gençleştirilen (a) milli takımı ümit vermedi. golümüzü 5. dakikada birol attı. 2. yarıda baskılı, fakat tesirsizdik
necmi tanyolaç
kuru bir futbol toprağı var bu memleketin... evvelce daha verimliydi bu toprak...
evet...
evvelce daha iyi futbolcu çıkardı bu topraktan...
yüzbin kere evet...
türk futbolunun bugünkü kırıkdökük haline baktıkça, evvelki devri, hatta birkaç sene evvelini aramamaya imkan yok...
toprak iyimiş, daha verimliymiş... kurumuş, kurumuş, kerpiç olmuş... kaderine bırakmışız bu toprağı... ne çıkarsa bahtına, demişiz... eski nesil yavaş yavaş tamanını tamamlamış... bir lefter çıkmış bu topraktan .. oynayabildiği kadar oynamış, aranıldıkça oynamış.. bir can çıkmış bu topraktan... italya pazarının cazibesine kapılmış, gilmiş. git
mese, kazanır mıydı? hayır... kadri'ler, ahmet'ler, suat'lar, turgay'lar, naci'ler, hasılı iyi futbol oynayan bir devrin adamları «eskidiler» diye kenara itilmiş... şükrü'lerin, küçük fikret'lerin, çengel hüseyinlerin, gündüz'lerin, cihat'ların, galip'lerin neslinden bayrağı alan bu devrenin çocuklarına yüklenmişiz... onlardan bayrağı teslim alacak bir nesil yetiştirmeye lüzum görmemişiz... dedik ya. türk futbolu kaderine bırakılmış... ve bir metin yetiştirmiş bu toprak, milli takım kaptanlığına lâyık görmüşüz onu... ve talihsizlik burada da yakamıza yapışmış... metini de oynatamamışız.
ehh, alaturka ihmalcilikle, talihsizlerin harp halinde bulunduğu bir memlekette futbol ilerlemez olduğu yerde durmaz, geriler, geriler, çöker efendiler...
revizyon dedikleri...
italya bozgununun mithatpaşaya getirdiği dünkü (a) milli futbol takımından fazla birşey beklemenin hayal olduğunu belirtmeye çalışmıştım... bu takımın hangi kuvvetli tarafı vardı ki; o kuvvetli tarafıyla bir şaheser yaratmak şöyle dursun, gönüllere su serpecek bir netice alacaktı? hangi tarafıyla, hangi meziyetiyle, hangi yapıcılığıyla?...
açık konuşalım, dünkü milli maçta bizim takımın hiç bir rizikosu yoktu.. üstelik danimarka takımıyla mithatpaşa stadında oynuyorduk . ama, danimarka takımı ismen bizden geride olmasına rağmen, pekala futbolu bizden iyi oynuyordu. zaman zaman defansa yığıldılar. fakat, bir kere olsun, kale içine dolmadılar. misafirler için beraberlik, sezonu kapadıklarına göre, burada büyük başarıydı. son dakikalarda hücumdan kurtulur kurtulmaz topu ille de bizim yarı sahaya aktarmak isteyişleri, gol arayışları futbolumuzu idare eden zevata zannederiz oldukça parlak bir ibret dersi olmuştur... kuvvetleri kadar oynadılar, fakat bizim yabancı sahalarda yaptığımız gibi ezilip, büzülüp, dağılmadılar, sulanmadılar.
milli maçtan başka her şey...
türkiye - danimarka milli maçı milli maçtan başka her şeye benizyordu... metin'in doktarların emriyle milli takımdan çıkarıldığına dair saha içi mesajı, milli maça zorla gelen 14 bin seyirci üzerinde bir şok tesiri yapmış, sessiz tribünlere bir küskünlük çökmüştü. böyle bir havada, milli takımlara kan veren, can veren, istiklal marşını bile yarımız söylüyor, yarımız mırıldanıyorduk. neşesi kaçmıştı seyircinin bir kere...
birkaç taraftan bir iki küçük tezahüratla milli takımımız hızlıca girdi oyuna... henüz 5. dakika dolarken 1-0 galip duruma geçiyorduk. bir frikik kazanmıştık. mustafa'nın vuruşunu talat kafa ile aşrdı, birolun üzzerine... birol'ın, yarım boy yükselen topa nefis ve şık volesi danimarka ağlarını havalandırdı.
haydi, ikincisi derken danimarkalılar, milli takımı hazır cevap olduğunu gösterdi. maalesef diyelim. birol'un bir pasını kapan rakip takımın santrforu ole madsen daldı. yordan'ı geçti, candemir peşine takıldı, onu da geçti ve ceza sahasının içinden şutunu çıkardı. top, bizim kalecinin solundan pek hızlı sayılmayacak bir devirle yuvarlanıp filelerin dibine gidiyordu: 1-1. özcan'a, çok kimse golü yediği için kızdı. haklıydılar hani... tutabilirdi topu. tereddüde düştü.
devrenin geri kalan kısmından birkaç not... bastırdığımız muhakkak. fakat, bu hesaplı, dikkatli planlı bir bastırış değil. danimarka müdafaası akınlarımızı rahatça kesiyordu. bilhassa iki bekle santrhafı... bizim tarafta en iyisi mustafa... hücum hattında da birol. diğerleri için başarılıydılar diyemeyecektik...
ikinci yarı
milli takımımız rüzgara karşı oynadığı bu yarıda daha fazla akın yaptı. hatta, oyunu tek kaleye çevirdi denebilir. gelgelelim, bu bastırışın karşıda gedik açacak,bir ustalığı ve deliciliği yokru. akın yapıyor, bastırıyorduk o kadar...
50. dakikada ahmet'in bir kepçesini rakip kaleci köşeden çevirdi. 52. dakikada selim girdi oyuna, ahmet'i çıkardılar halbukş, ahmet'ten evvel çıkarılacak çok oyuncu vardu sahada... selim, biraz biraz takımı canlandırdı. uğur da sağaçığa berilmişti... 60. dakikada uğur'un ortasına talat girdi. şutunu çekerken ayak koydular...
maç bitiyor ve gençlerimiz son darbeyi vuramıyorlardı... son dakikalarda da şeref ileri çıktı. uğur da onun yerine geçti... yine birşey vermedi bu değişiklik.... danimarka ile kendi sahamızda 1-1 berabere kalıyordu... kimbilir, belki de bizim futbol idarecilerimiz bunu bir başarı olarak ele alacak ve «kuvvetli rakibimiz danimarka ile 1-1 berabere kaldık ya!» diyeceklerdi...
dünkü maçın ikinci devresini herhangi bir kulüp idarecisi gibi danimarka kalesinin arkasından seyreden -avrupada federasyon başkanları maçları şeref tribününden seyrederler- federasyon başkanı orhan şeref apak'ı, halk maçtan sonra bir hayli protesto etti. «istifa, istifa» sesleri duyduk...
apak, bu protestonun altında yatan maksadı anlayabildiyse, dünkü kötü oyundan kazancımız büyük oldu demektir. yook, halk benim istifamı bekliyor, şeklinde bir düşünceye sahipse, futbolunu da mağlup saymakta devam edeceğiz. zira, dava danimarkayı yenmek değil, istikbale ümidle bakabilmekti. stadyomdaki 14 bin kişiye teker teker sorun... aralarından kaçına ümid verdi dünkü maç!..