mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
galatasaray'da gerilim
galatasaray kulübünde 1933 yılında yaşanan bölünme, bugüne değin türk spor tarihçiliği tarafından tamamen siyaset dışı nedenlere bağlanarak, kulübün profesyonel bir anlayışla mı yönetileceğine dair tartışmaya indirgenmiştir. bu değerlendirmeye göre, çoğunluğunu kulübe daha sonra üye olanların oluşturduğu bir grup kulübün profesyonel bir anlayışla yönetilmesini savunmaktadır. buna karşılık daha muhafazakâr olan diğer bir grup, kulübün lise ile bağlarını kopartmaksızın amatör bir yaklaşımla yönetilmesini istemektedir. profesyonelliği savunan grubun başım yusuf ziya öniş'in çektiği, diğer grubun önderliğini muslihittin peykoğlu ile suat hayri ürgüplü'nün yaptıkları dile getirilir.
bu klasikleşmiş değerlendirmeye göre, yusuf ziya öniş, profesyonel anlayışı kabul ettiremeyince kendisini destekleyen bir grup arkadaşıyla birlikte kulüpten ayrılmış ve güneş kulübü'nü kurarak, amaçladığı profesyonel yapıyı burada hayata geçirmiştir. ancak güneş kulübü'nün kuruluşu ve altı yıl süren faaliyetleri konusunda cevabı bugüne değin verilmemiş hatta görmezden gelinmiş pek çok soru vardır.
bu soruların başında, güneş kulübu'nün gerçekten profesyonel bir kulüp olup olmadığı gelir. o dönemde hiçbir kulübün sahip olmadığı ve olamayacağı maddi imkânlardan yararlanan güneş kulübu'nün siyaset çevreleri ile ilişkisi sorgulanmayı beklemektedir. o dönemde profesyonellikten anlaşılan şey, kulübün, dönemin önde gelen kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan üst düzey bürokratlar tarafından çekip çevrilmesidir; güneş kulübu'nün bu ölçütler bakımından profesyonelleşmiş bir kulüp olduğu söylenebilir. kaynakları bugüne değin açıkça belirlenememiş olmakla birlikte, muhtemelen devlet tarafından finanse edilmiş bir kulübün, bürokratlar tarafından yönetilmesinde fazla yadırganacak bir durum yoktur. ancak profesyonellik kavramından hem maddi, hem de idari anlamda kendi ayakları üzerinde duran bağımsız bir kulüp kastediliyorsa, güneş'in profesyonelliği tartışmaya açıktır.
galatasaray kulübü'nde 1933 yılında ortaya çıkan bölünmenin arka planına baktığımızda, bunun nüvelerinin birinci dünya savaşı'nın başladığı yıllarda oluştuğunu görürüz. 1918 yılında istanbullun işgali ile başlayan süreç birçok şeyle beraber başta galatasaray olmak üzere dönemin birçok spor kulübünün kaderini değiştirecektir.
birinci dünya savaşının çıktığı günlerde, ittihat terakki fırkasının yöneticileriyle, özellikle de bahriye nazırı cemal paşa ile arası çok iyi olan ali sami bey, bahriye mektebi'nde beden eğitimi öğretmeni olarak göreve başlamıştı. okuldaki görevinin yanı sıra aktif sporculuk yaşamına nokta koyarak uğraşısını daha çok kulübün kurumsallaşmasına yoğunlaştıran ali sami bey, dönemin olağanüstü koşullarından yararlanmasını çok iyi bilmiş ve osmanlı bankasının müdürü de lumier'in moda'daki müsadere edilmiş villasının galatasaray kulübü'ne verilmesini sağlamıştı. bu bina 1914-1918 yılları arasında galatasaray kulübu'nün ilk lokali olmuş, aynı zamanda o yıllarda büyük bir atılım gösteren denizcilik şubesinin de merkezi hâline gelmişti. ali sami bey o güne kadar kazanılan kupaları ve bir kısmı günümüze de ulaşmış bulunan denizcilik malzemelerini burada sergileyerek, aynı zamanda ülkedeki ilk spor müzesinin de temelini atmış bulunmaktaydı. aynı dönemde yabancılardan el konulan bir kotra da galatasaray kulübü'ne verilmişti. ancak kişisel çabalarla varlığını koruyan bu lokal, savaşın sona ermesiyle birlikte galatasaray'ın elinden çıkacaktı. çünkü istanbul'u işgal eden kuvvetlerin kentteki ilk icraatlarından birisi yabancılara ait olup da el konulan mülklerin eski sahiplerine iade edilmesi olmuştu. bu koşullarda, çok büyümüş ve birçok branşta yüzlerce sporcuya sahip bir kulübün kişisel desteklerle ayakta durması imkânsızlaşıyordu. ittihatçıların iktidardan düşmesi üzerine bahriye okulundaki görevinden de ayrılmak zorunda kalan ali sami bey, bir de kendi maddi problemleri ile uğraşmak zorunda kalınca, moda lokalini boşaltmış ve kupalar ile birlikte buradaki tüm eşyayı 1918 yılının mart ayında galatasaray llsesi'ne teslim etmişti,9 bu, galatasaray müzesi'nin bir daha oradan ayrılmamak üzere liseye dönüşü olacaktı.
gelişmeler bununla sınırlı kalmamıştı. 8 mayıs 1919 tarihinde ali sami bey, ilk günden beri yürütmekte olduğu galatasaray kulübü başkanlığından istifa edecekti. yerine kısa bir süre için m. tahir vekalet edecek, 16 mayıs 1919'da ise hem galatasaray tarihinde, hem de türk spor tarihinde önemli bir dönüm noktası yaşanacak ve bir kulüp başkanı ilk kez üyelerin oylarıyla seçilecekti. altmış üyenin iştirak ettiği bu ilk seçimli kongrede r. cevdet (kalpakçıoğlu) galatasaray kulübu'nûn başkanı olarak göreve getirilmişti. bu seçimle başlayan süreç, aynı zamanda 1933 yılındaki ayrılığa kadar gidecek olan yolun da başlangıç noktası olacaktı.
sıkıntılı günlerin yaşanmakta olduğu bu dönemde, ali sami bey'in yanı sıra kulübün diğer kurucu üyeleri de, kulüple ilgili faaliyetlerine bu dönemde nokta koymuş bulunmaktaydılar. bunun nedenleri arasında hemen herkesin kendi kişisel problemleri ile uğraşmak zorunda kalması da vardı.
galatasaray'ın geleceğinin belirsizleştiği bu günlerde kulübe ikinci nesil diyebileceğimiz bir grup galatasaraylı el koyacaktı. bu grubun ilk temsilcisi, 1919 yılında seçimle işbaşına gelen refik cevdet kalpakçıoglu'ydu. otoriter bir kişiliğe sahip olan kalpakçıoğlu döneminde kulüp, sportif faaliyetler açısından uzunca sayılacak sessizlik devresine girecekti.
galatasaray, tüzel kişiliğini ve varlığını bir şekilde ayakta tutabilme mücadelesi içindeydi. 1918 ile 1921 yıllan arasında ki dönem, kulübün başını sokabileceği bir lokal arayışı içinde geçecekti. moda'daki lokalin kaybedilmesi sonrasında, galatasaray kulübü bir müddet için liseye sığınmıştı. sonraki yıllarda ise yönetim kurulu toplantısı yapabilmek için bile mekân bulabilmek kolay olmayacaktı. köprü altındaki kahvehaneler ya da tanıdıkların yazıhaneleri zaman zaman yöneticilere ev sahipliği yapıyordu. galatasaray'ın kötü gidişi, istanbul'daki işgal kuvvetleri takımlarına karşı yapılan maçlar ve 1921 yılında çıkılan almanya turnesiyle bir ölçüde değişecekti.
özellikle 1922 yılında kulübün başkanlığına seçilen yusuf ziya.(öniş) bey'in çabaları neticesinde galatasaray, en zor günleri geride bırakmıştı. işgal kuvvetleri takımlarına karşı oynanan ve büyük bir ilgi çektiği için kayda değer bir hasılat getiren maçlardan elde edilen gelir ile önceki yıllarda olduğu gibi saray'a satılan teberrulu biletler ve kulübün hami başkanlığım üstlenmiş olan prens halim'in maddi ve manevi desteği, kulübün mali durumunun düzelmesini sağlamıştı. bunun sonucunda 1920-1921 liginde ikinci olan galatasaray, bir son raki sezon şampiyonluğa erişecekti.
1923 yılına gelindiğinde, osmanlı devleti tarih sahnesinden çekilmiş ve yerini türkiye cumhuriyeti almıştı. galatasaray kulübü de o yıllarda yeni bir yapılanmanın değişim sancılarını yaşıyordu. bu değişim, eskiler ile yeniler olarak tanımlayabileceğimiz iki grubun kulüp üzerindeki hakimiyet mücadelesiyle belirlenecekti.
eskiler, kulübün ayakta kaldığını hatta büyüyerek geliştiğini görünce geri dönmüşler ve kurucusu oldukları kulübe sahip çıkmaya çalışmışlardı. o zor günlerde kulübün bütün sorunlarını ve dertlerini omuzlamış olanlar bu hamleye şiddetle karşı çıkıyorlardı. bu durum 1933 yılında kulübün ikiye bölünmesinin hemen arifesinde nüzhet öniş tarafından şu şekilde dile getirilecekti:
"harb-i umumi'de takım kuracak kimse yoktu. galatasaray'ı sevenler o düşkün günlerinde uzaklaşmışlardı. lokalsiz, futasız, atletsiz ve nihayet futbolsuz kalan galatasaray beş on arkadaşın gayretiyle kurtuldu- kulüp köprü altındaki amir efendinin kahvehanesinden beyoğlu'na yükseldi. bu durum dışarıdaki eski galatasaraylıları tekrardan kulüp ile alakadar
dönenler galatasaray da idari işlere karışmaktan kendilerini men edemediler. sporcular üzerinde kulüp siyaseti tatbike başladılar. ikilik belirdi bir kısmı sportmence kulübü idare etmek istiyordu. bir kısmı da başa geçmeyi."
bu ikiliğin önüne geçebilmek amacıyla, birleştirici olacağı düşüncesiyle ali sami bey'in tekrar başkan olması yönünde bir kampanya başlatılmıştı. üyelerin yoğun talepleri üzerine 1925 yılında başkanlık görevim kabul eden ali sami bey, koşulların değiştiğini görerek, hemen iki ay sonra başkanlık görevinden istifa etmişti.
aslında bu ayrışmanın ilk adımı, daha 1913 yılında kulüp beyoğlu mutasarrıflığında tescil ettirilirken atılmıştı. galatasaray kulübü. 1905 yılında aralarında bulgar ve karadağlı öğrencilerin de yer aldığı on üç kişi tarafından kurulmuştu. ancak kulübün tescili sırasında dönemin milliyetçi siyasal ortamına uygun olarak bulgar ve karadağlı üyeler kurucu listesine dahil edilmemiş ve liste sadece sekiz müslüman kökenli üyeden oluşmuştu. kulüp yönetimini 1925 yılında yürürlüğe giren yeni yasaya uydurmak amacıyla yapılan tüzük değişikliği esnasında kurucu üyelere 16 numarayla ahmet kara da eklenmiş ve bu durum tepki toplamışn. ilk kurucular arasında yer almayan, ilk futbol takımında da bulunmayan ve kulübe sonradan üye olan ahmet kara iş adamı idi ve muhtemelen kulübün finansmanı için kendisinden yararlanılmak istendiği için böyle bir yola başvurulmuştu. asıl tepki toplayan ise ali sami bey'in kurucu listeleri de dahil olmak üzere kulüple ilgili hayati öneme sahip konularda tek yanlı tasarrufta bulunması olmuştu. bu ortamda, yusuf ziya bey'in başkanlığı bırakmasından sonra eskiler ile yenilerin arasını bulma çabaları, artık bir sonuç vermeyecekti.
1925 yılından, kulübün bölündüğü 1933 yılına değin geçen sekiz yıllık zaman zarfında; sırasıyla ahmet robenson, a. ibrahim piroğlu, necmettin sadak, abidin daver, ahmet kara, tahir kevkep, ali haydar barşal ve fethi isfendiyaroğlu başkanlık koltuğuna oturmuştu. kimi zaman üç beş ay ara ile olağanüstü kongreler toplanıyor, ancak idari istikrar bir türlü sağlanamıyordu. kongrelerde şiddetli tartışmalar hatta kavgalar bile yaşanmaktaydı. tartışmalar, eski-yeni ayırmaksızın galatasaray tarihindeki müstesna isimlerin dahi şiddetle eleştirilmesine ve nihayetinde, galatasaray yönetiminden kopmasına kadar varacaktı. örneğin, 1925 yılının eylül ayında ahmet robenson'un istifası üzerine toplanan kongrede kendisinin çok iyi bir sporcu ve spor adamı olduğu, ancak yönetici olarak yetersiz olduğu dile getirilmişti. 1927 yılında yapılan bir başka olağanüstü kongrede istifa etmiş olan yönetimin mali konularda kongreye bilgi vermemesi şiddetle eleştirilmiş, bu arada kendileri de bir spor mecmuası çıkaran gençler, kapılan kapatarak gazetecilerin içeri girmesini engellemişlerdi. üyelikleri silinmiş olan bu "mecmuacılar" olarak bilinen gençler, yoğun tartışmalar sonucunda galatasaray'a yeniden üye yapılmışlardı.
bu denli kargaşanın hüküm sürdüğü galatasaray'ın özellikle futbolda yirmili yıllarda üst üste şampiyonluklar kazanması ilginçtir. idari anlamda mevcut olmayan istikrarın, sahalarda nasıl sağlandığı üzerinde bir parça durmak gerekiyor. 1922-1924 yıllan arasında galatasaray kulübü başkanlığı yapan yusuf ziya (öniş) bey, aynı dönemde futbol federasyonu başkanlığı görevini de üstlenmişti. billy hunter'ı türkiye'ye getiren yusuf ziya bey, ingiliz teknik adamın ülkeden ayrılması söz konusu olduğunda kendisini ikna ederek galatasaray'ın başına geçmesini sağlamıştı. bu işin oldukça pahalıya çıkan finansmanı için ise, sonradan kendisi de başkan olacak olan prens lakaplı ali haydar bey (barşal) ile o sıralar mısır'da yaşamakta olan bir dönemin hami başkanı prens halim devreye girecekti.
bu tabloya o günlerdeki tüzüğe göre aktif üyelik hakkı bulunan ve büyük çoğunluğu kulübe yusuf ziya bey'in başkanlığı döneminde kazandırılmış olan faal sporcular da eklenince, yusuf ziya bey'in doğrudan yönetimde olmasa bile kulüp üzerindeki hakimiyeti bariz bir şekilde ortaya çıkıyordu. kulüp yönetiminde eskiler ya da orta yolu bulma çabasındaki muhafazakâr galatasaraylılar görev alsa da, sportif anlamda ağırlık merkezi yusuf ziya bey'di. bu yüzden de birbiri ardına toplanan pek çok kongreye rağmen yirmili ve otuzlu yıllar boyunca idari istikran sağlamak mümkün olmayacaktı. sportif başarılar da 1929 yılındaki ekonomik krizle beraber maddi kaynakların kesilmesi üzerine sona erecekti. bu galatasaray'ı hızla yol ayrımına getirecekti. artık sarı-kırmızılı kulübün ikiye bölünmesi neredeyse kaçınılmaz hâle gelmişti. üstelik bu kez siyasal koşullar da ayrışmayı zorluyordu.