetesi genel yayın yönetmeni ekrem dumanlı, bu durumdan duyulan rahatsızlığı kaleme almaya başladı. ardından ruşen çakır, vatan'da dumanlı'ya cevap niteliğinde fenerbahçe cephesinde "cemaat algısı"nın neden oluştuğuna dair bir dizi makale yazdı ve kıyamet koptu. oysa çakır, yeni bir şey söylemiyor, sadece herkesçe malum olan tespitleri derli toplu bir arada sunuyordu. hatta bir nevi iki kesim arasında sulh sağlanması için platform oluşturmaya çalışıyordu. davayı başından itibaren izleyen biri olarak sarı kanaryalıların, davanın arkasında cemaat ve iktidarı gördüğüne şahit oldum. hatta bunu yorum ve haberlerimde de dile getirdim. cemaat çevrelerinin sanki ruşen çakır, yeni bir şey söylüyormuş gibi büyük bir infial yaşaması açıkçası bugün bile çözmekte güçlük çektiğim bir durum. şurası ise muhakkak: aziz yıldırım, isim telaffuz etmiyordu fakat çizdiği tablodaki ipuçlarıyla operasyonun arkasındaki ismin adeta kamuoyu eliyle konulmasını sağlıyordu. aylarca 3 temmuz'un sorumlusu olarak görülen cemaatin, uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra "nereden çıktı bu algı?" diye akıntıyı tersine çevirme çabası ikna edicilikten uzaktı.
bu noktada "sadece cemaat medyası mı, ana akım medya da infaz yapmadı mı?" sorusu gelecektir. kısmen doğru. fakat nispeten aklıselim olmaya çalışanlar her ne kadar fezleke ve iddianameden bölümleri sayfa ve ekranlarına yansıtsalar da sanıklara birtakım yaftalar yapıştırıp kesin suçlu olduklarına dair hüküm vermedi. bu ince aynını o büyük gürültüde görmek pek olası değildi.
akp iktidarı ise davada çok daha önce pozisyon değişikliğini gerçekleştirmiş ve fenerbahçe'nin kademesine girmişti. gerek şiddet yasası değişikliği gerek tff'nin, hatta uefa'nın nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda doğrudan başbakan recep tayyip erdoğan'ın ayağını topa uzatması bunun en somut kanıtlarıydı. nitekim hem yasama organı hem de "özerk" tff, erdoğan'ın çizdiği rotada bir yol izledi. yine başbakan, taraftarın kendisine cephe aldığı günlerde, lefter küçükandonyadis'in saraçoğlu'ndaki cenaze törenine katılmaktan çekinmedi. taraftarın protestosuna rağmen erdoğan, buna çok fazla tepki vermedi. türk telekom arena açılışında galatasaraylıların yaptığı protestoya verilen tepkileri hatırlayınca aradaki fark daha iyi anlaşılıyordu.
iktidarın pozisyon değişikliğinde davaya olan inancın sarsılması mı etkili olmuştu yoksa "fenerbahçe cumhuriyeti"nin gücü mü? lefter'in cenaze töreninde başbakan'ı protesto eden fenerbahçe taraftarları, yaptıkları birçok yürüyüş ve mitingde de sadece "cemaat fener'le başa çıkamaz" demiyor, "sandıkta görüşürüz" de diyorlardı. bunun için oluşturdukları www.sandiktagorusuruz.org internet sitesi de 2014'te yapılacak yerel seçimler için gün saymakta. esasen bu sloganın bir geçmişi de var. fenerbahçe taraftan yıllar önce de koyu galatasaraylı mesut yılmaz'ın taraftarlığını "abartması"na tepki olarak, "sandıkta görüşüz mesut" diyerek pankart açmışlardı. madem ortada "fenerbahçe üst kimliği"ni her şeyin önünde tutan 25-30 milyonluk bir kitle vardı, o halde siyaset onların tercihlerine kayıtsız kalamazdı.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
bir kırılma anı: fidan olayı
mit müsteşarı hakan fidan'ın savcılık tarafından ifadeye çağrılması şike davası açısından da bir "kırılma noktası" yorumlarına neden oldu. fidan olayı, "iktidar ile cemaatin arasına kara kedi girdi" yorumlarına sebebiyet verdi. bu işin cemaatle ne ilgisi vardı ki? polis ve yargının bir kesimi üzerinde cemaatin etkisi olduğunu savunanlar, pkk ile oslo'da yapılan görüşmeyi organize eden mit müsteşarı hakan fidan'ın ifadeye çağrılmasının dolaylı olarak başbakan erdoğan'ın ifadesinin alınması anlamı taşıdığını ve cemaattin bu tutumuyla artık fazla ileri gitmeye başladığını savunuyorlardı. erdoğan hükümeti derhal bir yasa değişikliği yaparak fidan'ı bir bakma yargıya teslim etmedi. akp iktidarının başlangıçta tarafsız bir pozisyon seçtiği şike davasında yarı saha değişikliğine daha hızlı geçmesinde fidan olayının etkisi inkâr edilemez. bu olay, her şeyden önce "özel yetkili mahkeme" gerçeğinin ne olduğunu ve hangi boyutlara ulaştığını somut olarak başbakana da göstermiş oldu. fidan olayı, söz konusu mahkemelerin kaldırılması süreci için de işaret fişeği oldu.
"özel yetki"nin kaldırılması için şike davasında da finale yaklaşılmıştı. mahkeme koridorlarında bazı sanık avukatları, bu değişiklik nedeniyle oldukça rahatlamışlar, "iki gün içinde çok şey değişecek" diyorlardı. bunun anlamı şuydu: özel yetkili mahkemeler kapanacak ve davanın seyri tamamen değişecek. ancak beklenti gerçekleşmedi. özel yetki kalksa da sürmekte olan davalar değişiklik kapsamı dışında tutuldu. kaldı ki, şike davasını gören özel yetkili 16. ağır ceza kararın resmî gazete'de yayımlanmasından önce hükmünü açıkladı. adeta "ne olur ne olmaz" denmişti. açıkçası kck ve ergenokon gibi davalar nedeniyle hükümet 'sürmekte olan davalar' şerhini düşmüştü. şike davasında da sanıklara yönelik 'örgüt' suçlaması vardı ve dava da özel yetkili mahkemelerin konusu yapılmıştı. iktidar partisi, hazırlayacağı "yargı paketi reformları"yla muhtemelen bu "mağduriyet"i bir şekilde telafi edecek ve o şekilde sandığa gidecek! iktidardaki tavır değişikliğinin somutlaşmasından somadır ki, cemaat çevrelerinde de "davanın arkasında cemaat var" algısından duyulan rahatsızlık dillendirilmeye başlandı. zaten hüseyin gülerce de epeydir bu konuda top oynatmaktan vazgeçmişti. kişisel yorumlarının cemaate mal edilmesinden rahatsızlık duyuyordu, baştan itibaren desteklediği balyoz, ergenekon ve oda tv davalarında asla tutum değişikliğine gitmeyen cemaat çevrelerinin şike davasında geri adım atmasının anlamı neydi? içinde birçok altkimliği barındıran ve "taraftar" üstkimliğinde birleşen futbol kitlesinin gücüydü galiba geri adım attıran. kürdü, türkü, türbanlısı, türbansızı, engellisi, engelsizi, alevisi, sünnisi, solcusu ve sağcısı da "fenerbahçelilik" şemsiyesi altında toplanmış, aziz yıldırım'ın suçsuzluğuna hep birlikte "iman" etmişlerdi. bu gücün esas kaynağı da "çoğunluk"tan ziyade "çoğulculuk"tu ve böylesi bir güce kimse kolay kolay karşı duramazdı. ceza yargısı hariç...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
cemaat bunun neresinde?
"cemaat meselesi" bir yandan da biraz karmaşıktı. sarı-lacivertli camianın büyük kesimi işin arkasında gülen cemaati'nin olduğuna inanmıştı. ama "iyi polis-kötü polis" oyunu yoksa şayet, bazı yönetici ve taraftarlarda aynı zan oluşmamıştı. misal taraftarın cemaate yönelik suçlamaları kulübün resmî internet sitesine yansıdığında "sehven" muamelesi yapılarak derhal geri çekiliyordu. fb tv de "sorumlu"yu, yerden yere vurulan merkez medya gibi ifşa etmiyordu her nedense.
kulüp başkanından yüksek divan kurulu başkanına kadar birçok kişi "atatürkçülük" vurgusu yaparken, bazı fenerbahçeli yöneticiler de bu işin arkasında cemaat olduğuna dair yargılara katılmadıklarını söylüyorlardı. o halde ya yönetimde fikir ayrılığı vardı ya da bu iyi planlanmış bir "savunma oyunu"ydu. fenerbahçe başkanvekili nihat özdemir, taraftarın tepkisini çekme pahasına iktidar, cemaat ve yargı nezdinde temaslarda bulunmaktan geri durmuyordu. savcı berk'in ertuğrul özkök'e yaptığı açıklamadaki şu sözleri hatırlatmakta fayda var:
"size bütün samimiyetimle söylüyorum. bu kanunun değişmesi için çok uğraştım. bunu aziz bey biliyor. gidin nihat özdemir'e sorun. o çabalarıma tanıktır."
yıldırım'ın savunmasına göre şike davasının arkasında çağlayan-beşiktaş-aksaray üçgeni vardı! yıldırım, "bu iddianame çağlayan'da yazıldı" derken bunun ne demek olduğunu mahkeme koridorlarında soruşturup ertesi günkü haberimde "cisim"leştirmiştim. yıldırım'ın hedefinde istanbul cumhuriyet başsavcıvekili fikret seçen vardı. seçen düğmeye bastı, berk harekete geçti ve istanbul organize şube müdürlüğü de operasyonu başlattı! peki neden? çünkü fenerbahçe ele geçirilmek isteniyordu ve çünkü fenerbahçe "son kale"ydi...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
"başbakan'a dokunmayın!"
fenerbahçe başkanı aziz yıldırım, gerek basın açıklamalarında gerek mahkemedeki savunmalarında başbakan erdoğan'ı eleştirmekten özenle kaçınırken camiadan bu yönde gelen tepkilere de set çekiyordu. o "son kale"yi ele geçirmek isteyen tek güç kalıyordu geriye; cemaat! yani cumhuriyetin polisi, askeri, medyası, yargısı, tersanesi ele geçirilmiş bir tek fenerbahçe kalmıştı! onu ele geçirmek için de "3 temmuz tertibi" gerçekleştirilmişti. yıldırım, açıkçası bazı kesimler tarafından son 10 yıla dair yapılan bu genel siyasal okumayı kullanıyordu. ve bu, etkili de oluyordu.
peki fenerbahçe'yi ele geçirmek isteyenler bu operasyondan önce "teslim olması" için direkt veya dolaylı herhangi bir girişimde bulunmuşlar mıdır? yıldırım'ın "konuşacağım" dediği şeyler nelerdi ve neden konuşma zamanı bir türlü gelmemekte? yıldırım'ın savunmasındaki en büyük handikap da bir türlü konuşamaması değil mi? tahliye olduktan ve gerekçeli karar açıklandıktan sonra da yıldırım, esasa dair konuşmadı. yargıtay sürecinin tamamlanması bekleniyor anlaşılan. olumlu karar çıkarsa ne kadar haklı olduklarını anlatacak doğal olarak. ya olumsuz karar çıkarsa? o vakit konuşacak. peki ya söyleyecekleri hakikaten bütün olaylarını seyrini değiştirecek nitelikte olursa? o zaman yıldırıma "neden bugüne kadar sustun, neden mahkemede anlatıp ceza alınmasının önüne geçmedin?" diye sorulmaz mı? hasılı, sürekli ötelemeler iyiden iyiye "aziz yıldırım blöf yapıyor" yargısını güçlendirmekten başka bir şeye yaramadı...
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
aziz yıldırım: "ben 'cemaat' demedim"
aziz yıldırım, tahliye olduktan sonra evinde dostlarını kabul etmeye başladı. bu kabullerden birinde önce onun fethullah gülen'e çok kızgın olduğunu söylediğini, sonra ise böyle bir şey beyan etmediğini öğrendik.
yıldırım'ın 2 temmuz 2012'de tahliyesinden sonra kendisini ziyarete giden hürrıyetin eski genel yayın yönetmeni ertuğrul özkök, 4 temmuz 2012'deki köşe yazısında görüşmeden notlar kaleme aldı:
"özellikle polisin uygulamalarına karşı çok tepkili. anladığım kadarı ile, bundan böyle tek kişilik bir 'sivil toplum örgütü' gibi mücadele edecek. poliste, yargıda yapılan haksızlıklara! ortadan kaldırılması için elinden geleni yapacak. özellikle fethullah gülen'e çok öfkeli. görüşlerini hiçbir sansüre tabi tutmadan, isim vererek, açıkça söylüyor. onlar hakkında 'cemaat' kavramının kullanılmasına içerliyor. o yüzden bizzat gülen'in adını vererek tarif ediyor. içerde bu konuda epey de çalışmış. yakınları, bu konuda konuşmamasını tavsiye ediyorlar. 'herkes susmuş, kenara çekilmiş, bir tek biz mi mücadele edeceğiz' diyorlar. onun görüşü ise şöyle: 'tek başıma kalsam da mücadele edeceğim. bu yargılamalar artık türkiye'nin meselesidir.' başbakan erdoğan'ı ayrı bir yere koyuyor. onunla bir meselesi yok gibi konuşuyor. basın toplantısının havasına gelince... görüşlerini sakin bir dille anlatmaya kararlı. kırıcı değil, yapıcı bir eleştiriyi tercih edecek gibi görünüyor."
ancak yıldırım ertesi gün yaptığı açıklamada özkök'ü yalanlayarak, hiç kimse hakkında ne yergide ne de övgüde bulunduğunu söyledi:
"son birkaç gündür, dostlarımın ve sevenlerimin gösterdiği yoğun ilgi ve teveccüh nedeniyle herkese ayrı ayrı şükranlarımı sunmak isterim. buna karşın, bu ziyaretler sırasında dost sohbeti şeklinde geçen diyalogların, iradem ve bilgim dışında 'haber' adı altında yazılı ve görsel medyaya taşındığını üzülerek görmekteyim. bilinmesini isterim ki, bu ziyaretler sırasında karşılıklı yapılan konuşmalarda hiçbir kişi, kurum veya oluşum adı kullanılmadığı gibi, yine hiçbir kişi, kurum veya oluşum hakkında övgü ya da yergi niteliğinde ifadeler kullanılmamıştır."
özkök, bu yalanlama karşısında susmayı tercih etti. fakat takındığı tutum "peki, öyle olsun. siz öyle diyorsanız..." bâbındaydı. özkök'ün "kabül"ünde zımni bir "yazdıklarını doğru" havası hissedilmiyor değildi!
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
en iyi savunma hücumdur!
fenerbahçe başkanı, şike davasında savunmasını üç temel üzerine kurmuştu: 1) fenerbahçe türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütüdür, adeta bir cumhuriyettir. bu cumhuriyet de türkiye cumhuriyeti'nin kurucu felsefesine bağlıdır. alenen atatürkçüdür, kuvayı milliyeci'dir. işte bu kimliğiyle de ayakta kalmış bir "son kale"dir. şimdi onu da ele geçirmek isteyenler var ve görülmekte olan bu dava da bu nedenle asla bir şike davası değildir. 2) bu dava, aziz yıldrım'ı tasfiye operasyonudur. seçimle kulüpten alaşağı edilemeyen yıldırım, bu operasyonla itibarsızlaştırılıp başkanlıktan edilmek istenmiştir. 3) asıl şikeyi trabzonspor, hatta dava dosyasına konu olmayan galatasaray yapmıştır.
yıldırım, daha duruşmalar başlamadan savcı berk'in iddianamesinden adeta ayrı bir iddianame çıkartmıştı. yıldırım ve beraberinde fenerbahçe bağlantılı yargılanan sanıklar, şike ve teşvik eylemlerine bulaşmadıklarım, bilakis bu işe yeltenenleri engellemeye çalıştıklarını söylüyorlardı. bu işe yeltenenler de onlara göre trabzonsporlulardı. evet, fenerbahçe başkanı'nın savunmasının mihenk taşlarından biri trabzonspor'un şike ve teşvik eylemlerine bulaştığıydı. yıldırım, iddianamede fenerbahçe namına şike ve teşvik eylemi gibi gösterilen eylemlerin bir kısmının transfer çalışmaları, bir kısmının da trabzonspor'un şike ve teşvik faaliyetlerine karşı önlem alma çalışmaları olduğu savunuyordu. misal, trabzonspor'un gençlerbirliği'ne teşvik primi vermek amacıyla çalışmalar yürüttüğü duyumu aldıklarını ve buna mani olmak için de gençlerbirliği kulübü başkanı ilhan cavcav'a bir mektup yazdıklarını mahkemede dile getirdi. ilgili mektup tanık olarak mahkemede ifade veren cavcav tarafından da teyit edildi. manisaspor ile ilgili duyumda kulüp başkanını uyarmaya kulüpten adamlar gönderilirken, eskişehirspor'a ise "trabzonspor'un faaliyetleri"ne ilişkin dolaylı yollardan yoklama çekiliyordu.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
"ben değil trabzonspor yaptı" taktiği doğru muydu?
aziz yıldırım ve diğer sanıkların savunmalarını trabzonspor üzerine kurmaları doğru bir taktik miydi? başlangıçta, kamuoyu açısından çok ses getiren bir taktikti. lakin aynı etkinin mahkeme üzerinde oluşmadığı kesindi. daha işin başında radikal gazetesinde yaptığım analizlerde bu noktaya dikkat çekmiştim. nitekim ilerleyen duruşmalarda mahkeme başkanı mehmet ekinci, "siz trabzonspor'u önleme şebekesi mi kurdunuz?" diye sorarken, bir yandan da bu taktiği boşa çıkartmış oluyordu. yıldırım ve arkadaşları ise bu kanattan bindirmelerine devam ettiler. elbette "bu bir taktik değil, onlar açısından gerçek buydu" denilebilir. ancak sonuçta "trabzon silahı" yıldırım'ın elinde patladı.
neden trabzonspor argümanının tutmayacağını düşünüyordum? bunun cevabı çok alengirli değildi: fenerbahçe yönetimi, trabzonspor'un birtakım şike veya teşvik primi eylemleri içinde olduğuna dair duyum veya bilgi sahibiydiyse bunun önlemini almak onlara düşmezdi. öncelikle futbolun yönetim mekanizmalarını harekete geçirmeleri gerekiyordu. üstelik 6222 sayılı yasa da onlara ayrıca bir araç sunuyordu. yıldırım, savunmasında "savcı berk madem şike yapağımızı biliyordu neden daha ilk maçtan sonra müdahale etmedi, yoksa bahis mi oynuyordu?" diye soruyordu. bu mantık yıldırım'ı da benzer bir soruya muhatap bırakıyordu: "madem fenerbahçeliler trabzonspor'un şike yaptığım biliyorlardı neden yetkili mercilere bildirmediler?" burada mesele "doğru" ile değil de "savunma tekniği"yle alakalıydı. hani "o gece evde olduğuna tanıklık edecek kimse var mı?" sorusuna "hayır" denilince düşülen durum gibi. belki gerçekten de evdesinizdir ama hukuk bunu sizden kanıtlamanızı ister. oysa bir gün sonra bir şeyle suçlanacağınızı bilseniz o zaman elbette evde olduğunuzu kanıtlamak için birine tanıklık ettirirsiniz...
diğer yandan fenerbahçelilerin trabzonspor'a yönelik birçok suçlaması iddianame kapsamında olmadığı için mahkemece hiç dikkate alınmadı. bu da sarı-lacivertlilerde infiale neden oluyordu. bunlardan en önemlisi de trabzonspor başkanı sadri şener ile asbaşkanı nevzat şakar'ın hükümete karşı diğer siyasi partileri harekete geçirme yönünde yaptıktan konuşmaydı. dava dosyasının tamamı ve mantığı düşünüldüğünde hakikaten bu konuşmanın da bir suç isnadına kaynaklık etmesi beklenebilirdi. fakat bunun esas muhatabı iddianamenin sahibi savcı berk'ti, zira bunu bir "suçlama" konusu yapmamıştı. ikinci muhatabı da mahkeme heyetiydi elbette; heyet de gerek bu konuda gerek başka konularda davanın genişletilmesi talebini reddetti.
bir başka popüler iddia da "sivas'a giden balıklar"dı. fenerbahçeliler, sivasspor-fenerbahçe maçı oynanırken trabzonspor yöneticisi recep denizer'in ile coşkun cebi adlı kişi arasında geçen ve "sivas'a balıkları gönderin" ifadelerinin yer aldığı tape'deki konuşmaları yapan kişilerin de dinlenmesini istedi. mahkeme heyeti buna lüzum görmedi. zira iddianamede bu tape'deki konuşmaların içeriğine de bir suçlama izafe edilmemişti. yine de kamuoyunda çokça tartışılan bu tape'nin taraflarının tanık olarak mahkemeye çağrılması bana göre mahkemenin de lehine olurdu. zira fenerbahçeliler nezdinde bu "balık konuşması" trabzonspor'un sivasspor'a teşvik primi gönderdiğinin en somut kanıtıydı.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
fenerin "derinleştirme" talebine ret
3 temmuz soruşturması patlak verdiğinde kendisinden bir an önce karar alması istenen türkiye futbol federasyonu, "belge yok", "savunmaları alamadık", "iddianameye bekleyeceğiz" diyerek topu sürekli taca atıyordu. yavaştan da "mahkeme karan beklenmeli" görüşü ısıtılmaya başlanmıştı. fenerbahçeli yöneticiler de mahkeme kararının beklenmesi gerektiğini dile getirmişlerdi. fenerbahçe başkanvekili nihat özdemir, ağustos 2011'de aydınlar'ın konuk olduğu habertürk'teki "teke tek" programında tff başkanı'nın medyaya kulak vererek süreci yanlış yönettiğini savunurken kendi reçetesini şöyle dillendiriyordu:
"ben mehmet ali aydınlar'ın yerinde olsaydım tek bir şeye güvenirdim: türk yargısına ve türk yargısının vereceği nihai karara... hiç öyle iddianamede çıkacak karara bağlamazdım. eğer yargının vereceği kararda fenerbahçe suçluysa onun en ağır cezaya çarptırırdım. ben inanıyorum ki, fenerbahçe bu dava sonunda beraat edecektir. o zaman bu federasyonun buna ne cevap vereceklerini ben merak ediyorum."
fenerbahçe'nin böyle bir talepte bulunması anlaşılırdı. zira zaman kazanmak istiyorlardı. olası tahliyelerde başkan ve yöneticilerinin spor yargısındaki yargılamada da daha rahat savunma yapma şansı bulacaklarını düşünüyorlardı. federasyonu ise mahkemenin sonuçlanmasının uzun bir süreç alacağını varsayarak adeta işi "kaynatmak" istiyordu. lakin mahkeme, yine futbol tabiriyle söylersek, hiç "yan pas" yapmayıp "dikine oynamayı" tercih edince hesaplar da şaştı.
14 şubat 2012'de başlayan şike davası, her aya en az iki duruşma konulmak suretiyle yaklaşık 5 ayda tamamlandı. özel yetkili 16. ağır ceza mahkemesi, bu kadar geniş çaplı bir davanın böylesine kısa bir sürede bitirilmesinden ötürü teşekkür bekliyordu! elbette adalet sadece "sürat"le ölçülemez. "hızlı ve adil karar" bu ülkenin özlemini duyduğu bir haktır. mehmet ekinci başkanlığındaki heyet, hem hızlı hem de adil olduğunu savunuyordu. fenerbahçe tarafıysa aynı kanaatte değildi tabii ki. bu kanaati besleyen en önemli unsurlar da bazı tanıkların dinlenmesi ve daha da önemlisi soruşturmanın genişletilmesi talebinin mahkeme tarafından reddedilmiş olmasıydı.
peki bu davanın bu kadar çabuk sonuçlandırılmasının sebebi neydi? yargı da maç seçen futbolcu misali dava mı seçiyordu? yoksa gaye fenerbahçe'yi olası hukuki düzenlemelere karşı bir an önce mahkûm etmek miydi? fenerbahçe savunma hattı kuşkusuz bu görüşteydi. evet, normal şartlarda 2-3 yıla yayılabilecek dava 5 ayda noktalandı. yargı ile siyaset arasında bu süreçte bir restleşme olduğunu söyledim. bir başka restleşme de spor yargısıyla yaşanıyordu bana göre. spor yargısı karar alma sürecini ne kadar ötelemeye çalıştıysa ceza yargısı da "kontra atak"la beklentilerin tam aksine kararını çok ama çok kısa bir sürede alarak, futbolu yönetenlere "artık karar almamak için hiçbir bahaneniz kalmadı" demek istedi. mahkeme başkanı mehmet ekinci, kovuşturma sürecinde de imzası olan bir kişiydi. karar oluşturmak için yeterli veriye sahip spor yargısının ayak sürtmesine kendisinin gördüğü mahkemeyi hızlandırarak bir cevap vermek istediği izlenimini edindim. bunun yanı sıra sanıklar ve avukatları uzun tutukluluk halinden şikâyet ettiklerinde ekinci de kendilerinin de mahkemeyi en kısa sürede bitirmek istediklerini defalarca söyledi. hatta sanık ve avukatlar uzun uzun sözlü savunma yapmak istediklerinde "valla benim için sorun yok. isterseniz size saatlerce konuşma izni vereyim. ama o zaman da 3-4 ayda bir duruşma olur" diyordu. şurası da muhakkak: futbolun büyüsü herkesi çepeçevre sarıyor. mahkeme heyetinin, şike davasını diğer davalar yanında biraz "çerez" gibi gördüklerini de eklemeliyim. kariyerlerinde bundan daha çetrefilli davalar gördüklerini dile getirmeleri boşuna değildi. açıkçası kck ve oda tv davalarına da bakan ekinci, şike davasına her ay duruşma koyarak bir an önce de aradan çıkartmak istiyordu. süratin "bir" gerekçesi de buydu muhtemelen...
fenerbahçe kanadı, karar aşamasına gelen davanın sonlarında tevsi-i tahkikat (soruşturmanın genişletilmesi) talebinde bulundu. san-lacivertliler, tape'lerde yer alan ancak iddianameye girmeyen trabzonspor ile ilgili bazı konuların da (değindiğimiz gibi özellikle şener ve şakar'ın iktidara karşı eylem yapmaya yönelik konuşmaları) dava konusu edilmesini isterken, şike suçlamalarında adı geçen herkesin mahkemede dinlenmesini istiyorlardı. fenerbahçe avukatlar bu talebi duruşma dışında, 11 haziran 2011'de mahkeme heyetine sundu. fakat kabul görmedi. mahkeme, gelinen aşamada ileri sürülen taleplerin davanın genel gidişatına bir etkisinin olmayacağına hükmetti. mahkeme, 18 haziran 2011'e kadar sanıklardan savcılık mütalaasına karşılık yazılı savunmalarını da vermelerini istedi. bu da zaten davada finalin geldiği anlamını taşıyordu.
sanıklar iki ateş arasında kalmıştı. daha doğrusu tutukluluk hali sürenler için bu böyleydi. zira onlar bir an önce davanın sonuçlanmasını isterken, diğer yandan da soruşturmanın genişletilerek, suçsuzluklarının kanıtlanmasını istiyorlardı. bu da işin uzaması demekti. yani tutukluluk halleri de uzayacaktı. elbette sanıklar için ideal olan şuydu: tutuksuz yargılanmak üzere tahliye olmaları ve soruşturmanın genişletilmesi. ne var ki, mahkeme heyeti buna gerek duymazken, savunmanın talebini "samimi" bulmuyordu. mahkeme heyeti, davanın uzatılarak tavsatılmaya çalışıldığını düşünüyordu. kimin haklı olduğuna artık yargıtay hakemlik edecek.
yargılama süresince sanıkların genel olarak mahkeme başkanının tutumundan şikâyetçi olmadıklarını da eklemekte fayda var. en azından huzurdaki beyanlara göre durum buydu. "iyi hal" sergilemek için nezaketen de böyle konuştukları da düşünülebilir ama mahkeme koridorlarındaki "off the record" konuşmalardaki genel kanı da bu yöndeydi. sanıkların odağında polis ve savcılık makamları bulunuyordu. mahkeme heyeti hakkında "menfi yargı"yı en açık ortaya koyan kişi tahmin edileceği üzere aziz yıldırım'dı.
kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
fener fener'e karşı!
her ne kadar mahkeme başkanı 100 yıllık kulüpleri değil, kişileri yargıladıklarını söylese de ister istemez kulüpler de yargılanıyordu. zira dava sonucunda olumsuz bir karar çıkması halinde bunun ceremesini kişiler değil, onların temsil ettiği kulüpler taşıyacaktı. istenildiği kadar talimat veya yasa değiştirilsin, rakip taraftarlar bunu her daim kulüplere mal edeceklerdir (nitekim sportif yargı kararından sonra bile birçok maçta fenerbahçe aleyhinde tezahüratlar yapıldı, pankartlar açıldı. örneğin bursaspor-fenerbahçe maçında açılan "bursa cezaevine hoş geldiniz emek hırsızları" pankartı epey tartışma yarattı). hasılı, kişiler nezdinde kulüpler yargılanıyordu ki, bunu aziz yıldırım da sık sık dile getiriyordu. yıldırım, kendisinin suçlanmasının mühim olmadığını ancak söz konusu olanın fenerbahçe olduğunu dile getiriyordu. "ben şike yaptıysam fenerbahçe için yaptım" cümlesi de zaten her şeyin özetiydi. bu ifade yıldırım'ın kendi camiasındaki olası çatlak sesleri de bastırıyordu. sonuçta bir "leke" sürülecekse kendisinden ziyade fenerbahçe'yi daha çok yaralayacağını ve bağlayacağını iyi biliyordu.
evet, davanın odak kulübü fenerbahçe'ydi. buna karşın şike davasında fenerbahçe'den ötürü yargılanan sanıklar arasında bir savunma bütünlüğü oluşmadı. tabir caizse herkes kendi ayağından asıldı! şike davasının fenerbahçe ayağındaki önemli sanıklar kuşkusuz başkan aziz yıldırım ile asbaşkanları ilhan ekşioğlu ve şekip mosturoğlu idi. bu üçlünün savunmalarının aynı paralelde olması çok önemliydi. ancak duruşmalar ilerledikçe savunmalarda birbirlerinin kademelerine girmekten ziyade kendilerine oynamaya başladılar! bunun için de iki önemli gösterge oluştu. ekşioğlu ve mosturoğlu, tff etik kurulu ve devamında oluşan pfdk ve tahkim kurulu kararlarını tanımadıklarını mahkemede ilan ederken, yıldırım bu raporları kendi suçsuzluğunun birer delili olarak savunmasına ekledi. kişi bazında bakılırsa sanıkların bu şekilde hareket etmelerinde bir beis yoktu. fakat bu dava bir şike davası değildiyse, o halde savunmalarda da "ağız birliği" edilmesi gerekmez miydi? aziz yıldırım, ekşioğlu ve mosturoğlu'nun bu raporlarda suçlu bulunmasına itiraz edip "onlar yaptıysa beni de suçlayın" diyerek yöneticilerine destek veriyordu ama hiçbir destek ilgili raporları mahkemede de reddetmesi kadar güçlü olamazdı. ancak bizzat davaya farklı anlamlar yükleyen yıldırım, kendi lehine ama arkadaşlarının aleyhine olan raporları savunmasında kullanarak gedik veriyordu.
yıldırım ile ekşioğlu telefon tapelerinin sesli halinin sanıklara verilmesine dair talepte de ihtilafa düştüler. yıldırım, bütün ses kayıtlarının kendilerine verilmesini isterken, ekşioğlu, özel hayat mahremiyetinin deşifre olacağı endişesiyle karşı çıktı. birçok sanık da ekşioğlu gibi düşününce mahkeme bu talebi kabul etmedi. yıldırım, savunmasında sık sık "benim tapelerim tüm tape'lerin yüzde l0'unu kapsıyor" ifadelerini kullandı.