milli namzetler son gün, bilet talebinden fırsat buldukça bol bol istirahat ettiler
lefter bağırdı: «- onu çiğ, çiğ yiyeceğim…»
hâdise, teknik komite üyeleri fikret kırcan ve gündüz kılıç’ın gözleri önünde cereyan ediyordu.
lefter’in yanında oturan suat’le karşısındaki ismail ve antrenör remondini şaşırmışlardı. dehşet, hayret ve korkudan büyümüş gözlerle leftere bakıyorlardı. kimi çiğ çiğ yiyecekti lefter? kendisini kızdıran bir arkadaşını mı? yoksa bugün sahada kendisini durdurmağa çalışacak hollandalı müdafileri mi? lefter tekrarlıyordu: «- onu çiğ çiğ yediğimi hepiniz göreceksiniz.»
evet, çok geçmeden lefter’in koca bir enginarı çiğ çiğ yediğini gördük. limon ve zeytinyağı, çiğ enginarı yenebilecek hâle getirmişti. bu, lefter’in hususî gıda rejiminin ancak bir kısmıydı. o, «büyük futbolcu» olmanın sırrına böyle, kendine müstesna şekilde bakarak erişmişti.
son günün notları
dün sabah «milliyet» ekibini, kapılarını vurarark can uyandırdı. can’ın bizlere gösterdiği büyük alâka, dikkatimizden kaçmamıştı. sebep neydi acaba? derhal kalktık, giyindik, kahvaltıya indik. can yanımızdan ayrılmıyordu. kahvaltıdan sonraki serbest saatte ne yapacaktık? can «üst kata çıkalım, ping-pong oynarız» diyordu. çocukcağızı tam maç arifesinde kırmak istemedik, yukarı çıktık. can teklifini değiştirmişti: «haydi, ping-pong topuyla bir futbol maçı yapalım» ve çok geçmeden takımlar kuruldu. can «iki taraf da aynı kuvvette olsun, ben bir takımda oynayayım, bedri ağabey de karşıdaki takımda» dedi. kabul ettik. az sonra «can - turgay» ekibiyle «naci - suat - bedri» takımı arasında heyecanlı bir maç başlamıştı. alkış ve takdirlerini esirgemeyen seyircilerin başında remondini, metin, aydın geliyordu. bir tarafın 2, diğerinin 3 kişi olmasını önlemek üzere, ben de can - tugay takımını takviye ettim. oyunu biz 4-2 kazanmıştık. turgay hiç gol atamamış, can ise sâdece bir tek sayı kaydedebilmişti. takımın 4 golünden 3 ünü ise… (yâni çok affedersiniz, hani kendimi methetmek gibi olacak ama) ben attım. evet, can, bedri’ye tekme atmaktan, bir golden fazlasını atmağa fırsat bulamamıştı. o zaman anladık ki, dünkü karikatürünün intikamını almak isteyen can, bütün gece düşünmüş ve sabah erkenden gelip bizi uyandırarak bedri’yi maçta «harcamış» tı.
öğle yemeğinde mustafa ertan’ın ankara’dan arandığı haber verildi. mustafa telefonda avazı çıktığı kadar bağırırken: «nasıl, diyordu, sesim çok yavaş mı geliyor?» telefon konuşması bittiğinde, mustafa masaya döndü ve can’a: «müjde, dedi, roma maçından sonra muhafızgücü ile kıbrıs’a gidiyorsun. şimdi ankara’dan bildirdiler.»
milli takım kampı dün ilk defa necdet erdem’siz kaldı. erdem, federasyon toplantısına katılmak üzere saat 9.30 da gitti, 14 te geldi. fakat ne dersiniz: bu 4,5 saatlik zamanda çocuklar gene talimatnâmeye harfiyen uydular. zira tam 4,5 saat, hepsinin gözü kapıdaydı: «aman dikkat, necdet ağabey şimdi geliverir.»
takımımızı bu maça bir italyan antrenör hazırladı. maçı italyan hakemler idare edecek. futbolcular kampta her akşam italyan müziği dinlemeden uyumadılar. italyan kuartetini teşkil eden sanatkârlar da bu noktaya işaret ediyor ve : «biz buradayken otelde kamp yapan türk milli takımı hiç yenilmedi. italyanlar türkiye’ye uğur getiriyor» diyorlar. orkestranın dört elemanından ikisine (şef paolo ile nello’ya) göre maçı biz 3-1 kazanacağız. diğer iki elemanı (tony ve giorgio’ya) göre de 4-0… piyanist tony ilâve ediyor: «eğer 4-0 galip gelirseniz bu kesin tahminimin mükâfatı olarak «milliyet» te resmimin çıkmasını isterim.»
dün akşam yemeğinden önce de eski ordu ve milli maçların maçların filmi gösterildi. amerikayı 19-0 yendiğimiz ordu maçını seyrederken, çocuklar hep «yaşa kadri, yaşa mustafa, yaşa mikro» diye bağırdılar. mikro dayanamadı: «bu, geçmiş hikâye, dedi, asıl marifet, yarın kendimize yaşa dedirtmek…»
bir sigorta şirketi milli takımı bu maç için sigorta etti. oyunda vukubulacak - allah göstermesin - bir kazâda malûl kalan olursa sigortadan 200 bin lira alacak. sigortanın yekûnu 2.200.000 lira tutuyor.
milli namzetler kampın son gününü daha ziyade dinlenerek geçirdiler. tabı bilet isteyenlerden fırsat buldukları nisbette… bir ara naci’nin telefonda şunları söylediği duyuldu: «ne olur, sizde bilet varsa, bana gönderin!...» herkes bilet için kampa koşarken, aldıgı biletler yakınlarına yetmeyen naci, dışardakilerden bilet istiyordu.
evvelki gün kendilerine «büyük teknik komite» adını vererek takım tesbit eden «mustafa ertan - b. ahmet - can - hilmi» ekibinde dün hiç hareket görülmedi. sordum: «artık vazifemiz bitti, şimdi oyuncu olarak maç heyecanına girdik» dediler.
dünkü hafif kültür fizik çalışması, otelin karşısındaki küçük sahada yapıldı. remondini antrenmanda bile düşünceli görünüyordu. «ne düşünüyorsun?» dedim… güldü: «bir antrenör maçtan bir gün önce sadece takıma vereceği taktiği düşünür» cevabını verdi.
ve nihayet…
hollanda maçı için kampa girileceği haberi çıktığı gün, bir okuyucumuz matbaaya kadar gelmiş, «rica ederim, milliyet ekibi de gene kampa girsi. takıma uğur getiriyor» demişti.
işte bir defa daha ay-yıldızlı formanın koruyucuları ile beraber kamp yaptık. amma bugünkü çetin maçta milli takımımızın başarı sağlamasını, ekibimizin uğuruna değil, doğrudan doğruya gençlerimizin ciddi, disiplinli, enerjik bir hazırlık devresi geçirmesine bağlıyacağız. evet, kendi uğurumuza değil, gençlerimizin kudret ve gayretine güveniyoruz.