mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
stadyumların kulüplerin denetimine geçmesi ve millileşmesi
istanbul'da futbol maçları bilindiği üzere ilk kez kadıköy'deki papazın çayırı'nda oynanmıştı. sonraları union club (ittihatspor) sahası adıyla meşhur olan bu stat, bir dönem için istanbul'daki futbolun merkezi idi. mütareke yıllarında fransız askerlerinin kaldığı taksim'deki topçu kışlası da, işgal yıllarında ingiliz ve fransız askerlerin aralarında oynadıkları maçlarla bir futbol platformuna dönüşmüştü. futbola olan ilgi sürekli artarken, kentin merkezinde yer alması dolayısıyla kadıköy'e nazaran daha kolay ulaşılabilen taksim kışlası, 1919 yılında stada dönüştürülerek futbolseverlerin hizmetine girmişti. fenerbahçeli çelebizade sait bey tarafından işletmeciliği yürütülen bu stat, türk kulüplerinin arasındaki rekabetten dolayı boykot edilince, bork adında bir maltalı'ya devredilmişti.
taksim stadı, o günlerde sadece futbolda değil, binicilikten boksa kadar pek çok farklı spor dalında müsabakalara ev sahipliği yapmaktaydı. cumhuriyet'in kurulması sonrasında stadın işletmesi yeniden sait bey'e geçmişti. ancak sait bey, işletme sorunlarını aşamayarak, stadı bir müddet sonra ünlü boksör sabri mahir beyin kardeşi aziz bey'e devretmişti. bu tarihten sonra taksim stadının millileşme ve bir başka anlamda da galatasaraylılaşma süreci başlamıştı. fenerbahçelilerin kadıköy'de bir statları varken, bir fenerbahçeli olan sait beyin taksim stadının işletmesini devralması istanbul'un avrupa yakasında pek sıcak karşılanmamıştı. büyük kulüplerin kendilerine ait birer stat edinmek ya da en azından mevcut bir stadı kendilerininmiş gibi kullanabilmek için çaba sarf ettikleri o günlerde taksim stadı, galatasaraylılar açısından büyük önem arz etmekteydi.
1920'li yılların ortalarına gelindiğinde, taksim stadı'nın hisseleri dönemin büyük kulüplerinin yöneticilerine geçmişti, istanbul'un en merkezî noktasında yer alan stat, dönemin liberal politik eğilimlerine uygun olarak, özel bir işletmeci tarafından idare edilmekteydi. bir dönem "palikaryaların at koşturdukları, ingilizlerin herkesin gözü önünde futbol oynadıkları ve çoluk çocuğun fındık fıstık yiyip çember çevirdikleri" bu mekân, böylece düzenli spor müsabakalarının yapıldığı bir stat haline gelmiş bulunmaktaydı. ancak zamanın kamuoyunda daha önemsenen yanıyla, stadın işletmesi ve idaresi artık türklerin elindeydi.
kadıköy'deki ittihatspor kulübü stadı'nın fenerbahçe kulübünün mülkiyetine geçmesi daha farklı bir süreçte gerçekleşmişti. ittihatspor sahası'nın mülkiyeti zaman içinde aşamalı olarak fenerbahçe kulübü'ne geçmiştir. taksim stadı ise mülkiyeti hazineye ait bir stadyumdu. orada kulüpler sadece stadın işletmecisi olarak hak sahibiydiler. kadıköy'deki durum ise farklıydı. fenerbahçeliliği ile bilinen şükrü saracaoğlu'nun maliye bakanlığı görevini yürütmekte olduğu 1929 yılında siyasal gücünü kullanarak gerçekleştirdiği bir operasyonla, fenerbahçe kulübü kadıköy'deki stadın kullanım hakkına sahip olacaktı. bu operasyonla, stat ve futbol üzerinden, ittihatçılar arasındaki eski birtakım hesaplar da görülmüştü.
1929 yılında maliye bakanı şükrü saraçoğlu, bakanlar kurulu'na tek maddelik bir yasa teklifi sunmuştu. bu yasa, "aynı semtte kurulmuş olan ve faaliyet gösteren spor kulüplerinin sayısı birden fazla ise, o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp faaliyetine devam eder" hükmünü içermekteydi. temel haklar ve hukuk nosyonu ile açıkça çelişen böylesi bir hüküm, 1929 yılında yasalaşarak yürürlüğe girmişti, ittihatspor sahasının mülkiyetini elinde tutan ittihatspor ve onun başkanı aydmoğlu raşit bey, sahayı fenerbahçe'ye devretmesi yolunda yapılan telkin ve uyanlara kulak asmamanın bedelim de böylece ödemiş oluyordu. yapılan yasal düzenleme ile stadın mülkiyeti milli emlak idaresi'ne geçmişti. sonrasında, stadın aynı bölgedeki iki kulüpten üye sayısı daha fazla olan fenerbahçe kulübü'ne kiralanmasının önünde bir engel kalmıyordu. nitekim öyle de oldu. 1929 yılında stat, milli emlak'tan fenerbahçe kulübü'ne kiralandı. adı da fenerbahçe stadı olarak değiştirildi. ancak bu kadarla da kalmayacaktı.
1932 yılında kuşdili'ndeki fenerbahçe spor kulübü lokalinin yanması üzerine fenerbahçe için çeşitli yardım kampanyaları açılmıştı. o tarihte adliye (adalet) bakanı olarak görev yapan şükrü saraçoğlu'nun girişimi sonucu 1080 sayılı "menafi-i umumiyeyi hadim kulüpler" (kamu yararına çalışan kurumlar) statüsünde değerlendirilen fenerbahçe kulübü'ne hâlen kiracısı olduğu stadın mülkiyetinin devredilmesi gündeme geldi. maliye bakanlığı'nın 1213 sayılı ve 6 temmuz 1932 tarihli kararı uyarınca stadın belirli bir bedel karşılığında fenerbahçe kulübü'ne satışına karar verildi. stat, 10 taksitte ödenmek kaydıyla 9 bin lira (1000 reşat altını) karşılığında fenerbahçe kulübü'ne satılmış, 27 mayıs 1933 tarihi itibarıyla da tapusu onaylanmıştı. fenerbahçe kulübü, bir siyasetçinin doğrudan girişimiyle, kendi imkânları ile hiç de kolay edinemeyeceği bir stada kavuşuyordu. böylece fenerbahçe, kendi tüzel kişiliğine ait tapulu mülkü olan ilk futbol kulübü de oluyordu. böylece aynı zamanda fenerbahçe içindeki eski ittihatçıların bir zamanlar fenerbahçe'yi çökertmek için uğraşan altınordu kulübü'nden ve onun başındaki aydınoğlu raşit bey'den rövanş almışlardı.
üçüncü büyük kulüp olarak ön plana çıkan beşiktaş'ın da kendi stadına sahip olmak için girişimleri vardı. osmanlı imparatorluğu'nun son döneminde, beşiktaş'ı sıradan bir kulüp olmaktan üçüncü büyük olma noktasına taşıyan şeref bey, otuzlu yılların başında bir yandan kanser ile mücadele etmesine rağmen, kulübüne bir stat kazandırmak için büyük çaba sarf etmişti, ilk önce, 1929 yılında taksim stadı'ndaki galatasaray kulübü'ne ait hisselerin bir kısmı 5 bin lira karşılığında satın alınmış ve beşiktaş'ın da bu statta söz sahibi olması sağlanmıştı. ancak esas amaç, doğrudan beşiktaş'ın malı olan ya da hiç değilse kullanım hakkının kendisine ait olduğu bir stada sahip olmaktı. bunun için de 1910 yılında geçirdiği yangından beri harabe halinde duran çırağan sarayı'nın bahçesinin stat olarak düzenlenmesi düşünülmüştü. şeref bey'in gündeme getirdiği proje, kulüp başkanı fuat (balkan) bey'in çabalan ve dönemin en etkili politikacılarından recep peker'in desteğiyle gerçekleştirilmiş, çırağan sarayı'nın bahçesi stat olarak kullanılmak şartıyla beşiktaş kulübü'ne yıllık 10 lira gibi sembolik bir ücretle 99 yıllığına devredilmişti. bahçe, beşiktaş kulübü idarecilerinden nuri (çapa) bey'in fabrika-sındaki işçiler ve beşiktaşlı gençlerin ortak çalışmasıyla düzeltilerek stat haline getirilmiş ve 1932-1933 sezonunda kullanıma açılmıştı.
böylece 1930'lu yılların başlarında fenerbahçe kendi mülkü olan bir stada sahipti, beşiktaş ise oldukça uygun koşullarda bir yer kiralayarak bu sorunu çözmüş bulunuyordu. galatasaray ise kendi semtindeki stadın işletmeciliğini alarak, stat meselesini halletmiş bulunuyordu. sonraki yıllarda taksim stadı'nın kapatılmasıyla galatasaray uzun süre kendisine ait bir stattan mahrum kalacaktı. bu nedenle, ellili yıllardan sonra mülk edinme meselesi galatasaray camiasında gündemde hep önemli bir yer tutacak ve en fazla hassasiyet gösterilen meselelerden biri olacaktı.
üç büyük kulübün kendilerine özgü yöntemlerle stat meselesi çözmeleri ile aynı zamanda istanbul gibi kozmopolit özelliklerim koruyan bir kentte stadyumların "millileşmesi" süreci de tamamlanmış oluyordu. stadyum meselesi, aynı zamanda kulüplerin siyasetle ilişkisinde yeni bir aşamaya geçiş anlamına geliyordu. bu aşama her kulüp için farklı boyutlarda ve şekillerde gerçekleşse de, nihayetinde hepsi büyüyebilmek, gelişebilmek hatta varlıklarını sürdürebilmek adına devlete daha yakın duracaklardı. bu yakınlaşma, 1930'lu yıllardan itibaren siyasetçilerin doğrudan kulüp yönetimlerinde söz sahibi olmalarıyla kurumsal bir zemine de oturacaktı.
not: fenerbahçe'nin papazın çayırında oynadığı en önemli maçlardan birine yazdım. çünkü yazıda ilgili stadın nasıl fenerbahçe kulübünün sahipliğine geçtiği anlatılıyor.