halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
ali sami yen stadı'ndayız. bir dünya kupası eleme maçını anlatma göreviyle, orhan ayhan kardeşimle birlikte mikrofon başındayız (1963'de londra'ya gideceğim zaman, istanbul radyosu yöneticileri yeni maç spikerleri gerektiğini düşünmüş ve bir sınav açmıştı daha doğrusu bir deneme olayıydı bu coğunluğunu babalii'den spor yazarı arkadaşlarımızın oluşturduğu maç spikeri adayları müthatpaşa stadı'nda mikrofon basına geçmiş, onbeşer, yirmişer dakika maç anlatmışlardı. sonradan bu bandlar dinlenerek karara varılmıştı, teste girenler içinde, bence en başarılısı, orhan ayhan'dı. bu işi yıllarca sürdürerek bu yargımın doğru olduğunu da ortaya koydu orhan... çok maçta birlikte yayın yaptık. bir süre de aynı gazetede çalıştık. orhan ayhan da spor spikerliğini ciddiye alan arkadaşlarımdandır. o dönemde maç spikerliğine geçen bir başka spor yazarı dostum da, necati karakaya oldu. daha sonra tıp fakültesi'ni bitirerek doktor olan karakaya, futbol hastalığını tıp hastalıklarına tercih etti, yazarlık ve spikerlik mesleklerini sürdürdü. arada kısa dönemlerde ihsan biricik ve alp zirek arkadaşlarımız da maç anlatmışlardı)...
evet, tekrar ali sami yen'deki o güne dönelim. aslında dönmek hiç içimden gelmiyor ya.. o günü bir daha hatırlamayı hiç istemiyorum ama çare yok. tarihi silmek mümkün değil...
lizbon'da milli takımımız, başka kentlerde kulüp takımlarımız 5'er golle yenildikten sonra başarısız sonuçlarımız tükenmiş değildi. mini maçlarda romanya'ya 3-0, bulgaristan'a 4-1 yenilmiştik. pakistan'a 3-1 galibiyetimiz dışında yüzakı taşıyan sonucumuz yoktu. iran'la bile yarıda kalan bir karşılaşmada 0-0'ı bozamamıştık. bu 1965 yılı, futbolumuzun inişe geçtiği yıl gibi gelir bana...
işte ali sami yen faciası, bu zincirin en büyük halkası oldu. takımımız varol (altay)-ısmail (fb), fehmi (bjk)-naci (gs), süreyya (bjk), nevzat (göztepe)- yılmaz (gs), yılmaz (ist. spor) ogün (fb), fevzi (göztepe), uğur (gs). şeklindeydi. kaptanlığı fenerbahçe'den galatasaray'a geçmiş olan naci erdem yapıyordu. hakem de ispanyol righi idi.. ay-yıldızlı takımımız o güne kadar içte veya dışta maç kaybetmişti. yenilmiş, gol yemiş, goller yemişti. ama kendi evinde hiçbir rakip karşısında yarım düzine golü kalesinde görmemişti. orhan ayhan'la birlikte spiker kulübesinde yerin dibine geçtiğimizi hissediyorduk. çift spikerle anlatılan maçta ikimiz birbirimize adeta yalvarıyorduk, "ne olur, sen anlat" diye. hiçbirimiz bu faciayı duyurma görevini üstlenmek istemiyorduk. gol... bir gol daha... bir daha gol... yeni bir gol... gol... tekrar gol... yeter yeter!.. ancak 6'da "peki yeter" demişti çekoslovaklar...
bu maçtan bir süre sonra kaleci varol ürkmez, bir tiyatro turnesine çıkacak ve o gün yediği altı golü bir güldürü olarak halka anlatacaktı. aslında yanlış değildi yaptığı... çünkü o günkü takımımızın oynadığı da futbol değil beceriksiz bir tiyatro oyunuydu. güldürmek isterken ağlatan, ağlatayım derken güldüren bir çadır tiyatrosu temsiliydi.
1954 dünya gençler turnuvası'nda yayınlanan kitaba kapak olan kaleciydi varol ürkmez.. o turnuvaya giderken, takımın antrenörü olan döneminin büyük kalecisi cihat arman çok emek vermişti varol'a... boşalttığı kaleleri dolduracak bir yıldız gözüyle bakmıştı. varol kaleciliği değil hayatı da hafife almasaydı...
bu arada günümüzün genç kalecileri gücenmezse ufacık bir not: bizim kuşaklar "kaleci" deyince cihatları, turgayları, şükrü'leri, özcan'ları, varol'ları, ali'leri, necmi'leri seyrettiği için... şimdi bizlere kaleci beğendirmek kolav olmuvor.