halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
her turnuvada final büyüktür. ama bu final, hepsinden büyüktü. tüm finallerden büyük bit finaldi. çünkü.. çünküsü işte: italya da, brezilya da bu dünya kupası'nı ikişer kez kazanmıştı. dünya kupası'nın yaratıcısı jules rimet "bu kupa, üç kez kazananın olsun" demişti. şimdi iki takım da ikişer şampiyonlukla kupanın adayıydı. başka şık yoktu: kim yenerse yensin, jules rimet kupası tarihe karışacaktı. şimdiye kadar kupayı alan ülke dört yıl saklamış, dört yıl sonra yeni şampiyona vermişti, fakat üç kez kazanan, bu kupayı ebediyen müzesinde saklama şerefini de kazanmış oluyordu.
mexico city'nin azteca stadı'nda 110 bin seyirciyle birlikte izliyordum maçı.. şu farkla mikrofon başındaydım. bu şahane finali türkiye'deki milyonlara duyurmakla görevliydim ankara'da trt'deki arkadaşlar, gereken bütün girişimleri yapmış, maçın naklini gerçekleştirmişlerdi. guadalajara'daki gibi "kendin söyle kendin dinle" olmasın diye tüm önlemleri almışlardı. takımlar sahada ısınırken, ben de kulaklıktan, taaa dünyanın öbür ucundan, değerli arkadaşım, yetenekli televizyoncu, zeki sözer'in ve sevgili arman talay'ın sesini duyuyordum. konuşuyorduk. az sonra yayına başlayacak, bu büyük spor olayını nakledecektim. fakat o da ne? birden ses kesilmişti. koştum sağa sola.. hat kesilmişti. ve maç başlıyordu. işte hakem başlama düdüğünü öttürüyordu bile.. aslında bir saat kadar önce de başka sorunla uğraşmıştım. ankara'dan "her şey tamam" demişlerdi. dünya kupası, radyo-televizyon merkezi'nden de "tamam" demişlerdi. fakat bana ayrılan yere gittiğimde, önümde mikrofon filan bulamamıştım. sorduğumda ise "kendi teknik ekibiniz yerleştirmeyecek mi mikrofonu?" diye onlar bana sormuştu. hangi teknik ekip? ben burada bir garip spikerim, kendi göbeğimi kendim keserim, diye anlatamazdım ki... meksikalılar kendilerinin yapacak bir şeyleri olmadığını, bir başka radyo ekibinden teknik yardım almam gerektiğini söylediler. aklıma italyanlar geldi. takımları finalistti. onların maçını nakledecektim. ne de olsa akdenizliydik, yakındık birbirimize.. gittim, rai görevlilerine söyledim. büyük ilgi gösterdiler. hemen bir teknisyen mikrofon ve diğer aygıtları aldı, geldi. kendilerinde iki tane yedek varmış. (dünyaya bakın). o yedeklerden birini kurdu italyan teknisyen.. onbin kez teşekkür ettim. italyanların gollerini çok iyi anlatarak teşekkürümü perçinleyeceğimi belirttim. kırık dökük ıtalyancamla, akdeniz dostluğu sayesinde olayı çözümlemiştim. fakat şimdi maç başlamış ve yine yayını yapamıyordum. çıldıracak ya da ağlayacaktım. birden kulaklığımda "başla halit ağabey, başla!" diye arman talay'ın sesini duydum, "başla!. yayındasın!." hiçbir şey soramazdım, çünkü "yayındasın" demişti arman.. çaresiz başladım. öyle bir başladım ki.. sonunda durduramayacaklardı beni..
demokratik (doğu) almanya'dan hakem glöckner'in yönettiği maçta jules rimet kupası için son mücadeleyi verecek takımlar şöyleydi:
italya: albertosi-burgnich, cera, rosato, facchetti-bertini, mazzola, de sisti-domenghini, boninsegna, riva..
perdeyi pele açıyor, bir altın kafa golüyle brezilya'yı 1-0 öne geçiriyordu. ne var ki, arkası gelmiyordu. 1-0.. 1-0.. 1-0... demek böylesine muhteşem bir final, tek golle sona erecekti. ama italya'nın ileri üçlüsünde, civa gibi bir boninsegna vardı. fırsatçı boninsegna... bazen tek başına kalıyordu ilerde. brezilya defansını tek başına uğraştırıyordu da... işte bu ele avuca sığmaz boninsegna, çoklarının riva'dan beklediğini yapıyor, italya'yı büyük finalde 1-1 beraberlipe ulaştıran golü atıoyrdu. rica ise şımarık jestleri dışında, pek bir şey yapmış değildi.
brezilya büyüktü, çok büyüktü, en büyüktü. bu büyüklüğünü finalde de göstermektee gecikmedi. işte gerson'un futbol tarihine parlak harflerle yazılacak müthiş golü... ve 2-1! sonra jairzinho'dan galibiyetin ve şampiyonluğun perçini olan gol: 3-1!.. nihayet geriden ok gibi fırlayıp, pele'den aldığı pasla kaleye akan... ve de nefis bir şutla ağları sarsan kaptan carlos alberto'nun kapanış selamı: 4-1!.. brezilya, 1958 ve 1962den sonra 1970'de de şampiyon olunca "jules rimet kupası"nın ebedi sahibi oluyordu.
anlatıyor anlatıyor anlatıyordum. konuşuyor, konuşuyor, konuşuyordum. maçların en büyüğüydü bu. futbolun en güzeli, kupaların en görkemlisi.. brezilyalılar şeref turu yaparken 110 bin kişinin çoğu ağlıyordu sevinçten. stadı dolduranların tümü de alkışlıyordu. alkışlanacak bir başarıydı bu..
o anda baktım tepemde birtakım adamlar... ben coşmuş, brezilya'nın azteca stadı'nda yazdığı destanı okuyorum âdeta.. ankara'dan da kesmemişler, "bu finalin hakkı bu yayındır" gibilerden... başımdaki insanların ellerinde kameralar, mikrofonlar... ikisi de bana uzandı mikrofonların.. brezilya televizyonu ekibiymiş meğer.. radyo yayınlarını da ayrıca filme alıyorlarmış. "dünya zaferimizi nasıl duydu?" diye.. beni öyle brezilyalıdan çok brezilyan gibi kendimden geçmiş anlatır görünce, öteki spikerleri filan bırakmışlar, filme çekiyorlar... önümdeki "trt-turchia" yazısını görünce ilgilenmişler zaten.. "türkiye nire, brezilya nire" gibilerden.. bilseler bizde sokakta bez topla oynayan çocuğun bile onların kalecisinin göbek adını ezbere bilecek kadar futbol hastası olduğunu.