halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
futbol "ingiliz oyunu" diye bilinirdi ama, ingilizler yıllar yılı futbolun en büyük olayı "dünya kupası"na sırtlarını çevirmişlerdi. şimdi ise dünya kupası'nın evsahipliğini yapıyorlardı. işte 8. dünya kupası finallerine katılma mücadelesi 1965'de başlamıştı. bizim için ise şans, "dağın ardındaki ümif'ten fazla değildi portekiz, çekoslovakya ve romanya ile aynı gruba düşmüştük. birinden sıyrılsak, ötekine takılacaktık. o halde final şansını elde edemesek de, şerefimizle elenmeliydik. grubumuzda iyi bir yer almalıydık. ne yazık ki, öylesi bile olamadı. yenile yenile başımız döndü bu elemelerde.. futbol tarihimizin en büyük bozgunlarına uğradık.
bizim dünya kupası sayfamız lizbon'da açılmıştı. istanbul'dan havalanan "ses" adlı türk hava yolları uçağı öğleyin roma'ya varmış, akşam da lizbon'a ulaşmıştı. çünkü jet çağı henüz başlıyordu ve çoğu hava yolculuğu pervaneli uçaklarla yapılıyordu. bizim de pervaneli bir uçakla sabah binip akşam inmemizde bir gariplik yoktu. aksine, lizbon havaalanı'nda türk hava yolları uçağı, türk milli takımı kadar ilgi uyandırmıştı. çünkü ilk kez bir türk sivil havacılık uçağının alanlarına inmesi, portekizli basın mensupları için "olay" önemini kazandı birden.. lizbon radyosu röportajcısına bunu söylediğimde, futbolcularımızı bırakmış, uçağa doğru koşmuştu.
uçakta pek neşeli gitmiştik, özel uçak olduğundan önlerde oturmamız tavsiye edilmişti hosteslerimiz "ileri, lütfen ileri" dediğinde futbolcularımızın bazısı 'olmaz, bize verilen taktik öyle değil. hep geride kalıp savunma yapacağız" diye şakalaşıyordu. roma havaalanı'nda basın ataşemiz, gazeteci arkadaşımız, eski dost orhan koloğlu ile, italya'da oynayan can bartu karşılamıştı kafilemizi... lizbon'da da portekizlilerden büyük yakınlık görmüştük. kafile başkanı dr. selahattin ak-eımenacer italyan sandro puppo, antrenör cihat arman'dı. futbol federasyonundan eski dost fevzi kaya, rahmi magat ve cemal tertemiz kafileyi tamamlıyordu. ben maç spikerliği yanında basın temsilcisi olarak da görevliydim. bu amaçla bir küçük broşör bastırmış, ayrıca takım kadrosunu bir basın toplantısıyla açıklamıştım.
arkadaşım namık sevik'in milliyet için yaptığı röportaj, portekiz milli takımfnın ünlü kalecisi costa pereira ile ikimizi karşı karşıya getirmişti. pereira kaleciliğin yanısıra spor spikerliğine başlamıştı. bu iberik yarımadasının kalecileri böyle oluyordu. pereira spikerliğe özenirken- komşu ispanya'da da real madrid'in kalecilerinden julio iglesias şarkıcılığa atılmıştı. pereira "futbolu bıraktıktan sona ciddi olarak spikerliği meslek edineceğim" diyor, şimdiki halde yaptıklarının "deneme" niteliğini taşıdığını belirtiyordu. costa pereira'nın spikerlik konusundaki sözleri ilginçti: "benim spikerliğim kaleciliğimden doğdu. spikerler çoğunlukla kalecilerle uğraşırlar. daha doğrusu spikerlerin ekmeğini kaleciler verir.. onlar gol yemezse, spikerler ne diye bağıracak? kalecinin üzüntüsü, spikerin sermayesi değil midir? işte ben de bu noktadan hareketle, kaleciliğim bitince spiker olayım, dedim. yalnız sizden ricam, yarınki maçta kaleme giren gollerde ne olur öyle çok bağırmayın, ballandıra ballandıra anlatmayın."
ertesi gün pereira'nın kalesine gol girdi girmesine.. ama bende ballandıra ballandıra anlatacak hal mi vardı? takımca "adiyö lizbon" şarkısını söylüyorduk. "augusto, eusebio, torres, coluna, simoes" forvetiyle kalemizi âdeta ablukaya almıştı portekizliler.. kalemizde varol dayanıyordu. hayatının büyük maçlarından birini oynuyordu varol.. 1954 dünya gençler turnuvası'nda da "en iyi kaleci'9 olarak alkışlandığını hatırlıyordum. koca real madrid takımına karşı da dimdik durmuştu.. zaten büyük kaleciydi. futbol kadar sinemayı ve tiyatroyu sevmemiş olsaydı, daha da büyüyecekti ya.. ama o gün varol dev gibiydi portekiz devlerinin karşısında.. yalnız bizimki bir kişiydi, onlar beş.. ve beş kişi, bir kişiyi yendi. birinci gol geldikten sonra da, arkası geldi. bu arada varol'un elinden sakatlanması, eusebio ve arkadaşlarının işini iyice kolaylaştırmıştı.
portekiz fırtınası beş gol getirmişti. birde ilk kez ay-yıldızlı formayı giyen göztepeli fevzi zemzem, şeref sayımızı çıkarmıştı kafayla.. portekiz'in o takımına 5-1 yenildik diye çok üzülmüştük. fakat teselliyi ertesi yıl bulacaktık. çünkü aynı portekiz dünya kupası finallerinde şampiyon ingiltere'ye bile ancak 2-1'lezor yenilecek, onun dışında herkesi ezip geçerek "dünya üçüncüsü" olacaktı.
maç öncesi portekizli spiker arkadaş kocaman bir şişe şarap getirmiş, "halis porto şarabı, sesi açar" demişti. neme lazım, diyerek dokunmamıştım şişeye.. galiba hata etmiştim. oysa tam kafa çekip de anlatılacak maçtı.. adamlar oynuyor, bizimkiler seyrediyordu.
arada "porto şarabı" deyince.. dönüşte hatıra diye alanlar olmuştu kafilede.. fakat roma'da tesadüfen çantasını açan bir futbolcu, bağırarak koşmuştu, "eyvah, mahvoldum" diye.. çünkü şarap şişesi uçakta patlamış, bavulun içinde ne var, ne yoksa hepsini kan kırmızısına bulamıştı.