(nice'deki fenerbahçe - nice maçını tâkip eden milliyet ekibinden halit kıvanç yazıyor)
2
nice'i seller basmıştı...
sarı - lâcivertliler de hava alanından otele, jacqueline'in şehirden meydana gelişi gibi saaatlerce sellerde durakladıktan sonra ulaşabilmişlerdi. filmlerde, kartpostallarda görüp tanınan meşhur promenade des anglaise caddesi şimdi bir ırmak gibiydi. donixden kabaran heybetli dalgalar bu sahil yolunu kaplamış hattâ kenardaki muhteşem otellerin kapılarını da kapamışı. fenerbahçeli futbolcular bu manzarayı görünce hemen durdular: «bu mükemmel asfalt caddeler böyle olursa maçı oynıyacağımız sahanın hala nasıldır kimbilir?»
futbolcuların sorusu gayet uerinde idi. esasen kasım ayının bittiği ve aralık ayının başladığı günde herkesin de sorduğu sual buydu: «maç oyananabilecek mi?»
o güne kadar maçı kimin kazanacağı günün meselesiydi. şimdi ise dillerde dolaşan sadece ve sadece 3 aralık perşembe günü leo-larange stadının çimen sahasının ne durumda bulunacağı idi.
işte futbolden pek fazla anlamıyan jacqueline de, «zorla maskot» olduğundanberi bu maça herkesten çok ilgi gösteriyordu. nitekim sansas'a gittiği vakit arkadaşlarının «maç oynanmıyacak» derken buldu. sansas eski bir nice futbolcusunun işlettiği bir bar -lokanta- idi. ama burası için daha ziyade «futbol hastalarının buluşma yeri» demek lazımdı. nitekim bir de kapısından girdiğimiz anda burada yalnız jacqueline'i değil, istanbuldaki maçta saha ortasında oynayan erkek maskot max'ı ve saha kenarında «ya ya ya ya şa şa şa fenerbahçe çok yaşa» diye tempo ile bağıran nice taraftarlarını karşımızda bulmuştuk. hepsi de «maç oynanmıyacak» diyorlardı. bu bir tahmin olduğu kadar, nice'liler hesabına bir temenni idi de... gerçekten leo-lagrange sahasını gmrünce hep aynı hükmü varmıştık. burada bir futbol maçı değil amma heyecanluı bir su topu müsabakası mükemmelen yapılırdı. sahanın böyle olacağı daha pazardan belliydi zaten. nice takımı fenerbahçe maçından önceki resmş lig karşılaşmasında rennes'i 3-1 yenerken oyuncular zaman zaman gölcüklerden top sökmek zorunda kalmış, bazen de sökmeye muvaffak olamamışlardı. ve bu, nicelileri perşembe için çok korkutuyordu. fransız futbol otoritelerinin müşterek hükmü, nice'in ıslak sahada, ağır zeminde iyi futbol oynayamadığı şeklinde idi. lakin pazar maçının ikinci yarısında nice takımı kaygan sahada pekâlâ iyi bir oyun çıkarmıştı. buna rağmen niceliler endişeliydi. «bu sahada maç oynanırsa bizimkiler kat'iyen kazanamaz» diyor da başka şey demiyorlardı.
jacqueline ise yağmuru oldum olası sevmezdi. işte arkadaşları ile televizton başına toplanmış, hava raporunu dinledikleri sırada gene somurttu, meteroloji, yağmurun devam edeceğini, hatta şiddetleneceğini bildiriyordu. hemen aynı anlarda nice'in bir başka sokağındaki bir apartman dairesinde james dean benzeri sarışın yakışıklı bir genç de pencereye yaklaşıyor ve «of hâlâ bitmedi» diyordu. doğrusu nice'in lüksemburglu kaptanıu, solaçığı nurenberg'den başkası olmıyan bu genç, ne kadar üzülse yeri idi. takımının yağışlı havada iyi oynuyamadığını biliyordu ve pencereden cama vuranyağmur tanelerini görünce kederi biraz daha artmıştı.
fenerbahçeliler ertesi sabah antrenman yapmak üzere stada gittiklerinde «bravo şu fransızlara» diyenler görüldü. bu sözü nice'e bir kaç gün önce gelmiş olan türk gazetecileri söylüyordu. hakikaten bir gün önce göl halindeki saha, yağmurun durması beklenmeden hemen temizlenmeye başlanmış ve işte yağmur bir an kesiliverince de, 24 saat önceki gölcükler yok oluvermişti. evet, sarı- lacivertliler kaldıkları otele otobüsle 20 dakika mesafedeki leo-lagrange stadına antrenmana geldikleri sırada yağmur durmuştu. ama da gene saha idman yapılacak gibi değildi. nitekim sabah saat 10 da maçı idare edecek çekoslovak hakemler triosu sahayı gezmiş ve bunlardan orta hakemliğini yapacak olan macko «doğrusu bu sahada iyi bir futbol oynanmaz, ama nizami şartlar henüz kaybolmamış. mac şu anda olsaydı ben oynatırdım. tabii kesin karar yarın sabah. bakalım gece yağacak mı, yağmıyacak mı?» diyordu. hakem macko haksız değildi. 2 aralık çarşamba günü saat 10 da herhangi bir karar vermeye imkân yoktu. çünkü nice'de yağmur hep böyle durur gibi oluyor, sonra birden bardaklardan, hatta damacanalardan boşanırcasına yağmağa başlıyordu. fenerbahçeli futbolcular, ötedenberi yeşilköyde çınar'da kampa girdiklerinde «plove» şarkısını dinlemeyi, söylemeyi severlerdi. işte italyanca «yağmur» mânâsına gelen bu şarkı şimdi nice'de karşılarına gerçek olarak çıkıyordu. bunu aralarında da konuşuyor, «plove yağmaya devam etsin, nice'i yeneriz.» diyorlardı.