biz kalemizden tamamiyle emin bir ikinci gol gözlerken nasılsa kalemize bir top havale ediliverdi.
turgay kapmak için fırladı. fakat bir dinamolu oyuncu üzerine koşup daha topa dokunmadan turgay'ı omuzladı. kaptanımız kuvvetiyle kendini güç toparlayıp ileri bir hamleyle doğruldu, fakat rahat yumruklayamadı topu. ergun kafa ile uzaklaştırdı. tam bir «ohh!» çekeceğiz. lâkin o ne? hakem penaltı yerini gösteriyor. turgaya çullanan dinamolu meğer yere düşmüş. deli olmak işten değil. yalnız biz mi.. seksen bin sportmen romen seyircisinin en azından ellibini ıslıklıyorlar hakemi... çocuklar çılgına döndüler. sahaya çıkıp onları teskin etmeye çalışıyoruz.
bu arada hakemin yüzünü de pek yakından görebiliyorum. vicdan azabı ekşimesiyle, tuhaf bir memnunluğun mücadele ettiği karmakarışık bir surat... penaltıdan golü yiyoruz. fakat yalnız bununla da kalmıyorlar bulgar hakemleri. illâki ikinciyi attıracaklar. ofsaytları görmemezliğe gelmeler, aleni favullere kulak asmamalar, daha neler de neler...
nihayet çok şükür oyun bitiyor... fakat hayır, hakem daha üç dakika ilave ediyor... soyunma odasındaki sıralara yığılan futbolcularımız üzüntü içinde kıvranıyorlar. vazifelerini bu derece içten, canla başla görmüşlerin, bu üzüntü hiç de hakları değildi doğrusu... onlara acıyoruz. boyunlarına sarılıp «üzülmeyin» diye yalvarıyoruz. «bunun istanbulu da var» diyoruz... gece dinamo'nun şerefimize verdiği ziyafete bile çocuklar kendilerini kurtaramadılar bu üzüntüden... maçın hakemleri de ziyafette idiler. hem de tam karşımda oturdular. onlara rahat rahat bakıyorum. fakat onlar bir türlü kafalarını kaldırıp bana bakmıyorlar... ve nedense onlara kızmıyorum, acıyorum...