fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
bir alman ve bir yugoslav
1986 yılında milli takımın teknik direktörü coşkun özarı'ydı. ancak polonya ve isviçre maçları için yaptığı prim teklifi geri çevrilince çok geçmeden istifa etti ve yerine jupp derwall, yardımcılığına da mustafa denizli getirildi. derwall de kısa bir süre sonra galatasaray'daki yoğunluğunu öne sürerek görevi bırakınca bu kez mustafa denizli tek başına ay-yıldızlı ekibin sorumlusu oldu.
denizli'nin göreve geldiği ilk günlerde neredeyse san-kırmızılı takımın tamamı milli takıma çağrıldığından ötürü deyim yerindeyse kulüp takımı gibiydik. zaten idmanları da galatasaray'ın florya tesisleri'nde yapıyorduk.
işte o idmanlardan birisinde tam soyunma odasından çıkarken, birden dolabın üzerinde eski püskü bir eldiven görmüş ve maç eldivenlerimi eskitmeyeyim diye sarı-kırmızılı oyunculara "bu kimin eldiveni, bunu kullanabilir miyim?" diye sormuştum.
galatasaraylı arkadaşlardan "onlar simoviç'in eldivenleri ama alabilirsin, nasılsa onun sponsorları var, biz ona söyleriz" cevabını alınca eldivenleri giyip sahaya çıktım.
o sırada galatasaray'ın yabancı futbolcularıyla milli takıma çağrılmayan birkaç oyuncusu ana sahanın altındaki küçük sahada çalışıyordu. kendimi idmana kaptırdığım anlann ortasında yanıma gelen masörden simoviç'in eldivenleri istediğini işitince çok şaşırdım. masöre takım arkadaşlarından izin aldığımı simoviç'e söylemesini rica ettim ve kendimi yeniden çalışmaya verdim. ama birkaç dakika sonra masörün yeniden geldiğini görünce onları hemen ellerimden çıkarıp geri verdim, çünkü bana ait değillerdi.
idman bitiminde herkes soyunma odasının yolunu tutarken, mustafa hoca kalecilere şut çekmeye başladı. küçük sahadaki antrenman bittiği için simoviç'de ana sahanın tribünlerine çıkarak bizi seyretmeye koyulmuştu. bir ara yugoslav kalecinin oradaki kameraman ve gazetecilerin önünde yerinden kalkarak yanıma geldiğini ve sanki eldivenlerini ısrarla geri isteyen kendisi değilmiş gibi o bozuk türkçesiyle, "kardeş senin eldiven yok... al benimki giy!" dediğini duyunca cevabım kısa ve net oldu: "hayır, ihtiyacım yok!" kendi kalesinde canının çektiği kadar şov yapabilirdi ama benim kalemde asla.
aradan 2 yıl geçmiş ve o talihsiz samsunspor kazası vuku bulmuştu. bel kemiğimin çıkıntıları kırıldığından 2-3 metreyi yaklaşık 45 dakikada yürüyebildiğim, omzumu aylarca yukarı kaldıramadığım günlerin ardından, bir gün fenerbahçe başkanı tahsin kaya'nın oteline davet edildim ve akabinde de veselinoviç ve schumacher'le birlikte çalışmaya başladım.
fenerbahçe'yle ilk idmana çıkışım olacaktı. antrenman için verilen malzemeleri giydikten sonra bir ara gözüm yine dolaplardan birinin üzerinde duran eski eldivenlere takılmasın mı? "hafızayı beşer nisyan ile maluldür" derler ya hani, yine onlan schumacher'e göstererek "eldivenleri kullanabilir miyim?" diye soracağım tuttu. schumacher, benimkinden hallice olmayan bir ingilizceyle "onları giyme fatih" deyince şaşırdım açıkçası. geçmişte simoviç'in yaptığı kabalığı hatırlayınca keyfim iyice kaçtı ve "aynı hatayı nasıl ikinci kez yaparsın?" diye kendi kendimi yemeye başladım.
bu moral bozukluğu içinde sahaya çıkıp vücudum elverdiğince ısınma hareketleri yapmaya başlamıştım ki schumacher'in koşarak yanıma geldiğini gördüm. nefes nefese bana aynen şunlan söyledi: "fatih, istediğin eldivenler eskiydi, o yüzden şoförümü eve gönderip yenisini aldırttım, al idmanda bunları giy!" o an yüzündeki sıcak tebessümü gören birinin daha fazla ısınma hareketi yapmaya ihtiyacı yoktu.
not: fatih uraz'ın mustafa denizli yönetiminde oynadığı ilk milli maça yazdım...