beşiktaşın efsanevi futbolcusu feyyaz uçar beşiktaş forması ile son golünü bu maçta atmıştır.daha sonra yaşanan bir çek olayı ile de beşiktaştan kopmuştur.feyyazın ağzından olay şöyle olmuş:
beşiktaş'ın sembol isimlerinden feyyaz uçar, futbolcu olarak kulüpten kopmasına neden olan çek davasından ötürü eski başkan süleyman seba'nın kendisi hâlâ affetmediğini söylüyor. uçar, 'aslında başkan beni çok seviyor. bugün çağırsa elini öpmeye koşa koşa giderim' diyor.
beşiktaş'tan ayrılması, fenerbahçe'ye gitmesi, rıza çalımbay'ın yardımcılığını bırakması, karşıyaka'dan malatyaspor'a gidişi hatta tayland'da tatilde metin ile ali'yi kurtarmaya çalışmasında hep kabak onun başına patladı. bütün bunlar kibarlığından mı kaynaklanmıştı acaba? değil mi ki lakabı da "kibar feyzo"ydu zaten. topla olan münasebeti ve hayata bakışındaki espritüelliğiydi onu "kibar" kılan. "ver lefter'e yaz deftere" fenerbahçe'nin efsanesi lefter küçükandonyadis'in tribünlere verdiği "teminatın" vecizesiydi. metin tekin ve ali gültiken ile oluşturdukları "üçlü"ye de tribünler "maf" damgasını vurmuştu. ne diyordu çarşı, "1, 2, 3 gol yetmez, 4, 5, 6 olsun; metin, ali, feyyaz atsın beşiktaşım şampiyon olsun…" yıllar geçti, maf'ye yakılan bu tezahürat bugün hâlâ dillere pelesenk; kâh güzel bir günde mutluluk şarkısı kâh kötü günde isyanın sloganı... evet, onlar memleket futbol coğrafyasının bir nevi mazhar-fuat-özkan'dan müteşekkil mfö'süydü. onlar, rakip kale önlerini mesken edinmiş; rıza'nın amansızca kestiği ortalarla kalecileri ablukaya alan maf'tı… "ele güne karşı" attıkları gollerde bir "bodrum tadı" da vardı. maf'ın f'si; feyyaz uçar… rahmetli cenk koray, en heyecanlı yerinde o meşhur "tele kutu" yarışmasını birden kesip "kameralarımızı inönü'ye çeviriyoruz" dediğinde, "az önce" atılan golü akın göksu'nun heyecanla "ve evet, feyyaz golü atıyor sayın seyirciler" diye anlatırdı.
büyük efes'te nostalji mevzuu izmir'de geçen yeşilçam filmlerinden mutlaka aşina olunan büyük efes oteli'nde buluşuyoruz feyyaz uçar'la. yenilenen büyük efes'in yeni adı artık "swissôtel the grand hotel efes". "bu oteli çok seviyordum. kampta, çıkıp şu bahçesinde yürümek, oturmak hoşuma gidiyordu. izmir'in şu bölgeye has ağaçlarını çok severim. isimlerini bile bilmiyorum oysa. müstakil bir evde büyüdüm. çok zengin değildik ama bahçeli tek katlı bir evimiz vardı. ağaçlara tırmanmayı severdim. bugün hâlâ daha apartman hayatını sevmem." ilk topa feyyaz, daha ben pası atmadan kendisi işte böyle giriyor. 15 yıl şampiyonluk yüzü görmeyen beşiktaş, 1982'de nihayet ipi göğüslemişti. şeytanın bacağını kıran kara kartal, 1995'e kadar türk futbolunda hep zirveye oynayacaktı. bu dönemde 3 kez üst üste şampiyonluk tadarak, tarihinin en parlak dönemlerinden birini de yaşayacaktı. bu parlak dönemin başrol oyuncularından biriydi feyyaz uçar. 1982'de yükseldiği beşiktaş a takımında aralıksız 12 yıl uçarken hiç beklenmedik biçimde kanatlarından vuruldu ve yuvasından koptu. feyyaz, transfer çeklerinde yaşanan bir sorundan ötürü beşiktaş'tan gönderildi. ancak, bu ayrılığın öncesine bir pas atmak lazım. beşiktaş'ın sahadaki başarısının sırrı için "kolej takımı" benzetmesi yapılırdı ama o takımın transfer görüşmelerinde de bir takım gibi hareket ettiği unutulmasın: "transfer görüşmelerine 5 kişi giriyorduk. ben, rıza, metin, gökhan ve recep. sonra mehmet de katıldı. bir taban ve tavan fiyatımız vardı. gol kralı olduğum yıl bile diğer arkadaşlarla aynı parayı aldım. o sistem olmasaydı belki daha fazla alacaktım. yönetimin de işine geliyordu. ama başarımızın sırrı da buydu. zaten ayrılmamın sebeplerinden biri de bu geleneğimizin bozulmasıydı." 1994-95 sezonu öncesi yapılan transfer görüşmelerinde feyyaz'a diğer arkadaşlarından daha düşük bir para teklif edilir. ama bunun önemi yoktu, zira nasılsa diğer arkadaşları "anca beraber, kanca beraber" diyecekti; öyle değil mi! bakalım pozisyon gerçekten öyle miymiş? "gökhan ve rıza'ya 14, bana, recep ve şifo mehmet'e 12 milyar uygun görüldü. dışarı çıktık ve ben sıkıntı olduğunu söyledim. ‘ben gol kralıyken sizinle aynı parayı aldım, bu içime sinmiyor' dedim. recep ve şifo destek verdi; gökhan ile rıza da haklı olduğumu söyledi. görüşmeden imzalamadan çıktım."
pişkin yönetici sinir etti burada bir "ara top" yapalım. çünkü görüşmede bir yönetici feyyaz'ın tepesinin tasını attırmış: "net hatırlıyorum. adı lazım değil, uyanık (!) bir işadamı yönetici ‘onlar 14 alıyor ama senin 12'yi ver biz onu da 14 yaparız' dedi. bu laf beni çok sinirlendirdi. ‘onu ben de yaparım, sizin şeyinize gerek yok' dedim ve vurup kapıyı çıktım. bak şimdi bile sinirleniyorum. adamın pişkinliği hoşuma gitmedi." peki "birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" diyen arkadaşların transferde tavrı ne olur? "diğerleri hepsi imzayı attı. recep'in bir sıkıntısı vardı. 5 maçlık cezası var. o yüzden kulüp isterse sözleşmesini otomatikman uzatabiliyordu. recep mecburen imzaladı. diğerleri de imzaladı. bütün arkadaşlarımın bana destek vermesini bekliyordum. ama farklı telkinler almış olabilirler. neticede saygı duyuyorum." kulüp 35 milyar bonservis bedeli açıklar. bu yüksek bedel aslında kulübün de feyyaz'dan ayrılmak istemediğinin kanıtıydı. çünkü bu parayı başka bir kulübün vermesi çok zordu. bu durumda futbolcu açıklanan bonservis bedelinin beşte birine 1 yıl daha kulüpte kalıyordu: "bir anda ben diğerlerinden daha kârlı duruma geçtim. baskılara dayanamadık. sevdiğim bir iki yönetici ağabeyimin de ısrarıyla imzaladık." en azından 1 yıl daha feyyaz, rıza'nın sağdan kestiği "muz orta"lara kafa vurmaya devam edecekti! öyle mi dersiniz? "bana 5 çek verdiler. sekreter kızımız onları yazarken yanlışlık yapmış. mesela şimdi 2008'deyiz. çekleri ağustos 2008, aralık 2008 vs diye kesmiş. ancak 2009'a yazacağı çekleri de 2008'in aylarına yazmış. hiç dikkat etmemişim. atari işi yapan bir şirketin hissedarıydım. ortaklar çekleri görünce espri de yaparak ‘sen bunları başka türlü kullanırsın' dediler." derhal kulüp muhasebe müdürüne gider ve yanlışlığın düzeltilmesini ister. bu kulübün menfaatinedir üstelik. ancak nedense muhasebe müdürü buna yanaşmaz. feyyaz, şaşkındır: "ve enteresan bir şey oldu. o yanlış tarihli çeklerden birinin günü geldi çattı. takdiri ilahi gibi bir şeydi sanki. gittim ‘bak bunların tarihini düzelt' dedim. ona rağmen düzeltmedi adam. çekleri avukata verdim ama muhasebeci onunla da görüşmemiş. bunun üzerine avukat da çeklerin arkasını yazdırmış. tabii avukat çeki yazdırmanın futbol camiasında ne anlama geldiğini bilmiyor." feyyaz, bu olayı 10 dakika sonra bir gazeteciden şöyle öğrenir: "sen çeki yazdırmışsın. senin beşiktaş'ta işin bitti!"
seba'nın kırılmayan inadı yani rıza'nın ortalarına artık kafa vuramayacaktır feyyaz. yuvadan "uçar". çek davasını ise şöyle kapatıyor: "herkesi allah'a havale ediyorum. hiçbir suçum yok. o zaman yine de iyi niyet gösterisi yaparak o tarihi yanlış çekleri gidip kulübe iade ettim." olaylar bir kartopu gibi büyürken feyyaz, kalemi kırıp kendisini kulüpten gönderen başkan süleyman seba ile hiç görüşmez. o "kolej takımı" acaba dağıtılmak mı istenmişti? maf'nin f'sinin düşmesiyle artık bir dönem kapanmıştı çünkü: "oysa bizi toplasalardı ve sizin vizyonunuz bitti deselerdi, biz de teşekkür ederdik." hayatı altüst olur feyyaz'ın. insan içine çıkamaz olur. güya, feyyaz, "açgözlülük etmiştir ve para için beşiktaş kulübünü küçük düşürmüştür". zaman ki her şeyin ilacı (!) o halde süleyman seba ile feyyaz uçar barışmıştır. fakat ne yazık ki yaşarken heykeli dikilen seba, hâlâ daha affetmiş değil feyyaz'ı: "seba ile barışmaya çalıştık. ama başkanım hâlâ bana sinirli." feyyaz bu sözleri söylerken gülüyor. ama belli ki "kibarlığından". ortak bir dostun düğününde seba'nın elini öpmek ister feyyaz ama ne çare... "elini öptürmedi. dolmuş. sinirli de olabilir. şeyden de kaynaklanmış olabilir; daha sonra yazarlığım döneminde de bir iki yazım rahatsız etti herhalde onu. başkanla ilişkimiz çok farklıydı sanki. futbolculuğumda beni çok sevdiğini hissediyorum. bizim aramızdaki kopukluğun büyük olmasının da nedeni bu. sevmediği biri olsaydım ya da benim onu sevmediğimi düşünseydi belki önemsemezdi beni hiç. onu çok sevdiğimi biliyordu. o yüzden gönül koymuştur. olsun, büyüğümdür. şimdi çağırıp 'gel buraya' dese hemen koşar giderim. ama böyle yani. yapacak bir şey de yok." seba'nın "değerler abidesi" beşiktaşında feyyaz'lardan sonra yaşananlara bakınca efsane başkana buradan müslüm gürses'in sesinden bir "sitem dolu pas" atmadan edemiyor insan: "tanrı istemezse yaprak düşmezmiş/tanrı istemezse insan ölmezmiş/sen tanrı mısın beni öldürdün/eşime dostuma beni güldürdün…"
190'lar kulübü de güzel 1994'ten beşiktaş'tan koparılan feyyaz, futbol hayatına 1.5 yıl fenerbahçe'de devam ettikten sonra, kısa süreli antalya ve kuşadası maceralarıyla 1997'de son noktayı koyar. henüz 33 yaşındadır. bu erken kopuş 200 gol hedefine de ulaşamaması anlamına gelir. "190"larda kalır. artık şu sorudan kurtulamayacaktır: "200'ler kulübüne giremedin, ne hissediyorsun?" bir röportajında aslında çok güzel bir yanıt vererek adeta "kapatalım bu bahsi kuzum" demiştir: "olsun, 190'lar kulübü de çok güzel." "malum soruyu" ben soruyorum: "bazı geceler hâlâ rüyama giriyor. kendimi futbolcu sanıyorum. o 200 gol barajı bir eksiklik olarak bilinçaltıma yerleşmiş. sebat edip girmek isterim ama ne yapalım..." hakikaten ne yapalım yani; "190'lar kulübü de çok güzel…" 1994'te "futbolcu feyyaz" olarak koptuğu beşiktaş'a 2002/2003 sezonunda, yani 100. kuruluş yılında "feyyaz hoca" sıfatıyla lucescu'nun yardımcısı olarak döner. rıza çalımbay, denizlispor'da yardımcılığını yaparken beşiktaş'a giden feyyaz'a "gönül koyar" ama "oysa başkan serdar bilgili kendisiyle konuşup onay almıştı" diyor feyyaz. neyse ki feyyaz ile rıza bugün "küs" değil.