sabah frankfurt caddelerinde dağ basını duman almış marşı söyleniyordu. türk bayrakları dalgalanıyordu, almanya'nın dört bucağından gelmiş türk talebeleri, türk işçileri sokakları doldurmuştu. stadyom bir alemdi. gözünüzü kapatsanız frankfurt'ta değil, mithatpaşa'da zannederdiniz kendinizi. önümüzdekiler türkçe konuşuyor, arkamızdakiler de öyle. karşı tribünde türk bayraktarı ve bitmeyen, tükenmeyen «ya ya ya şa şa şa milli takım çok yaşa» tempoları...
işte alman spiker takımları hopörlerden ilan ediyor: turgay - şenol - birol ve binlerce her zamanki gibi çıkann aynı terane «goool» almanlar bu tezahürattan bir şey anlamıyorlar tabii. ama bizim için ne güzel bir manzara. frankfurt'ta kendi evimizde gibiyiz. acaba maç da güzel olcak mı böyle bizim için ilk onbeş dakika hiç de ümit vermemişti. almanlar saldırıyor, bizimkiler korkuyor, şaşırıyor, beceriksiz hareketler birbirini takip ediyordu.
ama ondan sonra?
adamakıllı açılmıştık. «ha babm» taktiği icabı geirye yığılan bütün takımdan ilerde kalan iki buçup adam dahi her hamlede alman defansını dağıtıyordu. kaçan toplara atılmayan gollere üzülüyor, fakat bir yandan da keyifleniyorduk. öyle ya almanlarla kendi sahalarında ezilmeden başabaş mücadele etmek, onların yüreklerini sık sık hoplatmak az zevk miydi? stadın dört köşesinden yükselen sesler keyfimize keyif katıyordu.
haftayımı huzur içinde geçirdik.
ikinci devre başlarken herşey bitti. karşımızda bambaşka bir alman takımı ve bambaşka bir türk onbiri vardı. almanlar oyuna kasırga gibi girmişler, bizimkiler da yaprak gibi dağılmışlardı. bana sorarsanız bu işin sırrı ikinci devre oyuna giren 12 numaralı solhaf reisch'ta idi. adam bomboş sahada bütün topları topluyor, bir makina intizamı ile dağıtıyor ve her verdiği top da arkadaşlarını gol pozisyonuna sokuyordu. bu taktiği ve neticesini staddaki 60 bin çift göz görmüştü. ama bizim taktisyenlerimiz, idarecilerimiz, antrenörlerimiz her halde ikinci devreyi seyretmediler. kalemizin önüne dizdikleri bol miktardaki futbolcularımızdan bir tanesini dahi bu 12 numaranın başına koymamalarını ben başka türlü izah edemiyorum. adam 45 dakika bütün topları topladı ve hiç bir müdahale görmedi. her şey mazur görülebilir, her şey affedilebilir. uğur'un kaçırdığı fırsat, tarık'ın direeğe çarpan şutu. turgay'ın tereddüdü, müdafaanın hatâları. candemir'in aşırı sertliği, şenol'un üst üste kullanamadığı toplar... biraz müsamaha ile bunların hepsini mazur görebilir, affedebiliriz. ama 12 numarayı göz göre göre boş bırakmak yok mu? ben buna mazeret bulamıyor ve «afedersiniz» bu büyük hatayı işleyenleri affedemiyorum.