«çocuklar gibi şendik» dün franfut'un wald stadında...
20 bine yakın «aynı toprağın insanları» yeşil çimenlerin etrafını öbek öbek çevirmişlerdi... franfurt'un wald stadından köşe köşe «hey allah, hey allah, yallah yallah» sesleri yükseliyordu.
* * *
avrupa'nın çeşitli memleketlerinden gelen türk işileri, frankfurt sokaklarından kol kol stada aktılar. başlarında bir borazan vardı. onun ardında kocaman bir bayrak, onun gerisinde de tümen tümen türk işçisi. yollar dolusu «aynı toprağın insanları», bir rüyanın gerçekleşmesini seyretmek umudunda idiler. her sinede bir bayrak saklı idi. her elde bir «kaynana zırıltısı» sallanıyordu.
bütün fabrikalar türk işçilerine izin vermişti. maç için otobüs tutan fabrikalar dahi vardı. bütün bu çabalar, «aynı toprağın insanları»nı wald stadında toplamıştı.
* * *
kelebek gibi kanat açıvermişti dövziler tribünde. beyaz beyaz, al al.
«milli takım seninle iftihat ediyoruz. burada yüzümüzü güldür.»
«hoşgeldiniz türk milli takımı.»
«türk futbolcu kardeşlerimiz hoş geldiniz.»
«alman talebe birliği sizi selamlar.»
böylesine yurt dışı bir milli maç görülmemişti. stadın her köşesinden ayrı bir feryat yükseliyordu. alman spikeri takımı sayarken, aşina olduğumuz ses yüksedi: şenol - birol gol.
türk işçileri sevinç içindeydiler. habersiz başlayan milli marşı bandodan ayrı parça parça söylediler. soldaki açık tribünden brozanlı bir tempo: sanki mithatpaşa'dan geliyor.
«şiş kebabı»
«sayı yap şenol, sayı yap»
ellerimiz titriyor, sigara yakamıyoruz, yürekler ha durdu, ha duracak. karşılıklı akınlar nefeslerimizi kesiyor ve böylece birinci devrenin sonu. umutlar hala yemyeşil. almanları yenmek «dev gibi bir orduyu yenmek» şans olmayacak. işçiler elvuruyorlar durmaksızın. sahada kırmızı - beyazlı bir dantela var. böylesine güzel, böylesine tatlı oynuyorlar.
«dağ başını duman almış» başlıyor. kapalının sol yanından güneş çıkıyor. oyuncuları gölgeleri ile birlikte seyrediyoruz. yüreklerimiz ağzımızda.
güneş çocukların gözlerine vuracak.
«hamburg, köln, stutgart ve münich'ten gelenlerin hepsinde aynı endişe.»
«umutlarımız boşa çıkmaz.»
ama olmuyor ve sahadaki 60 bin kişinin 40 bini yerlerinden fırlıyorlar. turgay yerde, top kalede ve bizim tribünlerde koyulaşan bir sessizlik. sahanın yeşil rengi siyahlaşıyor. wald stadındakl «aynı toprağın insanları da» umutlarını yitirmiş olmanın halsziliğinde. biraz sonra da ikinci ve üçüncü
gol...
* * *
frankfurt yollarında yağmura rağmen üzüntülü insanların ordusu var. geldikleri yere dönüyorlar. dönmeden önce stadın önünde kendilerinden olan futbolcuları öpüyorlar. belçika'dan gelen bir grupla güzel bir söz işitiyorum. genç bir türk işçisi konuşuyor: «3-0 yenildik ama ağabey, hiç olmazsa utanmadan bir futbol seyrettik!»
benim bu milli maç hakkındaki inancım, «beraberlik hakkımızdı» demek olacak. kazanabilirdik de diyebilirim. fakat beraberliğe mutlaka hak kazanmıştık.
oyunu sahanın kenarında takip ettim. inanın, seyirci olmak futbolcu olmaktan çok daha zor. maçı seyrediyor ve heyecana kapılıyordum. çünkü sahadakiler, çünkü sahada mücadele edenler, sahada türk futbolunu temsil edenler benim arkadaşlarımdı. yıllar yılı onlarala kader birliği etmiştim. bu defa onlardan ayrı, fakat kalbim onlarla beraber ve sahanın kenarından hepimizin maçını takip ediyordum. tarık ve şenol daha ilk dakikalarda beraberce akına girmişlerdi. yerimden fırlamıştım. hiç farkında değildim, «haydi tarık, haydi şenol» diye bağırıyordum. sonra kaptan turgay'ı gördüm. seeler'in şutuna uçuyordu. sonra topu ceza sahamızın içinden alman takımının kalesine iniverdiğini gördüm. tarık yıldırım gibi gidiyor, şenol'a veriyor. şenol, birol'a uzatıyor. birol uğur'u görüyor. uğur gol pozisyonuna giriyordu. bütün hadiseler bir oyun anlayışı içinde almanlara karşı kendi sahasında iyi futbol oynadığımızın bir işareti idi. sonradan turgay'ın her uçuşunda şenol'un ve tarık'ın her kaçışlarında suat, candemir, sabahattin, kaya ve şeref'in rakip forvetlerin akınlarına kendilerini öldürürcesine mâni oluşlarında hep ayağa fırladım, hep aynı heyecanı hissettim.
ilk devrenin özeti bu idi kısaca...
ve yabancı bir sahada imkanları bizden milyonlarca defa fazla, fizik kondisyonu yüksek ve şimdiden dünya şampiyonasına hazırlanan şöhretli bir rakip karşısında futbol oynuyorduk ve alkışlanıyorduk. ilk yarıdaki güçlü fulbolumuz için «türk futbolu için övünülecek bir hadise idi» demek istiyordum. cidden şuurlu müdafaa yapıyor, şuurla hücuma giriyor, sık sık tehlike atlatıyor, sık sık pozisyon yakalıyor ve açıkçası alman milli takımına kendi sahasında kök söktürüyorduk.
itiraf etmek lâzım ki: ilk devredeki tempomuzu ikinci devre devam ettiremedik. üstelik birbiri arkasından tabanca kurşunu yer gibi yediğimiz iki golle sarsılıvermiştik. goller almanları hızlandırmış ve farklı bir netice için oynatmağa başlamıştı. burada benim hayret ettiğim nokta, takımımızın kısa süren panik devresinden sıyrılıp 3 farklı neticeye rağmen zamanla tekrar kendini toparlamış olması idi. maç biterken bizim çocuklar rakip kale önünde şut üzerine şut atıyorlardı. biri girseydi bu şutların sıra ikinciye gelecekti fakat olmadı... netice olarak almanya'ya karşı başarılı oynadık 3-0 lık skor bu futbol mücadelesinin karşılığı değildi ve olamazdı da. futbol oynadık, sevinçliyiz. mağlûp olduk, üzgünüz... yenildik, üzüldük, fakat ezilmedik...