hacettepe karşısında rahat bir tempo ile oynayan siyah-beyazlıların gollerininazmi, arif ve ahmet attı
kahraman bapçum
siyah - beyazlılar bir zafer daha kazanıyordu.
yarım saat zorlu bir rakiple dişe diş mücadele etmişlerdi. nihayet nazmi sağaçık yerine kayarak ileri fırlamış, aut çizgisine kadar sokulmuş ve orada ceza sahasına girerken iki kişinin birden yükselmesi ile hem muvazenesini, hem topu kaybetmişti. faul...
ceza çizgisinin aut çizgisini kestiği noktaya bir metre mesafede. geriden tuncay koşuyor, «alayım kaptan...». nazmi eliyle işaret etti: «geç yerine...» kaptan topu dikti. tabii şimdi topun dibine vuracak ve kale önüne şandelliyecek... fakat nazmi yerden kalenin kendi tarafındaki direğinin dibine sert bir şüt gönderiverdi. cevat, ne yer tutabilmiş, ne de topu takip edebilmişti. son müdahalesi ancak topu içeri atıyor.
bu siyah-beyazın yeni bir zaferinin kapısı oluyordu. devre böyle bitecek, ikinci devrenin 22 nci dakikasında tuncay'dan ileri bir pas alan arif, hacettepenin müdafaa barikarına cepheden dalacak ve kaleciyi de üstüne çektikten sonra topu kaleye yuvarlayacaktı. 11 dakika sonra sağ açıktan arifin ortaladığı bir topu aydın geride kimse yok sanarak bırakınca ahmet kaleci ile karşı karşıya kalıp üçüncü defa topu ağlara takacaktı: 3-0.
iyi ama...
şampiyonluk artık bir ümit değildi. şampiyponluk -biraz cesarele- tahakkuk etmiş bir vakıa sayılabilirdi... ve beşiktaş rakibinden kat kat üstündü, bu üstünlüğün 3-0 gibi mükemmel bir neticeye de götürebilmişti.
fakaaaat...
izmir'de -dünkünden daha az kritik olmayan- bu maçta, sahadan açık bir mağlûbiyetle, hem de senenin ilk mağlûbiyeti ile ayrılan efendi, olgun, sakin nümune sporcular dün yoktu... haşa! elbette ki bütün beşiktaş takımı için aynı şey söylenemezdi. fakat iki misal vardı ki:
evvela şenol, kendisini kaçırdığı için beline sarılarak neticeye gitmesine mani olan rakip santrhafı kendi kendine tecziye etmeğe kalkacak kadar sinirliydi. uzun bir topu şenol fırlayarak yakalamış, hüseyin'in yanından sıyrılarak kaçıvermişti. hüseyin şenol'un beline sarıldı. ayıptı bu. ama bu harekettin cezası sadece ayıplanmak ve aleyhine bir frikik atışına hükmedilmekti şenol avantajı kaybetti vc hakem düdüğünü çaldı. iyi bir sporcy kendisine bu sportmenliğe uymayan fakat tehlikeli olmaktan uzak faulü yapan rakibini hakeme ve seyirciye havale ederdi. halbuki şenol hüseyini hem yumruklamak hem de hırpalamak suretiyle kendi başına tecziyeye kalktı... hakem bu hâdiseye sadece seyirci kalıyordu.
sonra arif, bir akın esnasında ceza sahası dışında bir hacettepeli ile çarpıştı. harekette faul yoktu. tribün burada bir faul olduğunu iddia edebilirdi, fakat hakem -ve hakikat- orada bir fayl görmemişti. top uzaklaştı, beşiktaş yarı sahasına intikal etti. arif henüz yerden kalkarken kendisi gibi yerde yatan rakibini bir değil iki ayağı ile birden tekmeliyor ve hâsiseyi hakem görünce sanki sığınmak ister gibi yerden fırlayıp tribüne doğru gidiyordu. hakem toğı tâ karşıdan getirtti ve oradan beşiktaş aleyhine faul attırdı. halbuki burada enaz bir ihtar ve topun olduğu yerden bir hakem atışı bekliyorduk.
haklı zafer
beşiktaş üstündü. evet müdafaadaki gizlenmez gediklere, her zaman sahaya hakim olan iki yan hafin ancak «vazifekerini yapacak» beceriklilikte olmalarına rağmen beşiktaş çok üstündü. vakıa hacettepe de bir çok gol pozisyonlarına giriyor ve şampiyon namzetleri karşısında galatasaraya nazaran daha tehlikeli olabiliyordu... fakar mor-beyazlılar sadece inatlı bir mücadeleye, bozucu ve rakibi hırpalayıcı bir stile güveniyorlardı. hacettepe sert futbol oynuyordu. ama iyi futbol oynamıyordu. zira futbolcuları biraz tayyarın biraz da sami'nin dikkat ve kabiliyetinden ibaret kalmasa... yoksa sertlikleri futbolun kabul edemeyeceği bir kasdi tekmelemeye kadar gidiyor değildi...
lider karşısında muvaffak olmaları da herşeyden evvel müdafaada iyi markaj yapmalarına bağlı idi. belki bu sert ve mücadeleci davranış biraz bu «marke etmek ve bozmak» çerçevesinden doğuyordu. bunda da elhak muvaffak oldular. ve bu mevzuda en iyileri de santrhaf hüseyin'di...
ya hakemler?
iki metre önünde taca çıkan topu çıkmadı zanneden, her autu korner her korneri aut sayan ve parlakeyı aldatmak için bütün gayretini kullanan, ofsaytlarda oyunu seyredip, ofsayt olmayan hallerde akınları durduran yan hakemi dün çok mu heyecanlıydı acaba? umumiyetle maçı hiç de fena idare etmediği halde arif ve şenol'un hareketlerini icabettiği gibi tecziye edememesi de abdi parlakay için ister istemez şunu düşündürüyordu: bunca senelik tecrübeden sonra tribün korkusu da nereden çıktı?
hem bir şey daha var: tam kale ağzında topu bırakıp nazmi'nin üzerine yatan hacettepeli müdafiin cezalandırılmaması neydi? ödeşmek mi?