maçı izlemek için son hazırlıklarımı tamamlarken kendi adıma bir tarihe tanıklık edeceğimi çoktan düşünmüştüm bile... hayatımda ilk kez anfield road'da bir maç izleyecektim. karşılaşma bittiğinde hakikaten de tarihe tanıklık etmiştim, lakin makus tarihe...
-yakir mizrahi
aynen başlıktaki gibi... maalesef oradaydım!.. durumu bundan daha iyi özetleyebilecek bir başlık, tarihi hezimeti bundan daha makul anlatabilecek bir cümle, anfield road'da benimle beraber bulunan yaklaşık 1.500 türk taraftar, gazeteci güruhu ve beşiktaş kafilesinin yıllar sonra, "o maçta var miydin?" sorusuna verebileceği bundan daha anlamlı bir cevap yok sanki... maalesef oradaydım!..
hayatımda ilk kez ingiltere'ye gidecektim, hem de maç günü. fakat belki ondan da önemlisi hayatımda ilk kez ingiltere'de bir maç seyredecektim. açıkçası hem uçuş hem de bu "hacı olma" heyecanı beni bir hayli yıpratınca, önceki akşam uyumak bana haram olmuştu! 10'daki uçağa yetişmek için sabah saat 6'da kalkacak olan ben, uçağı kaçırmamak için yattıktan sonraki her saat başında uyanıp yanı başımdaki çalar saati kontrol ettim. ve ne mi oldu? uykusuzluktan türk hava yolları'nın dört saat süren istanbul-manchester uçuşunda bendeniz deliksiz uykunun tadını çıkardı. ne de harikaydı!.. manchester'a indiğimizde ise aralarında çarşı'nın meşhur amigosu alen markaryan'ın da bulunduğu yaklaşık 10-15 beşiktaşlı taraftar havaalanının dibindeki trenle önce şehrin ana noktasındaki ana istasyona oradan da direkt liverpool'a gitmeyi güzergah olarak belirlemişti ama benim ilk olarak bir gece konaklayacağım otelime, "merhaba ben geldim" demem gerekiyordu. nitekim, akrep ve yelkovanın yerini "iki saatçik" geriye aldıktan sonra havaalanından bindiğim trenle otele en yakın istasyonda inip, "ben geldim" dedim... daha sonraki planım ise manchester sokaklarında biraz takılıp akabinde liverpool trenine atlayıp anfield road'un yolunu tutmaktı.
dediğim gibi hayatımda ilk kez ingiltere'ye ayak basacak olmamdan mıdır nedir, gitmeden önce tüm trenlerin saatlerini, manchester-liverpool arası ulaşım planım, liverpool-anfield road ulaşım seçeneklerini, liverpool'dan manchester'a dönüş için tren saatlerini internetten araştırmış ve dersime çalışmış bir şekilde ada'mn yolunu tutmuştum. gittiğimde bana sadece bunları uygulamak kalacaktı. ve hesapta hiç şaşma olmadan önceden planladıklarımın hepsi gerçekleşecekti, hem de dakikası dakikasına... acaba şartlar türkiye için geçerli olsaydı bu kadar mı her şey yerli yerine tamı tamamına otururdu? yorum yok... hani cumhuriyetin 85. yılına yaklaşırken bile söylediğimiz 10. yıl marşı var ya -yanlış anlaşılmasın bu marşı sevenlerden biriyimdir- "çıktık açık alınla, on yılda her savaştan"la başlayıp, "demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" diye devam eden... işte o marşta belirtildiği gibi eğer biz yurdu gerçekten demir ağlarla örmüşsek, "bu ingilizler de tüm cihanı demiryoluyla kuşatmışlar canım" diyesi geliyor insanın. adamlar nereden nereye gitmek istiyorsan oraya tren koymuşlar ve inanır mısınız, eğer ki bir trenin vakti 15:37 ise o tren 15:38'de yolunu almış oluyor. bu manada, trenlerin eski tren, rayların eski ray olduğu bir ortamda lokomotifin hızını arttırarak seferin ismini, "hızlandırılmış tren" diye millete yutturup, 22 temmuz 2004 günü sakarya'da onlarca kişinin ölümüne sebebiyet verenlere buradan selam edelim!..
efendim, birçoklarının aksine ingiltere'yi avucumun içi gibi bilemediğimden ötürü manchester ya da liverpool'un ada'nın hangi tarafında yer aldığını pek kestiremiyordum. ama bu tabirler bazı "çokbilmiş spikerler" tarafından zaman zaman o kadar çok kullanılıyor ki manchester'da gezinirken ve bir pizzacıda tıkınırken ben de bunları düşündüm, durdum. liverpool'a kuzeybatı ekibi diyebilirim ama ya manchester united'la manchester city'ye ne diyecektim? tam olarak yönlerini hesaplayamadım da!.. neyse, fazla oyalandım ben manchester'da. ver elini liverpool...
arada trenle 50 dakika süren bir yolculuk sözkonusu iki şehir arasında. ben yola çıktığımda hava alacakaranlık kıvamım biraz olsun geçtiğinden, hava ingiltere'de erken kararıyor bu arada, yol boyunca sizin içinizi açacak manzaralarla karşılaşamıyorsunuz. ancak en azından uçakla havadan gördüğüm kadarından bir tümevarım yapabilirim ki ingiltere bir yeşillik cenneti... her taraf yemyeşil ve evler genellikle villa tipli. insanın burada yaşayası geliyor da sürekli yağış, sürekli erken kararan hava da çekilmez ki be gülüm!.. herhangi bir liverpool maçını seyretmek için eğer yolunuz anfield road'a düşecekse size tavsiyem, liverpool lime street durağında yolculuğunuzu sonlandırmanız yönünde. istasyonun hemen çıkışının en fazla yüz metre ilerisinde anfield road'a giden otobüsler yer alıyor ve bu otobüslere binmenin bedeli 1.40 pound. sizi alıyor ve trafik yoksa en fazla 10 dakika içerisinde büyüleyici mekana yani stada getiriyor. o akşam iş çıkış saatine ve bir şampiyonlar ligi karşılaşması gecesine denk geldiğimden olsa gerek, biz o yolu 20-25 dakikada alabildik. bu arada unutmadan belirteyim, eğer aynı gün içerisinde trenle birkaç yolculuk yapacaksanız, biletlerinizi toptan almanız ekonomik yönden avantajınıza... ben gece liverpool'dan manchester'a dönecek olmam hasebiyle toptan bilet alımı yaptım, daha makul oldu. bir de trenin yaklaşık 8 pound olduğunu söylemem gerekiyor bittabii...
dediğim gibi planımı önceden çizmiştim, anfield road'a ulaştığımda da bu durum geçerliydi. "hacı olmak" için önce stadın etrafı tavaf edilecek, "you'll never walk alone" yazan shankly gates'in ve bill shankly büstünün önünde fotoğraf çektirilecek daha sonra kop tribünün girişinde etraf süzülecek ve en sonunda taraftar mağazasının hemen yanındaki kulüp müzesi gezilecekti. nitekim hepsini eksiksiz yaptım, hem de bir fazlasıyla... itiraf ediyorum hakim bey: taraftar mağazasına da girmek zorunda kaldım!.. stadın etrafını tavaf ederken, birkaç yıl önce kanlı bıçaklı olan türk ve ingiliz seyircilerin beraber maça girdiklerini hatta beraber maç öncesi analizi yaptığına tanıklık ediyordum. çok sayıda gurbetçi türk maçı izlemeye gelmişti ama bu arkadaşlar stadın dışında yapılan son tezahüratlardan bihaber olduklarından bağrışmalar pek karşılıklı gerçekleşemiyordu. olsun yine de herkes beşiktaş için oradaydı... bir sonraki hedefim olan shankly gates'in önünde fotoğraf çektirirken birtakım zorluklarla karşılaşmadım değil. o gün "yalnız kovboy" olmam nedeniyle, fotoğraf makinemi bir başkasına vermek zorundaydım. ancak bu kişi de işinin ehli olmalıydı! neyse, rastgele yapılan bir seçimin ardından makineyi emanet ettiğim kişi beni her defasında önümden bir başkası geçerken görüntülemeyi başardı. en az beş defa tekrarlanan çekimin ardından altıncısında dileğim gerçekleşmişti artık. sıra, kop tribünün hemen arkasındaki bill shankly büstünün önünde bir fotoğrafımın kişisel albümüme konulması için yapılacak hamledeydi. ancak beşiktaş formalı bir türk benden hızlı davrandı ve kendi fotoğraf makinesini bana doğru uzatarak, "can you take my picture?" diye sordu. aslen istanbullu'yum ama tipimden olsa gerek zaman zaman ingiliz, irlandalı hatta istanbul'da taksiye bindiğimde karadenizli olabiliyorum. adamcağızın ingilizce sorduğu soruya ben türkçe, "tabii" diye cevap verince apışmayla büstün önünde poz verene kadar geçen sürenin uzunluğunu bir de ona sorun... neyse apışıp, ayıldıktan sonra sıra bendeydi; bu sefer o çeken, ben de çektirendim!..
maça yaklaşık iki saat kala kop tribünün önü ana-baba günüydü desem kabaca ortamı anlatmış olabilirim umarım. liverpoollu'sundan beşiktaşlısına, galatasaray formalısından fenerbahçe ve milli takım formalısına kadar herkes oradaydı o aralar. türkler, ilk maçta inönü stadı'ndaki enfes atmosferin vermiş olduğu haz ve gazla kop'un önünde ses denemeleri yaparlarken, ingilizler de aval aval "bizimkileri" kesiyordu. hele hele birkaç televizyon kamerası gelip, beşiktaşlıları çekmeye başlayınca desibel oranında müthiş bir artış gözleniyordu. bu arada yeri gelmişken ilk maçtaki enfes ortamı hatırlatmak isterim. çok şükür ki o maçı da yerinde seyretme şansına sahip olmuştum. 24 ekim akşamı ikinci yarının başlamasıyla beraber inönü stadı'nda 15-20 dakika süren öyle etkileyici bir görsel ve işitsel şov vardı ki, bir ara kalemi kağıdı bir kenara koyup sadece tribünleri izlemiştim. böyle bir atmosfer daha önce yaşanmamıştı!.. beşiktaşlı futbolcuların ayaklarının sahaya daha sağlam basmasını sağlayan bu tezahüratı ilk önce kapalı tribün başlatıyor ve bu yaklaşık 1,5 dakika sürüyordu. daha sonra yeni açık tribünü aynı tezahüratı yapıyor, akabindeyse numaralı ve eski açık...
tezahüratta ne bir söz, ne bir küfür, ne de futbolcunun elini ayağına dolayacak bir ritm vardı... sadece alkış, "o" harfinin egemen olduğu bir tempo ve kollan bir sağa bir sola, bir aşağı bir yukarı sallayan yaklaşık 32.000 kişi... olağanüstüydü, enfesti, şimdiye kadar olmayandı, bir milat yaratandı ve kuşkusuz takdir edilesiydi... zaten tezahürat 65. dakika gibi sona erdiğinde liverpoollu taraftarlar da alkışlarıyla bu müthiş desteğe "10 tam puan" vermişlerdi. ve aynı beşiktaş taraftan maç bitiminde ne yaptı biliyor musunuz? yense de yenilse de her maç sonrasında (iç saha-deplasman farketmeden) "you'll never walk alone" (asla yalnız yürümeyeceksin) şarkısını söyleyen kırmızı-beyazlı taraftarlan dinleyebilmek adına sustular, susmayan arkadaşlarını yatıştırdılar; onların bu geleneksel kutsama ve maçta terini akıtan her topçuya duydukları saygıyı ifade eden marşlarını dinlediler. bittiğinde hep beraber alkış tuttular... hoşgörünün, takdir edeni taktir etmenin, "ders alıp ders vermenin" bir örneğini göstermişlerdi beşiktaşlı taraftarlar, ilk maçta...
artık maça az süre kaldığından bir an evvel müzeyi gezmeliyim diye düşündüm. gerçi üç gün üç gece gezilecek büyüklükte bir müze değil ancak yine de "kırmızılar"ın anlı şanlı futbol tarihine bir bakış atmak isteyenler için son derece doyurucu olduğunu söyleyebilirim. giriş 5 pound. maç günleri sizi bir saat kalaya kadar içeri alabiliyorlar. istanbul'da elde edilen şampiyonluğun ardından basılan ingiliz gazetelerinin kupürleri büyütülerek müzenin girişindeki duvarlara yapıştırılmış. hatta aralarında, "bir istanbul masalı" başlıklı bizim bir gazetenin ön sayfasına da rastlayabiliyorsunuz. içeride her "unutulmayan"a ayrı bölümler yapılmış... bill shankly'ye, bob paislere, kevin keegan'a, heysel faciasına, istanbul zaferine... shankly'nin birbirinden veciz sözleri, paisley ve keegan'la gerçekleştirilen başarıları, heysel faciasında ölenler için büyük bir plaket, istanbul utkusunun izleri, hepsi müzenin duvarını kırmızıya boyayan önemli köşe taşlarından bazılan... bunun yanı sıra bir odada liverpool'un geçmişten bugüne başarılarını anlatan bir film ve diğer bir odada 3-0'dan 3-3 beraberliğe getirilen ve ardından penaltılarla elde edilen şampiyonlar ligi şampiyonluğunun hikayesini anlatan bir belgesel: "road to istanbul"... vaktim sınırlı olduğundan içeri girip sadece 5-6 dakika izleyebildim. gelişigüzel yapılmamış, milanlı üzgün taraftarlann da görüşlerini barındıran nitelikli bir belgesel gibi görünüyordu. bu belgeselin yanı sıra, müzede istanbul'a ait birçok şeyi de bulabiliyordunuz. en son kaldırılan kupa, maçta giyilen krampon, kullanılan top, benitez'in imzaladığı liverpool forması, vs vs... hepsini bu kadar yakından görmek heyecan vericiydi lâkin ekstradan 5 pound daha vermeniz durumunda, kulplanndan tutarken fotoğrafını çektirebüeceğiniz şampiyonlar ligi kupası'nın yakınında olmak aynı bir heyecandı. sanırım "hacı olma" yolundaki tüm 'vazifelerimi" yerine getiriyordum...
karşılaşmanın başlamasına daha bir saat 15 dakika daha vardı ve ben ne olursa olsun müzenin hemen bitişiğindeki taraftar mağazasına girmeliydim, fazlasıyla cezbetmişti beni ilk bakışta. "görev" eksiksiz yerine getirilmeliydi... öylesine büyük, öylesine kalabalık, öylesine binbir seçenek ürünle dolu ve öylesine kırmızı bir mağaza sizi karşılıyor ki inanın kendinizden geçmemeniz mümkün değil.
levent ertem de oradaydı
birasever liverpool taraftarı meğer çok "gentleman "miş!
ülker'in konuğu olarak liverpool'a giderken tarihe tanıklık edeceğimi biliyordum. 2010'da yıkılacak anfıeld road'da bir maç seyretmiş olarak artık kendi kendime "ölsem de gam yemem" diyebilecektim. fakat 8-0 yenilerek tarihe geçeceğimiz hiç aklıma gelmezdi. o maçın biletini buruşturmadan istanbul'a getirdim. ve uzun süre de saklayacağım. çünkü ileride o biletin bir müzayedede binlerce sterlin fiyata satılma ihtimali var.
oysa beşiktaş formasını giyip anfield'a adım attığımızda umutluyduk. ince çubuklu forma beni bile olduğumdan zayıf göstermiş, tribünde olmama rağmen büyük enerji vermişti. fakat ne yazık ki bu enerjiden sahadaki oyuncularda hiç yoktu. 15 gün önce liverpool'u 2-1 yenen kartal topçuları, lodostan sersemlemiş serçe kuşlar gibiydi.
ingiliz taraftar beşiktaş seyircisini gayet iyi karşıladı. maçın ilk yarısında çok canlı tezahürat yapan türk seyirciler zaman zaman liverpool kop'undan alkış ve takdir bile aldı. durum 7-0 olunca bizim tribündeki türk seyircilerden bazıları, "bu kadar yeter" deyip gitmek üzere hareketlenmişti. liverpool taraftarı bize kıs kıs gülüyor, "iyi ki geldiniz" der gibi bakıyordu. türk seyirciler tek sıra halinde çıkışa yönelmişti ki, artık biz de kalkalım dedik. maçın bitiş düdüğüne kadar kapıda dikilecektik. birden arkamdan "hey gentleman,"diye bir ses duydum. orta sınıf bir ingiliz futbolsever eliyle sahayı gösterdi, "corner, corner..." dedi. beşiktaş'ın köşe atışı kullandığı bu pozisyonu seyretmem gerektiğini ima ederek müstehzi şekilde sırıtıyordu.
sadece o sırıtsa iyi, bütün birasever ingilizler acınacak halimize tatlı tatlı gülüyordu.
kapı ağzında sekizinci golü de görüp, "bitsin artık bu çile" dedik. neyse ki alman hakem merk bizi duydu da maçı tam 90'da bitirdi...