ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
ingiliz yorumcular yaşanan hezimetten sonra özellikle maradona'nın ilk golü üzerinde odaklanmışlardı. elle oynama olduğuna ve golün iptal edilmesi gerektiği konusunda kesinlikle hiçbir şüphelen yoktu. pozisyona en yakın olan iki oyuncu shilton ve hoddle, elle oynama olduğundan emindiler ve bunu hakeme de söylemişlerdi. "arkadaşlardan bazıları pozisyonu kaçırdıklarını ve neler olup bittiğini ancak televizyonda izledikten sonra anladıklarını bana sonradan itiraf etmişlerdi" diyordu hoddle sonraları yazdığı otobiyografisi spurred to success'le (başarıya aç). "ama ben maradona'nın elinin kalkıp topa vurduğunu kendi gözlerimle görmüştüm. bunu saklamayı iyi becerdiğini kabul etmeliyim, eliyle topa vururken kafasıyla da vuruyormuş gibi yapmıştı. ama benim gözümden kaçmamıştı. ben bunun mahalle sahalarındaki pazar sabahı maçlarında yapıldığını da görmüştüm, ama-hiçbir zaman yapanların yanına kâr kalmıyordu. shilton da kendini kandırılmış gibi hissetmişti, maradona'nın o pozisyonda topu onun üzerinden ancak elini kullanarak aşırmış olabileceğinden şüphesi yoktu."
terry butcher da maradona'nın topu eliyle kaleye gönderdiğini görebilmek için televizyonda yayınlanan tekrarı izlemesi gereken oyunculardandı. sahada ise butcher'in görüş açısı, tıpkı hakemin görüş açısı gibi maradona'nın kafası tarafından engellenmişti. ama maç içinde butcher maradona'ya golü eliyle atıp atmadığını sormuştu. "sadece gülümsedi ve kafasını gösterdi" diyordu butcher.
arjantinli futbolculardan hiçbiri neler olup bittiğini görecek kadar yakında değillerdi. sonraki çılgınca gol sevinci içinde kaptanlarını sorgulamayı da düşünmemişlerdi. teknik direktörleri bilardo ise, ne gördüğünden rakip takımdaki meslektaşı kadar emin değildi. robson, maradona'nın golü eliyle attığını söyleyerek itiraz etmiş ve yıllarca da itirazını sürdürmüştü. ingiltere yedek kulübesinde de kimsenin bu konuda şüphesi yoktu. 1995'te ingiltere'de maradona üzerine yapılan bir televizyon programında robson şöyle diyordu: "eliyle attığını anında fark etmiştim, ama ilk birkaç saniye paniklememiştim. sonra herkesin, bu arada hakemle yan hakemin de orta saha çizgisine doğru koştuğunu gözlemledim. kahretsin, görmemişlerdi. sonra birden uyandım. bu, gol demek oluyordu. 1-0 yenik durumdaydık. ve hakemler de golü vermişlerdi."
top ağlarla buluştuğu anda, bilardo ayağa fırlayarak "gol" diye bağırmıştı. ona göre kendisi de, robson da ingiltere kalesinden 60 metre uzaktaydılar ve ancak futbolcuların hareketlenne bakarak neler olup bittiğini anlayabilirlerdi. bilardo, sonradan bazı oyuncularının elle oynama olabileceğini söylediklerim duymuş ve golü bir videoda tekrar izlemişti, ama pek emin değildi. "gol olduğunda elle oynama olmadığını düşünmüştüm. ama sonra tekrarını izleyince, eh biraz şüphe uyandıran bir durum vardı. öyle de denebilir yanı. ben, vardı ya da yoktu demiyorum. hakemlerin kararlarını hiçbir zaman sorgulamam."
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
bir de bu golün aslında futbolun ticarileşmesinin bir ürünü olduğunu, geleneksel fair-play anlayışının yerine, artık ne pahasına olursa olsun galip gelme anlayışının geçtiğini düşünenler vardu. yazar stanley lover, meksika dünya kupası sırasında yayınlanan soccer match control (futbolda maçın kontrolü) kitabında, kazanma santının aslında hile yaparken kendini ahlaki açıdan haklı çıkarma sanatı olduğunu yazıyordu. hakem kandırılmak için oradaydı ve bir suç söz konusuysa bu da yakalanmaktı. hilekarlık da, sponsorluklar gibi futbolun bir parçası haline gelmişti. bu olaydan dolayı 'midesi bulanan' hoddle bile maradona'dan çok, hileyi fark edemeyen hakemi ve (pozisyonu görebilecek bir konumda) olan yardımcı hakemi suçluyordu. arjantinliler ise maradona'nın bu tartışmalı golünü ayıplamak bir yana alkışlamışlardı; bu, onlara kendilerinin fair-play anlayışını geleneksel olarak nasıl yorumladıklarını hatırlatıyordu. özellikle lngilizler'e atıldığı sürece böyle bir gol viveza anlayışının canlı bir örneğiydi, arjantinliler, bu tarz hilekarlıklara bayılıyorlardı.
sahalarda yapılan aldatmaya yönelik hareketlerin de futbol oyununun bir parçası olduğuna şüphe yoktur. futbolcular ne pahasına olursa olsun gol atmak isterler. iyi hakem, küçük kabahatlerle büyük suçları ayırmasını bilen hakemdir. kötü hakemler ise ya çok düdük çalarlar ya da çok fazla hareketi gözden kaçırırlar. ingiltere'nin yediği ilk gol ikinci kategoriye giriyordu. hoddle'ın sonraları dediği gibi, "her futbolcu, kariyerinin bir noktasında eliyle oynayabilir ya da topu kaleye eliyle göndermeye çalışabilir, ama bunun nedeni, küçük bir hile yapma isteğinden çok küstahlıktır genelde. ama bunların çok azının yaptığ yanına kar kalır"
ama maradona'nın golünü bütün bu yorumların ötesine taşıyan şey. sembolik karakteriydi. bu golü başka bir futbolcu atmış olsa, muhtemelen çoktan unutulmuş olurdu. ama atanın maradona olması, onun hataları da olabilen bir deha olduğunu gösteriyordu. maradona ne maçtan sonra ne de sonraki yıllarda, yaptığı çılgınlığı kabul etmişti. o, bu gole tanrının eli ismini vermişti. bununla anlatmak istediği, elle oynamadığı değildi, elle oynamış ve tanrının da izniyle yakalanmadan kurtulmuştu. valdano başta olmak üzere, diğer takım arkadaşları maradona'nın müritleri haline gelmişlerdi. maradona'nın ıngilizler'e attığı her iki gol de onlara göre hem atılış hem düşünülüş tarzı açısından kendilerinden çok üstün bir bireysel yetenekten kaynaklanıyordu. onların golleri böyle görmesi, maradonan'nın ilhamını tanrı'dan aldığına dair iddiasını da destekliyordu.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
maradona'nın yaşamı açısından düşünüldüğünde ise, o haziran ayında meksika'da ingilizlere attığı her iki golün de aslında aynı adama ait olduğu görülebilirdi. ilk gol, artık bir yıldız olduğu halde, kendine bir türlü güvenemediginden hâlâ hile yapma ihtiyacı duyan sokak çocuğu maradona'ya aitti. ikinci gol ise, top kontrolü, sürüşü, dayanıklılığı ve vuruşlarındaki isabetin karışımından oluşan olağanüstü becerilerini, sahalarda eşi benzeri görülmemiş bir başarıya dönüştüren tanrı vergisi bir yetenege sahip olan maradona'ya aitti. meksika'daki turnuvada, bodur tıknaz maradona, hâlâ kendisini markaja alan bütün futbolcuları geçebilecek kadar çevikti; oyunu okuyuşu ve doğaçlama hareketleriyle en olmadık boşluklara dalmadığı zamanlarda verdiği mükemmel paslarla takım arkadaşları için olağanüstü pozisyonlar hazırlıyordu. o pozisyonda daha az kaliteli futbolcuların ellerini kullanmaktan başka bir çaresi olmayabilirdi. maradonatıın trajedisi ise, sahip olduğu deha o golü ellerini kullanmadan atmasını sağlayacak olsa da, kendisinin eliyle atması ve sonra da harektini haklı çıkarmak gerektiğine inanmasındaydı.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
fifa'nın büyük patronları havelange'yle onun yamağı joseph blatter, maradona'nın performansı karşısında biraz ikileme düşmüşlerdi. arjantin-ingiltere maçı hakkında fifa adına hazırlanan ve kurumun gizli arşivine kaldırılan üç ayrı raporda hakem, ne maradona, ne de onun tanrının eli diye adlandırdığı gol hakkında herhangi bir eleştiri yer alıyordu. belki de dünya kupası'nın ticari başarısına gölge düşürmediği sürece, yaşanan tartışmaları görmezden gelmek fifa'nın tabiatında vardı. her ne olursa olsun, maradona'nırı turnuvada gösterdiği performansın tüm dünyanın ilgisini çekmiş olması, bu futbolcunun daha sonraki turnuvalar için de büyük bir yatırım olduğunun kanıtı olmuştu. futbolun para musluğunu tutan adamlar bu gerçeği görmezden gelemezlerdi.
ancak bu hesapları yaparken kafalarını karıştıran şey, meksika 'daki turnuvada maradona'nın sadece kolay kontrol edilemeyen ya da kurallara ve kısıtlamalara uymayı pek kabul etmeyen bu oyuncu olmakla kalmadığının, fifa'nın otoritesini bile sorgulamaya kalkişabildiginin ortaya çıkmış olmasıydı. birkaç yıl önce olsa, böyle bir başkaldırma hareketi çabucak bastırılıp bir kenara atılıverirdi. ama televizyonun gücü ve tüm basının maradona fenomeni karşısında büyülenmışçesine bir tavır takınması, bu kez kolay kolay bir tarafa atamayacakları bir futbolcuyla karşı karşıya oldukları gerçeğini zürih'teki adamların yüzüne vurmuştu.
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
"baby doc" duvalier ülkeyi soyup soğana çevirerek haiti'den kaçıyordu; aynı şekilde ferdinand marcos da yükünü tutarak filipinler'den kaçıyordu. ikinci dünya savaşının çok sevilen halk kahramanı marcos' un gerçekte bir savaş kaçağı olduğu, biraz gecikmiş bir bilgi olarak amerikan arşivlerinden elde ediliyordu.
halley kuyrukluyıldızı uzun bir aradan sonra semalarımızı yeniden ziyaret ediyordu. uranüs'ün çevresinde dokuz uydusunun bulunduğu, bizi güneşten koruyan ozon tabakasında bir deliğin meydana geldiği keşfediliyordu. lösemiye karşı tedavide yeni bir ilaç geliştiriliyordu. japonya'da çok sevilen bir kadın şarkıcının intihar etmesi üzerine yirmi üç hayranı onun ardından gitmeyi tercih ediyordu. bir deprem iki yüz bin salvadorluyu evsiz barksız bırakıyordu. sovyetler'in çernobil nükleer santralındaki kaza bir radyasyon bulutunun yeryüzüne dağılmasına yol açarken, radyoaktif yağmurun nerelere ve kimin başına yağdığını kimse bilmiyordu.
ispanya'da felipe gonzâlez, kuzey atlantik paktı nato'ya karşı hep "hayır" diye bağırmış olmasına rağmen, şimdi "evet" diyerek çark ediyor ve yapılan referandumla da bu karar onaylanıyordu. ispanya ve portekiz nihayet ortak pazar'a giriyorlardı. tüm dünya sokakta bir suikasta kurban giden isveç başbakanı olof palme için yas tutuyordu. sanat ve edebiyat dünyasında da yas vardı: heykeltıraş henry moore ve yazarlardan simone de beauvoir, jean genet, juan rulfo ve jorge luis borges aramızdan ayrılıyorlardı.
başkan reagan'm, cıa'nm ve nikaragua'daki kontrgerillaların silah ve uyuşturucu kaçakçılığına bulaştığı irangate skandali patlak veriyordu. cape canaveral uzay üssünden fırlatılan uzay gemisi challenger, içindeki yedi elemanıyla birlikte infilak ediyordu. amerikan hava kuvvetleri, sonradan iran'a atfedilen bir suikastı cezalandırmak için libya'yı bombardıman edince, kaddafı'nin albaylarından birinin kızı bombardımanda ölüyordu.
lima'nın bir hapishanesinde dört yüz mahkûm, mitralyözle taranarak öldürülüyordu. miami'den elde edilen güvenilir bilgilere göre fidel castro'nun devrilmesi an meselesiydi. bir yıl önce zelzeleyle sarsılanmexico şehrinde birçok insan temeli çürük binaların altında can vermişti ve şehrin önemli bir bölümü hâlâ harabe halindeyken on üçüncü dünya kupası'nın açılışı orada yapılıyordu.
86 kupası'na on dört avrupa, altı latin amerika ülkesinden başka fas, cezayir, ırak ve güney kore katılıyordu. seyircilerin dalgalanarak gösteri yapmaları ilk kez mexico şehrinde gerçekleşti ve o andan itibaren seyircilerin sık sık azgın denizin dalgalarının ritmiyle hareket etmeleri bugüne devam edip geldi. şampiyonada insanın yüreğini ağzına getiren maçlar oynandı: mesela fransa ile brezilya'nın karşılaştığı maçta platini, zico, socrates gibi tecrübeli oyuncular penaltı atışlarını gole çeviremediler; danimarka'nın attığı ve yediği unutulmaz goller oldu, öyle ki uruguay'a altı gol atıp ispanya'dan beş gol yedi.
fakat bu dünya şampiyonası maradona'nındı; ingiltere karşısında falkland adaları'nda boyun eğen arjantin'in öcünü maradona attığı iki golle aldı: golün birini, kendisinin "tanrı'nın eli" olarak gördüğü sol eliyle attı, öbürünü de ingiliz defans oyuncularını yere serdikten sonra sol ayağıyla kaydetti.
ilk basımı 2002 olan christian eichkler'in "futbolun beceriksizleri ansiklopedisi" kitabından;
maradona, diego, unutulmayacak goller attı. ama kötü niyetli bir eylemin laneti insanın peşini asla bırakmaz. bunlardan biri maradona'nın 1986 dünya kupası çeyrek finalinde arjantin'in ingiltere'yi 2-1 yendiği maçta attığı çalıntı, nizami olmayan, elle atılmış bir goldü ve asla unutulmadı. bu gol futbolun kralını hırsız kılmıştı. kendisi "tanrının eli" olduğunu söylüyordu. kralın oynadığı son dünya şampiyonası da bir skandalla bitti. maradona, 1994 abd dünya kupası'nda beş farklı ephedrin'le, yanı, zayıflama ılaçlanyla hazırlanan uyana bir kokteyle yakalanmış ve uluslararası kanyen sona ermişti. durumu önemsiz bir şey gibi göstermek için bu kez kendini tanrıyla değil, uefa'nın beylenyle kıyaslamıştı: "bay havelange ya da bay blatter aynı şeyi içecek olsalardı, bunu yaşlı adamlar gibi uluorta yapardı ve kimsenin gıkı çıkmazdı."
ünlü yönetmen emir kusturica'nın 2008 yılında yaptığı "maradona by kusturica" belgeselinden;
kustirica: bu adam yüzünden iki defa ağladım: kaybettiğimizde ve ingiltere'yi bozguna uğrattığında.
maradona: ingiltere maçı hakkında konuştuğumuzda... böyle konuşurduk. carlos bilardo çok zeki bir adamdı. kendi ülkeleri tarafından ölüme gönderilmiş olan ölülerimizi temsil ediyorduk. ingilizler bir düğmeye basıp herkesi öldürmüyordu ya! sahaya çıkıp futbol oynamamız gerekiyordu. futbolu düşünüyorduk ama biliyorduk ki ingiltere'yi yenmemiz için bize çok güveniyorlardı. bir savaş gibiydi, bir futbol savaşı kazanmak gibi. bizi motive eden bu oldu.
ingiltere'ye elle attığım golden sonra, herkes dedi ki; "ingilizlere karşı yaptığın harikaydı!", bazıları da çamur atıyordu tabii.
gole öylesine sevinmiştim ki, bir ingiliz’in dolu cüzdanını çalmış, yaptığım eşek şakası tutmuş gibi hissediyordum.
kustirica: bu sevimli tonton, dünyanın en iyi futbolcusundan çok, meksika devrimini anlatan bir filmden çıkmış bir karaktere benziyordu.
sanki bir sergio leone ya da sam peckinpah filminden fırlamış gibiydi. sanki kötü şöhrete sahip bir kaç kadına hoşça kal deyip, üstüne sinmiş devrimci barutu kokusuyla bir odaya dalmış gibiydi.
bir şeyden emindim. eğer futbolcu olmasaydı, bir devrimci olurdu. maradona, tehlikeye atılmak için teşvike ihtiyaç duymazdı. devrimcilik kanında vardı.
maradona: herkes birleşik devletler'i savunurken, ben küba'yı savundum. insanların hoşuna gitmemesi umurumda değil. "abd'ye dokunmayın!" demek çok daha kolay olurdu.
ama bana göre amerika, ortada petrol olmadığı için, yugoslavları birbirine kırdırdı. öyle olmasa, oraya giderlerdi. afganistan'daki ölümlerin arkasında onlar vardı. bu beni gerçekten rahatsız ediyor. televizyonda onları insanları öldürürken gördük. ve bu işten tek kâr sağlayanlar da cnn ve fox'tu. ama fidel harikadır. onun bir dövmesini taşıyorum. ve che guevara da var.
ünlü yönetmen emir kusturica'nın 2008 yılında yaptığı "maradona by kusturica" belgeselinden;
(manu chao'nın maradona ve bu belgesel için özel olarak bestelediği "la vida tombola" şarkısını manu chao belgeselin sonunda sokakta söylüyorlar. arabadan inen maradona karşılarına geçip şarkıyı dinliyor...)
şarkının sözleri şöyle;
eğer maradona olsaydım, aynen onun gibi yaşardım
eğer maradona olsaydım bir kalenin karşısında
eğer maradona olsaydım asla hata yapmazdım
eğer maradona olsaydım bir yerlerde kaybolsaydım
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
eğer maradona olsaydım aynen onun gibi yaşardım binlerce füze, binlerce arkadaş ve her şey binde bir olurdu
eğer maradona olsaydım mondovision'a çıkardım fıfa'ya var gücümle bağırır, hırsız olduklarını anlatırdım
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
eğer maradona olsaydım aynen onun gibi yaşardım çünkü dünya bir toptur içimizde yaşayan
eğer maradona olsaydım kazanılacak bir maçla eğer maradona olsaydım ilahi bir elle
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
ünlü yönetmen emir kusturica'nın 2008 yılında yaptığı "maradona by kusturica" belgeselinden;
(maradona'nın çocukluğunda çekilmiş siyah-beyaz bir videodan)
maradona:
iki hayalim var.
dünya kupası'nda oynamak ve şampiyon olmak.
--------------------
gerçekten! harikaydı! sahada kendimi iyi hissettim çünkü önemli olduğumu, takıma gerçekten faydalı olduğumu düşündüm. bunu dramatikleştirmek istemiyorum ama sanki bacaklarımı kestiler. eğer birisi bir hata yaparsa, bunun cezasını futbol çekmemeli. bir hata yaptım ve bedelini ödedim. ama top kir kapmaz.
100.000 kişi önünde, aynı ingiltere'ye attığım gibi bir gol atmak mesela benim için normal bir şeydi. o benim oyunumdu, benim hayatımdı. anlıyor musun?
sahadan çıktığımda, herkes gibiydim, hepiniz gibi. ve gelip seninle konuşabilirdim. beni mahveden kokain oldu. ama aynen senin gibiydim. ama kaplanı saldığın zaman, yani ben sahaya çıktığımda, artık komuta bendeydi.
emir, eğer kokain kullanmasaydım nasıl bir futbolcu olurdum biliyor musun?
öyle bir oyuncu kaybettik ki. ağızda kalan kötü bir tat gibi. olduğumdan çok daha iyi hale gelebilirdim. evet, bu gerçekten doğru. ben futbol için doğdum. kim olacağımı biliyordum. ama kokain kullanacağımı bilmiyordum. anneme bir ev alacağımı, evlenip kendi ailemi kuracağımı, dünyayı dolaşacağımı ve arjantin'in dünya kupası'nı kazanacağımı biliyordum. bunu henüz şu kadarken söylemiştim. kasetlerde kaydı var. onların hepsini biliyorum. ama daha sonra olanlar bugün bile içimde kendimi suçlu hissettiğim öyle çok şey var ki. çünkü insanlar benim iyi, çok iyi a da eskisinden de iyi olduğumu söyleyebilirler. ama içimdekileri bilemezler. ben yaptığım hataları biliyorum. ve onları düzeltemem.
o maçta ingiltere teknik direktörü olan bobby robsonın lafıdır: “o tanrı’nın eli falan değildi. bir ahlaksızın eliydi. tanrı’nın konuyla hiç ilgisi yok. o gün, maradona benim gözümde sonsuza kadar bitmiştir.”
en utanç verici 10 spor aldatmacası arasında rivaldo da var...
yeni zelanda'da yayın yapan spor kanalı one sport'un yaptığı oylamada, 2002 dünya kupası'nda oynanan brezilya-türkiye maçında hakemi aldatarak hakan ünsal'ın oyundan atılmasına neden olan rivaldo'nun hareketi "tüm zamanların en utanç verici 10 spor aldatmacasından biri" seçildi.
yeni zelandalı sporseverler, 1986 dünya kupası'nda "tanrı'nın eli" ile gol atan maradona'nın hareketini birinci sıraya koyarken, rivaldo'nun hakan ünsal'ı oyundan attıran numarası yedinci sırada yer aldı.
seul'de oynanan maçta, brezilya milli takımının ünlü oyuncusu rivaldo, maçın son dakikasında köşe atışı için köşede beklerken, hakan ünsal'ın vurduğu top, bacaklarına isabet etmesine karşın yüzünü tutarak yere düşmüş, hakem de 2. sarı kart ve kırmızı kartını göstererek hakan'ı oyundan atmıştı. rivaldo daha sonra hareketinin abartılı olduğunu itiraf edip, "aslında top yüzüme çarpmadı. ama kurnazlık futbolun bir parçasıdır" demişti. fıfa, bütün dünyanın ayıpladığı yıldıza sadece 11 bin 500 isviçre frangı ceza kesmişti.
falkland savaşı'mn kahramanları karşı karşıya. diego maradona'nm etrafında estudiantes ekolünden gelme kavgacı doktor carlos büardo tarafından oluşturulmuş mücadeleci bir arjantin. karşısında gary lineker'in golcülüğüyle çeyrek finale gelen ingiltere. 50. dakikaya kadar beklendiğinden sakin geçiyor karşılaşma. ama işte o ünlü an geliyor. steve hodge'dan seken topa maradona ile birlikte ingiliz kaleci peter shilton hamle yapıyor. kısacık maradona'nm kafa vurduğunu düşünüyor herkes. tunuslu hakem ben naceur da. halbuki diego maradona'nm deyimiyle, "tann'nın eli" giriyor devreye. bu golün ardından maradona, bu kez kendi yarı alanından başlayarak önüne gelen tüm ingilizler'i çalımlıyor. shilton'ı da geçtikten sonra kupa tarihinin belki de en güzel golünü ağlara bırakıyor. jorge valdano sonraki yıllarda golü, "her çalım dan sonra topu bana atacağını düşündüm. ama inanılmaz bir gol attı" şeklinde anlatıyor. oyuna sonradan dahil olan john barnes'ın soldan ortası ve bu golle krallığı alacak gary lineker'in kafası farkı bire indiriyor sadece. maçtan sonra ingiltere'deki bahis şirketleri karşılaşmaya 1-1 oynayanlara da kazanmış gibi para veriyor.
"dünya kupasıyla 1978'de tanıştım ama bilinçli bir şekilde izlediğim ilk turnuva dört yıl sonraki 1982 dünya kupasında bir gördüğüm, bir de görmediğim olay ile şok yaşadım..."
italya'nın polonya ile yaptığı yarı final karşılaşmasında paolo rossi'nin gol sevinci sırasında geniş paça şortunun arasından testisleri ekrana yansıyınca korkup odama kaçtım. aynı turnuvada cezayir'in almanya'yı yendiği maç ise ertesi gün gireceğim anadolu liseleri sınavının kurbanı oldu. seyredemedim o mucizeyi. 1971 ve 72 doğumluların çoğu o imtihan yüzünden bu efsane mücadeleden mahrum kaldı. aynı kupada gördüğüm peru forması da çok etkilemişti beni. bu sebeple maşallahlı sünnet kıyafetimi giydiğim zaman kendimi perulu bir yıldız statüsüne yükselmiş hissettim ansızın. ama doktor ile karşı karşıya gelince ne cubillas kaldı ne de oblitas. neyse ki kademeye babam girdi ve kâbusa dönüşen operasyon sonrası düğünde iğneyle oynamamı sağladı (ayıptır söylemesi biraz geç sünnet oldum).
1986 öncesinde macaristan'ı şampiyon eden bilgisayar firmasına kandım. macarlar daha ilk maçında sscb'den altı yiyince teknolojiye itimadım kalmadı. gece maçları oynanırdı meksika'daki o kupada. danimarka'nın ispanyolca'da "dinamarca"yazıldığını ve guadalajara gibi zor kent isimlerini öğrendik.tanrının eli olup olmadığı sorusu takıldı kafamıza. almanlardan nefret edenler ordusuna yazıldık. belanov'un müthiş direnişime rağmen belçika'nın hakemler sayesinde sscb'yi elemesine gözyaşı döktük. meksikalı negrete'nin olağanüstü golü hafızamıza kazındı. bugün paramparça olan ırak o turnuvada bütün olarak vardı. bir de harika bir halit kıvanç tasviri kaldı kafamda. büyük usta radyodan arjantin almanya finalini anlatırken, arjantinli olarticoechea için "hani ismi şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi deyimini andıran bir futbolcu var ya işte o" demişti.
1990'da herkesin sempatisini kazanan kamerun'u arjantin'i yendikleri için kara listeme aldım. gözler galatasaray'a transfer olan rumen rotariu'nun üzerindeydi. bir de her maçta yıldızlaşan futbolcu gazetelerde üç büyüklerle ilgili transfer haberlerini süslüyordu. kosta rikalı medford aynı takımdan kaleci conejo ve kamerunlu oman bıyıck'a fb, gs ve bjk formaları giydirildi basın tarafından. ama sonuçta hiçbirisi gelmedi. diego armando maradona'nın gözyaşlarıyla biten turnuvadan geriye hüzün kaldı.
abd'de düzenlenen 1994 dünya kupası'ndaki bulgaristan-meksika maçında, kale direği kırılınca eziyeti çeken, o karşılaşmayı nakleden rahmetli aydın köker oldu.
bu az rastlanan olayı ve duraklamadan doğan yarım saati anlatıncaya kadar akla karayı seçti. bolivya'nın yıldızı olarak tanıtılan etcheverry' oyuna girdikten beş dakika sonrası atılınca adamın iyi topçu olup olmadığını anlamak kısmet olmadı. 1986'daki bilgisayar faciasından sonra bu kez baltayı taşa vuran pele oldu; şampiyon adayı kolombiya ilk turu geçemeden evine döndü. üstelik bir de şehit verdi. o kupanın yıldızları hagi, andersson ve letchkov'un bir gün türkiye'de oynayacağından bihaberdik. lalas'ın, larsson'un valderrama'nın saçları lüle lüleydi. şimdinin antalyasporlusu cordoba o zaman da kaleyi terk etmeden duramazdı. hagi'nin kestiği ceza bile onun bu huyundan vazgeçmesine yetmedi.
1998 ve 2002 dünya kupalarında artık televizyoncuydum. son yıllar bir büyünün sona ermesini de ifade ediyordu benim için. dünya kupası'nın en büyük zevklerinden biri yeni futbol kültürleri tanımaktı. iletişimin süratli ilerlemesi sayesinde tüm ligler artık canlı yayınlanıyor ve özellikle afrikalı futbolcularla erkenden tanışıyorduk. buna karşın 1998'de hırvatistan'ın çıkışından, jamaika'nın varlığından, tanıdığım en sevimli futbolcu olan john leshiba moshoeu'nun olmasından keyif aldım. 2002'de güney kore'nin tae han min guk sloganını öğrendik. almanların daha uzun yıllar final oynayacağına, brezilya'nın da kupayı defalarca kaldıracağına ikna olduk. hepsinden önemlisi biz vardık. üstelik dünya üçüncüsü olduk. hem de güney kore ile kupa tarihinin en görkemli fair play gösterilerinden birine imza atarak.
#1 tanrının eli: arınma ingiltere vs arjantin, 1986
şans ve kötü şans zaman içinde birbirini dengeler derler. bu açıdan, 1966 yılında "rus" yan hakemin çizgiye çarpan topa gol kararı vermesi, ingiltere'nin 22 haziran 1986'da meksika'nın azteca stadı'nda maradona'nın elle attığı gol sonucunda kupayı kaybetmesinin 'karmik' ödeşmesi gibidir. hikâyeyi hepimiz biliyoruz: ingiltere ile arjantin arasında tatsız ve golsüz devam eden çeyrek final kapışmasının ikinci yarısının onuncu dakikasında, pozisyonu uzaklaştırmak maksadıyla topa vuran steve hodge'un vuruşunda top kendi ceza sahasının penaltı noktasına doğru havalanmış, kaleci shilton bir balet edasıyla topa doğru sıçramış ama diego maradona sürpriz bir şekilde daha da yükseğe sıçrayarak topu shilton'un elleri ve permalı saçlarının üstünden ağlara doğru yumruklarrııştı. tunuslu hakem ali benaceur da gol kararı vererek orta noktaya doğru koşmuştu. daha sonra maradona kimilerine göre tüm zamanların en iyi golü diye adlandırılan ikinci golünü kaydedecek, oyuna çok geç giren john barnes'ın asistiyle gary lineker de ingiltere'nin tek golünü atacaktı ama bu gol ingiltere'nin trajik bir şekilde kupa dışında kalmasını engellemeyecekti. korkunç bir olaydı ama teknik olarak ortada hata yoktu.
çoğuna göre maradona'nın o gün yapmış olduğu ahlâksızlık affedilecek gibi değildi ve onun gerçek karakterini ortaya koyuyordu. bu ingiltere'nin 2002 dünya kupası'nda arjantin'e karşı kazandığı penaltıyı hatırlayanlar için garip bir bakış açısı doğrusu. maradona ahlaksızsa, michael owen'ın artistik puanlarda tüm jüriden 6.0 tam puan almasını hak edecek düşüşü ne? kimse onu "bodur üçkağıtçı" diye adlandırmadı, öyle değil mi? bu olayda tüm suçu maradona'ya yıkmak yerine, o günkü hezimetten birkaç ingilizi sorumlu tutmak daha doğru olmaz mı? mesela: bobby robson: arjantin bariz bir şekilde kanatlardan saldırırken, barnes ve chris waddle'ı kulübede unutan ve onun yerine sahada, e şey, peter reid ve trevor stevenla (!) oynamayı tercih eden kim? değişikliği yapmayı akıl ettiğinde ingiltere çoktan iki farklı geriye düşmüştü ve zaman hızla azalıyordu.
peter shilton: sakın o pozisyonun çok açık bir faul olduğu konusunda kendini savunma: maradona'nın topa eliyle vurduğunu teny butcher sana söylemeseydi haberin bile yoktu, ancak ondan sonra yana yakıla protesto etmeye başladın.
steve hodge: topu öbür tarafa doğru uzaklaştıracaksın kardeşim!
terry fenwick & peter reid: maradona ikinci golü atmadan önce slalom yaparken ikinizin de diego'yu üç defa çelmeleme şansınız vardı. bu kararı vermek çok zor bir şey olmasa gerek; ne de olsa tek bacağını kullanan bir adam var karşınızda!
gary lineker: git kafanı acıtacak bir yerlere vur!
nasıl, gerçeklerle yüzleşmek biraz rahatlattı mı? iyi iyi...
- meksika 86 çeyrek final karşılaşmasında, ingiltere'ye karşı oynadığınız maçtaönce iki taraf da falkland savaşı nedeniyle dolduruşa getirilmişti. ama her iki takım da bunun kendileri için pek önemli olmadığını söylüyordu. senin için bu doğru muydu?
maradona: bana herkes sürekli falkland'dan bahsediyor gibi geliyordu oysa biz sadece bir futbol maçı yapacaktık. bir sorunu, üzerinde düşünerek ya da hakkında konuşarak çözemezsiniz... maça çıkarken sadece kazanmayı düşünmeniz gerekir. ingiltere maçından önce ingiltere'yi yenmeyi düşüneceksiniz.
ve koşmaya başladım. ben koşarken shilton henüz farkında değildi. ona süpürücü olarak oynayan terry fenwick söyledi. elimi havaya kaldırırken görmüş. yan hakeme baktığımda orta noktaya doğru koşuyordu ve ben de o andan itibaren "goooll" diye bağırmaya başladım. sonra arkamı döndüm, hakemin oltaya düşüp düşmediğine baktım. balık oltaya gelmişti, hepsi bu kadar.
- takım arkadaşların topa elinle vurduğunu biliyorlar mıydı?
maradona: evet, tabii ki, zaten bu yüzden beni hemen kutlamaya gelmediler. ben de onları çağırdım ve "hadi gelsenize, doğru dürüst kutlayalım şu golü de sayılsın" dedim. tanrı'ya şükürler olsun ki istediğim gibi oldu.
- ingiltere'de buna üçkağıtçılık denir. sen ne diyorsun?
maradona: bence buna üçkağıtçılık değil, kurnazlık denir. ne, topu elle oynamaya sen üçkağıtçılık mı diyorsun? aaa, sakın yapma bunu bana. şeytanca bir kurnazlıktı. belki biz güney amerika'da avrupa'ya oranla daha çok yapıyoruz bu hareketi ama buna kesinlikle düzenbazlık denemez.
- peki, o zaman niye "tanrı'nın eli" ifadesini kullandın?
maradona: çünkü bana bu eli veren tanrı. bu hareketimi, iki kişinin, hem yan hem de orta hakemin görmemiş olması da çok zor bir ihtimaldi, bu yüzden tanrı'nın eli dedim.
- maçtaki ikinci golün öylesine muhteşem bir goldü ki, kariyerimde ilk defa bir rakibi gol attığı için alkışlamak istedim. en iyi golündü diyebilir miyiz?
maradona: rüya gibi bir goldü. biz futbolcular, hep tarihin en güzel golüne imza atmak isteriz, bunun hayalini kuraruz ve kafamızda canlandırırız. gerçek şu ki bu gol müthiş bir goldü, dünya kupasında atılması sebebiyle de ayriyetten inanılmaz bir goldü.
- ingiltere'ye karşı böyle bir gol atmak daha mı kolay?
maradona: italya'ya ya da uruguay'a veya brezilya'ya karşı oynadığımızda bu tip golleri ağlara göndermek çok daha zor. ama ingilizler sahada daha asil ve dürüst oynuyorlar.
- saha o kadar kötü olmasına rağmen inanılmaz bir goldü. nereye basarsan bas, çim kalkıyordu.
maradona: çok kötüydü, çok çok kötü... neredeyse sahada yürüyemiyorduk ve topu taşıyıp arkadaşlarına vermek, paslaşmak oldukça zor bir işti. ama nasıl olduysa, her şey çok uyumlu ve hızlı gelişti. pas verme imkanım da vardı, ilerleme şansım da... ben ilerlemeyi seçtim, gerisini biliyorsun...
- son yirmi dakika için ne diyorsun? özellikle john barnesin oyuna girmesiyle oyun değişti?
maradona: müthiş bir oyuncuydu, çok iyi oynardı. barnes bizim işimizi biraz zorlaştırdı, bizim önceden planladığımız gibi oynamamızı çok zor hale getirdi.
bu maçta maradona'nın attığı 2. arjantin golü duracell'in 2006 dünya kupası için özel olarak hazırladığı "fifa world cup: best goals dvd"sinde "tartışmaşız dünya kupalarının gelmiş geçmiş en güzel golü maradonanın ingiltereye attığı 2. goldür" diyerek anlatılmıştır...
yardımcı hakemler: berny ulloa morera (crc), bogdan dotchev (bul)
argentina: nery pumpido (gk), sergio batista, jose brown, jorge burruchaga (dk. 75 carlos tapia), jose cuciuffo, diego maradona (c), jorge valdano, hector enrique, ricardo giusti, julio olarticoechea, oscar ruggeri
yedekler: sergio almiron, ricardo bochini, claudio borghi, daniel passarella, nestor clausen, oscar garre, luis islas, pedro pasculli, marcelo trobbiani, hector zelada
teknik direktör: carlos bilardo (arg)
england: peter shilton (gk)(c), gary stevens, kenny sansom, glenn hoddle, terry butcher, gary lineker, terry fenwick, peter reid (dk. 69 chris waddle), trevor steven (dk. 74 john barnes), steve hodge, peter beardsley
yedekler: alvin martin, bryan robson, ray wilkins, mark hateley, viv anderson, chris woods, gary a. stevens, kerry dixon, gary bailey
teknik direktör: bobby robson (eng)
goller: 1-0 diego maradona (arg) 51' 2-0 diego maradona (arg) 55' 2-1 gary lineker (eng) 81'
sarı kartlar: terry fenwick (eng) 9', sergio batista (arg) 60'