tanıl bora'nın "sekip gelen top hakkında mesel" başlıklı yazısından;
kör olası aktüalite ruhumuzu kuruttu. oysa 'detoks'a ne çok ihtiyacımız var! futbolun yalın hallerine, 'ilkel' yaşantılarına dair tefekküre dalalım hele biraz... işte bir dünyaca ünlü futbolcu diego armando maradona'nın meseli jorge valdano naklediyor bunu...
1986 dünya kupası esnasında, bir antrenman yeni bitmiş, arjantin milli takımı oyuncuları çimlerde yayılıyorlardır. idman sahasının kenarında, tam teşekküllü bir gazeteci tugayı bekleşmektedir. valdano, dönüp der ki maradona'ya: "bak, bunların hepsi senin için burada." maradona: "biliyor musun", diye mukabele eder: "hiçbirinin aslında futbolu şuncacık sevdiği yok." valdano karşı çıkar: "futbolu bilmediklerini söyleyebilirsin ama sevmiyor olurlar mı hiç?" bunun üzerine maradona bir deney yapmayı teklif eder. gazetecilerin arasına bir top gönderecektir. eğer topu ayakla geri atarlarsa, futbolu seviyorlar demektir. fakat kesinlikle böyle yapmayacaklarına, topu elle geri yollayacaklarına kalıbını basıyordur bücür yıldız.
kalkar, topu iki sektirip şaşkın gazeteci topluluğuna doğru şandeller. kameralı, teypli adamlar arasında bir kaynaşma olur, peşinden gözlüklü bir adamcağız elinde topla bir adım öne çıkar ve mal indiren bir karpuzcu usulünce onu maradona'ya doğru fırlatır. maradona muzipçe bakar valdano'ya. beriki, 'zavallının karşısında koca maradona var, ayakla oynamaktan çekinmiştir' diye gıyabı mazeretler arar. "olur mu hiç", der üstad: "ben bir devlet başkanının resepsiyonunda smokinle dikiliyor olsam ve çamura bulanmış bir top gelse üzerime doğru, onu göğsümde yumuşatıp geri paslarım. olması gerektiği gibi."