ilk basımı 2009 olan yavuz yıldırım, mustafa uçar'ın derlediği "sıcağıyla, acısıyla adana futbolu" kitabından;
"5 ocak'tan sevgiler...", feridun düzağaç
"bir yazı isteriz senden, adanalı bir futbolsever olarak" suflesi verilmiş kulağıma; sufleyi veren, futbol denince akla, algıya, kalbe düşen, en bir güzel en bir bilge ve de o denli büyük bir usta olunca, hadise ehemmiyetini dörde katlıyor. yazı yerinde yazılmalı. memleketin yollarına düşülür; yol boyunca futbola ve adanalının futbolu yaşama biçimine dair hatıralar tazelenmeye çalışılır.
çocukluğumuzda ve ilk gençlikte kentin topçularından biriyle karşılaştığımızda olayı ne kadar büyütüp nasıl da inanamaz ve mest olurduk ve her karşılaşmamızda hepimize içten sıcacık gülümseyen, başımızı okşayan "geçmiş zaman topçuları"; bir çizgi masal kahramanı sandığım ısa, minicik futbol devi rasin, tekniğine hayran olduğumuz gürcan, sert kaptan timuçin, bir maçtaki kurtarışını, trt radyo nakleninden adını üç a ile söyleyen abidin aydoğdu'nun dakikalarca anlattığı "yere paralel olabilen kaleci" malik, sağ kulvarın yılmaz sprinteri deli hüseyin, boyuna inat büyük panter eser, mavi şimşeklerin devamlılık abideleri orhan'lar, daha çok basketbolcu olabilir dedirten "fiyakalı transfer" erol togay, rüzgarın oğlu reşit, fenerbahçe'ye gittiği dönemde çok dramatik kaybıyla üzüldüğümüz kayhan ve kaynak ailesinin son kahramanı orhan...
halkıma sorulsa en popüler adanalı topçunun cevabı fatih terim'e dair en çarpıcı hatıram pek de hoş değildir benim; kaçan penaltıya sevindiği için demirsporumuzun kaptanı erol togay'a kafa atmak suretiyle saldırdığı maç, sonradan futbolumuzun imparatoru ilan edilecek bu hemşehrimizin, top toplayan çocuğa tokadını da tribünde ense kökümde hissetmişimdir. hepimiz top toplayan çocuk olmak isterdik. ben her beşiktaş maçında konuyla ilgili ilgisiz kimlere dil dökmüşümdür, ah...
ne vakit adanalılıktan söz açılsa algının kebap ile sınırlı kaldığını görür ve hâlâ bir ince rahatsızlık duyarım lakin memlekette maça gitmek duygusunda adım başı kurulan tezgahların tüten dumanları bu gerçeği bir tokat gibi yüzümüze vurur; şehrin futbol mabedi '5 ocak stadyumu' bir maç öncesinde "google earth"den görüntülenmeye çalışılsa sanırım kebapçıların dumanlarından muvaffak olunamaz. tepeden görünemezliği dışında bir başka özelliği de, içeri girmek için geçmek zorunda kalacağınız iki turnike arasında bir çayır çimen yürüyüşü imkânı bulacak olmanızdır. geliniz görünüz ki bu asla bir şikâyet konusu olamaz çünkü adanalı, futbolu ve kebabı ve yavaş yavaş aylaklanmayı sever, çok sever.
uzun zaman olmuş; kapalı tribünün girişini bulmak için tarif almak zorunda kalıyorum. maç mahalline yaklaştıkça mavi-lacivert çubuklu ve reklamsız formalar çoğalıyor. bir delikanlıya nerden alabileceğimi soruyorum; ne mutlu ki kentimin takımları da çağın moda gereksiniminin gerisinde durmayıp kurmuşlar `resmi ürün tezgahlarını". uzun kollusu yokmuş madem kısası da yakışmış hem ve üstelik ben beşiktaşlıymışım zaten. satıcı delikanlının şu "fd" suretimizi bilir de onun çağlarında nasıl bir demirsporlu taraftar olduğumu bilmez haline tebessümle cevap verip gişeye yöneliyorum. belki de yirmi yıl sonra, sevgili tanıl hoca'min ricası üzerine, hazır anacığımı da yazlık istanbul mesaisini tamamlamış ve yuvasını özlemiş haliyle evimize bırakmış hayırlı evlat edam suratımda, tipik bir adanalı olarak aylaklanıyorum stad çevresinde. rahmetli babacığım adanamızın takımlarına eşit mesafede durur, çok ısrar ettiğim için beşiktaş maçlarına götürürdü. kapalı tribünden izler ve yine de gizlerdik beşiktaşlılığımızı. özellikle demirspor ile oynarken garip bir suçluluk hissederdim. bir keresinde çocuk aklı dua ederken yakalanmıştım babama "allahım lütfen şu siyah beyaz formalılara güç ver kazanmaları için" derken. akşamında gülerek sormuş ve futbolda duaya yer olmadığını anlayacağım dilde anlatmıştı ki çocukluğuma dair ve en kıdemli, en sevgili hatıramdır; babam tarafsız ve diğer maç arkadaşım sevgili sami dayım adanasporlu iken neden demirsporlu olduğumu anlatmak çok kolay değil. sanki o zamanlarda adanaspor taraftarları bize göre daha çok ve etkinlerdi. adalet, eşitlik bağımlısı içimden duruma kendimce müdahale etmek istemiş olmalıydım. bir de sanki, ne sankisi canım apaçık, adanaspor fanatiklerinin kale arkası köşesi olan "çılgınlar locası"nda, diğer kale arkasındaki "şimşekler grubu"ndaki kadar keyif ve huzur hissedemiyordum. ve tartışılmaz hissedilir bir farkla biz demirsporlular daha kötü gün dostu olmayı başarabiliyor ve daha yaratıcı ve ateşli bir taraftar profili çiziyorduk. bu bir neşriyata düşer ve şu faniyi ölümsüz kılarsa bu yazıya bu satırlardan dolayı en büyük itiraz inönü kapalıdaki partnerim sevgili tolga erdinç'ten gelecektir; yazmak, yazılan her ne olursa olsun riskli iştir.
şimşekler grubu'na yakın olmak ve belki biraz fotoğraf çekmek üzere onların bulunduğu açık kale arkasına yakın kapalı köşesinde yerimi alacağım. rakip marmaris, hava yaz bahar; güneş altında iki saat, yağmur çamur demeden takım destekleyen bu taraftarı bozar sanırım, bu yüzden her zaman oturdukları köşeyi bırakıp gölgede konuşlanmışlar. bu bilgi üzerine yön değiştirip sonunda içeri girmeye karar veriyorum ve bir yenilik fark ediyorum; meşhur seyyar kebapçılarımızın yanına konuşlanmış tantuniciler de var ki tantuni mersin'i, mersin idman yurdu ise ister adanaspor ister adana demirsporlu olsun tüm adanalı futbolseverlerin ortak ve nedenini asla anlayamadığım nefretini temsil eder. bir adanasporlu ile demirsporlu arasında iki ortak nokta olur; adanalılık ve mersin idman yurdu nefreti. oysa ben severdim mersin idman yurdu'nu da; içimden üzülürdüm hallerine. kentimizin hangi takımıyla oynadığı hiç fark etmez aynı zulmü görür giderlerdi. stad çevresinde kırılmadık cam kalmazdı. ortalık çoğu zaman savaş alanına dönerdi. çocuk aklımla mersin için fevkalade endişe ve üzüntü duyardım; tantuni mersin de pişer, kokusu memlekete de düşer oysa doğru olan vuku bulmuş ve kebaptantun' kardeşliği 5 ocak'ta yanyana durmuş. bu gelişme beni umutlandırıyor, aradan geçen zamanda mersin ile barış ve dostluk sağlanmıştır kim bilir diye düşünüyorum.
çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda sezonlar arası daha uzun, dolayısıyla futbola özlemimiz daha acımasız olur ve imdada spor yazarları derneği kupası yetişirdi. adana demirspor, adanaspor ve mersin idman yurdu, dördüncü davetlisi değişen bu turnuvaların değişmez üçlüsü olurlardı. hatta şahit olduğum en ilginç penaltı vakası bu turnuvaların birine denk düşer. adanaspor'un efsane kaptanlarından timuçin rakibin ayağından usulca auta süzülmekte olan topu, bir an önce oyuna sokmak amacıyla elleriyle tutup kaleci malik'e yollar, fakat top çıkmamıştır ve hakem sanırım büyük bir üzüntü ve çaresizlik hissiyle penaltıyı çalar.
bu mersin nefreti kadar anlaşılmaz hatta daha da anlaşılmaz bir başka gerçek, kentin iki takım taraftarları arasında varolan ebedi ve ezeli tahammülsüzlük ve sevgisizlik halidir. bir adanasporlu ile demirsporlu, sözgelimi iki komşu esnaf, futbol dışında her konuda müthiş bir dayanışma ve paylaşım içinde olabilir ama söz konusu futbol ve taraftarlık olunca akan sular duruverir. bir demirspor taraftarının her yeni sezondan ilk temenni ve beklentisi adanaspor'u bir alt kümede görmektir ki tersi de kesinlikle geçerlidir. stad bile bu keskin ayrımın ve nefretin izlerini taşır. orta çizgi, tribünleri de hizalar ve ortadan ayırır. betonu boyamak için seçilebilecek en uygunsuz renkler olmasına rağmen stadın iki kutbu turuncu ve laciverte boyalıdır. kapalı tribün tavanında adanaspor yazıyor olması bir adaletsizlik olarak konuşulup durur.
stada girer girmez her zaman ve herhangi stadda olduğu gibi ilkin pankartlara bakıyorum. mavi üzerine lacivert ve şimşek ikonu ile süslenmiş geleneksel ve efsanevi "şimşekler" hemen göze çarpıyor. "venceremos", "söz konusu demirsporumuzsa hayat bir teferruattır", "bize hergün sevgililer günü", güncele ve gündeme aldırış etmeden her zaman olduğu gibi oradalar. güncele dair de bir pankart var; adanalıya özgü bir yaratıcılıkla hem de; kocaman bir türk askeri fotoğrafı ve altında dev harflerle "allahına gurban". o pankartın orada asılı olması ne kadar hazin ve derin bir gerçeğe işaret ediyor ama yaratıcı fikir içten içe gülümsememe engel olamıyor. o meşhur film şeridi anıların coşkusuyla hızlanıp 86-87 sezonundaki beşiktaşlıların dramında tatsızca duruveriyor. ne yalan söyleyeyim gözlerimle tribünü süzerken takılıveriyorum; denizlisporlu erol 86. dakikada hayatındaki tek frikik golünü inönü'de ağlarımıza gönderip şampiyonluk hayallerimizi kursağımızda koyduğunda, ben şampiyonluktan emin ve gururlu bir şekilde işte o köşede oturuyordum; oysa maç oynanmadan kazanılmıyor ve hakem düdüğünü çalmadan bitmiyor!
adana da bir maç için tribündeki yerimizi aldığımızda gözlerimiz ilkin meşhur amigo 'bo'yu arar ve bulurdu, hatta o demirspor maçlarında mavi lacivert, adanaspor maçlarında turuncu beyaz formasıyla kendisini fark ettirmeyi başarırdı. iki ellerini yana açar "lan beyler!" diyerek seyirciyi yönetmeye çabalardı. kocaman bir göbeği ve doğal olarak nefes problemi vardı. ellerini öyle şiddetli çırpardı ki bütün bedeni sarsılır ve göbeğinin titreşmesini hisseder gülerdik. gerçekte hangi takımı tuttuğu hep merak konusu olmuştu ve tabi ki onu, aslında diğer takımı tuttuğunu iddia ederek kızdırırdık, kızar ve uzaklaşır sonra yeniden dönerdi, tam bir futbol ikonuydu, stadyumun sembolüydü. yıllar sonra stadda oluşuma anlam verme merakıyla yanıma gelen gençlere tbo'yu, tantana kemal'i, ecevit'i, stad yanındaki amatör futbol maçlarına hizmet eden toprak sahanın bekçisi "huri kızı"nı sormaya cesaret edemiyorum; duyacaklarımı biliyorum sanki ve ne yazık ki sormuş ve cevabımı almışçasma kederleniyorum.
adana demirspor camiasının yepyeni ve çok da sevimli bir kahramanı olmuş; rafet başkan. 7-8 yaşlarında, sahanın tam ortasında, yıllarını takımı ve taraftarına adamış bir amigo edasıyla coşturuyor seyirciyi. herkesin yüzüne bir gülücük kondurmayı başarıyor. maç başlayınca tribündeki yerine yani bir "abi" omzuna konup şova devam ediyor. yanımdaki delikanlıya soruyorum; onsuz olmazmış. olmaz tabii ki, uzun zamandır görmediğim kadar güzel bir atmosfer ve kahramanı bir çocuk. sahalarımızda görmek istediğimiz şeyler bunlar. bir kez daha anlıyorum ki biz adanalıların bildiği ve en sevdiği sevgi sözcüğü "lan!". takım sahaya çıktığında "allahma gurban" olduğumuz "lan"lar bizi selamlıyor. güneşli bir pazar öğle vakti adana demirspor iddialı olduğu bir sezonda bir hakem infazının da yardımıyla marmaris'i üç golle geçiyor. yanımdaki gönüllü gençlerden sezon ve gelecekle ilgili bilgiler alıyorum; onlar "robinyo"lanndan ve takımlarından çok umutlular.
iyi ki bu yazı benden istenmiş ve gelmişim. futbolu sevmekten dolayı iyi hissettiğim bir gün. kendimi birbuçuk acılı adana ve şalgam suyuyla ödüllendirmeye karar veriyorum. bu anı fırtınası acıktırdı sanki, ben de umutluyum demirspor'dan ama keşke bu gençler mersin idman yurdu ve adanaspor'a duyulan geleneksel nefretten arınmış olsalar idi. dilerim rafet büyür "kocaman" bir adam olur. dilerim sadece adana demirspor değil, altay, eskişehir, ordu gibi futbolseven şehirler süperligli olur. umarım bütün topçular şefkat bekleyen küçük hayranlarının saçlarını okşamaya devam ediyorlardır. hoş bir vesileyle de olsa bir zaman yolculuğu yapmış olmanın tatlı yorgunluğu var. zaman ne çabuk geçmiş ne de yaşlanmışız. çoğu zaman ailelerimizden izinsiz maça kaçıp "abi biz de sizinle girebilir miyiz maça" yalvarmalarımız daha dün gibi oysa. ah mahalleye dönsem sokağa girince taştan kalelerimiz ve "takım arkadaşlarım" beni bekliyor olsa. reklamsız formalar, radyodan maç dinlemeler, çocukluk ve çocukçalık zamanlar...
"adana'da hava açık ve güneşli, 5 ocak stadı'ndan sevgiler ve esenlikler diliyorum."