macaristan'dan dönüyorduk. o meşhur ferençvaroş faciasından... yolda hep birbirimize söz veriyorduk «bizim hakemler bunların yanında zemzemle yıkanmışlar doğrusu. bundan sonra onlardan şikâyet etmek mi?» diyorduk. sonra ne oldu. inançlarımız, hayallerimiz nasıl yıkılıverdi, hep biliyorsunuz.. yıkılan yalnız onlar olsa yine neyse. türk futbolunun elçiliğini yapmaya hazırlanan koşkoca bir takım da yıkılıverdi. fakat çok şükür şimdi bütün olanları kafamızdan silkip attık. yalnız isviçredeki temsil vazifemizi düşünüp dinlenebildiğimiz kadar dinlenebildik ve işte zürich'teyiz. bütün üzücü şeyler arkada kaldı. tâ ankara'dan, anlayıp, dinlemeden tahkikat filân beklemeden «bu galatasaray'ın ilk yaptığı değil ki!» filân gibi hasmane feveran eden beden terbiyesi umum müdürü de arkada kaldı. biz ise «galatasaray'ın bu ilk başarısı değil ki!» dedirtmek için ilerliyoruz. vatandan ayrılalı bir günden fazla oldu. çocuklar neşeli neşeli şakalaşıyorlar. o kadar cıvıl cıvıl bir halleri var ki, insan hepsini birbir dolaşıp neşelerinden faydalanmak istiyor. yalnız tarıkçık da, gizlemeye çalıştığı bir üzüntü var. bu his küpü çocuk, şimdiden arkadaşları sahada dizilirken kenarda kalmayı yediremiyor kendine. bilmem nedense içimde bir huzur var. isviçre'den gülerek döneceğiz gibi geliyor bana... inşallah...
bin kere inşallah. zira, o zaman ancak tamamıyla unuturuz geride kalan şeyleri. bu gece de zürich'te uyuyacağız. yarın büyük maç var. bugün asıl maç havasına girdi çocuklar. o dalgın bakışlar, farkına varmadan gülüşler veya somurtuşlar ve yerinde duramamazlıklar. en zor saatler onlar. senelerdir o saatleri iyi bilirim, ve her zaman ah şu maç bir hayırlısı ile bitse de oh desek çocuklar, diye dua ederim. bu sefer ise büsbütün dua edeceğim onlara.