halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
meksika'da federal almanya milli takımı'nı ağzımız bir karış açık, hayranlıkla seyretmiştik. şimdi o alman takımının karşısına çıkıyorduk. dünya üçüncüsünün karşısına... beş tane yemezsek iyiydi. köln'de oynanacak maçtan bir hafta önce ankara'da milli takım kampında düzenlenen moral gecesinde konuşmuş, milli takım adaylarımıza meksika'da gördüğüm alman takımını, alman futbolcularını anlatmıştım. konuşmamı bitirirken de şöyle demiştim: "çocuklar, unutmayın ki, iyi sonuç almanız, maçın spikerliğini yapacak beni de kurtarır. ben de memlekete iyi haberler duyurma şansına erişirim. eğer iyi haber nakledemezsem, radyo başındakiler sizden önce bana kızar. onun için siz sahadaki güzel oyununuzla, güzel sonucunuzla beni kurtarabilirsiniz. ama ben mikrofon başında sizi kurtaramam. yediğiniz gollere yemediler, atmadığınız gollere attılar, diyemem." çocuklar da "güzel oyun bizden, güzel haber sizden, diye uğurlamışlardı o akşam bizi...
sonra köln'de buluştuk. gerçekten sözlerini tutmuş, hem güzel oynamış, hem güzel sonuç almışlardı. bana da güzel haberi duyurma görevi düşmüştü. hani maltalı hakem, almanlar'ın "dünya üçüncüsü" oluşu hatırına bir penaltı yaratmasaydı, daha güzeli bile olabilirdi.
maçtan önce alman basınında "türk duvarı"ndan söz ediliyordu. takımımızın "1-9-1 taktiğiyle oynayacağı yazılıyordu. yani, kalemizin önüne 9 oyuncumuzu dizecek, ilerde de göstermelik bir oyuncu bırakacaktık. teknik direktör sabri kiraz'ı tanıyanlar bilir, az konuşan bir insandır. üstelik fısıldar gibi hafif de konuşur. işte o fısıldayan konuşmasıyla "duvar yalanına çok üzüldüğünü" söylüyordu. kiraz, "elbette iyi bir savunma taktiği düşünüyorum," diyordu "düşünmek zorundayım. çünkü karşımızdaki, dünya üçüncüsü bir takım. üstelik evinde oynamanın avantajına sahip. bu bakımdan savunmayı güçlendirmeyi düşünmemiz, normal... ancak, bu taktiğimiz, gol yemeyi önlemek, sonra da gol atma şansını hazırlamak temeline dayanıyor."
sabri kiraz'ı yıllardır tanırdım. futbolculuğundan, kaleciliğinden... sonra bir ara "tam amatör sporcu" ruhuyla futbol ayakkabılarım elimde, bir süre fenerbahçe stadı'na yollanmış, sabri kiraz'ın çalıştırdığı fenerbahçe genç takımı ile antrenmana çıkmıştım. sadece antrenmana ama... ilerleyen yaşımla genç takımda oynamayı düşünmüyordum herhalde. fakat tam amatör olarak, her hafta spor yapmaya gidiyordum. oradan da bilirdim. sabri kiraz futbolun aşığıydı. ama kuru kuruya aşığı değil... aynı zamanda bu sporu, bu oyunu bir bilim kabul ederek o dalda görgüsünü, bilgisini artırmayı düşünen, bu alanda çalışan bir insandı. türk futboluna birçok değer yetiştirdiği, başarılı sonuçlar kazandırdığı unutulmazdı.
öte yandan almanlar, bir futbolcunun uğuruna inanıyordu. höttges, belki takımın ünü enaz sporcusuydu. fakat 1966 dünya kupası finalinden bu yana, höttges'in yer aldığı tam 27 maçta alman takımı yenilmemişti. "höttges varsa kaybetmeyiz" diyorlardı. yine höttges vardı. yine kaybetmediler... fakat kazanamadılar da... belki höttges, takımın yenilgiden kurtulmasında işe yarıyordu. bize karşı tutmuştu bu uğurları...