bu, 40 küsür yıldanberi türk çocuklarının zafer sarkışıdır. sıkışıp sıkışıp da parladığımız... heyecandan kasılıp da, rahatlayıverdiğimiz her zaman, bu marşı söyledik biz, kırk yıldır...
işte dünkü maçın son dakikalarında gene hep beraber bu marşı söylüyorduk. gslatasaraylısı, fenerbahçelisi yoktu... «yürüyelim arkadaşlar...»
parlayan ümit
daha ilk dakikalarda ümit yıldızı parlamıştı bizim için. metin sağdan soldan aldığı toplarla dinamo müdafaasını karma karışık etmeğe başlamıştı bile... ve uğur, ve talât, ve mustafa, ve diğerleri bir büyük rahatlık içinde idiler.
ama beşinci dakikada önce candemir'in, sonra ergun'un, daha sonra da turgayın duraklamaları ile golü az daha galatasaray yiyordu. bereket versin tratlia'nın vurduğu top turgayın göğüsüne çarptı ve ikinci pozisyon da auta gitti.
sonra tekrar galatasaray... 11 inci dakikada tarık şiir gibi bir hareketle sıyrıldı, ortaladı. metin aldı. evirdi, çevirdi. döndü. vurdu. yerden elli santim ya kalktı ya kalkmadı top ve kurşun gibi. tam kale önünde nunweliler sağa doğru planjon yaparak elle kesiyor. penaltı, metin penaltının en güç tarzını denedi nedense... kalecinin sağından ve topu yerden havaya kaldırarak çaktı. top içeri girdi ama, çok yürekler hopladı doğrusu.
devam eden korku
galatasaray rüzgar üstünde oynuyor. romenler kapalı bir defans deniyor. ve top çok defa sarı - kırmızılıların ayağında. rahat, temiz, sâkin. top vermiyorlar adeta... ama yazık ki bu üstün dakikalar boşuna geçti galatasaray için.
oyun ilerliyor, ikinci gol olmuyor henüz. bir korku büyüyor içimizde. «acaba ikinci devrede romenler taktik değiştirirlerse bu üstünlüğü - saha, oyun ve skor üstünlüğünü - koruyabilecek miyiz?» diye.
oyun ilerliyor ve oldukça garip bir hakem seyrediyoruz. bu zat tarafsız bir hakem değil... önemli, önemsiz birçok şeylerde bizimkilerin lehine çalıyor düdüğünü... hoppalaa! bu da ne demek ola? bir hafta önce bükreş'te bir vatandaşının yaptığı işin telafisini mi arıyor nedir? halbuki sarı - kırmızılıların da böyle bir hakemle değil, bükreşteki hakemle bile maçı kazanabilecek durumları var bugün.
devrenin bitmesine iki dakika kala suat'ın hiç de kasıtlı olmayan bir faulünde hakem suat'ın lehine serbest vuruş verince tratlia'nın suat'e işaretle «bu adam deli galiba» deyişi var ki... komedi.
suat lazım değil mi?
ikinci devreye çıkarken galatasarayda bir değişiklik bekliyoruz. işte dediğimiz şu: sahada suat'la candemir'in görevlerinin değişmesi. çünkü ilk devrede romen soliçi ungroi ikinci bir santrfor gibi ileri oynuyor ve solaçık eftimle bir orta saha adamı gibi geri kalıyordu. tabii suat da adamı ile birlikte ergun'un üzerine düşerken candemir kendi adamı ile birlikte mustafa'nın etrafında dolaşıyordu. halbuki böyle bir maçta iki yan hafın hücumcular arasına karışıp çok şeyler yapması gerekirdi. belki de romenleri, suat'ı geriye mıhlamak için bu çareye başvurmuşlardı.
bu hal ikinci devrede değişmedi. demek ki sarı - kırmızılı takım bunda bir mahzur görmemişti. (!)
ve kat'i zafer
devre başlar başlamaz uğur ortalardan söküp getirdiği topu sola metine geçirmişti. metin solbeki ekarte etti. ortaya girebilirken, aksine daha da sola kaydı, kaydı. ve vurdu. biz metin'le birlikte böyle çaprazdan ne goller atmtık ama... bu seferki tutmadı. kaleci karşılıyor.
aradan beş dakika geçmeden metin'in yuvarladığı topla tarık çizgi üzerine indi, ortaladı. yatarak elleri arasına aldığı topu datcu bırakınca, sahanın en iyisi olan uğur inanılmaz bir soğukkanlılıkla topu kaleye attı.
artık türkiye şampiyonu için ikinci tur görünüyordu.
maç gittikçe sertleşiyor, hakem gittikçe bozuluyor. galatasaray gittikçe coşuyordu. ve tribünler bağırıyordu: üç... üç... üç...
beklenen «üç» 79. dakikada geldi. hem de ne geliş... mustafa ceza çizgisi üzerinden sağa yuvarladı topu. kaleci fırladı. tarık da... ikisi birlikte yetiştiler topa. daha cesur, daha şeytan, daha atik olan alır gider bu topu.. ve tarık da kaldı tabii. kalecinin burnunun dibinden topa ustalıkla bir dokuverişi var ki...
şimdi artık her şey bitmişti. romanya şampiyonu için... türkiye şampiyonu içinse «dağ başını duman almış» şimdi başlıyor.