fenerbahçe ve galatasaray profesyonel futbol takımları çarşamba ve pazar günü oynayacakları milli lig final maçları için dün akşam kampa girmelerdir.
fenerbahçeli futbolcular istanbulspor maçını müteakip topluca çınar oteline gitmişlerdir. kadro salı günü yeşilköyde hafif bir idmana tabi tutulacaktır.
galatasaraylı futbolcular ise dünkü maçın ikinci devresinde stad önünde toplanmışlar ve tarabya'da villâ zarif'te kampa çekilmişlerdir. san - kırmızılıların bugün antrenman yapmaları muhtemeldir.
saat 17'de başlayacak olan müsabakayı beynelmilel hakem c. başar idare edecek. basri 43 dakika takımda yer alacak
takımlar iki maçta da aynı avantaja sahip olursa 3'üncü maç oynanacak
fenerbahçe - galatasaray takımları bugün saat 17.00 de mitatpaşa stadında milli ligin ilk final maçını oynayacaklardır. müsabakayı ankara bölgesi hakemlerinden cezmi başar idare edecektir.
merkez hakem komitesi pazar günü yapılacak ikinci final karşılaşması için bulgaristan ve yugoslavyadan hakem davet etmiştir. müsabakanın numaralı biletleri fenerbahçe ve galatasaray kulüpleri tarafından dünden itibaren azalara satılmaya başlanmıştır. kapalı, açık ve duhuliye biletleri bu sabah saat 9 dan itibaren stad gişelerinde satışa çıkarılacaktır.
muhtemel tertipler
fenerbahçe ve galatasaray takıları bugünkü müsabakanın son hazırlığını dün ikmal etmişlerdir.
fenerbahçe yeşilköyde antrenör molnar'ın nezaretinde sabahtan akşama kadar ayrı ayrı guruplar halinde çalışmalara tabi tutulmuştur. bu arada rahatsız bulunan basri de dün
sabah hafif bir antrenman yapmıştır. basri bugün takımdaki yerini 43 dakika müddetle dolduracak, sonra yerini avnl'ye bırakacaktır. avni'den boşalan yeri de akgün dolduracaktır. son dakikada bir değişiklik olmazsa fenerbahçe sahaya şu kadrosuyla çıkacaktır: özcan - osman, basri - avni naci, niyazi - mustafa, şeref, yüksel, lefter, can.
galatasaraylı futbolcular ise dün istirahat etmişler ve yürüyüşe çıkmışlardır. bu arada evvelki günkü idmana çıkmayan kaleci turgay, suat ve ergun tarabya sahasında antrenör dick'in idaresinde hususi bir çalışma yapmışlardır. eşinin rahatsızlığı dolayısiyle bir müddet kamptan ayrılan metin ise menecer osman incili ile öğleden sonra ali sami yen stadında tek başına çalısmıştır. bir değişiklik olmadığı takdirde galatasaray sahada şu tertiple yer alacaktır: turgay - saim, ismail - ahmet, ergun, nuri - isfendiyar, suat, metin, cengiz, mete.
bugün ve pazar günü oynanacak iki final maçında puan ve averajların müsavatı halinde fenerbahçe ve galatasaray takımları milli lig talimatnamesinin 8 inci maddesine göre tarafsız bir sahada üçüncü defa karşılaşacaklardır. bu tarafsız sahanın ankara olması muhtemeldir.
radyo maçı veriyor
müsabakayı saat 17.00 den itibaren istanbul radyosunda spiker arkadaşlarımızdan muvakkar ekrem talu anlatacaktır.
netice kadar sarı-lacivertliler için namağlup unvanlarını da korumak büyük değer taşıyor
namık sevik istanbul'dan bildiriyor...
netice ne olacak?
kuvvet ölçülerini esas alanlar, takımların son form durumlarını göz onündo bulunduranlar «netice elbette fenerbahçenin lehine olacaktır» demektedirler. şahsi görüşlerimizi açıklamadan evvel ölçüyü bu yönden tutmak şartiyle biz de aynı şeyleri tekrar edebiliriz. ancak, belki biraz klasik ama, iki ezeli rakibin karşılaşmaları hakikaten ferdi mukayeseler ve kuvvet ölçüleri diye bir şey tanımıyor. moral ve asab üstünlüğü kimde ise maça hangi taraf daha hızlı başlar ve asılırsa galibiyet ibresi de sahada derhal onun tarafına kaymaktadır. bugünkü karşılaşmanın diğerlerine nisbetle daha başka bir hususiyeti var. o da lig'i ve milli lig maçlarını namağlûp bitiren fenerbahçe'nin aynı ünvanını ezeli rakibi karşısında korumak mecburiyetinde oluşudur. işte buna muvaffak olabilecek mi? enerjisini ve asabını bu kritik maçı kazanmak için ayarlayabilecek mi? şüphe götüren taraftarı, idareciyi ve futbolcuyu endişeye sevkeden husus da budur. yoksa kuvvet ölçülerinde yukarda da ibaret ettigimiz gibi fenerbahçe daha ağır basmakta ve daha üstun durumda bulunmaktadır.
favori olmak... bu, fenerbahçelileri en fazla korkutan bir husutur. umumi kaptan fikret kırcan, antrenör molnar ve hatta şöhretli futbolcu lefter kendilerinden küçük olan genç arkadaşlarının kafalarına böylece bir düşüncenin yerleşmemesi için çalışmaktadırlar. molnar «ben 35 senelik hocayım. küçük takım diye bir şey tanımıyorum. nerde kaldı ki galatasaray?» diyor. kırcan «sarı - kırmızılı takın bize b takımıyla çıktı ve perişan etti» şeklinde konuşuyor. lefter ise «dün de kaydetmiş olduğumuz gibi biz favori değiliz. olmak da istemiyoruz» demekte ısrar ediyor. dikkat edilirse, fenerbahçe peşin kabul edilmiş bir üstünlükten ve favori olmak kompleksinden kurtulmaya çalışmaktadır. bu moral mücadelesinde ne derece muvaffak olunup, olunmadığının hakiki değerini, bugün sarı - lâcivertlilerin sahada çıkartacağı oyun ve ezeli rakibi karşısında alacağı netice gösterecektir.
fenerbahçenıin baştanberi final yarışına iyi hazırlandığı şüphe götürmez. ama koşuyu vurup, vuramıyacağı sualine peşin bir cevap vermek zordur. kuvvet ölçülerine göre «evet fenerbahçe maçı kazancaktır», diyoruz. fakat ezeli rekabetin verdiği hız karşısında duraklıyor, düşünüyor ve ihtiyatla şu sözü söylüyoruz. «galatasaray kolay yutulan bir lokma değildir.»
galatasaray antrenörü de fenerbahçeyi kuvvetli ve üstün buluyor. formunu, oyun yapısını beğeniyor.
futbolun ana vatanında futbolu geçer akçe sayılmış bu yabancı müşahide göre; fenerbahçe klas bir takımdır.
nâmaglûp bir hüviyetle senenin en ağır iki final maçına, çalıştırdığı takımdan daha müsait şartlar altında çıkmaktadır. çoğunuz da böyle düşündüğünde şüphe yoktur. ama, futbolda selahiyet sahibi bu yabancıya «madem ki aradaki fark bu kadar büyük, öyleyse netice?» diyorsunuz. iki takımın karşılaşmaları üzerindeki müşahedelerini iki kelime ile ifade ediveriyor «zor maç bu.»
neden zor maç?
fenerbahçe - galatasaray mücadelesinin 60 senelik akışını değiştirmeye ne galatasaray'ın, ne de fenerbhaçe'nin gayreti kâfi gelmiştir. zayıf bir fenerbahçe, parlak devrinde bir galatasaray, tahmincileri, idareci ve futbolcuları oldum olasıya yanıltmıştır. ve bu şekilde mukayeselerin birbirini takip ettiği zamanlarda peşin hükümlerin âdeta zayıf gözüken tarafa yardım cı olduğundan bahsedilmiştir.
bu hakikaten zor maç... fenerbahçelisi, galatasarayın zaaflarından endişe ediyor. galatasaraylısı fenerbahçenin hatırı sayıl ır bir mesafe kateşinden ümitleniyor. esasen fenerbahçeyi korkutan da bu tezattır. mevsimi, sonunda dahi zirveden seyretmek... hasiseler, milli ligin grup neticeleri, ferdi ve cem'i mukayeseler fenerbahçeye mutlak favori gözüyle bakılmasına zemin hazırlamaktadır. hatta kuvvetler arasındaki bu farkın yaşlanmış nazariyeyi yıkacağına inananlar var. işte galatasaray'ı rahat ve müsavi şans sahibi bir finalist haline getiren de bu aşırı güvendir.
bir fenerbahçe - galatasaray maçında taktik ve futbol meziyetleri kat'i neticenin yardımcı vasıtaları kabul edilmektedir. esas olan havadır, moraldir, âsabdır. kısacası psikolojidir. nasıl ki iki sene evvel, bir beraberlikle şampiyon olabilecek galatasaray, kendisinin favori kabul edildiği bir finali fenerbahçeye 3 golle verivermişse, bugünkü favorinin de ilk turda rakibini elinden kaçırabileceği unutulmamalıdır.
netice :
galatasaray elbette birim kat'i favorimiz değildir. fenerbahçe de öyle. bu zor maça iki tarafın müsavi şanslarla çıktıklarını kabul ediyoruz. maçı galatasaray kazansa, biz de bu rekabeti tanıyanlara sorsak: «aaa, amma da büyük sürpriz mi oldu» diyecekler.
bin dokuz yüz elli dokuz senesi haziranının onuncu günü saat yirmi. matbaada oturmuş, bîr saat evvel biten bir fırtınanın hikâyesini anlatmağa hazırlanıyorum. ben o fırtınayı bizzat yaşamışım, biteli bir saat olmuş ve siz benim bitaraf olmamı bekliyorsunuz... mümkün mü?
nasıl bitaraf olabilirim ki, ben futbol meraklılarının senelerce unutamayacağı, nesilden nesile anlatılacak bir muhteşem golün sahibi olan metin'in bizzat kendisiyim... ben, daha iki, üç gün evvel yarak hastası iken bu zorlu maçta takımdaki yerini alan, tabii muvaffak olamayan ve bu başarısızlığın, bu talihsizliğin ıstırabını yüreğinde ateş gibi hisseden basri'yim... ben şeref'im, oyunun ilk dakikalarında kaçırdığım fırsatın takımımın mağlubiyetinde hissem olduğunu hissediyor ve hala için için ağlıyorum... ben mete'yim. dursun'um. favori bir fenerbahçe karşısında «bir büyük maç» çıkartmanın hırs ve heyecanı ile adalelerimde bir çekik kuvveti, yüreğimde bir elektrik motoru gücü bulmuşum... ben özcan'ım, topu bloke ettikten sonra metin'in o kıyasıya tekmesini yiyerek kendimi kaybetmişim... ben tekrar metin'im, özcan'a vurduktan sonra basri'nin yumruğunu suratımda bulmuş ve bir an sonra avni'yi sahanın ortasında «knocdown» etmişim... ben can'ım, lefter'im büyük şöhretime rağmen sahada dolaşmaktan başka hiçbir şey yapmamış ve mağlubiyette en büyük rolü oynayan adam olmuşum... ben eşfak'ım, heyecanlı ve asabi birkaç futbolcunun sahada yaptığı affedilmez hataların meşülü sadece benmişim gibi bana tempo ile küfreden seyirciye bakıp 30 yıla yaklaşmış spor hayatımdan nefret etmişim... ben kapalı tribünün ortasında veya sol tarafında maçı seyretmiş herhangi bir seyirciyim, yaptığım taşkınlığın, savurdupum küfürlerin ne kadar ağır olduğunu ancak şimdi anlıyor ve utancımdan yerin dibine geçiyorum...
bitaraf olmak mı. boşuna beklersiniz, çünkü her hadisede ya failin utanç veya gururunu, yahut mağdurun üzüntü veya tevekkülünü yaşamışım...
heyecanla maça başlayan futbolcuları görmüş, acıyan, seven, hayran olan, yavrularına gayret dileyen bir anne gibi mahzun olmuşum... onüçüncü dakikada metin'in özcan'a vurduğu tekme ile başlayan, birkaç kişinin yumruk, kafa darbesi ve tekme ile yerlere yatırıldığı meydan kavgasını förüp futbolu seven bir insan olarak hırslanmış, ayıplanmış, tel'in etmiştim...
bilakis iki taraflıyım bu fırtınanın hikayesinde: hiç kimse beni o «abideleşecek» golü atan metin'in tarafından olmaktan menedemez... ve hiç kimse beni avni'ye yumruğunu atan metin'in veya 31 inci dakikada sert bir kafa darbesi ile yüksel'i yıkan suat'ın tarafından olmağa davet edemez... hasta yatağından yeni kalkıp sahada gücünün son imkanlarını kullanan bir basri'nin acısını bizzat hissetmekten kurtulabilir miyim? yahut ikinci devrenin sonlarında artık başa çıkamadığı isfendiyar'ın ayaklarına taban çıkarken gördüğüm basri'nin yerinde kendimi görüp utancumdan kızarmaz mıyım?
fırtına dineli bir saat olmuş ama biz o fırtınayı dışardan seyreder gibi görünüp hakikatte bizzat yaşayanlar hala tesiri altındayız.
finalin heyecanı ve...
fenerbahçe favori... fenerbahçe formda... altmış şu kadar maçtır yenilmemiş olmanın şevki var fenerbahçe'de... ve galatsaray daha dün vefa karşısında üöit vermeyen bir bocalama ile beraberlik kurtarmış... şans sarı-lacivertlilerin, ama hepsinden mühim bir mesele var: acaba iyi bir futbol oynanır mı? saha sabahtan beri yağan yağmurla yumuşamış, ağırlaşmış... hava şimdi iyi ve gittikçe çekiyor saha... final maçı bu belli olmaz... öyle diyoruz ama, fenerbahçe son haftalardaki olgun ve becerikli futbolunu tutturursa galatasaray'ın ona ayak uydurmaması garip olur. bu final iyi bir futbol finali olacak...
iyi bir final mi? al sana final maçı... ikinci devrenin ilk onbeş dakikasındaki galatasaray'ı, son onbeş dakikadaki fenerbahçe'yi unutun ortada itişen, vuruşan, her gelen topa vuran veya ısrarla ayağında tutup rakibine kaptıran yirmi iki futbolcudan başka birşey kalmayacak.
fenerbahçe müdafaası bu kadar kolay çözülmeli midir? bu müdafaayı ayakta tutmak şöyle dursun, şöyle böyle destekler görünen sadece osman mı olmalıdır? ve aynı takımın -daha geçen hafta istanbulspor karşısında- futbol ziyafeti çeken forveti nerede? galatasaray müdafaasına «muvaffak» oldu denebilir mi? neden forvette metin «sadece metin» var. galatasaraylılar attıkları -hayır metin'in attığı- gol hariç «futbol» mu oynadılar? iki büyük kaleci için «iyi» idiler demeğe kimin dili varır? şüt ne kadar sert, ne kadar «ağlar delici» vasıfta olursa olsun özcan ki aslında bir kaleci başının üzerinden geçen topa bir yumruk vurmamalı mıdır? yirminci dakikada ilerilere süzülen osman'ın attığı şütü yatarak karşılayan fakat bloke edemeyip tâ aut çizgisi üzerinde yetişen turgay'ın bu hatâsı «gol» demek değil midir? ikinci devrenin 22 inci dakikasında ortadan ileri bir top alan şeref'in soldan yaptığı atakta, üstelik ergun'un da mükemmel takibine rağmen isabetsiz bir çıkış yapan ve topu yanıbaşından kaçıran turgay, bu işin autla neticelenmesinde şansına dua etmemeli inidir?
hâsılı maç. finalin heyecanı ile oynandı ve iki «büyük» türk takımı bu heyecana mağlup olup futbolla hiç alâkası olmayan hayati bir mücadeleye giriştiler...
... ve asıl mücadele
iş maalesef futbolculuk ve taktik mücadelesi olmaktan çıkmış bir mücerret fizik mücadelesi, bir asab mücadelesi haline gelmişti. işte bunu galatasaray kazandı... hayır galatasaray sadece metin'in golü ile değil, fenerbahçeliler gibi asabi sebepler yüzünden dağılmamakla maçı kazandılar. daha ilk dakikalardan itibaren yakın markajlı, sert, atak ve girgin bir müdafaa kurmuşlardı. fenerbahçenin topla oynarken yumuşak ve yavaş olan forveti bu tok ve inatçı müdafaa karsısında duraklayıverdi. galatasaray müdafaası inatçı ve takipçi idi... can'la lefter'in adeta sahada görünmez olmaları da buna eklenince. turgay'ın yarı sahasına sarı-kırmızılılar hâkim oldular. halbuki bu müdafaa iyi bir futbol oynamadı.
buna mukabil sarı-lacivertli müdafaa daha ilk dakikalardan itibaren basri'nin ve naci'nin -yani iki büyük çapta temel direğinin- güvenilecek durumda olmadığını gösterdi. iki yan hafın mütemadiyen ilerilere kayarak insatlerin yerine girmeleri osman'ı tek başına bıraktı. lefter galatasaray forvetinde metin'den başkaları da vasat bir form gösterebilseler fenerbahçe müdafaasının ne yapacağı merak edilirdi. ama gel gör ki. o forvette de iş başaracak kıvam yoktu. yalnız metin'in söküp götürdüğü toplar «bir şeyler olacak» ümidi veriyordu.
galatasaraylılar sert geçen bir «vücut vücuda mücadeleyi» işte böyle kazandılar. fakat sarı-kırmızılıların daha fazla faul yaptıkları, daha sert ve kıyasıya dalışlarla biraz da sindirme gayesi güttükleri gizlenir bir hakikat değildi. oyun sertleştikçe galatasaraylılar daha rahat oluyorlar. fenerbahçeliler daha bozuluyorlardı. bir an geldi ki, can, basri, ve diğerleri sadece kendilerine yapılan faulleri hakeme şikâyet eder ve kendileri aleyhine verilen faulleri protesto eder hale geldiler... avni çok defa oyunu bırakıp «niye çalmıyorsun» diye hakemle -tabii konuşamadığı bir lisanla - münakaşaya başladı.
hülasa galatasaray, bir futbol finalinden ziyade bir fizik mücadele bir asab bozma yarışı olarak aldıkları bu maçı kazandılar...
işte bu kadar...
heyecan kasırga gibi... hırs ve sürate diyecek yok. ama futbol kötü mü, kötü... işte bu kadar. şimdi galatasaray pazar günü asıl finali oynarken bir gol avantajla başlayacak. fenerbahçenin tek şansı var pazar günü: maçı asab mücadelesi haline getirmemek... çünkü. iste bu mücadeleye dayanamadıklarını gösterdiler.
fileleri yırtıp, dışarı çıkan golü nasıl attığını anlatmak için metin, uzun boylu duşündü. nuri baııa bir pas uzatmıştı diye söze başladı. sonra, sanki hiç bir şey yapmamış bir insan edasıyla şöyle konuştu: «sol açığca deplâse oldum. osman hızla üzerime gelmişti. onu atlatmak benim için zor olmadı. avt çizgisi üzerine kadar düşmüştüm. neredeyse top bu çizgiyi geçecekti. sol ayağımı çizginin üzerine dayadım ve topu önüme doğru kepçeledim. en büyük korkum naci idi. naci ekseri bu pozisyonlarda yere yatarak çift ayakla topa dışarı atardı. sert, cüsseli ve hareketli rakibimin böyle bir pozisyonda beni yere yıkması bir anlık mes'eleydi. fakat, ondan bir müdahale görmedim. ferahlamıştım.»
metin burada bir an durdu. yüzbiııleri ağlatan ve yine yüzbinleri sevindiren golü attığı anın heyecanı içinde son hareketi nasıl yaptığını anlattı: «evet, önümde seken topa çok dar bir zaviye içerisinde vurmak mecburiyetindeydim. bu bir an mes'elesiydi. ekseri goller bu andan faydalantlarak atılır. bu söylediğim kısa zaman içeririnde kafamı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya bütün kuvvetimle vurdum. özcan zaviyeyi kapatmıştı. buna rağmen ayağımdan fırlıyan top, fenerbahçe kalesine hızla yöneldi. itimad edin topun baktığım noktadan dışarıya çıktığını sonradan öğrendim. arkadaşlarımın kucağındaydım. tribünlerden galatasaray cim bom bom sesleri geliyordu. halbuki bundan evvel hakem de dahil olmak üzere golü hiç kimse farketmemişti.»
evet son yıllarda metin'in golü için eşine nadir rastlanan gollerden biri demiştik. bu gol bize geçmiş yıllara ait bir hadiseyi hatırlattı. 1953 yılında herkesi futboluna hayran bırakan brezilya'nın desportes takımı türkiye'ye gelmişti. stad mithatpaşa, karşılaştığı rakip de fenerbahçe'ydi. 3-1 sarı-lacivertli takımın aleyhine biten o müsabakada, dün sahada olduğu dahi şüphe götüren lefter, ceza çizgisi üzerinden üst köşeyi bulan çok sert bir şütle şahane bir gol laydetmişti. top fileleri yırtmamıştı...
ertesi gün desportes'in şöhretli antrenörü gazetelere şu beyanatı veriyordu: «bu şahane bir gol. eğer lefter bu golü brezilya'da atmış olsaydı, hakem maçı tatil eder ve halk da fener alayı tertip ederdi.»
aradan uzun yıllar geçti, genç futbolcu metin dün mithatpaşa sakinlerine aynı heyecanı bir kere daha yaşattı. ama, bu golü desportes'in antrenörü göremedi...
çünkü sarı-lacivertli takım ligi namağlup bitirdi. milli ligin grup birinciliğini de öyle; çünkü, fenerbahçe takımı klas oyuncularda müteşekkildi. başlarında iyi bir antrenör vardu. mevsim sonu olmasına rapmen hepsini islim üzerinde tutabilen... ferdi mukayese de üstündü. cem'i mukayese de üstündü. o halde fenerbahçe takımı bu üstünlüklerin kendisine verdiği avantajla sahadan galip çıkacaktı.
bu fikir silsilesine takılan ve neticeye doğru yürüyenler maçtan evvel hükümlerini vermişlerdi. fenerbahçe sahadan galip ayrılacak..
ne oldu? sahadan galatasaray galip çıktı. nasıl çıktı?
sertlikle diyenler bulunacak, rakibinin asabını bozdu diyenler olacak. hakem için şikayet edenler de pek tabili. yok: böyle düşünmek ve neticeyi tahfif etmek için bu yola sapmak doğru bir hareket olmasa gerek.
galatasaray için, maçtan evvelki öüsahedelerimizi şöyle bir neticeye bağlamıştık. rahat bir finalist. bu tarafın, fenerbahçeyi rahatsız eden problemleri yoktu. bu tarafın, milli lig finaline ilave ettiği bir ünvanı yoktu. nihayet bu tarafın, rakibi kadar asabı ve morali bozul değildi...
galatasarayı ayakta tutan, neticeye götüren de bu derece büyük iddiaya sahip olmamasıydı.
bir fenerbahçe-galatasaray maçı daha seyrettik. netice tahminlerin tamamen aksi oldu. ve şimdi herkes galatasaray galibiyete gitmesini bildi, başarıya ulaştı demekte.
dünkü sualimizi şimdi tekrarlayalım: netice süpriz mi?
galatasaray soyunma odasında bir bayram sevinci var. kucaklaşanlar, öpüşenler, birbirlerine sarılanlar, ağlayanlar...
sanki sarı - kırmızılılar kuvvet bakımından kendilerine denk bir takımı değil çok daha üstün, çok daha kuvvetli, dünya çapında bir şampiyonu mağlup etmişlerdi. ama sevinmekte haklıydılar. zira bu galibiyetle onlar, avrupanın şampiyon takımlarıyla boy ölçüşmek yolunda ilk maniayı aşmışlardı.
ilk konuşan umumi kaptan eşfak aykaç oldu. neşe içerisinde aykaç şunları söylüyordu: «idareciliğim zamanına rastlayan ilk galayasaray - fenerbahçe maçından galip çıkmamız ve bilhassa rakiplerimizin namağlup ünvanını yıkmamız dolayısıyla büyük memnuniyet duyuyorum. maçın bir final karşılaşması olması sebeiyle sahada vukubulan hadiseler ve futbolcuların hırçınlıkları normal karşılanabilir. gerek fenerbahçe ve gerekse biz güzel değilse bile, çok heyecanlı istanbul seyircisine herhalde zevkli bir maç seyrettirebildik. bugün için takıma verdiğim taktik muvaffak oldu. şimdi sıra ikinci maçı düşünmeğe geldi. »
sarı - kırmızılı soyunma odasında hemen herkes aynı şeyi söylüyordu: galibiyetten dolayı duyulan memnuniyet ve bu başarının unutturduğu hâdiseler...
f. bahçe soyunma odası sessiz ve sakindi
namağlup ünvanını kaybeden fenerbahçe soyunma odasında büyük bir üzüntü ve bozulmuş asapların yarattığı elektrikli hava hakimdi. herkes sinirli, herkes şikayetçiydi... umumi kaptan fikret kırcan, galatasaray takımının çok sert oynadığını söylerken, antrenör molnar «1 - hakem, 2 - biz kabahatliyiz» diyordu.
buna rağmen fenerbahçe kulübü ikinci reisi ismet uluğ ile eski solaçık fikren arıcan, metinin attığı golü takdir ediyor ve «metin gibi toplara vuran adam görmedik» diyorlardı.
sarı-lacivertliler her şeye rağmen iddialarını kaybetmemişlerdi. onlar bir şansları daha olduğunu düşünüyorlar ve pazar günü günü yapılacak ikinci maçtan sevinçli ayrılacaklarını ümit ediyorlardı.
yugoslavların 6 ncı ve hatta 7 nci derecede bir hakemi olan markoviç ise idare ettiği maç hakkındaki fikrini şöyle belirtiyordu: «her iki takım da çok sert oynadı ve çok gol pozisyonuna girdi. galatasaray tesadüfi bir golle galibiyeti temin etti»
üç gün evvelki maç belki de ilerde «hani metin'in ağlan yırttığı maç» diye anılacak. keşke de öyle anılsa. zira o maçta yırtılan bir ağ'ın yanında yırtılan dudaklar, patlayan kaşlar, ezilen kalçalar da vardı. sahadaki hırçınlık, haşinlik kıvılcımlarının tutuşturduğu tribünlerden savrulan yırtığın yırtığı lâflar da cabası.. ayıptı. pek ayıptı bütün bunlar. sahadakilerin, tribündekilerin, hepimizin, kısaca türk futbolunun büyük ayıbı idi o maç. şükür ki ikinci karşılaşma pek çabuk geldi. türk futbolüne sürülen kara leke daha pek yaşken, pek taze iken... bugün elbirliği ile bu lekeyi temizleyeceğimizden eminim. defalarca yazdım. bir fenerbahçe olmasa galatasaray'ın, bir galatasaray olmasa da fenerbahçe'nin bugünkü haşmetleri, bugünkü hayranları olur muydu? minnetle, şükranla dolu bir rekabet değil midir onların rekabetleri? bugün sahaya yanyana, kol kola çıkın fenerbahçeliler, galatasaraylılar. hünerlerinizi ayrı ayrı gösterecek, gollerinizi ayrı kalelere atacaksınız pek tabiî... sonra da netice ne olursa olsun yine yan yana, yine kol kola görelim sizleri.
ve diyelim ki: geçen günküler anormal bir atmosferin yarattığı geçici bir krizmiş meğer. tıpkı alışılmamış iklimlerdeki muvakkat cinnetler gibi.
fenerbahçe - galatasaray, şu asil çiftin, şu kalblerimizde doğmus klişenin ahengini bozacaklara yazıklar olsun.
#5 gs:1 fb:0 10 haziran 1959 fb:4 gs:0 14 haziran 1959
eskiden süper değil, milli lig vardı. ilkinde de maçlar iki grupta oynanmış, lider iki takım şampiyonluk için finalde karşı karşıya gelmişti. bu maç, ligimizin ilk fenerbahçe-galatasaray der-bisi anlamına da geliyor. her haliyle unutulmayacaktı maç ama metin oktay meşhur ağlan delen golünü bu karşılaşmada atü, tarih yazdı. rövanş da unutulmazdı; san lacivertliler rakiplerini yüksel, naci, mustafa ve şerefin golleriyle 4-0 mağlup etti, ligin ilk şampiyonu oldu.
istanbul, ankara ve izmir'de düzenlenmekte olan mahalli lig'leri üst sıralarda tamamlayan takımlardan oluşan milli lig "projesi" ilk kez 1959 yılında hayata geçirildi. şimdiki adıyla süper lig'in temeli olan bu lig 8'er takımlı iki grup halinde düzenlendi. gruplarını lider olarak tamamlayan takımlar iki ayaklı final maçı yaptılar ve ilk profesyonel ligimiz olan milli lig kupasının sahibi belirlenmiş oldu.
tarih 10 haziran 1959. final maçının ilk ayağının oynanacağı gün gazetelerde ilginç başlıklar var. kupanın ilk olması nedeniyle herkes heyecanlı ama bu heyecanı azaltan bir durum var ortada. bu durum beyaz grubun lideri fenerbahçe'nin oynadığı 14 maçın 12'sini kazanıp ikisinde sahadan beraberlikle ayrılmasından, yani namağlup olmasından ileri geliyor. fenerbahçe hem kazanıyor hem de çok güzel bir futbol ortaya koyuyor. kırmızı grubun lideri galatasaray ise hiç de iyi görünmüyor. sürekli gelgitler yaşıyor. güzel futbol oynayamıyor. galatasaray grubun son maçında liderlik için kapıştığı vefa ile karşılaşıyor. bu maç öncesinde her iki takım da eşit puandalar ama gol averajı ile lider galatasaray. önce vefa öne geçiyor. ardından galatasaray bir gol atıyor ve adını finale zar zor yazdırıyor. işte bu yüzden beklentiler fenerbahçe'nin kupayı rahatlıkla kazanacağı yönünde.
ama dönemin gazetelerinde bu maçın bir derbi olduğu, 50 yıldır birbirleri ile rekabet eden galatasaray ve fenerbahçe'nin maçlarında kazanan tarafın tahmin edilemeyeceği yazılıp çiziliyor.
saat 17'de herkes nefesini tutmuş bir şekilde yugoslav hakem markoviç'in düdüğünü bekliyor... ve maç başlıyor. galatasaray çok sert oynarken fenerbahçe hem bu sertlikten hem de maç öncesi kesin favori olmasının rehavetinden bocalıyor.
maçın daha 13'üncü dakikasında metin (oktay), fenerbahçe kalecisi ile karşı karşıya iken topu ayağından biraz fazla açar ve kaleci özcan topu kontrol eder. o anda metin müdafaasız durumdaki özcan'a tabanı ile çarpar. ortalık karışır. hatta metin bu pozisyonun ardından önce ihraç edilir sonra karardan dönülür ve maça devam eder. bu pozisyonun ardından iki takımın idaricileri de sahaya dalar ve uzun süre münakaşa ederler. 31 'inci dakikada topsuz alanda suat, yüksel'e kafa atar. yeniden ortam gerilir... taraftarlar tempolu bir şekilde çok ağır küfürler etmeye başlarlar. maç bu gergin havada sürerken 37'nci dakikada osman'ı geçtikten sonra naci'nin ağır hareketlerinden faydalanarak aut çizgisine inen metin sol ayağındaki topu sağ ayağına alır ve hepimizin bildiği an yaşanır; metin şimşek gibi topa asılır, top fileleri deler geçer...
stat müstahdemlerinden biri tarafından yan ağlardaki hasara yapılan müdahalenin ardından maça devam edilir. ama maçtaki gergin hava ve sertlik bir türlü engellenemez. tribünlerdeki küfürler, sahada sertlik bitmek bilmez. favori fenerbahçe'yi 1-0 yenen galatasaray maçtan galip ayrılır. bir gün sonra gazeteler karşılaşmadaki sertlikten, taraftarın hırçın ve küfürbaz tavrından dem vururlar... milliyet gazetesinden kahraman bapçum şöyle der: "final heyecanı ile oynandı ve iki «büyük» türk takımı bu heyecana mağlup olup futbolla hiç alâkası olmayan hayati bir mücadeleye giriştiler..."
tarih 14 haziran 1959. ilk maçın rövanş gününde gündüz tekin onay, milliyet'teki yazısına şu cümleyle başlar: "üç gün evvelki maç belki de ileride 'metin'in ağları yırttığı maç' diye anılacak. keşke de öyle anılsa. zira o maçta yırtılan bir ağın yanında yırtılan dudaklar, patlayan kaşlar, ezilen kalçalar da vardı. sahadaki hırçınlık, haşinlik kıvılcımlarının tutuşturduğu tribünlerden savrulan yırtığın yırtığı lâflarda cabası. ayıptı. pek ayıptı bütün bunlar. sahadakilerin, tribündekilerin, hepimizin, kısaca türk futbolunun büyük ayıbı idi o maç."
bu maçı, 13 yaşında o zamanki adıyla mithatpaşa stadı kapalı tribünün ortasında izledim. o zamanlar kapalının ortası fb, deniz tarafındaki kısım gs, gazhane tarafı (sonradan yeni açık yapıldı) ise bjk tribünü idi.
maçla ilgili yazmak istediğim anı, yazılanlar arasında 15. sırada metin oktay'ın ağzından anlatılmış. bunu bir de bir televizyon programında turgan şeren'in anlattığını hatırlıyorum.
ilk devrenin herhalde 30 dakika civarında bir gs akınında topu tutan kaleci özcan arkoç'a metin oktay tabanla daldı. özcan yerde kıvranmaya başladı ve ortalık karıştı. olay yerine koşan kısa boylu yugoslav hakem (adı markoviç'miş diğer anılardan öğrendiğime göre) metin'i oyundan attı. o zamanlar sarı, kırmızı kart yoktu, hakemler elleri ile saha dışını gösterirlerdi. bunun üzerine santra yuvarlağı etrafında gs'lılar hakemi aralarına aldılar. özellikle turgay'ın çabaları ve ikna!! kabiliyeti ile hakem kararını geri aldı ve bundan 3-5 dakika sonra da metin o tarihe geçen golünü deniz tarafındaki kaleye attı. maç da bu golle bitti.
o sezonda fb ilk yenilgisini almıştı. bu maç hatırladığım kadarı ile çarşamba günü oynanmıştı. pazar günü de rövanşı vardı. hem sonuca, hem de hakemin yanar dönerliğine çok kızıp üzüldüğümden pazar günkü maça gitmedim, ve sonradan gitmediğime çok pişman oldum. çünkü bu maçta fb gs'ı sahadan silmiş ve 4-0 kazanarak o sezonun milli lig şampiyonu olmuştu.
bu maçın görüntüleri cilalı ibo olarak bildiğimiz feridun karakaya’nın başrolünde oynadığı “gönül kimi severse” adlı filmde vardır.
o zamanki futbol güzelliği ne kadar hoş’muş. zamanımızda bir ihtilal olarak kabul edilen bir düşünceyle fenerbahçeli ve galatasaraylı seyirciler hep beraber maçı izliyorlarmış.
"10 haziran 1959'da türkiye ligi'nin finalinde galatasaray ile fenerbahçe karşı kartşıya gelirler...sarı-kırmızılı takımda metin, turgay, suat, kadri, isfendiyar fenerbahçe'de ise lefter, can, basri, naci, özcan gibi efsaneler yer almaktadır...
karşılaşmanın 39.dakikasında ceza alanının sol dışında topla buluşan metin oktay güzel bir çalımla naci'yi geçtikten sonra özcan arkoç'un kalesine bir füze yollar. top ağları bulur ama orda kalmaz kale arkasında gezintiye çıkar.. hakem biraz tereddüt eder neden sonra golü verir.top ağları parçalamış ve dışsarı çıkmıştır.
adeta bu gole duyulan saygıdan futbolcular kalan 61 dakikayı uykuda gibi oynarlar. başka gol olmaz ve metin oktay'ın ağları yırtan ünlü golüyle galatasaray maçı 1-0 kazanır.
bu maçı izlemek için yaşı uygun olan hemen her galatasaraylı da size "evet ben de o gün ordaydım. maçı duhuliyeden! izliyordum..." diyecektir. bu golün hala güncelliğini yitirmemiş olmasının nedeni rahmetli metin oktay'ın da dediği gibi fenerbahçe'ye atılmış olmasındandır. bu gol o kadar çok konuşulmuştur ki 4 gün sonra fenerbahçe'nin galatasaray'ı 4-0 yenerek şampiyonluğu kazanması bile gölgede kalmıştır...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
bir metin vardı ki eşfak aykaç hürriyet gazetesi yazarı
soğuk bir gün yağmurlu bir pazar günü... teknik yöneticiliğini yaptığım galatasaray, fenerbahçe ile şampiyonluğun iki maçından ilkini oynuyor, galatasaray pek güçlü değil o yıl... 0 1959 yılı... ama varlarıyla yoklarıyla mücadele ediyor bizimkiler. golsüz biten ilk devreden sonra maçın son çeyreğine geldik... ve metin sol tarafta topu yakaladı, iki rakibini ekarte ederken büsbütün sola kaymış, şut açısı neredeyse sıfırla ifade edilecek kadar daralmıştı. fakat vurdu metin, balyoz gibi vurdu. mermi hızıyla giderken duralayıp dışarı düşen topun gole bağlandığını yırtılan yan ağlardan anladık...
böyle attı metin galatasaray tarihine altın harflerle geçen bu galibiyetin tek golünü...
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
ağları yırtan gol
metin oktay'ın ağları yırtan golünün artık bilinmeyen bir yanı yok gibidir. türk futbolunun bu efsane olayıyla ilgili olarak bugüne kadar pek çok şey yazılıp söylenmiştir. ancak olayın dikkatlerden kaçan noktası, o maçın bir yugoslav hakem tarafından yönetilmiş olmasıdır.
sadece futbolumuzda değil neredeyse tüm yaşamımızda birşeylerin eskiden daha güzel olduğu iddiası sık sık karşımıza çıkar. oysa pek de böyle değildir. örneğin, o yıllarda futbolumuzun çok daha temiz olduğu da böyle bir iddiadır. tam tersine kendi hakemlerimize güvenmemizi bile olanaksız kılan bir pislik çukurunda debelenmekteyizdir.
nitekim gelen yugoslav hakemin de fenerbahçe tarafından bağlandığı ve maçı satacağı yolundaki söylentiler gazetelerde yer alır. o kadar ki sonunda yugoslav hakem, maçı dürüst biçimde yöneteceğine ilişkin açıklama yapmak zorunda kalır!
gelin işin iç yüzünü en sağlam kaynaktan öğrenmeye çalışalım ve olup bitenleri metin oktay'ın kendisinden dinleyelim: "fenerbahçe ile oynayacağımız her maçın havası ayrı olurdu. 1959 yılının 10 haziran günü oynayacağımız milli lig'in ilk final maçının önemi çok büyüktü. futbol federasyonu bu kritik maça yugoslavya'dan hakem getirmişti. tansiyon yüksekti. maçtan bir gece önce çınar otelde yugoslav hakemin üç fenerbahçeli yöneticiyle birlikte yemek yediği görülünce, istanbul'da kıyamet koptu. galatasaray kulübünün telefonları ihbarlarla inliyordu: 'maç çınar otel'de masa başında satıldı... yugoslav hakem fenerbahçe'yi galip getirmek için ne lazım gelirse yapacak!..'
"bunun üzerine galatasaray kulübü hakemin değiştirilmesi için federasyona başvurdu. hakem şaşırmıştı. ve ağlayıp sızlamaya başlamıştı. 'ne olur galatasaraylılara söyleyin böyle bir sebepten dolayı memleketime dönemem, maçı namuslu bir şekilde yöneteceğim.'
"yöneticilerimiz bir toplantı yaptı, hakemi kabul etti ve o yugoslav hakemle iki takım maça çıktı.
metin önce oyundan atılıyor
"10 haziran 1959... dolmabahçe stadı yükünü almış, ezeli mücadeleyi bekliyor. sıcağa rağmen tribünler her zamanki gibi rengarenk... oyun hızlı başlamıştı. maçı mutlaka kazanmak istiyorduk. çok hırslıydık... turgay uzun bir degaj yaptı. boş top, ceza sahasının üstüne süzülmüştü. topa kaleci özcan arkoç ile birlikte yükseldik.
"özcan topa uzanabilmek için adeta benim sırtıma tırmanmıştı.. çok yükselmiş, bu sebepten de dengesini kaybetmişti. ikimiz birden yere düştük. özcan anlayamadığım bir şekilde kıvranmaya başladı.
"o anda fenerbahçe tribünleri benim özcan'a vurduğumu zannederek küfretmeye başlamıştı. o çirkin tezahüratın ilk defa muhatabı oluyordum. şaşırmıştım ve utanmıştım. suçlu olmamama rağmen utanmıştım. o sırada yanıma fenerbahçeli naci erdem ve basri dirimlili geldiler. ikisi de çok sevdiğim arkadaşlarımdı.
"benim kasıtlı bir hareket yapmayacağımı benden iyi bilirlerdi. ben onlarla konuşurken birden diz kapağıma bir tekme yedim. acıyla tekmeyi vurana baktım. bana vuran, kendine fenerbahçe'de yer edinmeye çalışan avni idi. o acıyla ben de avni'ye bir yumruk attım. yumruğu avni'nin suratına indirince saha karıştı.
"antrenörümüz george dick, eşfak aykaç, muzaffer bozok ve menajerimiz osman incili beni olaylardan sıyırıp saha dışına götürmeye çalışıyorlardı. o kargaşa arasında yöneticimiz muzaffer bozok ile osman incili, yugoslav hakeme kızıyorlardı. aradan iki üç dakika geçmiş, saha boşaltılmışa. yugoslav hakem hışımla yanıma yalaştı ve saha dışım gösterdi.
"o güne kadar hiçbir hakemden bu karan duymadığım için neye uğradığımı şaşırmıştım. hırsımdan ağlıyordum. sahadan çıkmadan önce gidip fenerbahçe tribünü önünde çakıldım. ben gidince onlar da şaşırdı. biraz önce o çirkin kelimeleri bana layık gören insanlardı onlar. durdum. bir baştan bir başa o tribünleri süzdüm. sonra eğildim ve bana küfredenleri selamladım.
hakem kararını değiştiriyor
"ortalık sakinleşmişti. ben soyunma odasına gitmeye kara verirken suat, turgay ve diğer arkadaşlarım kolumdan tutup 'dur, hakem kararını değiştirdi galiba' dediler.
"oyun duralı 7 dakika olmuştu ve 7 dakikadan sonra yugoslav hakem beni sahadan atmaktan vazgeçmişti. karar değişince fenerbahçeli futbolcular kahroldular. (metin oktay'ın bu olayı yanlış hatırlayamayacağı mantık gereğidir ancak can bartu 'böyle bir durum yaşanmadı' diyor. a. çakır)
"bundan sonra yüz binleri ağlatan tek golü ben atacaktım. 37 .dakikada ağlan parçalayan bazukayı fenerbahçe kalesine ben yolluyordum. allahım rüya gibiydi sanki o an...
"nuri (asan) bir pas atmıştı, sola doğru kaçtım. osman hızla üzerime geldi, onu atlatmak benim için zor olmadı. aut çizgisine kadar gittim, sol ayağımı çizgiye dayayıp topu kepçeledim. en büyük korkum naci idi. naci erdem ekseri bu toplara çift dalardı. fakat ondan da sıynldım. evet, önümdeki topa çok dar açıdan vurmak zorundaydım. bu bir an meselesiydi. bu kısa zaman içinde başımı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya tüm kuvvetimle vurdum. kaleci özcan, köşeyi kapatmıştı. buna rağmen top hızla kaleye girdi. inanın topun baktığım noktadan dışarı çıktığını ve ağları parçaladığını sonradan öğrendim.
"golden sonra arkadaşlarımın sırımdaydım. tribünlerden 'cim bom bom...' sesleri yükseliyordu. halbuki hakem de dahil, golü dol-mabahçe stadmdaki kimse fark etmemişti. hakem önce aut vermiş, sonra parçalanmış ağları görünce gole hükmetmişti. maçtan sonra fenerbahçe'nin eski kaptanlarında fikret arıcan (büyük fikret) 'vallahi azizim, bizim zamanımızda topa en iyi vuran adam bekir'di... ama itiraf edeyim ki metin daha iyi vuruyor...' diyordu."
elbette ki bu golü bir fenerbahçeli yorumcunun kaleminden okumanın galatasaraylılar için ayrı bir tadı olacaktır. hele islam çupi gibi renkli bir kalemin değerlendirmesi bu gole daha bir anlam kazandıracaktır. şöyle der
"bu da meşin tarihine ağların bile tutamadığı gol' olarak geçecek. galatasaray'ın maçtan önceki klâsına favorilik etiketi iliştirilen fenerbahçe'yi devirişi, bir büyük olayla düğümlenecekti. bu büyük düellonun sonunda sarı-kırmızı taraftarların gözleri, deniz tarafındaki kalenin sol üst direğine dönmüştü. orada kocaman bir delik vardı. direğe çakılı çivilere gerilmiş ağlar paramparça olmuştu. sanki özcan'ın koruduğu fenerbahçe kalesini, futbol topu değil de; yırtıcılığı aşın, bir köpek balığı ziyaret etmişti. ve bu deliğin şerefine kalkan sesler vardı mithatpaşa'da. onbinler bir dev ağızmış gibi bağmyorlardı:
"me-tiin, me-tün!" diye. kral, fenerbahçe'nin yıkılıp gittiği mücadelede yine soldan topla yürümüştü. naci bastırmıştı hemen. metin bir çalımla ondan kaçırmıştı meşin yuvarlağı. devrin en büyük santrhafi, markajından bir sabun gibi kayıp giden metin'e artık sadece bakıyordu. çok çaprazdan vurdu metin! topun şiddetinden özcan'ın sadece saçının telleri kalkmış, fenerbahçe'ye ise yırtık ağlar ve bıçak gibi kesen bir gole üzülmek kalmıştı."
elbette ki ağlan yırtan gol olayında biraz abartının yeri vardır. ağların zayıflığı, yağmurun etkisi gibi çeşitli etkenler de sayılabilir. fakat ne olursa olsun bunun türk futbol tarihindeki ilk ve tek olay olma özelliği ortadan kalkmaz. evet, her efsane gibi bunda da anlatımlar gerçek olayın epeyce ötesine geçebilir ama bunun tümüyle uydurma bir durum olduğunu da kimse söyleyemez.
ancak bu gol metin oktay adını efsaneleştiren olgulardan biri olsa da gerçekte pek uğurlu gelmez. ikinci maçta ezeli rakibine 4-0 yenilen galatasaray şampiyonluğu kaybeder ve adeta bu gol hiçbir işe yaramamış gibi bir durum ortaya çıkar.
babasının ölümü
bu olayın ardından babasını kaybetmesi metin oktay'ı büsbütün yıkar. 22 haziran günü günlüğüne yazdıklan bu derin üzüntüyü açıkça ortaya koyar.
"babam yok artık, ayaklarım topa vurmak istemiyor. kafamın üzerinde topları değil hatıralan taşıyacağım artık."
gazetelerde ise metin'i çok seven insanlann düşüncelerini taşıyan satırlar yayınlanır:
"karşıyakalı hasan efendi metin'i bırakıp gitti. ama son nefesini verirken biliyordu ki metin oktay yalnız değildir ve bütün bir ülkenin çocuğudur. çünkü o milyonların omuzlarındadır. her gün türkiye'de doğan çocukların büyük bir kısmına metin ismi veriliyor."
hasan oktay, gerçi biricik oğlunun galatasaray ve milli takım formalarıyla attığı golleri de kazandığı başarıları da görmüştür ama daha görülecek o kadar çok şey vardır ki... böyleyken erken sayılabilecek bir yaşta dünyaya veda edişi onu çok seven oğlu için de yakıcı bir kayıptır.
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
özcan arkoç anlatıyor: o golü hiç unutur muyum?
bu üzücü olayın ardından (babasının vefatı) yeniden ağlara yırtan gole dönüp bununla ilgili başka tanıklara da kulak verelim. yarım yüzyılı aşkın süredir konuşulan bu golü bir de yiyen kaleciden dinlemek elbette ki bir şans olur.
"bundan tam 51 sene önceydi. 10 haziran 1959 günü istanbul inönü stadı'nda f.bahçe ile g.saray karşı karşıya geliyordu. 0-0 devam eden müsabakanın 37. dakikasında metin oktay'ın attığı gol ağlan delecek ve bu gol aradan onca yıl geçmesine rağmen unutulmayacaktı. ağlan yırtan o golü yiyen kaleci ise özcan arkoç'tu. beşiktaş, f.bahçe, austria wien ve hamburg takırnlarımn kalesini koruyan özcan arkoç...
"(...) ve o günleri anlatıyor: '1959, 1. lig'in ilk sezonuydu. o zaman gruplar vardı. galatasaray ile fenerbahçe, iki ayn grubu birinci bitirdi ve finalde karşılaştı. ilk maçı 1-0 kaybettik, ikinci maçı 4-0 kazanarak şampiyon olduk.'
"işte o ilk maç yok mu? metin oktay'ın gol attığı ve ağlan deldiği o ilk maç... özcan bey'e o golü hatırlayıp hatırlamadığını soruyorum: "hatırlamaz olur muyum?" diye cevap veriyor. "- anlatır mısınız bize?"
"vallahi yüzüm metin'e dönüktü. sol taraftan geldi. 18 içine girdi. takım kaptanımız naci vardı. galiba onunla ikili mücadele içine girdi ve ondan kurtularak sol ayağıyla topa uzun köşeye doğru çok kuvvetli vurdu. top tam ağın kale direğiyle birleştiği yere gitti ve ağ yırtıldı."
"- o kadar sert bir şut muydu ki ağı yırttı?" "yırtılışın sebebi sert vurmasından ziyade bir-iki gün evvel yağan yağmurdu. yağmurdan sonra güneş çıktı. kale ağları o güneşte kurudu. o zamanlar şimdiki gibi ağlar yoktu. o ağ çok kuruduğu için bu şuta dayanamadı ve yırtıldı. top da dışarı çıktı."
"- hakem golü verdi."
"evet"
"- gole itiraz eden oldu mu?"
"yok, goldü çünkü. herkes gördü."
"- o gol efsane oldu." "evet, tabii, tabii."
"- tarihe geçen bu golü yemek sizi hiç rahatsız etti. mi?" "yok, katiyen. ağlar kurumuştu, şut da kuvvetli bir şuttu. metin oktay'ı siz tanımazsınız, bilmezsiniz. iyi şutları vardı. iyi kafa vuruşları vardı. zamanlaması iyiydi. iki ayağına da hâkimdi." "- ona karşı oynarken çekinir miydiniz?" "yok. mücadele ediyorduk. çekinmek yok, çünkü millî takımdan arkadaşımdı."
"- o kadar büyük bîr oyucu muydu?" "gayet tabii, çok büyük bir oyuncuydu. iyi çalım atardı. pek fazla sürati yoktu ama çalımı çok iyi atardı. hiç beklemediğiniz yerden topa vururdu. hem sağ hem sol ayağıyla çok iyi vururdu. kafa toplarına da iyi vururdu. o zamanlar g.saray takımında sağ tarafta isfendiyar, sol tarafta kadri, büyük ali vardı. iyi ortalar yaparlardı. metin de çok gol atardı."
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
bir de anlatana kulak verelim
türk futbol tarihinin bu unutulmaz olayını atandan ve yiyenden dinledikten sonra bir de anlatana kulak verelim. yıllann eskitemediği klişesinin uygun düşeceği emektar maç spikeri orhan ayhan anlatıyor:
"yıl 1959. 10 haziran çarşamba günü. mithatpaşa'da öyle bir maç var ki sormayın. galatasaray, fenerbahçe'den şampiyonluk koparmak için sahaya çıkıyor. favori ise fenerbahçe!
"san kırmızılı takımın kuruluşu şöyle: turgay - saim, ismail - ahmet, ergun, dursun - ısfendiyar, suat, metin, nuri, mete. galatasaray tam takım, fenerbahçe de aynı şekilde.
"maç zaman zaman ortalarda, zaman zaman da galatasaray ceza sahası dışında cereyan ediyor. fenerbahçe bastırmıyor değil, fakat galatasaray da şu ana kadar gol yemiş vaziyette değil. 38. dakika doldu. 39.'ya girmek üzereyiz. oyun çok rahat, ortalarda. oyun bir anda yavaşladı. nuri aldı, niyazi'yle şöyle hafifçe birbirlerine bir omuz attılar. nuri aldı topu, sol taraftan metin'e doğru geçirdi. niyazi hakeme işaret ediyor markoviç'e, yugoslav markoviç'e işaret etti. 'faul var' diyor. hakem 'oynayın' diyor, 'devam'...
"nuri'nin topu süzülüyor metin'e doğru. metin sol taraftan aldı. kapalı tribünlerin önünden kayıyor, kayıyor. tam çizgiye doğru paralel iniyor. sol taraftan indi aşağıya doğru. deniz tarafındaki kaleye doğru gidiyor metin. tehlikeli olabilir mi henüz belli değil. osman üstüne çıktı. bastı topa, çekti osman'ı. arkadan naci yetişiyor. kafasını kaldırdı metin, çapraza baktı. kalede özcan var.
"vurdu metin, kaleye doğru gidiyor. goool. gooooooool. metiiii-in. 1-0... fenerbahçe: 0 - galatasaray: 1. umulmadık anda umulmadık bir gol. fenerbahçeliler 'top avuta çıktı' diye itiraz ediyorlar. ağlan yırttı geçti top! özcan şaşkın, taraftarlar şaşkın ama galatasaray 1-0 galip durumda."