* portekiz kampında mozambikli coluna ile de tanıştık. 38 defa milli siyahi futbol cambazını, benfica fenerbahçe maçında seyretmiştim. ( http://www.macanilari.com...nfica-196019709921--.html) takımı yürüten oydu bana göre. aynı şeyleri söylemek istedim coluna’ya. itiraz etti. «takımı yürütmek ayrı şey, eusebio benden büyük futbolcudur. benfica'yı ben değil o yarattı.»
* golcü torres'in görüsü: «maç çok zor olacak.» diğerleri de hemen hemen aynı sözleri tekrarladılar; «maç çok zor olacak»
* istanbul’daki hayranlarından devamlı mektup ve kart aldığını, onlara imzalı fotoğraflar gönderdiğini belirten eusebio da arkadaşları gibi düşünüyor: «maç zor geçecek.»
* ve lizbon'dan bir bomba size. gazetelerin yığınlar halindaki röportajlarından çıktı bu haber: lizbon'lu bir futbol meraklısı yıllardır toto’dan zar atarak yaptığı tahminlerden milyonlar kazanmış. türkiye - portekiz maçı için de zarını sallamış 2 gelmemiş mi? arkadaşları «bu defa yanıldın» demişler. toto'cu cevap vermiş: «zar beni hiç yanıltmadı. maçtan sonra görüşürüz.»
(portekiz toto'sunda türkiye 2 numaralı takım olarak gösteriimiştir.)
dünya futbol şampiyonası, eski beynelmilel futbol federasyonu (fifa) başkanı müteveffa «jules rimet» tarafından 1930 yılında kurulmuş olup, bugüne kadar tam 7 defa yapılmıştır. her 4 yılda bir tekrarlanan ve eleme maçları dünyanın 5 kıtasında yapılan bu 7 şampiyonaya katılan milli futbol takımları arasında «jules rimet» kupasına kazanan milletler şunlardır:
1930 montevideo’da 14 millet arasında uruguay, 1934 italya'da 29 millet arasında italya, 1938 fransa’da 35 millet arasında italya, (1942 ve 1946 yıllarında ikinci dünya savaşı dolayısıyla yapılmadı). 1950 brezilya'da 27 millet arasında uruguay, 1954 isviçre'de 35 millet arasında b. almanya, 1958 isveç'de 47 millet arasında brezilya, 1962 şili'de 47 millet arasında brezilya şampiyon olmuşlardır.
türkiye «jules rimet» kupasına ilk defa 1950'de katıldı. suriye'yi 1949 da eleme karşılaşmalarında ankara'da 7-0 yenmesine rağmen, yolun uzaklığı dolayısıyla final grubuna katılamamıştır. bu yüzden final grupları 13 takım arasında oynanmıştır.
ikinci defa 1954 yılında eleme maçlarında madrid'de ispanya ya 1-4 yenildik. istanbul'da 1-0 galip geldik. roma'da üçüncü maçta temdide rağmen 2-2 berabere kaldık ve neticede franko adında italyan çocuğunun çektiği kur’a ile final grubuna katılmağa hak kazandık. isviçre’de o yılın şampiyonu batı almanya’ya 1-4 ve 2-7 yenilerek, bu arada kore’yi 7-0 yenmemize rağmen final grubunun ilk turunda elendik.
türkiye üçüncü defa 1962 yılında yapılan 7. dünya futbol şampiyonasına katılmış, eleme grup maçlarında norveç'i 1-0, 2-1 yendikten sonra, rusya’ya 0-1, 1-2 yenilerek elenmiştir.
portekiz'in şöhretli kalecisi, meslekdaşı kıvanç'tan bugünkü kalesine gol girerse uzun uzun anlatmamasını rica etti
röportaj: namık sevik
portekiz mill'i takımının şöhretli kalecisi costa pereira'nın spiker olduğunu bilmiyorduk...
bizim spiker halit kıvanç, bunu duyunca doğru portekiz'lilerin kamp yaptığı köye koştu ve casta'nın yanında soluğu aldı. çok sempatik ve mûnis bir yüzü vardı kalecinin... kıvanç'ın kendisine «meslekdaşım» diye hitap etmesi hoşuna gitmişti.
«rica ederim. ben henüz bu işin acemisiyim. yeni başladım. futbolculukla spikerliği birlikte yürütmek zor.» sıcak kanlı kaleci biraz daha yakınlık duymuştu türk dostuna; «şimdilik denemeler yapıyorum, 34 yaşını bitirmek üzereyim, iki sene daha..»
türk milli takımına karşı bir defa oynayan portekiz kalecisi futbolculuğu bittiği gün radyoda spor spikerliğini bir meslek olarak kabul etmek kararında gözüküyordu. halit kıvanç, costa pereira’nın sesini spikerlik için fevkalâde ve mikrofonik bulduğunu söylüyordu.
pereira «ama» dedi «spikerler, kalecilerle fazla uğraşırlar, yedikleri golü uzun uzun anlatırlar. çünkü gol maçı görenin de, dinleyenin de beklediği neticedir» ve sonra kıvanç'dan şu ricada bulundu; «yarınki milli maçta kaleme gol girmesini arzu etmem. çünkü siz bu maçı türkiye'ye de yazacaksınız, ricam benim kaleme gol girerse, uzun uzun anlatmayın.»
costa pereiraya göre dünya kupasının bu grubunda çekoslovakya kadar portekiz de favori idi.
kıvanç'la, pereira spiker olarak ileride oynanacak bir türkiye - portekiz milli maçım beraberce anlatmak üzere birbirlerine söz verdiler.
bu ropörtajda yeni bir şey ögrenmiştik. costa pereira mozambikli idi. bu defa ben girdim araya ve suali yapıştırdım.
- biz mozambiklileri hep zenci bilirdik. siz renginizi nerede açtınız?
costa pereira, güldü. eusebio ve coluna'dan kinâye böyle bir sualle karşılaştığını anlamıştı, «işte bazen benim gibi beyazlar da çıkıyor mozambik’den. mozambik’de doğdum, evliyim, biri kız biri, erkek iki çocuğum var. 34 yaşındayım. 23 defa portekiz milli takımında yer aldım. annem ve babam mozambik’de kaldılar. en büyük üzüntüm budur. ne ben oraya gidebiliyorum. ne de onları buraya getirtebiliyorum.»
costa pereira ayrılırken, milli maça çıkacak türk takımına da iyi şanslar ve başarılar diledi....
portekiz'le oynadığımız ilk eleme maçında korktuğumuza uğradık
bir bozgun daha 5-1
maçın başından itibaren geriye çekilen takımımıza karşı râkibimiz bir antrenman rahatlığı içinde gollerini attılar
namık sevik lizbon'dan bildiriyor
günlük güneşlik bir bahar havası içinde, bulunabilecek en iyi futbol sahası üzerinde portekiz'le bir maç yaptık, hayır maç yapmadık, antrenman verdik portekizli dostlarımıza...
görünen köy kılavuz istemezdi, bu maçı alamayacaktık. ama elbette türk futbolunun kendisinden çok üstün bir takıma karşı bile olsa söyleyecek bir kaç sözü, gösterecek birkaç futbolcu hareketi, birkaç as'ı olmalıydı. işte biz bunları da gösteremedik.
heyecan, mağlûbiyet korkusu, rakibin üstünlüğü; şu bu... bunların hepsi beklenen şeylerdi, ama başlama vuruşu yapılırken blok halinde geriye kaçan, daha sahaya dizilirken yerlerine değil de, orta çizgiden onbeş metre geriye kaçar gibi davranan bir forvet hattına ne buyurulur? ileri sahaların güvenilen adamı metinimiz bile sağ haf gibi oynuyor ve fevzi ilerilerde tek başına dolaşıp duruyordu.
görünen köy kılavuz istemez
oyun başlarken astronomik bir farktan ürküp «birkaç gol» ile yetinmek istediğimiz belliydi. esasen ilk tehlikeyi de ilk dakikada atlattık: eusebio'nun
çektiği firikik kalenin üstünden avuta gitti. bir dakika sonra gene eusebio'nun attığı şütü varol uçarak kornere çıkarıyor ve kornerden sonraki karışıklıkta torres'in kafa şutu ile top kaleye girerken ismail karşılıyordu. beşinci dakikada torres'in bir başka kafa şütünü de gene ismail çıkartıyordu. dakika 8: gene torres - uzun boylu olduğundan daha uzun görünen adam - gene bitiverdi. varol'un kalesi önünde, sıçrarken herkesin üstünden seyrediyor çevresini. bu defaki kafa vuruşu üst direğe çarpıp kurtuluyor.
sonra simoaes'in, sonra augusto'nun şütleri auta gidiyor. sonra eusebio'nım dalışı ve varol‘un karşılayışı. 14 üncü dakikada torres'in şâhâne şütü ve varol'un uçarak kurtarışı. kim kurtarır bizi görünen felâketten?
17 nci dakikada yavuz, augusto'ya faul yaptı. eusebio kaleye şandelledi, coluna kafayla daldı: ilk gol..
bundan üç dakika sonra torres kendi uzattığı topa daldı ve yetişti. varol çıktı, yattı ayaklarına, çarpıştılar. top eusebio’nun önüne, oradan kalemizin ağlarına gidiyor. yazıkk! şükrü ve ercan çabuk davranamadılar. varol sakatlanıp iki dakika daha yerde yatıyor.
fevzi'nin kafa golü
bu golden sonraki kısa bir durgunluğu var portekizlilerin. işte bütün oyun boyunca dikkati çekecek birkaç kontratağımızı bu sıralarda yaptık. ama, sonuç almakta bizden ve oynadığımız futboldan o kadar uzak ki.. birden 33 üncü dakikada o umulmayan şey oldu: metin’in sürükleyip getirdiği atakta topu alan fevzi sürüp, götürürken arcanjo faul yaptı. şerifin kale önüne düşürdüğü faul atışını costa pareira inanılmayacak bir ataletle bıraktı. dalan fevzi kafasını vurdu ve gol. herkes şaşırdı bu sürprize. biz bile sevinemedik.
bundan biraz sonra fevzinin uzaktan yaptığı bir şandelde aynı pereira - belki de gözlerine güneş geldiği için - az daha topu kalesine alı verecekti. sonra metinin, şerefin ve fevzinin tesirsiz birkaç uzanışları...
devre 2 - l gibi ümit verici bir skorla bitti. fakat bu skorun 45 dakikalık oyunu ifâde etmediği âşikardı.
portekiz'in sahaya yayılışı
nitekim, ikinci devreye başlar başlamaz gene meydanı bomboş - söz gelişi veya benzetme olarak değil gerçekten bomboş - bulan portekizliler sahaya antrenman yapar gibi yayılıverdiler. neden yayılmasınlar ki; türk milli takımının on oyuncusu orta sahadan çok gerilerde «saha markajı yapıyordu.
52 nci dakikada simoes’in soldan aşırdığı topa, gerilerden koşarak yetişen graça bekletmeden sert bir şüt patlattı. kalecimiz uçarak topa yetişiyor, fakat eline çarpan top kaleden içeri giriyordu: üçüncü golü yemiştik ve daha 38 dakikamız vardı.
eusebio ostüste çakıyor
aradan 11 dakika geçecekti âsab bozukluğu içinde. sonra da solbek pedro gomez kalemize kadar sokulup bomba gibi bir şüt yapıştıracaktı. top direkten dönerken sanki bununla birşeyler kurtarmışız gibi sevinecektik. ama doğrusu buna da vakit kalmadan hakem aleyhimize bir çift vuruş verecekti. yığıldık tabii kalenin içine, ana baba günü oldu kale sahası. birdenbire coluna lâf arasında dokunuverdi topun dibine, bizimkiler daha «sayım suyum yok» demeğe vakit ararken. eusebio çakıverdi topu ağlarımıza doğru.
maç yapıyorduk. didiniyorduk sahada. gol yememek için kapanıyorduk. ve heyhat yağdan kıl çeker gibi rahat goller atıyorlardı bize...
sonra birkaç kahraman çocuğun canlarını dişlerine takarak saldırışı... şeref, fevzi, yılmaz, metin.. saldırıp sonra tekrar gerilere geliyorlardı.
ama, maçın 78 inci dakikasında kalemizin önünde patlayan flâşta kimsenin kahramanlık yapacak hali yoktu: eusebio’nun ceza sahasının 5 metre gerisinden çektiği frikik o kadar şâhâne idi ki, bu golü seyretmiş olmak değil, yemiş olmak bile çoluk çocuğuna anlatacak şeyler dağarcığına bir şeyler katmak sayılırdı.
ve maç bitiyordu kısa bir süre sonra: 5-1. ohhh! o kadar iyi kapanmıştık ki.
millî takım meneceri, varol ve metin'in sakatlıklarının farkı açtığı kanaatinde. portekiz'liler fevzi'yi beğendi
namık s e v ı k lizbon’dan bildiriyor
millî takım meneceri sandro puppo. «varol ile metin sakatlanmasaydı, fark bu kadar açık olmazdı» demiştir.
birinci ve ikinci golleri bedavadan yedik şeklinde konuşan puppo, eusobio için «futbol şeytanı» tâbirini kullanmış ve milli takımın bundan başka bir şey yapamayacağını, portekiz’in bizi her zaman yeneceğini sözlerine ilâve etmiştir.
takım kaptanı metin oktay, «sakat sakat maça çıktım, arkadaşlarımı böyle mühim bir müsabakada yalnız bırakmak istemezdim, onlar bizden çok üstün» demiştir. metinin 15 gün futbol oynayamıyacağı bildirilmiştir.
torres ile çarpışan varol maçtan sonra hastahaneye götürülmüştür. aranjo'nun sert faullerine mâruz kalan fevzi ile birlikte röntgenleri çekilen varol yediği goller için şunları söylemiştir: «eusebio, gerçekten müthiş bir futbolcu, frikikten attığı beşinci golde kalenin her yanını kapamıştım, o yine bir delik buldu.»
portekiz'li yöneticiler aldıkları farklı galibiyetten memnun görünmektedirler. tek seçici alfonso antrenör gloria, «kupada grup şampiyonu olmak için çalıştıklarını, maçta fevzi, metin, şeref ve ercan'ı beğendiklerini» açıklamışlardır.
gloria istanbul'da revanşı kazanırız demiş. alfonso ise, bu konuda görüşünü açıklamamıştır.
üç golü atan eusebio, fevzi, metin ve varol iyi futbolcular demekle yetinmiştir.
takımımız bu sabah lizbon'dan roma'ya hareket edecek, geceyi roma'da geçirdikten sonra yarın istanbul’a gelecektir.
şimdi, pek sevimli sandro puppo içinden neler geçirir bilmem?
puppo ile birlikte böylesine «büyük» bir maça, böylesine «toy» bir takımı uygun görenler, neler düşünür, bilmem?
benim söyleyeceğim söz, teknik adamlardan farklı olacaktır herhalde. yoook, lizbon'a gelirken, onlar da futbolcular gibi 7, 8, 9 hattâ 10 gol yemenin korkusunu hissetmiş ve «kalemizi 5 ten sonra kapadık ya?» diyebilmişlerse, gazâları mübarek olsun, derim...
5-1, aslında böyle bir takımla bir dünya kupasına başlamak cesaretini gösterdiğimiz, düşünülürse «günlük olaylardan» sayılmalıdır. gol şansını 5 defa kullanan ve en az 5 gol şansını - çeşitli sebeplerle - kullanamayan portekiz karşısında bir cendereye sıkışmışçasına oynamanın, futbol oyunu ile ilgisi olmaması lâzımdır. oyun başladığında en vurucu adamım bir sağ haf gibi geriye çeken, hücum elemanlarım santra yuvarlarının 15 metre gerisinde toplayan ve ileride kalacak birine «haydi sen oyna aslanım» emrini veren bir oyun düzeninin, 4-2-4 ne lâf, taktikle ilgisi olmamalıdır» kapkapalı, simsiyah, futbolun aydınlık taraflarım zifiri siyaha boyayan bir müdafaa... ve mozambik'ti eusebio 'nun üç defa deldiği duvar...
gerçi, bu karanlık müdafaa, bu yıkık duvarın önünden, artık taktikten değil, canlarına tak dediği için geri fırlayan bir kaç cesur adamımız - yılmaz, fevzi, şeref -karşı tarafta bir esinti yaratabilmişlerdir.. bunlardan biri golle neticelenmiş, diğerleri iş yapmamıştır. ama, bunlar nihayet oyunun gerektirdiği hareketlerdir. ve çok çok, bu maçı seyreden bizlere «aaaa, biz de sahada varmışız!» sözünü dedirtmekten öteye gidememiştir.
ha, bir de torres vardı. var mıydı? o da türk takımı gibi kaybolmuştu. bir lizbonlu gazeteci «torres yok» diyordu «torres oynasa fark 9’u bulurdu».
saatime bakmış ve üzülmüştüm. bu sözleri işittiğim an, maçın ikinci devresi henüz başlamıştı. yaa, bir de torres oynasaydı?
milli takımımızda oynaması gerekenler, oynaması gerekmeyenler şeklinde bir tartışma konusuna şu anda girmek istemiyorum. bir kişi hariç: can bartu... onu aradı gözlerimiz. «portekiz maçının teknik özelliği» iddiasıyla, türk milli takımına çağırılmayan can’a.. bırakalım, sağiçte. soliçte yer alıp, almadığını, şu topa girmekten korkan aydın’ın yerine solaçıkta dursa, avrupai bir tarafımız olduğunu gösterirdi, hiç değilse. italyanlar iki tahta bacağa milyonlarca lireti fedâ edecek kadar enayi değillerdi ya... neyse...
portekiz'e lizbon'da 5-1 yenildik... bu kadar kötü kurulmuş bir takımın oyuncularını ipe götürmeyceek bir suç bu.. portekizlilere idman verdik. rakip olabilmişiz demek. ne şeref! böyle başa böyle traş!..
portugal: mario coluna, eusebio, jose torres, manuel pedro gomes, almeida jose augusto (kaptan), alberto festa, miguel arcanjo, antonio simoes, jaime graca, jose carlos, alberto costa pereira