halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
trende yerler yeterli değildi. yataklı kompartıman sayısı azdı. hepsi de futbolculara ayrılmıştı. bu nedenle çoğu yöneticilerle birlikte ben de oturarak geçirecektim geceyi. uykuya fazla düşkün değildim. rahatını ziyadesiyle seven bir kişi de olmadığım için pek sorunum yoktu. koridorda dolaşırken, yataklı kompartımanlardan birinin kapısı açıldı. metin oktay'ın başı uzandı, "gelsene ağabey" dedi. uykusu kaçmıştı, "biraz sohbet" için çağırıyordu.metin benim için şarkıdaki gibi gerçek "eski dostlar"dandı. onu 1954 nisan'ında istanbul'dan frankfurt'a giden bir uçakta, yani havada tanımıştım. genç milli takım'la dünya gençler şampiyonası'na giden genç bir spor yazarıdım. genç takımımızdaki futbolcuların çoğunu tanımıyordum. ben değil, spor kamuoyu da tanımıyordu daha.b.r yıl önce dünya üçüncüsü olmuştu gençlerimiz... şimdi almanya'ya bu ünvanla gidiyorduk... kafile başkanımız muhtar uygur'du. antrenör, eski milli takım kaptanı, ve kalecisi, fenerbahçeli cihat arman aynı zamanda bir hayli zaman dergisinde çalıştığım bir dosttu. yöneticiler arasında, futbolun çekirdekten yetişerek büyüyeceği gerçeğini en iyi bilen bir spor adamı, fahri somer ağabey vardı. masör reşat erte... yönetici hasan örengil... gazeteci olarak tevfik ünsi, sedat taylan, saf ter yılmaz...
uçakta dolaşarak genç futbolcu kardeşlerimi tanımak istedim. bir ara mahçup tavırlı, başı önünde birine yanaştım: "sizin adınız?" çekingen çekingen konuştu: "metin.. .benim adım, metin oktay... izmir yün-mensucat takımında oynuyorum."
böyle tanışmıştık metin'le... sonra onu ilk kez futbol alanında, belçika maçında, attığı iki golle tanımıştım. toplara bir vuruşu vardı k... daha sonra isviçre gençlerini 1-0 yenerken, golcümüz yine metin'di. hatta o maçta sert bir tekmeye maruz kalmış, ama sesi çıkmadan oynamıştı. gece uyandırdılar beni... telaşla kaldırdılar. sporcular bonn yakınında bir spor okulunda, bizler de 35-40 kilometre uzakta bir otelde kalıyorduk. acele giyindim. kafile başkanımız muhtar uygur'la bir arabaya atladık gittik... ben gönüllü tercümanlık göreviyle giriyordum metin kendini bilmeden say.klıyor, hatta bağırıyor, feryat ediyordu. doktor getirdik. muayene etti. bazı ilaçlar verdi. ertesi gün metin gece olanları hiç hatırlamayacaktı. doktor, çektiği acının şiddetinden öyle bağırmış olduğunu söyleyecekti.
metin oktay daha sonra izmir'den ıstanbul'a geldi. "galatasaraylı metin" oldu futbolumuzun unutulmaz kralı olarak zirveye yerleşti. yıllarca dost olduk, dost kaldık. büyük futbolu yanında, büyük insanlığı, büyük dostluğu ile gönüllere yerleşen bir insandır metin oktay.
evet, istanbul'dan sofya'ya giderken trende epey sohbet ettik metin'le... uykusu kaçmıştı. ben "artık gideyim" dedikçe, o tatlı çocuksuluğu içinde, "sen maçın spikerisin. yani, yarı yönetici sayılırsın. ben de futbolcuyum. moralimi yükseltmen gerekir. şimdi sen gidersen ben uyuyamam. uyuyamayınca da moralim bozulur," diye bırakmıyordu. gerçek olan şuydu ki, maçın zorluğu, gerginliği şimdiden metin'in içine çökmüştü. biraz daha oturdum "haydi," dedim, "gidiyorum artık. yat uyu yarın bir gol at da ben de keyifli keyifli anlatayım." sahiden attı... ve keyifli keyifli anlattım.
turgay (gs) - naci (fb), ismail (gs) -b.ahmet (gs), ergun (gs), mustafa (gs) -hilmi (fb), suat (gs), metin (gs), can (fb), lefter (fb) onbiriyle başlamıştık maça... sonralarda kadri (fb) ve mustafa ertan (bjk) girmişlerdi.
evet, sofya'nın vasilevski stadı'nda 45 bin seyirci önünde mükemmel başlamıştık oyuna... ve 19'uncu dakikada hilmi'nin ortasında metin şahane bir kafa şutuyla takımımızı 1-0 öne geçiriyordu. bulgarlar şaşırmıştı. kendi evlerinde bu yenik durumdan 50'inci dakikaya kadar kurtulamadılar. fakat o günlerin bulgar milli takımı da güçlüydü. ikinci yarıda önce 1-1 'i sağladılar. sonlarda da 2-1'lik galibiyete ulaştılar. hani milli duyguların etkisinde taraftaljık yaptığımı sanmayın. fakat maçın kaderini çizen bu ikinci gol açık bir ofsayttı. o kadar ki, bulgar futbolcusu diev topu kaptığı anda, yugoslav yan hakem bayrağını havaya kaldırmış, ofsaytı işaret etmişti. bizim geri adamlarımız da bu yüzden duraklamış, hakemin çalmasını beklemişti. hakem oralı olmuyor, diev de golü çakıyordu. yugoslav yan hakemin bayrağına rağmen maçın danimarkalı hakemi ofsaytı kabullenmiyor, golü geçerli sayıyordu. aslında 2-1 'lik yenilgi bile kötü sonuç değildi. fakat fazlasını hak ettiğimiz için çok üzülmüştük.
maç gecesi o sıkıntı içinde sofya'da dolaşmaya çıktığımızda gazeteci arkadaşım ihsan biricikle yönümüzü şaşırmış, tam deyimiyle kaybolmuştuk. vakit epey ilerlemiş, biz bir o yana, bir bu yana oteli bulma çabası içindeyken, karşıdan bir çift otomobil farı görünce sevinçle koşmuştuk. durdurmuştuk arabayı... içinden çıkanlar, bizim başka gazeteci arkadaşlarımız ve iki futbolcuydu. işin garibi, onlar da otomobille şehri dolaşırken kaybolmuşlardı. bizi de aldılar, sıkıştık yola koyulduk. yine bir hayli tur attıktan sonra nihayet oteli bulduk. maçı haksız kaybedişimizin etkisi miydi acaba, yolu da kaybedişimizin nedeni?