halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
roma dönüşü, foto muhabiri rüçhan ünver ve spor yazan saf ter yılmaz arkadaşlarımla birlikte, otomobille viyana'ya geçtik. gündeme yeniden futbol geliyordu. avrupa şampiyon kulüpler turnuvası'nda türkiye ve avusturya şampiyonları birbirine düşmüştü. beşiktaş, rapid'le oynayacaktı. 14 eylül akşamı viyana'nm ünlü prater stadı'nın basın tribünündeydim. yine kalabalık bir türk gazeteciler grubuyduk. bir yanımda hakem-spiker-yazar sulhi garan, öbür yanımda emektar spor yazarı, futbol aşığı tarık bilgin ağabeyler vardı. tarık ağabey'i daha çocukluğumda mahallemize gelip gittiğinde tanımıştım. futbol sevgilisi hayatıydı. bir de koyu beşiktaşlıydı... en büyük özelliği, yabancı futbolcuları tanıması, onlar ülkemize geldiğinde günlerini, gecelerini onlarla futbol konuşarak geçirmesiydi. maçlarda ise, oynanan maçtan çok, eski bir maçtan söz etmesi meşhurdu. hatta bu yanından ötürü, zaman zaman da takıldığımız olurdu. her şey bir yana, basın tribününün rengiydi tarık bilgin... aylardan eylül'dü ve viyana'da hava gece iyice serindi. arkadaşlar ısınmak için şarap içmemizi önerdiler. stadın büfesinde şarap satılıyordu. çok geçmeden uygulandı bu öneri... ve hepimizin önünde birer kocaman şişe kırmızı şarap dikildi. arkadaşların çoğu şişelerini açıp içmeye başladıkları halde, ben biraz geç davranmıştım, içime doğmuş gibi... "hele oyun başlasın da" demiştim nedense... bu sırada bir stad görevlisi, elinde ufak bir kâğıtla bize doğru geldi. tarık bilgin'e uzattı kâğıdı... o da okudu ve bana döndü: "seni çağırıyorlar."
kalktım yerimden... gazeteden telefonla aradıkları kanısıyla telefon kulübelerinin bulunduğu yöne yürürken... beni çağıran stad görevlisi işaret etti, yolumu çevirdi. spiker kulübelerinin bulunduğu tarafa götürdü. kabinlerden birine girmemi söyledi. dillerini konuşabildiğim için ne olduğunu sordum. "türkiye'den telefon geldiğini, tüm hazırlıkların tamamlandığını, maçın radyodan naklen yayınlanacağını, spikerliği de benim yapacağımı bildirdiklerini" söylediler. böylesine tepeden inme naklen yayınla ilk kez karşılaşıyordum. iyi ki şarap şişesini devirmemiştim, diye sevinerek mikrofon başına geçtim. iyi ama mikrofon tavandan asılıydı. oturacak bir yeri bırakın, elimde tek not yoktu. takım kadrolarını basın tribününden alayım, derken... teknisyen "bağladık, yayındasınız. konuşun" demez mi? ayaktayım. tek notum yok. üstelik prater stadı koskoca bir spor tesisi... oyuncular uzaktan pire kadar görünüyor. üstüne üstlük hayatımda hiç gece maçı anlatmamışım da... sahaya baktım: beşiktaşlılar kolay. hepsini tanıyorum. rapid'den de tanıdık çok. o sıralar sık sık istanbul'a özel maç yapmaya geldikleri için aşina yüzler... zeman'lar, hanappi'ler, dienst'ler... çaresiz maçı anlatmaya başladım: "burası viyana'nın prater stadı..." derken... o da ne? top beşiktaş kalesi önünde... beşiktaşlılar ilk dakikaların telaşı içinde... rapid de bunaltmış kaleyi... altay'dan beşiktaş'a gelmiş doğan' ı gördüm. doğan akı... top ona geldi. uzaklaştırayım derken... bir vurdu doğan... bir değil, beş kaleci yanyana dursa nafile! top beşiktaş ağlarında. ve mikrofona uzandım: "viyana'nın prater stadfnda avrupa kupası maçında beşiktaş 1-0 yenik oynuyor, sevgili dinleyiciler..."
maç da bu golle gitmişti bir bakıma... çünkü avusturyalılar bu erken ve ters golle şahlanmış, beşiktaş ise iyice bozulmuş ve iş 4-0'a varmıştı. ancak bu maçta yıldızı olarak kaleci necmi mutlu'yu hiç unutmam. ertesi günkü viyana gazeteleri de "en iyi oyuncu" olarak necmi'yi göstermişlerdi. dört gol yemişti ama dörtten çok fazla golü de önlemişti.