halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
aaah ah!.. inanılmayacak bir olaydı bu... her hatırlayışta o acıyı bir kez daha yaşayacaktı her türk sporseveri. ben istanbul'daki ilk maçın spikeriydim. siyah-beyazlılar steagul roşu takımını rahat yenmişlerdi. hatta 2-0'lık sonuç, çoklarına güven de vermişti. romanyadaki rövanşta beşiktaş'ın üç gol yemeyeceğine inanılıyordu. galiba ikinci tur "çantada keklik"ti. ve işte bu koşullar içinde beşiktaş romanya'daki rövanşa rahat rahat çıkıyordu.
oyun siyah-beyazlıların başarılı bir savunma gücü göstermesiyle, 0-0 devam ediyordu. romenlerin baskısı gol getirmiyordu bir türlü... hani beşiktaş biraz daha dayanırsa, ikinci tura çıkmış olacaktı. işte maçın son 5 dakikasına giriliyordu. beşiktaşlılar sonuçtan güvenli, bir dakika daha geçirdiler. sadece 4 dakika vardı bitime... ve işte ne olduysa o anda oldu. daha doğrusu ondan sonra oldu. bu 4 dakikaya tam 3 gol sığdı. beşiktaş'ı kupa dışına bırakan 3 gol... 2-0'lık avantajı silen, romen takımına 3-0'lık galibiyetle tur şansı getiren 3 gol... inanılır gibi değildi. beşiktaş taraftarı olsun olmasın, bütün türk futbolseverleri yürekten üzülmüştü. yüzüp yüzüp de kuyruğuna getirmek diye buna denirdi çünkü...
beşiktaş'ın bu talihsizliği haftalarca, aylarca konuşulacak, tartışılacaktı. kimi teknik direktör metin türel'i suçlayacaktı, kimi kaleci sabri dino'yu, kimi savunmadaki futbolcuları... oysa gerçek suçlu, futbolumuzun dağınıklık istikrarsızlığı, güçsüzlüğüydü. başarılarımız raslantı oluyordu çoğu zaman... kendi aramızda oynarken, kendimizi yeterli buluyor, fakat sınırlarımız dışına çıktık mıydı, yetersizliğimizi yüzümüze vuruyorlardı. romanya bozgunu da, bu genel kuralın bir yeni uygulamasıydı sadece...