milli takımımız poznan'da 60.000 kişi önünde başarılı bir oyun çıkardı
polonya'ya revanşı vermedik: -0
sağlam e şıuurlu bir müdafaa kuran 11'imiz, zaman zaman da kontrataklarla gol aradı. sahanın en iyisi turgay'dı
necmi tanyolaç poznan'dan bildiriyor
milli takımımız polonya milli takımına kendi sahasında ve kendi seyircisi önünde boyun eğmedi.
1963 yılında norveç'i 9-0, yunanistan'ı 4-0, çekoslovakya'yı 2-0 mağlûp eden polonya karşısında elde edilen bu beraberlik her bakımdan takdire değerdi.
anûdane bir müdafaa, tıpkı osman paşa'nın plevne'yi müdafaa edişi gibi, şuurlu ve temkinli... pasların yerlerini buluşu her futbolcunun kendi adamını marke edişi. bu kurulan baraj, süratli, dinamik, fakat teknik kabiliyeti zayıf polonya oofansını çözüp koparmağa kafi geldi.
uzak mesafeden atılan şutlar, o eski günlerin turgay'ı olarak sahada şahlanan «berlin panter»ini mağlûp etmeye kafi gelmedi. uzak ne kelime, daha 7. dakikada sağhafla paslaşan solbek bazan'ın ceza sahasının içine kadar sokularak attığı ters şutu ancak avrupa'da turgay çapında bir kaleci yumruklar ve dışarı atabilirdi.
doğrudur, polonyalılar bizden daha iyi futbol oynadılar. sahayı daha fazla doldurdular. biz ise kapandık ve kontrataklarla neticeye gitmeye çalıştık. eee... futbol bu, kıran kırana güreş değil. başabaş oynamak için ille açılacaksın ve gedik vereceksin. niye? neden? kim mecbur ediyor futbolda böyle bir oyunu? sonra her kapanan takım gol yemez diye de bir kaide yok... öyle değil mi? bal gibi italyan forveti o gün bir hazan yaprağı kadar titrek olan müdafaamızı söktü ve tam altı gol attı.
pekâlâ kapanmıştık. pekala da o gün milli takımı yöneten kişiler sigorta taktiğine başvurmuştu. olmadı. olamazdı da... ama poznan'da milli takım öylesine şuurlu bir müdafaa taktiği kurdu ki. akabinde metin, şenol ve tarık vasıtasiyle geçtiği kontrataklar warta stadını ağzına kadar dolduran 60 bin seyircinin yüreğini ağzına getiriverdi.
tehlikeli dakikalar
evet, hakemin başlama düdüğü ile birlikte, rakip forvetin bir sığ gibi kalemize yüklendiğini gördük. 6. dakikada, takım kaptanı musialek, soliç mevkiine doğru kayarak kurşun gibi bir şut patlattı. turgay bu füzeye çok yerinde bir hareketle yumruğunu dokunduruverdi. şut o kadar süratli idi ki top neredeyse, tribünlere gidecekti. yukarda da bahsettiğimiz solbekin yüzde yüz gollük şutu, bir avuç türk olarak yine yüreğimizi ağzımıza getirmiş ve hayri ihtiyari «eyvah!» dedirtmişti bizlere... ya 11. dakikada 16 yaşındaki ortamekteptalebesi lubanski'nin bir kertenkele gibi müdafaamız arasından geçerek turgay'la karşı karşıya kalışı. bu şutu da çelişi için «e, bravo» demek icabedeceti turgay'a... bir kâbus gibi üzerimize çöken rakiplerimizin baskısından 13. dakikada ânide sıyrılıverdik. metin, tarık paslaşması ceza sahasına kadar giren tarık'ın lokum gibi topu şenol'un önüne düşürüşü. gözlerimizi yuvasından çıkartmış ve «gol» sevinci ile ayağa fırlatmıştı bizleri... ne yazık ki şenol, yüzde yüz gollük fırsatı değerlendirememişti. kaçan bu fırsatın bizim takım için bir faydası oldu. geri hatları ile üzerimize yüklenen polonyalılar böyle bir kontratak neticesinde ârızaya geleceklerini hesap ederek. ilerde kaçan tarık, metin ve şenol'u birer adamla kontrola almak mecburiyetini hissettiler. 21 dakikada yine turgay'ın efsanevi bir kurtarışını seyrediyorduk. şutu lubanski atmıştı. lubanski de saçını başını yolmağa başladı. eee, onu mazur görmek lâzımdır. zira daha çocuktu ve büyük turgay'ı küçük lubenski elbette mağlûp edemezdi.
kaçan ikinci büyük fırsatımız
ilk yarım saat dolmuştu. tribünlerdeki seyirciler dakikaların su gibi boşa akıp gitmesinden şikayetçi idiler. işte tam bu sırada gerilerden kopan suat, polonya defansını üzerine doğru çekerek ceza sahasına doğru daldı ve öylesine sert bir şut patlattı ki, burada büyük talihsizlik topun yarım karış daha aşağıdan gitmeyişindeydi. üç kişi ile kontratağa geçiyorduk. şenol ve tarık rakip müdafaayı enikonu karıştırıyordu. ama vurucu adamımız ve büyük ümidimiz metin nedense maçın başındanberi kendine gelememişti. aksıyor. aksıyordu. nitekim ayağındaki ârıza sebebiyle 40. dakikada metin sahayı terkedecek ve yerine uğur girecekti.
ikinci devre
ikinci yarıya daha derli toplu bir şekilde başladık. polonya takımının büyük ümidi lubanski de oyundan çıkmış ve yerine szoltysik'e bırakmıştı. doğrusu gerek metin, gerekse lubanski'nin çıkışı her iki takım için de daha faydalı oldu. 60. dakikada turgay, soliç musialek'in çok sert bir şutu ile karşılaştı. tecrübeli kaleci bunu ancak çift planjonla kurtarabildi. bir dakika sonra gerilerden kopan birol, polonya kalesi önünde bir mantar gibi bitiverdi. hareket güzel, fakat netice sıfırdı. 62, 63 ve 71. dakikalar turgay olmasa bu akınlar takımımız için birer korkulu rüya olarak kalmayacak, hatta ve hatta hazimetin kapsını açacaktı. 73. dakikada genç, pekala da başarılı bir oyun çıkaran yalçın, ayağına kramp girdiği için yerini süreyya'ya ter ediyordu. yalçın, milli forma altındaki ilk maçına çıkarken ağlamıştı. tesadüf bu ya, 73. dakikad sonra sahayı terkederken yine ağlıyordu. 90 daika dolduğu zaman şuurlu bir futbol oynayan milli takımımız pek haklı olarak polonya'ya mağlûp olmamanın sevinci içerisinde stadı terketti. 1957'de varşova'da 1-0 kazandığımız galibiyetten evvel polonya basını «jean soblewsky'nin ruhu vistül negri kıyısında türkleri hezimete uğratacak» diye manşetler atmıştı. netice aksi oldu. bu defa da plonyalılara büyük kurtarıcının ruhu revanşı poznan'da almaları için yardım etmemişti. ümit iyi bir şey. ama kazanmak için ümitten ziyade azim lâzım... biz bu azmi gösterdik poznan'da... şimdi ay-yıldızlı formayı taşıyan çocukara frankfurt'ta daha büyük işler düşüyor, inanıyoruz, orada da aynı başarırı tekrarlayacaklardır.