"8 juillet 1998" ("8 temmuz 1998") adında bir kitap yazdınız. o gün hayatınız bambaşka hale geldi, öyle değil mi?
benim hayatım değişmedi. başkalarının bana bakışı değişti. beni olmadığım bir kahraman yapmak istediler. champs-elysées'de kalabalıklar adımı haykırıyordu: "thuram president!" fransa'yı dünya kupası finaline taşıdığımı söyleyip duruyorlardı. sürekli olarak hırvatistan'a attığım o iki golden bahsediliyordu. bense inanmak için kendimi çimdikliyordum. hâlâ da çimdikliyorum. bütün bunları, maçı, maç sonrasını, sanki ayaklarım yere basmıyormuş gibi, aydaymışım gibi yaşadım. o akşam olanların hiçbir izahı yok. asla izah edilemeyecek.
o mukaddes günden sonra kaç gol attınız?
sadece bir tane. 1998'den 2004'e, altı yılda tek gol. juventus'ta ve millî takımda oynadığım 300 resmî maçta tek bir gol attım. ve bu da talihsizlik filan değil. bütün kariyerim boyunca hep böyleydi. fransa formasıyla bugüne kadar kaç gol attığımı biliyor musunuz? 113 kere forma giydim, iki gol attım. birincisi, hırvatistan maçında 47. dakikada sağdan, ikincisi 22 dakika sonra soldan. sadece iki gol attım ve onlar da fransa futbol tarihinin en önemli iki golü oldu! olasılık hesaplarında uzman değilim ama, sonsuz küçük bir ihtimaldi sanırım, mucize yani.
aradan onca zaman geçtikten sonra, mucizenin sırrını hâlâ çözemediniz mi?
o golleri onlarca defa tekrar tekrar seyrettim. açıkçası, kendimi tanımakta zorlanıyorum. o mevkide, youri djorkaeff ya da thierr henry'yle iki forvetten biri olmam mümkün değil, öyle bir oyun tarzım yok. ya o ikinci goldeki soldan falsolu vuruş? antrenmanda bile, hatta rüyamda bile böyle bir şeye kalkışmam! maçtan sonra, doping kontrolüne çağrıldım. hırvatistan'ın orta saha oyuncusu mario stanic, parma'dan takım arkadaşım, o da kuradan çıkmıştı. antrenörleri miroslav blazevic'e, maçtan önce, italya'da oynayan fransız futbolcular hakkında bilgi verdiğini söyledi. benim hakkımda çok açık konuşmuş: "thuram mı? top sürerken çok serttir, durdurulması mümkün değil, ama ofansta kadife gibidir. asla gol atamaz. zaten hiç şut çekmez..." zavallım...
demin söylediğiniz, ayaklarınız yere değmiyormuş gibi olma hali neye benziyor?
aklıma gelen tek kıyaslama, emprovizasyon yapan bir caz müzisyeni. teknik gibi bir sorunu yoktur. adam bütün notaları, bütün tonlarıyla biliyordur, parmakları beyninden daha hızlı cevap veriyordur... dolayısıyla da gevşer. önündeki partisyonu unutur, tıpkı benim o akşam (8 temmuz 1998) maçı, taktikleri, rakipleri unuttuğum gibi...
benden ve toptan başka bir şey yoktu. tefekkür hali gibi, kendinin dışına çıkmışsın gibi. bir tür psikolojik simya. stanic'in şerefine bir mum yakmam gerekecek. hiç farkında olmadan, bu olayı yaratan o oldu. devre arasının bitiminde, koridorda sahaya doğru gidiyorduk, ilk yarının skoru 0-0'dı.
hırvatlar bütün devre boyunca tempoyu düşürmüştü. seyirci de sövmeye başlamıştı. neyse, kısa keseyim, stanic gözlerimin içine baktı ve italyanca fısıldadı: "questa e nostra. "maç bizim." bana söyleyebileceği en son şeydi.
o saniyeden itibaren o cümle kafamı kemirmeye başladı. sahaya döndük. bing! suker'in golü. tribünler ıslıkla çınlıyor. kendimden geçmiş vaziyetteyim. hırvatistan'ın golünde pozisyon hatası yaptığın için kendime kızdığımı sanıyor insanlar. tartışılır. ama zaten düşündüğüm bu değil. stanic'in fısıltısı beynimde yankılanıyor. "questa e nostra." hayır, morukçum, maç sizin değil! bir sonraki hamlede eşitliği sağlıyorum. yerde sırtüstü yatıyorum.
beni kaldırıyorlar. en ufak bir mutluluk yok. en ufak bir sevinç yok. kendimde değilim sanki. gerisini herkes biliyor, ikinci golümden sonra, ellerim ağzımda, inanamadan, öylece dizlerimin üzerinde kalıyorum. marcel desailly bana doğru koşuyor: "ne yaptın sen, ne yaptığının farkında mısın!" bense, "hiçbir şey bilmiyorum, bilmiyorum nasıl oldu!" diyorum. işte, bütün hatırladığım bu. fransa - hırvatistan maçı, benim miles davis solom.