maçtan bir gün sonra saat 18.30 dolaylarında yine bizim emre 82'nin babası aradı. ben: “yahu usta, iki gündür dertleşmek için sana ulaşmaya çalışıyorum. nerelerdesin sen?” diye sorunca döküldü: “sorma usta, pazar günkü maçtan beri hala kendime gelemedim. kolay değil babadostu, yüzde yüz (yüzde 99 değil) nizami golümüz sayılmıyor ama diyarbakır'ın faullü bir pozisyonda attığı gole hakem gol diyor. bizim golümüze bizim taraftaki yancı ofsayt diyor, bayrak kaldırıyor. onların golüne onların taraftaki yancı faulü görmeyip devam diyor. peki ne oluyor? şu oluyor: sayılmayan golümüzü bize ekle, maç kaç kaç oluyor: 3-3. onların faullü pozisyonda attığı golü onların sayılan gollerinden çıkar, maç o zaman kaç kaç oluyor: 2-3. yani? yanisi, 3-2 galip geleceğimiz maçta hakem kararıyla 3-2 mağlup oluyoruz. üç puan bağıra bağıra gidiyor ve mal batıya kayıyor. maçı radyodan dinlerken, spiker diyarbakır'a bağlanınca -yukarıda allah var- her halde üçüncü golü attık, hadi hayırlısı dedim. dedim ama stattaki seyirci gürültüsü fazla çıkınca golü yediğimizi anladım ve spikerin golü anlatmaya başlamasıyla birlikte güzelim sqny (sony değil) marka radyoyu duvara fırlattım; pek de sağlam değilmiş herhalde, parça pinçik oldu! neyse... bu mağlubiyete bizim emre'nin de canı çok sıkıldı. çocuğun canı bir türlü bilgisayarın başına oturmak istemiyor gardaşım. oğlum üzülme, olur böyle şeyler, biz ne günler gördük, her şey düzelir, internete gir biraz açılırsın dedim de zorla girip bir şeyler karaladı. oğlum diye demiyorum ama güzel yazıyor kerata, okuyunca hoşuma gidiyor! neyse, yahu usta ne olacak bu takımın hali... kalk, kapat dükkânı, takımın akşam yedide antrenmanı varmış, gidelim biraz tezahürat yapıp destek verelim çocuklara!”
evet, emre'nin babası haklıydı. birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, antrenmana gidip takıma destek vermek, yanlarında dev bir taraftar kitlesinin olduğunu hissettirmek bana da en akılcı yol gibi geldi! dolayısıyla dükkânı kapattığımız gibi soluğu tesislerde aldık.
biz antrenman sahasına geldiğimizde, antrenman başlayalı çok olmuştu ve şut çalışması vardı. taraftarlar derneği başkanı sayın doğan akpınar da bir arkadaşıyla beraber oradaydı. bizim de gelmemizle birlikte 4 kişilik müthiş bir taraftar topluluğu oluşturduk ve futbolculara destek ve moral vermek için yoğun bir tezahüratla ortalığı inletmeye başladık ve futbolcuları bağrımıza bastık! böylesine dev bir taraftar grubunu karşılarında gören futbolcular o kadar duygulandılar ki çalışmalarına daha bir hırsla, daha bir azimle, daha bir arzuyla, daha bir şevkle, daha bir vesaire ile devam ettiler. biz de kendi aramızda, gelecek sefer geldiğimizde “temelli kavunu” getirip ikram edelim de çocukların ağızları tatlansın diye mühim ve stratejik bir karar aldık!
şimdi sorabilirsiniz, “acaba bu şut çalışması nasıl oluyor?” diye. şut çalışması şöyle oluyor arkadaşlar: sahanın bina tarafına düşen bölümüne iki kaleyi birbirinden aralıklı olarak aynı hizaya koymuşlar. futbolcu, saha tarafındaki kalenin oradan, bir takım çubukların arasından geçtikten sonra koşar adımlarla geliyor, karşıdan antrenörün adrese teslim ortasına gelişine sert bir şut çekip kaleye gönderdikten sonra koşar adımlarla öbür kaleye gidiyor. o öbür kaleye başka bir yönden aynı şekilde ortalanan topa yine gelişine sert bir şut çekip kaleye gönderdikten sonra koşar adımlarla başladığı yere gelirken, onun ilk şut attığı kaleye başka bir futbolcu koşar adımlarla geliyor ve karşıdan antrenörün adrese teslim ortasında topa gelişine sert bir şut çekip kaleye gönderdikten sonra koşar adımlarla öbür kaleye gidiyor. o öbür kaleye de başka bir yönden aynı şekilde ortalanan topa yine gelişine sert bir şut çekip kaleye gönderdikten sonra koşar adımlarla başladığı yere gelirken, onun ilk şut attığı kaleye başka birfutbolcu koşar adımlarla geliyor ve karşıdan antrenörün adrese teslim ortasına gelişine sert bir şut çekip kaleye gönderdikten sonra koşar adımlarla öbür kaleye gidiyor! yani, sizin anlayacağınız bu şut çalışması böylece sürüp gidiyor. bir tür kısır döngü işte, allah sabır ve kolaylık versin!
bu arada kalite kontrolünden geçmeyen bir kaç top da yolunu şaşırıp bizim taraftarlar olarak yoğun bir şekilde takıma destek verdiğimiz yere geldi. ben de bu topları adrese teslim düzgün paslar haline getirerek sahiplerine teslim olmalarını sağladım ki bu işlem sırasında özellikle asist konusunda çok yetenekli olduğumu fark edip, arkadaşlar yanlış anlamasın diye kendimi mütevazı bir şekilde gizlice tebrik ettim... acaba bizim zamanımızda bu imkân, bu fırsat, bu meydan olsaydı, yeteneğimi gösterme şansım olabilir miydi? kim bilir!
neyse, biz antrenmana dönelim...
emre'nin babası bir ara dedi ki: “terminal çalışması dedikleri bu herhalde babadostu.” hımmmm... bu bizim emre'nin babası da futbol hakkında bayağı çok şey biliyor yahu! “bu terminal dediğin aşti terminali olmasın usta?” diye takılmak istedim ama son diyarbakır yenilgisinden sonra morali hala çok bozuk olduğundan ve kızdığı zaman da ne söyleyeceği belli olmadığından bir tatsızlığa yol açmak istemedim ve takılmaktan vazgeçtim...
şut çalışmasında, antrenörlerin futbolculara yaptığı bütün ortalar adrese teslim… hiç boşa gitmiyor. kardeşim, antrenörler böyle mükemmel ortalar yapabilirken futbolcular bunu maçta nasıl yapamıyorlar, hayret yahu! neyse, ben özellikle mustafa özkan'ın çok sert ve isabetli şutlarını ve veysel ile bülent karaman'ın da spektaküler hareketlerle vurduğu dömivoleleri çok beğendim. bu şutları sırayla karşılayan kaleciler gökhan ve damir ile bora’ya da büyük saygı duydum. çünkü bu şutların karşısında durmak bile büyük bir cesaret ister. öyle ki allah sizi inandırsın, hiç abartmıyorum, bazı şutlar neredeyse bir top mermisi hızında gidiyor! biz de emre’nin babası’yla birbirimize bakıp “vay beee!” deyip, hayretimizi ve beğenimizi ıslık çalarak, bazı şutlarda da kendimize hâkim olamayıp “bravo goçum!” diye alkışlayarak ortaya koyuyoruz ve “inşallah böyle şutları gaziantep maçında da atıp yüzümüzü güldürürler” diyoruz. mustafa özkan, dışarı attığı bir şuttan sonra kendisiyle dalga geçen antrenöre “at bunu yazayım” diyor ve antrenörün çok sert kestiği ortaya uçarak mükemmel bir kafa vurup topu ağlara yolluyor. bu kafa şutuna bizim emre'nin babasının yorumu: “vay bee, şuna bak! adamda alın var kardeşim, anamın hamur tahtası gibi!”