fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
bir kurtarışa abd'de yemek!
0-0'lık ingiltere maçının son dakikalarında hataley'in kala şutunu bloke ederek takımımızın mağlup olmasını engellemiştim. bu hareketim 1987 yılında düzenlenen "dünyanın en iyi kurtarışları" listesine yedinci olarak girmişti. o maçın üzerinden koca bir 16 yıl geçmiş ve ben bobby robson'la randevu almaksızın ingiltere'de röportaj yapmak istemiştim. ertesi gün newcastle ile kritik bîr maça çıkacak olan robson, haliyle teklifimi kabul etmemişti. fakat kulağına o kurtarışı yapan kaleci olduğumu fısıldadıkları an fikir değiştirmiş ve hemen yanıma gelerek sohbete başlamıştı.
ne zaman o kurtarışı hatırlasam içim bir hoş olur gerçekten. 2002 yılında washington'da bir restorandayım. yemeğimi bitirip masadan yeni kalkmıştım ki, arkamdan biri türkçe olarak sesleniyor, "abi o topu nasıl kurtarmıştın?" diye. dönüp bakıyorum ve türkiye'den olduğunu zannettiğim bir çift taltif edici siyah gözle karşılaşıyorum. lev yaşin ya da iribar değilim ki birbirinden güzel onlarca kurtarışım olsun! anladım ki, o da son dakika kurtarışından bahsediyor. ben, "teşekkür ederim, hayatta yaptığım en güzel kurtarış oydu" derken o masasından kalkıp koluma giriyor ve "bir yemeğimi yemeden gidemezsin" diye başlıyor ısrar etmeye. ben, "ama daha yeni yedim" demeye kalmadan o yine başlıyor, "nasıl oldu da o topu kurtardın?" diye tutturmaya. sonunda dayanamayıp masasına oturuyorum ve muhabbeti derinleştiriyoruz. washington'da rastladığım bu türk hayatında sadece bir kez maça gitmiş ve ben o kurtarışı onun izlemek için gittiği o ilk ve son maçta yapmışım meğer.
yemek muhabbetini memleketten 8.000 km uzakta yaşanan bir haürayla bitirmek yakışık olmaz. o kurtarışın vesile olduğu kazanımlann yerli versiyonlan da var: beşiktaş'la yapacağı maçı izlemek üzere bir gün antep'e gitmiştim. oraya kadar gitmişken, şu meşhur ali nazik kebabı ile havuç dilimini yemeden dönmeyelim diye ünlü bir lokantadan içeri dalıverdim. maç için orada bulunan misafirlerden dolayı içerisi hınca hınç doluydu. zorlukla bir yer bulup oturdum ve biraz bekledikten sonra siparişi verdim. masama yapılan servise gösterilen ihtimam şaşırtıcıydı gerçekten... "acaba neden?" diye içimden sorduğum soruyu "futbolu çok seviyor olmalılar" diye yine kendi kendime cevapladım. fakat o gün o mekânda rahmetli vedat okyar'dan sanlı kaptana kadar çok daha tanınmış yığınla ünlü dururken neden hâlâ garsonlar bana tuhaf bir şekilde teveccüh göstermeye devam ediyordu, anlayabilmiş değildim.
hesabı ödedikten sonra dışarı çıkıp beş-on adım atmıştım ki, bir el arkamdan uzanıp omzuma dokundu. dönüp baktığımda masama servis yapan genç garsonun lokantayı işaret ederek eliyle camlı bölmeyi gösterdiğini gördüm. demek mutfak dışarıdan da görülüyormuş. "abi!" dedi genç garson, "orada size el sallayan adam benim babam olur, buranında baş ustasıdır. diyor ki, 'söyle ona ingiltere maçında o topu nasıl kurtardı?'" güldüm ve genç garsona, "inan olsun, ben de anlayabilmiş değilim o topu nasıl kurtardığımı" diye cevap verdim. bunu derken bir yandan da ustaya el sallıyordum, güzel pozisyonları unutmayan bütün seyircilere müteşekkir bir ifadeyle...