bu sözleri, yıllar önce polatlı’daki amatör takımlardan birinde antrenörlük yapan kaptan ömer’den, arkadaşlarla birlikte izlediğimiz bir antrenmandaki çift kale sırasında futbolcuların tamamına yakınının ceza sahasında yoğunlaştığı bir anda duymuş ve bir yandan gülerken bir yandan da sahanın devrilmesinin olası sonuçlarını tartışmaya açmış; saha, futbolcuların ağırlığından dolayı bir yana devrilirse neler olabileceği üzerine kafa yormaya başlamıştık.
kaptan ömer, yıllarca polatlı’da futbol oynamış; her yiğidin namıyla anıldığı polatlı’da, bileğinin hakkıyla önce “yıldız ömer” lakabını almış; takım kaptanı olduktan sonra “kaptan ömer” olarak anılmış; futbolculuğu bıraktıktan sonra da 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda bir yandan polatlı’da lokantacılık yaparken bir yandan da başta polatlıspor olmak üzere çeşitli amatör takımlarda antrenörlük yapmıştı.
polatlı’da ister bizim gibi mahallede öylesine, isterse amatör ya da profesyonel lisanslı olarak futbol oynamış olanlar ile futbolseverler arasında kaptan ömer’i hemen hemen tanımayan yok gibidir. özellikle 70’li ve 80’li yıllarda lisanslı olarak futbol oynamış bütün futbolcular mutlaka bir şekilde onun rahle-i tedrisatından geçmiştir.
tam anlamıyla bir futbol aşığı olan kaptan, o dönemde türkiye 1. liginde teknik direktörlük yapmasını sağlayabilecek diploması olmasına rağmen, futbolun isimsiz kahramanlarından biri olarak çoğu zaman maddi bir karşılığı olmaksızın hep polatlı’da gençlere futbolu öğretmeye, futbolcu yetiştirmeye ve ortaya çıkardığı takımlarla amatör kümelerde mücadele etmeye çalışmıştı. antrenmanlarda, topa ayak içiyle veya dışıyla nasıl ve ne zaman vurulması gerektiğinden tutun da “kapaklama” diye tabir ettiği vuruş ile plase vuruşun inceliklerini, vuruşun sert ve isabetli olabilmesi için sol ayağın nereye basması ve sağ ayağın da kalçadan nasıl sallanması gerektiğini hiç bıkmadan ve usanmadan anlatır ve gösterirdi.
yıllar önceydi. sanırım 70’li yılların sonlarında bir gün arkadaşlarla birlikte onun çalıştırdığı amatör takımlardan birinin antrenmanını izliyorduk. düz koşu, kültürfizik, pas, verkaç vs. gibi çalışmalardan sonra nihayet bizim de dört gözle beklediğimiz final anı geldi ve kırmızı ve sarı yelekli takımlar arasında çift kale başladı. bir ara öyle bir pozisyon oldu ki kırmızı takım oyunu sarı takımın ceza sahasına yıktığı bir anda korner kazandı. kırmızı takımın 9 futbolcusu ile sarı takımın 11 futbolcusu ceza alanında toplanmış korner atışını bekliyorlardı. kırmızı takım açısından ne kademe kalmıştı ne de savunma güvenliği. işte o anda bizim kaptan herkesin duyabileceği bir sesle, her zaman yaptığı gibi “r” harfinin üzerine basarak ve eliyle de kırmızı takımın yarı sahasını işaret ederek oyunculara seslendi: “berriye gelin berriye! sahayı devireceksiniz!” tüm oyuncular dönüp saha kenarındaki kaptan’a bakıp gülmeye başladılar. kaptan kırmızı ve sarı takımın oyuncularını tek tek bulunmaları gereken yerlere yerle ştirdi ve sonra da korneri attırdı. tabii her şeyle kafa bulmaya hazır olan bizler de tribünde bir yandan kaptan’ın bu esprisine gülerken bir yandan da bu konunun felsefi boyutunu tartışmaya açmış, saha gerçekten de futbolcuların ağırlığından dolayı bir yana devrilirse neler olabileceği üzerine kafa yormaya başlamıştık bile.
hey gidi günler!
yıllar önce o da artık bir gölge oldu. futbolu dolu dolu yaşadığı bu dünyadan sessiz, sitemsiz giden ve polatlı’da “ömer yücel” denildiği zaman onu ne kadar az insan tanıyorsa, “kaptan ömer” denildiği zaman da o kadar çok insanın ve özellikle futbolseverlerin çok yakından tanıdığı ve çok sevdiği bir gölge!
allegro stadetto – maça hareket ve stada gidiş
dün akşamüzeri (akşamüzeri diyorum çünkü hava artık o kadar erken kararıyor ki) saat 17.20 sıralarında bizim emre’nin babası’nı aradım ve keyifle: “hadi babadostu, nihayet beklediğimiz an geldi ve hasret bitti. ben 17.30’da çıkıyorum. sen demarke vaziyette bekle, geçerken seni de alırım” dedim. bizimki neşeli bir sesle: “tamam teyzemin oğlu, saat tam altıya çeyrek kala kaldırımda seni bekliyor olurum!” diye cevap verdi. anladım ki bugün piknik ve mangal harlama vaziyetleri yoktu. bizim dükkân komşularından rizeli bir arkadaşımız (ki ona da kaptan diye hitap ederiz) ile bizimkini evlerinden aldıktan sonra maça yetişmek üzere yola çıktık. benim vefakâr full mekanik arabayı park ettikten sonra babasının bize emanet ettiği genç taraftar’ı da yanımıza alarak hızlı adımlarla stadın yolunu tuttuk.
gar’ın önündeki kavşağa geldiğimizde karşıya geçmek için her zaman trafik kurallarına uyan bir vatandaş olarak yeşil ışığın yanmasını bekledik ve yayalar için yeşil ışık yanar yanmaz da harekete geçtik ama o da ne! hay aksi! yeşil ışık 10 saniyeye ayarlandığı için biz daha orta refüje bile gelmeden tekrar kırmızı yandı. o anda şu soruları kendi kendime sormadan edemedim: acaba bu sinyalizasyon sistemini kuran trafik uzmanı arkadaşlar yayalar için yeşil ışığı 10 saniyeye ayarlarken bir deneme yapmışlar mıydı? eğer iki kaldırım arasındaki mesafe yaklaşık olarak 50 metre ise bu denemeyi yapan arkadaş atlet miydi ve 50 metreyi kaç saniyede koşmuştu?
neyse, artık stadın önündeyiz. milli maç nedeniyle lige verilen ara ve geçen hafta oynanan akçaabat deplasmanından sonra nihayet takıma kavuşacağız.
stadın ışıkları yanmış, içeride müzik yayını ve taraftarların tezahüratları devam ediyor. kombinemizle içeri girmemiz, polislerin her zamanki üst araması, maraton’un ortasına doğru sert, vakur ve emin adımlarla yürümemiz ve maraton’un tam ortasının en üstünde yerlerimizi almamız… tabii alkaralar.com’daki bazı arkadaşlarla karşılaşıp hal hatır sormamız: bülent, anka, semerkaw, barış, emre 82, night fall, bozok ve diğerleri… genç taraftar’ın iki dakika sonra yanımızda sıkılıp aşağıdaki maraton korosuna katılarak tezahürata başlaması… bunlar artık son derece normal şeyler. onun için fazla ayrıntıya girmiyorum.
allegro maçetto – işte maç
ve orta hakemliğini cem papila’nın, laynsmenliklerini, yani yancılıklarını alex taşçıoğlu ile serkan akal’ın yaptığı gençlerbirliği-rizespor maçı 0–0 başladı.
“0–0 başladı” diyorum, çünkü rizespor gençlerbirliği’nin 2 avans verme teklifini hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde kabul etmedi.
ilk yarıda “gecekondu tarafındaki kaleyi alan gençlerbirliği gecekondu ve maraton’un ortasındaki taraftarlarının da desteğiyle yüklenmeye başladı” diyecektim ki tam tersi oldu ve maçın başlarında rizespor önemli bir gol fırsatını cömertçe harcadı. ama gençlerbirliği daha sonra oyunun inisiyatifini ele geçirdi ve oyunu rizespor sahasına yıkmaya başladı. hatta bir ara öyle bir pozisyon oldu ki gençlerbirliği’nin kalecisi ile baki dışındaki tüm futbolcuları rizespor ceza sahasına yığıldı. işte o anda şimdi bir gölge olan kaptan ömer’in sözlerini hatırladım ve içimden futbolculara: “beriye gelin beriye! sahayı devireceksiniz şimdi!” demek geldi. ama sonra hem sesimi duyuramayacağımı hem de sahanın devrilemeyecek kadar sağlam olduğunu düşündüğümden vazgeçtim. iyi ki vazgeçmişim, çünkü hiçbir şey olmadı ve tehlikeyi kazasız-belasız atlattık!
maçın ilk yarısı tam bir taktik savaşı içinde geçti. ersun hoca 3-5-2’den 4-4-2’ye dönünce, lacivert blazer ceketi, gri gabardin pantalonu, cam göbeği mavisi gömleği ve onu güzel bir şekilde tamamlayan yeşil-mavi kravatıyla çok şık bir görünüm sergileyen hikmet hoca da orta sahayı kalabalık tutup oyunu dar alanda kısa paslaşmalarla sıkıştırmak için 3-6-1’i benimsedi. sen misin böyle yapan? ersun hoca da “4-5-1” diyerek bu konudaki fikrini net bir şekilde beyan etti. hikmet hoca bir an düşündü: acaba şimdi ne yapmalıydı? bu hamle karşısında 3-5-2 dese olur muydu? başına bir iş açar mıydı? “yok, yok. ben en iyisi 4-4-2’yi benimseyeyim” diye düşünerek 4-4-2’de karar kıldı. tabii ersun hoca da boş durmuyordu. kanatları daha iyi kullanabilmek ve oyunu dar alandan geniş alana yayabilmek için derhal 3-5-2’ye döndü.
işte o anda hikmet hoca’nın yeni bir diziliş benimsemesine fırsat kalmadan, futbol piyasasında “erkek güzeli” olarak da tanınan ali eren ile youla arasındaki itişme sonucunda maraton tarafındaki yancı serkan akal bayrak kaldırarak cem papila’yı yanına çağırdı. cem papila da yancıyla kısa bir görüşme yaptıktan sonra ali eren’i kırmızı kartla oyundan attı. tabii ki ortalık hemen karıştı. bu olayda neler konuşuldu? yancı, orta hakem cem papila’yı uyarmakta, cem papila da ali eren’i oyundan atmakta haklı mıydı? doğal olarak bunlar, sabaha karşı sahurdan biraz önce yayınlanan “lig pazarı” programında tartışıldı ve erman hoca pozisyonu defalarca oynattırarak, diyarbakırspor-ankaragücü maçının görüntüleri yayınlanırken emrivaki yapması nedeniyle kendisine zaten çok gıcık kapmış olan “oynatalım uğur”u canından bezdirdi. biz de şahit olduğumuz o pozisyonda hakemlerle futbolcular arasında geçen konuşmalardan enstantanelere yer vereceğiz. ama “az sonra…”
şimdi biz maça devam edelim.
ali eren oyundan atılınca, hikmet hoca çok bozuldu ve takımının 10 kişi kalması nedeniyle savunma güvenliğini sağlama almak için 5-4-1’e -pardon takımı 10 kişi kaldığı için 5-4-1 olmaz- 5-3-1’e döndü. ersun hoca da hücum gücünü artırmak amacıyla bir anda 3-4-3’ü benimsedi ve semeresini de hemen aldı. 43. dakikada ali tandoğan’ın sağdan ceza sahasına indirdiği topa youla rizespor’un kapıcısı kerem ile birlikte hareketlendi ve dokunduğu top demarke vaziyetteki mustafa özkan’ın önüne düştü. mustafa özkan daha sonra önünde biten defansın müdahalesine rağmen düzgün bir vuruşla topu kapıdan geçirterek hesabı açtı: gençlerbirliği: 1-rizespor: 0…
bu arada ali eren’in oyundan atılmasından sonra, maraton’un sağındaki rizespor taraftarları da yancı serkan akal’ın kaldırdığı bayrak doğru da olsa, yanlış da olsa hiç sallamadan paso protesto ettiler. ancak serkan iyi çocuktu ve onlara uymadı. istese sırf gıcıklık olsun diye ters bayraklar kaldırabilirdi veya kaldırmayabilirdi ama bunu yapmadı.
takımı 1-0 yenik duruma düşen hikmet hoca, teknik adamlara ayrılmış olan alanda biraz hoplayıp zıplayarak sinirini belli ettiyse de bunun skoru değiştirmeye fazla bir faydası olmadığından hemen yeni bir diziliş için düşünmeye başladı ve ideal dizilişi buldu: 2-5-2… evet, böyle oynayacaktı anasını satayım! en iyisi buydu. mal batıya kaymadan beraberliği kurtarmalıydı. nitekim rizespor bu dizilişle inkıtalar oynanırken önemli tehlikeler yarattı ama topu kapıdan geçirtip hesabı açmaya muvaffak olamadı.
bu arada bizim maraton korosu da coşmuştu ve repertuarında ne kadar marş ve şarkı varsa ortaya döküyordu. ve bu yetmiyormuş gibi bir ara hepsi yere çömelerek bizden “bir baba hindi” çekmemizi istemesinler mi? emre’nin babası ve ben bu güzel isteğe “hayır” diyebilir miydik? tabii ki diyemezdik. sesimizin son damlasına kadar bağırarak karşılıklı atmaya başladık: “bir baba hindi… heeey allah! olaydı şimdi… heeey allah! pilavı da benden… heeey allah! kaşığı da sizden… heeey allah! yallah, yallah… heeey allah!”
çok güzeldi!
istek üzerine bir daha, bir daha… böylece bir kaç tane büyük “baba hindi” ile bizim maraton korosu da iyice doymuş oldu.
ikinci yarı da tam bir taktik savaşı içinde geçti: 3-5-2’ye karşı 2-6-1; 4-4-2’ye karşı 3-5-1; 3-6-1’e karşı 2-5-2… vesaire, vesaire… insanın devamlı değişen bu taktik dizilişlerden başı dönüyordu ama yine de gol olmadı. top bir türlü kapıdan geçmedi ve hesap açılamadı. ersun hoca serkan, skoko ve youla’yı çıkarıp nihat, m’bayo ve veysel’i alarak; hikmet hoca da gürol, özgür ve zafer’i çıkarıp tetteh, murat sözkesen ve rafael’i alarak oyuna hareket getirmek ve topu kapıdan geçirtip hesabı açmak istediler ama nafile! maç 1-0’a bağlanmıştı. kader böyleydi ve kaderden kaçılmazdı!
bu arada gençlerbirliği’nin 2 avans verme teklifinin rizespor tarafından kabul edilmemesi de iyi oldu. aksi takdirde maçı rizespor’un 2-1 kazanmaması için hiçbir sebep yoktu!
allegro hakemetto ve adagio güzeletto – erkek güzeli nasıl karakolluk oldu?
maçın 23. dakikasında, rizespor yarı alanında, bir zamanlar gençlerbirliği’nde oynayan ve futbol âleminde “erkek güzeli” olarak nam yapmış olan ali eren ile youla itiştiler. yancı serkan akal bayrağını çekip hakem cem papila’yı yanına davet etti ve fısır fısır bir şeyler söyleyerek olayı ispiyonladı. bunun üzerine hakem cem papila birden ali eren’in yanına gitti ve tereddütsüz bir şekilde kırmızı kartını gösterince ortalık bir anda karıştı. özellikle rizesporlu futbolcular koşarak olay mahalline doğru seğirttiler ve orta hakem ile yancının çevresini kuşattılar.
bu olayda; orta hakem, yancı ve futbolcular arasında geçen konuşmaları merak edenler için işte olayın öncesi, sonrası ve perde arkası! işte o konuşmalardan bazı enstantaneler:
yancı: (bayrağını kaldırarak) hocam, hocam!
hakem: (yancıya doğru koşarak) ne var, ne oluyor?
yancı: hocam, ali eren ile youla önce biraz itiştiler ama tam ayrılmışlardı ki ali eren youla’ya sert bir dirsek atıp pislik yaptı!
hakem: vay canına, demek öyle ha!
ali eren: ne oldu hocam, bir durum mu var?
hakem: daha ne olsun! youla’ya dirsek atıp pislik yapmışsın. yılların futbolcususun. hiç utanmıyor musun?
ali eren: bana bak cem bey… biz böyle hareketleri bu âlemde ilk defa yapmıyoruz. beşiktaş’ta oynarken de rakibi sindirmek için yaptığımız standart pislikler bunlar. ne olmuş yani bir dirsek attıysak? incileri mi döküldü?
hakem: bir de utanmadan ağzınla itiraf ediyorsun ha! yazıklar olsun sana ali! eğer ben de cem papila’ysam artık bu sahada kalmak sana haram. bunun adına da literatürde kırmızı kart derler ve bunu gören futbolcu nereye gidiyorsa sen de oraya! çık dışarı! hadi yallah!
ali eren: ayıp hocam yaa ayıp! çifte standart yapıyorsun yaa! biz bu hareketleri beşiktaş’ta oynarken de yapıyorduk ve kart falan da görmüyorduk. şimdi neden kırmızı kart gösterip çifte standard yapıyorsun? tabii beşiktaş’tayken sıkardı değil mi? ayıp, ayıp!
hakem: çık dışarı ali! hem adama pislik yapıyorsun hem de bana vır vır ediyorsun. kedi gibisin yahu! hem bağırıyorsun hem de… neyse, yeter artık seninle uğraştığım…
kürşat: (yancıya koşarak) hocam ayıp değil mi yaa! yemeden, içmeden gördüğünü hemen hakeme ispiyonluyorsun. ne var yani biraz itiştilerse? futbolda olur böyle şeyler…
koray: (yancıya koşarak) ulan nedir bu hakemlerden çektiğimiz be! canınız görmek isteyince görüyor, görmek istemeyince görmüyorsunuz. ayıp yaa!
yancı: gidin kardeşim başımdan, belanızı benden bulmayın… yoksa sizi de attırırım şimdi!
rizeli seyirciler: yuuuuuuuuuuuuh, yuuuuuuuuuuuuh! iyi hakem, iyi hakem!
gençlerbirliği taraftarları: gençler şak şak şak! gençler şak şak şak! gençler şak şak şak!
deniz: anons yok mu hocam, anons?
kürşat: yaa bırak kardeşim, ne anonsu, oyununu oyna sen!
hakem: çok insafsızsın deniz! seyirciler birazcık aleyhte tezahürat yaptı diye hemen anons istiyorsun. seyirci bu, protesto edecek tabii biraz. olacak o kadar!
evet, arkadaşlar… erkek güzeli’nin gördüğü kırmızı kartın hikâyesi böyle işte.
şimdi de biraz soyunma odalarının olduğu yere gidelim ve orada neler olmuş bir bakalım: maçtan sonra ali eren soyunma odasına giden youla’nın üstüne yürüyerek ona bir kafa atıyor. araya futbolcular ve görevlilerin de girmesiyle olay yatıştırılıyor. ama youla üç gün rapor alıp şikâyetçi oluyor. ali eren de youla’yı kendisine ginece küfür ettiği gerekçesiyle şikâyet ediyor ve karakolluk oluyorlar.
olay sonrasında gençlerbirliği başkanı ilhan cavcav’ın verdiği demeç ise şöyle: “ali eren bu kulübün ekmeğini yemiş bir futbolcudur. ama hiç akıllanmadı. bu yaptığı nankörlük! daha önce de tesislerde phiri’yi bıçakla kovalamış ve öldürmeye kalkmıştı. phiri’yi elinden zor aldık ve ali eren’i de kulüpten uzaklaştırdık. bu olay ali eren için çok normal. kendisinden davacıyız!”
evet, olay artık karakola intikal etmiş durumda ve ali eren youla’ya attığı kafanın hesabını mahkemede verecek. biz de bu olayın takipçisi olacağız ve yüce mahkemenin vereceği kararı merakla bekleyeceğiz.