9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
fenerbahçe başkanı ismet uluğ diyor ki:
milli olmanın kıymet ve şerefini çok iyi bilen bir futbolcu olarak, erişilmesi hakikaten zor olan ve memleketimizde ilk defa bir fenerbahçeli tarafından kazanılan bir başarıdan duyduğum memnuniyeti tebarüz ettirir ve büyük futbolcu lefteri, eski bir milli ve bugünkü fenerbahçe başkanı olarak can ve gönülden tebrik ederim.
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
teknik direktör fikret arıcan
benim için «iyi futbolcuydu» derler. ben ise, gelmiş geçmiş en iyi futbolcu olarak lefter’i gösteririm daima. şahsen lefter’in daha uzun yıllar ay – yıldızlı ve sarı – lâcivert formaya hizmet edeceğine inanıyorum. bir fenerbahçeli olarak onunla göğsümüz kabarıyor. var olsun…
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
bence en büyük futbolcu o!..
fikret kırcan
seneler ne çabuk geçiyor. demek lefter ellinci milli maçını romanya’ya karşı oynuyor öyle mi? çelimsiz, kuru, zayıf nâhif bir çocuktu bizim takıma geldiği zaman lefter.
onu çok methetmişlerdi. kıvrak, hareketli demişlerdi. amansız şutlar atar, rakibin yerden yere çarpacak kadar şiddetli çalımları vardır demişlerdi…. her futbolcu yeni bir takıma gelirken daima ayni lâflar tekrarlandığı için ben pek ciddiye almamıştım bu sözleri… fakat belki de ilk defa olarak peşin söylenenler doğru çıktı. 1946 yılında onunla yanyana oynamağa başladık.
aradan 17 sene geçti, bu büyük zaman içersinde ona hayranlığım her gün biraz daha arttı.
22 yıl yeşil sahalarda top kovaladım. bizden evvelki nesilleri gördüm. bizimle beraber olanlar ve bugünküler. açıkça itiraf edeyim bence türkiyenin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu lefter’dir.
ay–yıldızlı formayı daima şerefle taşımıştır. 23 nisan 1948 yılında yunanistan ile atinada yaptığımız ve 3-1 kanadığımız ilk milli maçımızda ikinci golü atan lefter’di. tribünleri dolduran binlerce yunanlının ağır hakaretine mâruz kalmıştı. yanına sokulduğum zaman gözlerinin dolduğunu gördüm. üzülme dedim, daha böyle çok hakarete de uğrayacak ve alkış da toplayacaksın. bir futbolcu bunlara alışmalıdır.
o gün lefter ilk maçını oynamıştı. bugün ise, tam 50. defa ay–yıldızlı formayı sırtına giyiyor. bir futbolcunun hayatında bundan daha mutlu bir gün olamaz. allahtan en büyük duam eski takım arkadaşımın bugün sahada fırtınalaşmasıdır. inanıyorum bu yalnız benim değil 30 milyonun da duasıdır….
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
apak ve millî takım arkadaşlarından
orhan şeref apak: «lefter, türk futbolunun ender yetiştirdiği bir kıymettir. teknik komite kendisini romanya milli maçı için kadroya almakla en isabetli kararı vermiştir. altın madalyayı alacak olan bu ilk türk futbolcusunu tebrik ederim. çarşamba günü romanya ile yapacağımız milli karşılaşmada lefter’in her zaman olduğu gibi yine takımına faydalı olmasını temenni ederim.»
turgay şeren: «lefter, türk futbolunun nâdir yetiştirdiği kıymetlerin başında gelir. bir futbolcu için erişilmesi çok güç 50 milli maçlık başarısı hepimizin ve bilhassa benim gayemdir. kaleci olarak lefter’in futbol zekâsından her zaman ürkmüşümdür. bugün bile bu kurt futbolcudan çekindiğimi itiraf ederim.»
özcan: 50. milli maçında lefter ağabeyime sonsuz başarılar dilerim.
candemir: 50. maçı oynayabilmek büyük bir şey.
kaya: bir milli futbolcunun erişebileceği en yüksek mevkle yükseldi.
süreyya: her futbolcunun erişebilmek istediği bir şeydir bu.
şeref: 50. milli maçında lefter ağabeyime bol şanslar dilerim.
tarık: 50. defa milli olmak büyük bir şeref.
uğur: kolay erişilemeyecek bir başarı. hepimiz buraya yükselebilsek keşki.
şenol: lefter, memleketimizin yetiştirmiş olduğu en büyük futbolculardan biridir. 50. milli maçını oynamakla, hiçbir futbolcuya nasip olmayan bir mevkie yükseldi.
birol: memleketimizde ilk defa altın madalyaya hak kazanan lefter’in bu maçta da başarılı olacağına inanıyorum.
nedim: ne diyeyim, lefter ağabeyim gibi 50 maçı oynamak inşallah hepimize nasip olur.
metin: memleketimizin yetiştirdiği en büyük futbolculardan olan lefter’e 50. milli maçında da başarılar…
aydın: her zaman kendime ideal olarak seçtiğim lefter ağabeyimin bu büyük başarısında yanında olmak, duyacağım en büyük sevinç ve gurur.
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
7’den 70’e
onu herkes tanır
togay bayatlı
yediden yetmişe lefter... kim onu tanımaz ki… daha meşin topa ilk tekmeyi atarken «lefter gibi vuruyorum», diyenlerin sayısı yüzbinleri aştığı bir diyarda torunlar, babalar, nineler, dedeler hep bu futbol sihirbazının ismini hâfızalarının bir yerine bir daha çıkmamak üzere yerlertirmişlerdir.
bakın bu büyük türk futbol devini daha ilkokulunun birinci sınıfında 7 yaşındaki kemal yener nasıl tanıyor. afacan bakışlı ve tatlı yüzlü yener, «ben fenerbahçeliyim, babamdan, fener’in ismi ile lefter’in ismini beraber duydum. lefter, nedim, şenol, birol gol! ben de büyüyünce lefter gibi olacağım. bana da fener, yener diye bağıracaklar…» diyordu. ve küçük yener’in yanında diyordu. ve küçük yener’in yanında peyruz, mustafa, hadi, yalçın adlı arkadaşları da hep büyüyünce futbolcu olacaklar ve lefter gibi oynayacaklarını anlattılar, anlattılar…
peki. lefter’i yedi yaşındaki kemal yener tanır da. acaba 71 yaşındaki şükrü van tanımaz mı? bu emekli albay. lefter'in adını gazetelerde okumuş, evlâtlarından duymuş. sonra, evet sonra, kalkmış elinde bastonu, gözünde gözlüğüyle bir diğer arkadaşı, yine emekli albay süleyman erentürk ile birlikte mithatpaşa'nın yolunu tutmuş. «aman» diyor emekli albay şükrü van, «daha lefter topa vurmadan başladı bir gürültü, maçın hitamına kadar devam etti, ama bu lefter donilen çocuk da keklik gibi koşuyor, sıçrıyor, karşısındaki muhacimleri geçiyor, galiba iki de gol attı. helâl olsun, çok da para alıyormuş. bir daha da, ne bizim toruna, ne de evlâda, maça gidiyor diye kızmadım. biz yaşlıyız, o heyecan, o gürültü çakilmiyor, varsın gençler gitsin.»
hani lâf aramızda. bu iş beni bir hayli sarmaya başladı. peki. dedim. kendi kendime. lefter’i acaba bir nine de tanır mı?
bu düşünceyü yanımdaki fotoğrafçı arkadaşım hüseyin kırcalı’ya açtığım bir sırada karşıdan ağır ağır bir yaşlı ninenin geldiğini gördük. fırsat bu fırsat, yanaştım yanına:
«nine» dedim. «siz lefter’i tanır mısınız?»
şöyle bir baktı yüzüme, hani deli mi bu delikanlı der gibi. şu zamane gençlerinin yaptığı acaip şakalardan biridir şeklinde düşünmüştü herhalde…
medine kasaplar adındaki nur yüzlü nine de tanımıştı lefteri… ve ilâve etti:
«lefter dediğin şu topçu olmasın? tanırım onu. biz diyarbakırlıyız. orada bu lefter top oynamış. benim oğlum, top sahasına gider, sonra döndüğünde hep ondan bahsederdi. şimdi de torunlar. hiç lefter’in ismi dillerinden düşmüyor. hem en çok bu çocuk toplan oynuyor galiba… zira radyo hep onun isminden bahsediyor.»
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
tribündeki ses
haydi ordinaryüs
nurhan aydın
tam 10 sene evveldi.. mithatpaşa stadının şeref tribünü altına düşen sıralardan gür bir ses yükseldi: «haydi ordinaryüs..»
mithatpaşa stadının insanları zamanla bu sese alıştılar, zamanla bu sesi aradılar. gür ses, lefter'in oynadığı her maçta stadın ürerinde yükseliyordu: «haydi ordinaryüss.. haydi ordinaryüs...»
artık lefter’in ismi «ordinaryüs» tü. gerçi, ona profesör diye de bağıranlar oluyordu. ama, ordinaryüs sözü daha çok tutmuştu.
bir gün lefter'i futbol üniversitemizin ordinaryüslüğüne terfi ettiren adam meydana çıktı. adı manol idi. manol taylan. matbaacılık yapıyor ve lefter'i taa taksim'de oynadığı günlerden beri seyrediyordu. müthiş bir fenerbahçe'li. müthiş bir lefter taraftarıydı. her maçtan evvel şeref tribününün altına düşen sıralardaki yerinde otururdu manol ve her maçta lefter'e bağırırdı. «haydi ordinaryüs…»
manol’la konuşuyoruz:
— lefter'e niçin ordinaryüs, diye bağırıyorsun?
«— ordinaryüslük, ilmin en yüksek payesidir. türkiye’de futbolcu olarak lefter’den başka ordinaryüs yoktur. lefter’in futbolu bir ilimdir. seyircilere, oynarken, futbolu anlatır, futbol ilmini öğretir. lefter işte bunun için ordinaryüs. türk futbolunda lefter’in çıktığı zirveye bundan sonra kim çıkar, bilmem.»
— lefter, senin sesini işitince ne yapar?
«— adetâ bekler. kulağı bendedir. bağırırım «haydi ordinaryüs..» sahada fazla işi yoksa bakar, tebessüm eder. ve oynar futbolunu…»
— sen böyle bağırınca. diğer takımların oyuncuları kızmaz mı?
«— isterlerse kızsınlar. meselâ kaç defa kalecilerle konuşmuşumdur. derim ki, onlara; lefter’den gol yemek şereftir. lefter’den gol yerken, bir şeyler öğrenirsiniz…»
manol, lefter’in bütün maçlarını seyretmiş. deplâsman maçlarına bile gidermiş. «50. milli maçını görmeye de gidecek misin?» dedik. şöyle konuştu; «ordinaryüz, romanya maçında en büyük eserini sahaya koyacak. kaçırır mıyım, bu büyük fırsatı.»
… ve diğerleri…
lefter. türk futbolunda en fazla lâkabı olan futbolcudur. işte bunlardan bâzıları ve isim babaları:
galatasaray antrenörü coşkun özarı ona «taki» der.
can bartu, onu bir ara «koko» diye çağırırdı..
ahmet berman'a göre lefter’in adı «tokiryos» tur.
basri dirimlili. lefter’i fenerbahçe’de oynarken «arnavut» diye çağırırdı..
sol haf avni kalkavan ise «burun» diye takılırdı..
fenerbahçe'li şeref has. maçlarda lefter'den pas isterken şöyle bağırır; «lefteraki..»
bunun dışında lefter'e «ihtiyar» derler.. «kurt» derler. «profesör» derler..
ama, bir zamandır lefter'in takım arkadaşları arasındaki ismi «agabey» dir…
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
foto muhabiri gözüyle
en iyi resimleri o’nda çektim !..
sami önemli
foto muhabirlerinin de, futbolcular gibi inanışları vardır. kalenin arkasına geçtiğimiz andan itibaren bu inanışların tesiri altında kalırız. ben, lefter'in mutlaka bana iyi bir fotoğraf kazandıracağına inanırım. bu inancımda da aldandığımı hatırlamıyorum. lefter, topu ayağına aldığı an, makinemi hazırlarım. bilirim ki, lefter'le birlikte gelen canlı fotoğraftır. onun, geçen sene oynanan bir galatasaray maçında zikzaklar çizerek attığı golü yakalayışım, bu inancımın galibiyetidir. lefter, topu santradan biraz ileride almış, galatasaray kalesine doğru geliyordu. önümde, fotoğraf için çok müsait bir saha ve fotoğrafı yaratacak olan adam uzanıyordu. bu, lefter'di... bir çalım, bir çalım daha, bir çalım ve şut... bu fotoğrafı gazeteye getirdiğimde «bana değil. lefter'e teşekkür edin» dedim.
lefter'le aşağı yukarı aynı yaşta sayılırız. o futbol oynamaktan bıkmadıkça, ben de lefter'in gollerini almaktan vazgeçmeyeceğim…
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
20 yıl leftere ayakkabı veren mustafa efendi konuşuyor
altın madalya değil, altın anıt bile az!
“ben ihtiyarladım. devirler geçti. ama lefter, hâlâ devam ediyor. ne mutlu bir gün onun için… ne mutlu bir gün benim için…”
nezih alkış
mustafa efendiyi tanımazsınız tabii. nereden, tanıyacaksınız?
mustafa efendi bir fenerbahçe emektarı… 30 senedir fenerbahçe kulübünde çalışıyor. 30 senedir fenerbahçeli futbolcuları maçlara hazırlıyor. 30 senedir fenerbahçeli futbolculara malzeme veriyor. kramponlar mı bozuldu, çağırın mustafa efendiyi.. ayakkabının içinde çivi mi var, gelsin mustafa efendi.. konçlar mı söküldü? verin mustafa efendiye.. kısacası fenerbahçenin isimsiz kahramanlarından biri mustafa efendi…
mustafa efendi 65 yaşında.. 30 senedir fenerbahçeli, futbolculara, 20 senedir de lefter’e ayakkabı veriyor…
dün sabah yine karanlık malzeme odasında sarı - lâcivertli futbolcuların formalarını, ayakkabılarını, konçlarını, şortlarını toparlıyordu..
… ve mustafa efendi lefter’i anlatıyordu;
«lefter kulübe geldiği zaman ben 45 yaşındaydım. oğlum atalay ise 13, atalay bugün çoluk çocuk sahibi oldu. ben ihtiyarladım. devirler geçti. ama lefter. hâlâ devam ediyor. lefter. benim 20 senedir gözümün önündeki adam. öz evlâdım gibi severim onu. titizdir. sinirlidir, şudur, budur. ama. bu 20 senede bir gün olsun beni kırdığını hatırlamıyorum.»
… ve fenerbahçe kulübünün 30 yıllık emektarı ağlıyordu;
«ne mutlu bir gün lefter için… ne mutlu bir gün fenerbahçe için ve ne mutlu bir gün benim için.. 20 senedir gözümün önünde yaşayan delikanlı 50. nci milli maçına çıkıyor. içimde bir kaynaşma var. hâtıralarımı zorluyorum. lefter çocuktu kulübe geldiği zaman ona ilk formasını. ilk top ayakkabısını ben vermiştim…
mahçuptu. antrenmana çıkacakmış. soyunma odasının kapısından başını uzattı. affedersiniz. dedi. bana da forma verir misiniz? futbolcu hali yoktu üzerinde. olsa. olsa bir fenerbahçe meraklısıdır. demiştim kendi kendime.. gözlerinde bir pırıltı vardı sadece. dolabı açtım, sarı - lâcivertli formalardan en yenisini ona verdim. oturduk ayağına en iyi gelen ayakkabıyı verdim. o unutmuştur, ama ben unutmadım ilk geldiği günü. çıktı sahaya. ben de arkasından.. oynadı, oynadı, golleri sıralıyordu.
sonra, yıllar birbirini tâkip etti. lefter sevgisi bütün türkiyeyi, lefter ismi bütün dünyayı sarıyordu.
lefter... 20 senedir gözümün önünde yaşayan futbolcu: lefter'im, canım benim. sana 50 nci milli maçını oynayacağın için bir altın madalya vereceklermiş.. seni değil, bir altın madalya, bir altın heykel bile anlatamaz..»
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
15 yıl önce böyle demişti
en büyük arzum, millî takımda yer almak…
lefter’le yapılan röportajlar, gazetelerde yayınlanan konuşmalar, sayılayacak kadar çoktur. ama bunlardan biri, şimdi hepsinden daha büyük cazibe taşımaktadır. bu, 1948 yılı martı'nın 15 inde «kırmızı - beyaz» spor mecmuasında necdet biroğlu imzasıyla yayınlanmıştır. bu röportajı özetle naklediyoruz.
— amatörlük mü, yokta profesyonellik mi?
— daimi bir amatörlük taraftarıyım.
— askerliğinizi de yaptığınıza göre, bir aile kurmak tasavvurunuz olsa gerek?
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
yaşı olmayan adam
kahraman bapçum
onu sadece tribünden tanıyanlar, yakından görmemiş olanlar bilmez: koyu kumral saçları iyiden iyiye kırlaşmıştır…
sert kemikli yüzünde de belirmeğe başlamış çizdiler vardır.
ama yaşını tam olarak bilene de rastlamadık. elindeki nüfus cüzdanına göre 1926 doğumlu imiş... fakat iddiaya göre aslı 1924 iken değiştirilmiş doğum tarihi. hakkında yazılan bunca yazıya, kendisi ila yapılan bu kadar röportaja rağmen esaslı bir vesika yok ortada... kimi 1923 e kadar inmiş, kimi 1936 ya kadar çıkmış...
yaşı kaç bu adamın?
garip bir tesadüf: 1947 de f. bahçe forması ile g. saraya karşı oynadığı ilk maçı hatırlıyorum. ufak tefek çelimsiz bir afacandı. o gün onu 16-17 yaşlarında bir çocuk sanmıştım. oysa 20 yi geçmişti o zamanlar.
ona son günlerde sanki hiç tanımıyormuşum gibi yabancı gözüyle bakmağa çalıştım. ufak, tefek, hareketli bir genç adam vardı .ortada... yaşı 20 yi yeni geçti deseler, inanmak elden gelmezdi.
şimdi lefter hakkında ne düşünüyorsun diye sorana şöyle derim: futbol sahasında olduğu müddetçe yaşı olmayan adam…
9 ekim 1963 tarihli milliyetten; (spor ilavesinden)
dağlaroğlu lefter’in f. bahçeye gelişini anlatıyor
kim bu lefter?..
işlk deneme maçında birinci takıma 4 gol atan lefter utancından kulübe gelmemişti
yavuz bayraktar
rüştü dağlaroğlu’ndan, lefter’in, fenerbahçe’ye geçiş hikâyesini anlatmasını istemiştik…
«bu hâdiyesi yaşayan bir idareci olarak, şimdi dahi heyecanlanıyorum.» dedi ve ilâve etti; «lefter’in fenerbahçe'ye transferi, devrimizin transfer hâdiselerine benzemeyen bir hikâyedir. anlatayım;»
«sene 1946… aralık ayının en soğuk günlerindeyiz. kalecimiz cihat arman ani olarak yedek subay okuluna gitmiş. kalecisiz kalmışız. kimi alacağız, kiminle anlaşacağız. düşüncemiz, beyoğluspor kalecisi şalabi'yi almak... ancak. beyoğluspor'un serbest bıraktığı şalabi beşiktaş ta istiyor. hattâ, beşiktaş'ın beyoğlusporla, bu hususta anlaştıklarını duyuyoruz… her şeye rağmen ümidliydim. fenerbahçe kulübünün umumi kâtibi olarak o zamanki beyoğluspor kulübü başkanı ohanidis'e gittim. aramızda şu konuşma geçti:
— hoş geldin rüştü bey, hayrola, siz bizi böyle her zaman aramazsınız?
— estağfurullah. biz fenerbahçe’liler sizleri daima sever ve tutarız. sizden bir ricaya geldim. cihat askere gitti. kalecimiz yok. bize şalabi’yi veriniz.
beyoğluspor kulübü reisi şöyle bir durakladı ve dedi ki: «rüştü bey, sana öyle bir futbolcu tavsiye edeceğim ki, anasından fenerbahçe’nin futbol stili için doğmuş bir delikanlı… bırak şalabi’yi»
ben, şalabi diye israr ederken, ohanidis lefter, diyor, başka bir şey söylemiyordu.
— kim, bu lefter, adını ilk defa işitiyorum. kaleci mi?
— hayır, kaleci değil, forvet oynuyor. ve şimdi askerliğini yapıyor. kat’i adresini bilmiyorum. ama, göreceksiniz bu çocuk türkiye’nin bir numaralı futbol yıldızı olacak.
beyoğluspor kulübünün idare heyeti odasında cereyan eden bu konuşma beni harekete getirmişti. bir taktik olarak lefter’in ismiyle fazla ilgilenmeden «mademki şalabi’yi vermiyorsunuz, biz de başımızın çâresine bakalım.» diyerek ohanidis’in yanından ayrıldım…
dağlaroğlu işin bundan sonrasını şöyle izah etti:
«hemen seferber oldum. ve lefter’in, diyarbakır’da askerlik yaptığını tesbit ettim. o zaman (b) takımımızda oynayan ruhi karaduman’ın babası diyarbakır emniyet amiriydi. onun yardımıyla lefter’le temas kurduk. 20 nisan 1947 pazar günü şeref stadında beşiktaş’la maçımız vardı. ruhi karaduman soyunma odasına koşa koşa geldi. büyük bir heyecan içindeydi. rüştü ağabey lefter’i getirdim, dedi. hemen odadan fırladım. lefter’in nerede olduğunu soruyordum. sahaya inen merdivenin başında duran küçük. çelimsiz bir çocuğu gösterdi. açık konuşalım. gözüm tutmamıştı. amma da methettiler, diye kendi kendime konuşuyordum. ruhi’ye seslendim, «bu mu lefter?»
neyse uzatmayalım, tanıştık. mahcup, çekingen, endişeli bir hali vardı.
— hoş geldin, lefter, fenerbahçe’yi çok seviyormuşsun, bizim takımda oynamak ister misin?
önüne baktı ve ksık bir sesle cevap verdi:
— ben fenerbahçe’li filan değilim.
şaşırmıştım. yanağını okşadım, biraz cesaret bulmuştu. başını yukarı kaldırdı:
— seni, fenerbahçe’nin yeni antrenörü molnar’a takdim edeceğim. kusura bakma, seni hiç tanımıyorum. hattâ, güvenim yok. antrenmanlara geleceğine söz verir misin?
— söz, asker sözü veriyorum.
lefter’i molnar da beğeniyor
lefter, fenerbahçe - beşiktaş maçını seyretti. iki gün sonra da kadıköy'e antrenmana geldi. molnar'a tanıttım. kültür fizikten sonra çift kale yapılacaktı. molnar, lefter'i (b) takımının forvet hattına koydu. bu çocuk müthiş bir şeydi. çalımlıyor, çalımlıyor, patlatıyor, patlatıyordu. onu seyrederken bütün idareciler parmaklarını ısırıyorlardı. ve lefter o ilk idman maçında birbirinden harika 4 gol attı.
idman bitmişti. bütün futbolcular soyunma odasına giderken lefter’i görmemezliğe geldim. bu, bir idarecilik manevrasıydı. birden şımarmasından korkuyordum. üç dakika sonra soyunma odasına girdiğim zaman orada yoktu. malzemeci mustafa efendiye sordum «demin forma ve ayakkabı verdiğin çocuk nerede?» mustafa efendi, aradığım çocuğun bir dakika içinde giyinip ve duş almadan gittiğini söyledi. şaşırmıştım. antrenör molnar da, denediği futbolcunun çok iyi bir futbolcu olacağını söylüyor ve bir an evvel anlaşma yapmamızı istiyordu…
lefter kayboluyor
lefter ortadan kaybolmuştu. tam bir hafta aradık. nihayet, stad müdürü reşat erte'yi büyükadaya gönderdik. reşat, lefter'i buldu ve kulübe getirdi. niye kaçtığını soranlara şu cevabı veriyordu; «birinci takıma dört gol attığım için utanıyorum.»
fakat, lefter'i bir türlü transfer edemiyorduk. çünkü, büyükadada oturan galatasaray'lı reha ile beşiktaş'lı şükrü kendi takımlarına almak için uğraşıyorlardı. lefter'e, fenerbahçe'ye girerse meşhur futbolcular arasında ezileceğini fısıldamışlardı. tereddüdü bundandı lefter’in.
«ben f. bahçe’liyim artık…»
günler birbirini kovalıyor ve üç büyükler arasındaki lefter mücadelesi devam ediyordu. o arada lefter'in babası hastalanmıştı. evine ziyarete gittim. ufak, tefek ihtiyaçlarını görmesi için kulüp adına kendisine 200 lira verdim. çok memnun oldu. evden ayrılırken boynuma sarıldı. fenerbahçe'li olduğunu ve fenerbahçe'de oynayacağını bildirdi.
işte lefter böyle fenerbahçe’li oldu. ohanidis haklıydı. hakikaten lefter, bir gün türkiye'nin en büyük futbol yıldızı oldu.
millî maçtan sonra anadolu kulübünde lefter'e rastlayan başvekil inönü ile milli futbolcu arasında şu konuşma geçmiştir:
- lefter, ne oldu maç
- berabere kaldık paşam
- bak senin için de, benim için de ihtiyar diyorlar, halbuki değiliz. sen daha uzun müddet oynayacaksın. bugün oynayacağını bilseydim gelir seni seyrederdim.
inönü daha sonra lefter'i tebrik etmiş ve her iki yanağından öpmüştür.
50. millî maçına kaptan olarak çıkan ve çiçek yağmuruna tutulan lefter, oynadığı müddetçe forvetin en muvaffak elemanı idi
kapalı defans yapan romen takımı karşısında ikinci devrede daha üstün oynamamıza rağmen gol atamadık
kahraman bapçum ankara'dan bildiriyor
zangır zangır titriyorlardı hepsi... tam şeref tribünü önünde pistin kenarına gelip de dizildikleri zaman çocukların hepsi zangır zangır titriyordu. hiç bir maçta, hiç bir takım böyle bütün halinde sapsarı renkli olmamıştır.
ama biz o andaki lefter gibi heyecanın en yukarı noktasını yaşayan bir sporcuyu hiç, ama hiç görmemişlik... biraz sonra federasyon başkanından başlıyan bir «hâtıra ve hediye vericiler» kalabalığı kaptan lefter'i adeta bunaltacak ve foto muhabirleri arasında kaybolan lefter ancak arkadaşlarının omuzlarında iken nefes alabilecekti.
ve biz bunca milli maç ve bunca milli tören içinde bu kadar kalabalık bir koronun istiklâl marşını böyle mükemmel ve heyecanlı söylediğine hiç şahit olmamıştık
ve biz bunca senelik turgay'ı bir milli marş çalınırken böyle hüngür hüngür ağlar görmemiştik.
eeee! böyle bir hava içinde başlıyan milli maçta türk futbolcuları ne olur? şahlanır diyeceksiniz ama... yok böyle şey futbolda. futbol, hatta daha genel deyişle spor, böyle bir heyecana dayanamaz. işte ilk devrede istisnasız bütün elemanlarımızda görülen tutukluk asla bir fizik eksikliği değildi. bu, düpedüz bir sinir sistemi bozukluğu idi. siz metin'in, tarık'ın, ugur'un, birol'un çok yakınlarından geçen toplara ayak uzatamayışlarında başka sebep bulabilir misiniz?
sahadaki ay-yıldızlı takımda iki kişi vardı ki, heyecanı bir anda bırakabilmişler ve kendilerini rahatlatmışlardı: candemir ve suat...
romenler için oyunu yavaşlatmak, seyircinin kabına sığmayan coşkunluğunu de sindirmek bakımından, ideal yoldu. bizimkilerin anlattığımız tutukluğu ile rakiplerin akıllı yavaşlığı, oyunu ister istemez rolântiye düşürdü. dakikalar geçtikçe seyirci de oyun başlamadan önceki hızını kaybetti... sonra olaylar birbirini kovaladı:
dak. 4: yalçın sağaçığı kaçırdı. yetişemedi. ortada santrforun dalışını candemir kornerle kesti ama, çok yürekler ağızlara geldi.
dak. 6: sağiç ortadan daldı. santrfora geçirdi. aradan ne güzel sıyrıldılar... turgay çıkıyor. iyi kapadı kaleyi. dizine çarpan top geri döndü. karambol çözülüp top çıktı ama..
dak. 12: metin kafa ile topu lefter'in önüne düşürdü. kaptan meşin yuvarlağı yere indirirken tek hareketle yapıştırdı şutunu. mesafe uzakfakat şut nefisti. aut.
dak: 18: gerilerden sokulan candemir bir sert burunla şut deniyor. bu da güzel fakat aut.
dak: 19 ve sonrası: yalçın neden hasmını ilk pozisyonda bastırmıyor, üstelik sağaçık kendisinden çok hızlı ve orta saha adamlarımız «açıkça konuşmalı» neden hafif kalıyorlar? ama obür tarafta candemir balyoz gibi bir defans adamı rolünde. aferin candemli.
dak. 25: uğur köşeye yakın yerden taç attı. lefter aldı. sıyrıldı. düzeldi. yeniden doğruldu. kaleye sokuldu. tekrar sola kaydı ve vurdu. ahhh! büyük usta.. kapalı köşeye değil de ters tarafa plâse edebilsen ne muhteşem bir gol olurdu.
dak. 27: yalçının kesemediği topu sabahattin sert bir kafa ile kısa düşürdü. solaçığın şutu. turgay yerden kornere çıkardı.
dak. 35: lefter, metin'e uzattı o da aradan aradan yuvarladı ileriye. tarık stop ederken açtı topu. halbuki tam kale ağzında idi.
dak. 40: solaçık aşırtma bir pas aldı ve... kurşun gibi fırladı. candemlr «sahanın en iyisi olan candemir» başka çaresi olmadığı için beline sarılıyor rakibinin. taa orta çizgiye yakın...
dak. 41: solaçık daldı gene. bu sefer ortadan. turgay fırlıyor ve kesiyor güç topu...
ikinci devreye yalçın'ın yerinde süreyya ile başladık. ve ilk devrenin fert olacak durgun adamlarının hepsi maç başındaki heyecanı atmış olarak rahat rahat futbol oynamağa başladılar. candemir gittikçe açılıyor. suat ortalarda her ayak uzattığı topu alabiliyor, düzeltip aşırabiliyordu. ilk devrenin tarık, metin, uğur. birol gibi adamları da canlanmışlardı. gelgeldim romenler çok üstün fizikleri ve takım halindeki ahenkleri ile bizden çok daha iyi idiler. ama ister istemez defansı kabul etmişlerdi. bu sıralarda forvetimiz biraz şanslı olsa çok şey değişirdi. nitekim dördüncü dakikada metin'e yapılan faulde lefter'in frikiği direği mermi gibi sıyırarak dışarı gitmeyebilir ve 3 ünci dakikada yine lefter'in pası ile kalenin ağzına kadar sokulan metin çift ayağına yediği tırpanla yuvarlanınca hakem penaltı verebilirdi. hattâ vermeliydi de... bundan bir dakika sonra da yine ihtiyar usta birbiri üstüne dört kişiyi çalımlayarak sıyrılacak ve metin'e yuvarladığı top ortalığı yine karıştıracaktı.
artık oyunda heyecan normalin çok üstüne çıkmıştı. ama maç başındaki asap yorucu heyecan değil, futbolun süratinden doğan bir heyecandı bu...
onbirinci dakikada metin'in yerine nedim girecek ve nedim - lefter kombinezonu o anda ortalığı allak bullak edecekti. sonra lefter artık oyundan çıkmak istediğini işaretle anlatmaya başladı. 27 nci dakikada da çıktı ve yerine şenol girdi.
işte şimdi oyun birdenbire duruverdi. sanki gün hakikaten lefter'in günü idi ve sanki lefter takımdan çıkınca bu takım başsız kalmıştı. dağıldık. gene iyi çalışıyorduk. yine hareketliydik. fakat oyunda şeref'in taşıyıcılığına, suat'ın hazırlayıcılığına rağmen -nasıl demeli- boşluk vardı.
belki de bu hakiki bir boşluk değildi belki de gözlerimiz lefter'i bulamadığı için bir boşluk hayal ediyorduk.
romen'ler için «maçın bitişinde sevinçli idiler» diyebiliriz. sevinçlerini gösteren en kuvvetti işaret birbirlerini tebrik edişleri ve kucaklayışları idi.
ankara'da 1-0, bükreş'te ise, 4-0 yendikleri türk milli takımını revanşı kaptırmamış olmaları, kendi yönlerinden bir başarı sayılabilirdi.
neşeli bir hava içinde futbolcular giyinirken antrenör ploestanu şöyle konuştu: «oyun hakiki bir nellce ile bitti. iki taraf futbolcularının sinirlenmesinin sebebini anlayamadım. futbol olarak tatminkâr bir maç değildi. sahada en beğendiğim adam bizim santrhaf nunweiler idi.
futbol federasyonu başkanı popescu da maçın kalitesiz geçtiğini, futbolcuların pas yapamadığını. iyi top kullanamadığını izaha çalışıyor ve şunları söylüyordu: «biz size nazaran daha çok fırsat kaçırdık. türk takımında lefter, şeref, tarık ve candemir kendi takımımdan nunweiler, iii'ü, kotzka ve popa'yı beğendim. turgay'a ikinci devrede hiç iş düşmedi.
nihayet milli takımımızın poznan ve almanya maçlarını seyreden müşahit dr. balaban'a sıra geliyordu «romen takımı fırsatlardan faydalanamadı. beğendiklerim, çetin ceviz tarık ile her zamanki klâsı ile lefter'di. suat, şeref, turgay da göz doldurdular.»
türkiye - romanya milli karşılaşmasından sonra idarecilerimiz ile takım kaptanı lefter ve turgay maç hakkındaki görüşlerini şöylece ifade etmişlerdir:
o. şeref apak: dostane ve centilmence bir mücadele seyrettik dün... bu yıl hiç mağlûp olmamış romen milli takımını, namağlûp ünvanını kaybetmemek korkusu ile çok iyi kapandı. bilhassa ikinci yarıda romenler tamamen defansif bir tarzı benimsemişlerdi. ayrıca şunu da işaret edeyim ki. lefter, altın madalyayı hak ettiği maçta gayet iyi idi. bunun için memnun okluğumu açıkça söylemek isterim.
bülent eken: ikinci yarıda oyunu istediğimiz gibi kurmamıza rağmen, iyi kapanan romen defansını bir türlü aşamadık. bunda romenlerin şanslı olduğunu da kabul etmemiz lazımdır, futbolda şansın büyük bir faktör olduğuna bir kere daha inanmış bulunmaktayım.
saim kaur: ilk devre takımımız istediğimiz tarzda çalışmayı başardı. fakat defansif oynayan romen müdafaasında bir türlü gedik bulamadık. ikinci yarıda metin'e yapılan penaltılık faule hakem nedense ses çıkarmadı.
turgay: bilhassa ikinci yarıda üstünlüğü ele almamıza rağmen gol çıakrtmadık. ne diyelim olmayınca olmuyor işte. bütün arkadaşlar ellerinden geleni yapmışlardır.
lefter: 50. milli maçımda takımımın sahadan elbette ki galip çıkmasını arzu ederdim. fakat bir türlü gole gidemedik. ben şahsen çok heyecanlıydım...
romenlerden kendi sahamızda ve kendi seyircimiz önünde revanşı alamadık.
milli takımımız kötü mü oynadı? yahut bu suali, «romenler daha mı iyi oynadı?» şeklinde sorabiliriz. bize kalırsa başa baş bir oyundu bu. (o da kıl payı) ikinci devre hücum insiyatifi bize geçmişti. rakiplerimiz ise her zaman bizim yaptığımız duvar sistemine başvurdular. vaftiz babalığı muhakkak ki, bize ait olan şu duvar sistemini şayet avrupa takımları da benimserse -maazallah diyelim- o takdirde milli takımımızın yabancı sahalarda maç kazanma şansı hiç kalmayacak. zira, gerek orta avrupa, gerekse diğer milletlerin takımları her zaman açıkça iddia edebiliriz ki, bizden fizikman üstündürler.
birol'u geriye çekerek, 4-2-4 sistemi ile girdiğimiz oyunda milli takımımız ilk dakikalarda öyle garip bir havaya büründü ki, ürkek ve gol yemenin her an heyecanını taşıyordu. bu hâleti ruhiye, olsa olsa polonya ve almanya milli maçlarının bir neticesidir.
bu durumdan kurtuluş, yani kendine geliş hâli, lefter'in çok usta 1-2 çalımla kaleye kadar sokulup gollük bir şut atmasıyla kısmen azaldı. gerisi candemir'in şahane oyunu, suat'ın serinkanlı hareketi ve şeref'in bir top taşıyıcısı olarak ileri geri çalışışı. turgay'ın blokajları, genç, dinamik ve süratli futbol oynayan romen forvetini çözüp dağıttı, lefter hakikaten altın madalyaya yakışan, gayet güzel ve nefis pasları ile metin, uğur ve tarık'ı doyasıya besledi.
ancak gerek metin, gerekse uğur iyi günlerinde olamamanın üzüntüsünü çektirdiler bizlere.
ikinci yarı, lefter'in kendi arzusuyla çıkışı, kezâ heyecandan tir tir titreyen yalçın'ın yerine süreyya'nın ve santrfora da nedim'in yerleştirilişi ve biraz da bizim maça asılışımız, kısmi bir üstünlük sağladı takımımıza...
diri, kuvvetli ve enerjik romen takımı ise geçen yıllarda seyrettiğimiz teknik hüviyette görünmedi. ilk devrede candemir'in, dridea'yı ceza sahası içerisinde yere indirişine ve ikinci devrenin hemen başında da nunweiller'in metin'in ayağını yerden kesişine yunanlı hakem, ne hikmetse seyirci kaldı.
son söz olarak, lefter'in süslediği ve heyecan kazandırdığı türkiye - romanya maçı netice olarak 0-0, fakat penaltıların hesaplanışı yönünden de 1-1 berabere bitti diyebiliriz.
bu, bir gösteri maçı ya da maçta bir gösteri değildi. bu, bir türk futbolcusunun altın madalyayı hak edişinin canlı tablosuydu. ve lefter, ay-yıldızlı formayı 50. defa şerefle taşıdğını, çıkardığı mükemmel oyun, gösterdiği klâs futbolla isbat etti.
sabah otelde, büyük heyecanını, neşeli görünerek gizlemeğe çalışıyordu. ama, onu yıllar yılı tanıyanlar, maçtan önce böylesine heyecanlanmadığına şahittiler. öğle yemeğinde sağında oturan turgay, solundaki metin ve diğer arkadaşları, onun büyük heyecanını azaltmak için tşaka yapıyor, söz konusunu neşeli bir yöne getiriyorlardı.
sahaya turgayla yanyana önde çıktı. sonra turgay, kaptanlık şerefini bu tarihi maçta onun taşımasını istedi, bayrağı lefter'e uzattı. bunu seremoni kovalıyor. federasyon başkanı apak, büyük futbolcunun boynuna çiçek takıyordu. kendisine «milliyet»'in buketini uzattığımda heyecanını bir kere daha ve çok yakından gördüm. konuşamıyor, «teşekkür» ünü güçlükle ifade edebiliyordu. sonra omuzlarda görüldü. şerefle birol, onu havaya kaldırmışlardı. etrafını çevirenlere, tribünlerde tezahürat yapan futbolseverlere bakarken, lefter'in gözlerinin hafif yaşlı olduğu farkolunuyordu. takım arkadaşları, başta turgay olmak üzere, onlar da bu heyecan kasırgasına kapılmış gibiydiler. bir futbolcu için, memleketine hizmet etmiş olmanın bundan güzel hediyesi düşünülemezdi.
ve sonra, gene meşin top peşinde gördük yılların koca lefter'ini... 10. dakikada uğurla paslaşarak üstüste iki akın yarattı. bir dakika geçmeden bir daha uğur'a ustaca uzattı topu. ve gene bir dakika sonra, metin'in nefis kafa pasını fevkalâde bir bomba şutla kaleye gönderdi. topun az farkla dışarı gitmesi, gerçekten talihsizlikti. 15. dakikadan sonra yıldız futbolcunun mükemmel kafa paslarını seyre başladık.
25. dakika dolarken, tribünler ayağa kalktı: lefter soldan kapmış, nefis bir çalımla rakibini ekarte etmiş, kaleciyle karşılaşmıştı. topa sertçe vurdu, ama romen kalecisi da «kaleci» idi. kurtardı bu sıkı şutu.. topu köşeye atsaydı, kalecinin, kapayamadığı köşeye. maçtan sonra lefter, «evet» diyecekti. «topu kaşeye atmama imkân olabilseydi, çok iyi olurdu. ama, o kadar heyecanlıydım ki...»
takımımız, hele forvetimiz maalesef pek iyi oyun tutturamamıştı. sıkışık ve tesirsizdik. fakat lefter, gene de forvetin, hattâ takımın en iyilerindendi.
«ikinci devreye çıkmaz» diyenler vardı tribünde. ama lefter gene sahadaydı ve şimdi daha da canlıydı. devrenin hemen başında ceza sahasının hayli uzağında kazandığımız frikiği, tam «lefter gibi» çekti. şahâne bir vuruştu, şahâne bir frikikti bu... top direği sıyırarak avuta çıkarken, stad alkışlarla, «yaşa lefter» nidalarıyla inliyordu. az sonra, tam 4 romeni çalımla geçti, büyük futbolundan küçük bir örnek verdi. bir de seyircileri kahkahaya boğan muzip bir hareketiyle takımımıza bir korner kazandırdı. ayaklarıyla değil, elleriyle: taç atışında topu romen sağbekine çarptırmış ve korneri yaratmıştı.
nihayet «çıkayım» diye işarete başladı. yerine girecek bir arkadaşının «taze kuvvet» olacağını düşünmüştü. ama, yetkililer tereddüt ediyordu, iyi oynamağan devam eden bir oyuncuyu kolayca çıkaramadılar. lefter ise ısrar etti. şenol kenarda görünüp de sahaya gelirken. lefter koştu, sarıldı. şenol'u öptü ve... ve sonra «vazifesini hakkıyla yapmış» bir insan olarak sahadan ayrıldı. «futbol» diye bir spor mevcut oldukça, lefter diye bir «futbolcun» da asta unutulmayacak ve işte altın madalyaya hak kazandığı bu maçındaki altın futbolu ile de hatırlanacaktı.
apak, solbek, santrhaf ve santrfor mevkilerine yeni elemanlar alınacağını söyledi. ümitlerden (a) takımına takviye alınacak
ankara, özel
futbol, federasyonu başkanı orhan şeref apak, milli takımımızın son maçlarından edindiği intibaı açıklamış ve takviye yapılmasının şart olduğunu söylemiştir.
apak bu hususta şöyle demiştir: «milli takımımızın bilhassa solbek, santrhaf ve santrfor mevkilerine yeni elemanlar aramamız icap ediyor. bu mevkilere ümitlerden takviye almayı uygun görüyoruz. fakat bunlar hep yeni teknik komite teşkil edildikten sonra olacak işlerdendir»
teknik komitede yine başkan olarak saim kaur'un buluancağı bildirilmiştir.
galatasaray'ın milli forveti metin oktay, dün budapeşte'ye hareketinden önce verdiği demeçte, «ferençvaroş maçına büyük azimle çıkacağını» söylemiş ve şöyle devam etmiştir: «son iki milli maçımda da maalesef idtediğim gibi iyi oynayamadım, arzuladığım kadar tesirli olamadım. bunun, sakatlık gibi görünür sebepleri yanında, bâzı moral sebepleri de var. sporseverler bundan dolayı çok üzgün olduğumu takdir ederler sanırım. ferençvaroş maçı, bu bakımdan benim için çok mühim. budapeşte'de bütün varımı yoğumu ortaya koyarak türk futbolüne faydalı olmağa çalışacağım. ümitli ve o nispette de azimli gidiyorum.»