merhaba millet! benim adım curtis. hatırlamadınız mı? yahu atina'daki şampiyonlar ligi finalinde bir tek filippo inzaghi benim kadar anons edildi stadyum içinde. 10 yaşındayım ama havam yerinde! o kadar ülke maçı canlı yayınladı ki meksika'ya gitsem orada bile,"aaa! siz o curtis misiniz?"diyerek bana galler prensi muammelesi yapacaklar...
maçı statta ya da televizyonda izleyemeyenler varsa onlar kaçırdıklarına yansınlar. bilmem acaba bu ünümle kate moss'la tanışma imkanım olur mu? bana büyük gelir diye düşünenlere teessüf ederim doğrusu. neyse ben size hikâyemi anlatayım. nasıl bu kadar ünlü olduğumun hikayesini.
dedim ya benim adım curtis. nottingham'da ailemle birlikte ikamet ediyorum. işin hoş yanı babam, liverpool'da oynayan jermaine pennant'ın uzaktan kuzeni. kaçıncı derece olduğumuza benim aklım ermiyor ama kuzen işte. dedem, 1978 yılındaki liverpool-brugge, şampiyon kulüpler kupası finaline onu götürdüğünde babam 7 yaşındaymış. golü atan dalglish'ten maç sonrası imza bile almış. aslında iki yıl önce istanbul'a da gitti babam. beni götürmesine annem izin vermedi. bu kez böyle olmamalıydı. annemi karşıma aldım ve en olgun sesimle, "anneciğim, artık 10 yaşma geldim. beni kurtlar kapacak değil ya! hem yunanistan, ab üyesi değil mi? ne olabilir ki?" dedim. bana şöyle bir baktı ve zannediyorum ki babamın elindeki ikinci bilet başkasına gitmesin diye kabul etti. hazırlıklarımı anlatarak sizi sıkmayayım. çünkü uçakta yanımızda oturan ted amca'ya (bir akrabalığımız yok ama koca adama ted diyecek halim de yok) bunları ayrıntılarıyla anlattım. hostesten devamlı viski istemesinde payım var mı bilmiyorum.
atina'ya iner inmez başka bir gezegene geldiğimizi düşündüm. nem oranından esmer insanların fazlalığına kadar bir yığın ayrıntı vardı. babamın aynı otelde kaldığımızı öğrendiği jim amca ve gerry amca ile taksiye atladık ve yola çıktık. maça birkaç saat vardı ve atina'yı gezmek istiyordum. otelin durumunu da geçiyorum. babam, istanbul'daki otelin daha güzel olduğunu söyledi. manzara açısından en azından. lobiye indiğimizde yaklaşık yüz liverpool taraftarı daha gördüm. bir tanesi yıkılmış gibiydi ve etrafına bağırıp duruyordu. anladık ki havaalanından tek başına bir taksi tutmuş ve şoför, onun cüzdanını ve biletini almış. hadi cüzdan neyse de bilet kaptırılır mı? babam, adamı sakinleştirmeye çalışanlardan biriydi. tam o sırada bir liverpool taraftarı daha bağırarak lobideki kaosa dahil oldu. kızıl saçlı ve adının sean olmasından dolayı irlandalı olduğunu anladığımız bir gençti. benim okulda da sean adında bir arkadaşım var ve onunla mars diye dalga geçeriz. kızıl gezegen ya! neyse sean'ın bir arkadaşı varmış.
bir şekilde sahte bilet yapmış ve satmaya kalkmış. tabii ki uyanık yunan polisine yakalanmış. insan ucuza mal ediyor diye ucuza satar mı? sırf bundan anlaşılmış durumu. stada gidişimiz 35 dakika kadar sürdü. yolda etrafı seyrettim. nottingham nire atina nire! çok farklı, çok... okula dönünce yazarım bir kompozisyon. öğretmenimden aferin alır otururum. tabii fanatik bir manchester united taraftarı olan okul müdürünün haberi olmaması lazım bu yazıdan. stada girerken biletlerimize üçer kez baktılar. tam içeri girerken tanıdık bir sesin avaz avaz bağırdığını duydum. bu hikayelerim yüzünden sarhoş olan ted amca'ydı. babam beni zorla içeri soktu. çok merak etmiştim ted amca'ya ne olduğunu? bana bile öyle acı acı bağırmamıştı.
tribünde yerimizi alırken yanımıza gerry amca geldi. nefes nefeseydi. ted amca'nın durumunu öğrendiğini söyledi. saf bir ingiliz olan ted amca gitmiş kendisini görevli diye tanıtan iki kişiye kontrol için biletini vermişti. ya o iki kişi sahte üniforma giymişti ya da karaborsa dan gelir sağlamak isteyen iki uyanık görevliydi. neyse şöyle oturaklı bir yumruk yiyen ted amca kendisini yerde bulmuş. bu kadar gelmiş ve içeri girememişti. babam, istanbul'da daha heyecanlı olduklarını söyledi. "artık tecrübeliyiz evlat" dedi. ama ben coşkulu olmak istiyordum. iki yıl önce nottingham'da evden annemin dizisinden arta kalan bölümde parça parça izlemiştim o maçı. bu arada milanlı taraftarların içeri girişlerine gözüm takıldı. eğlenceli gözüküyorlardı. kendi dillerinde kimbilir ne anlama gelen şarkılar söylüyorlardı. aynı bizim şarkımız gibiydi herhalde. her liverpool taraftan gibi you'll never walk alone'u ezbere biliyordum. bir keresinde o allah'ın belası manchesterlı müdür, god save the queen'i tam bilmediğim için beni azarlarken, "sen şimdi o lanet şarkıyı biliyorsundur" dedi. ben de ona, "herhalde yani. senin o lanet olası ferguson'unun karısına yazdığı aşk şiirlerini bilecek değilim ya?" yanıtını verdim. tabii ki annem okula çağrıldı.
maça yarım saat kalmıştı ki babam, "evlat içtik biraları. benim malum yere gitmem lazım. burada kal" mesajını verdi. ama tabii ki bir çocuğa bu öğüdü vermenin hiçbir anlamı olmadığını bilmeliydi. o gider gitmez yerimi terk ettim. yerimi terk ettikten sonra stadın koridorlarına çıktım. üzerimdeki liverpool formasıyla yanımdan geçen vatandaşlarımın kafamı okşamasına izin veriyordum. ama 5-6 dakikalık bir gezintiden sonra çevremde konuşulanları artık anlamadığımı fark ettim. bir baktım ki italyan bölgesindeyim. benim yerimde başka çocuk olsa ağlamaya başlardı. ted amca bile ağlardı, zaten muhtemelen o sırada ağlamaya devam ediyordu... ama ben bir kaşif gibi hissediyordum kendimi. ingiltere kraliçesi'nin emrinde önemli bir görevim vardı.
yanıma milan formalı 20 yaşlarında bir adam geldi. anlamadığım bir şeyler mırıldandı. gülüyordu. arkasına dönüp, "paolo" diye bağırdı. arkadaşı geldi yanımıza. ikisi de gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. paolo, yorkshire lehçesinden biraz daha anlaşılır bir ingilizce'yle, "merhaba ingiliz" dedi. benim ne dememi bekliyordu bu sersem! "merhaba italyan" mı? beni de aralarına alıp tribüne soktular. o sırada bizimkiler şarkıya başlamıştı bile. mırıldanıyordum şarkıyı. inanın milanlılar içinde de ezbere bilenler vardı. paolo, arkadaşı nicola'nm ingilizce bilmediğini ifade etti. tabii kendisi çok biliyordu ya! neyse paolo'nun ikinci takımı liverpool'muş zaten. bana onun yanında kimse zarar veremezmiş falan filan.
maç ilerledikçe bizimkiler bastırıyordu. hele hele benim kuzen bir gol kaçırdı ki! yahu o topa öyle vurulur mu? oyun ilerledikçe yanımdakiler endişe içinde tırnaklarını yemeye başladılar. ama şunu ifade edeyim ki italyan bayanlar süperdi. "ah!" dedim "yaşım biraz daha büyük olsaydı". bu arada bir ses duyuldu stadın içinden. bir ingiliz, "10 yaşındaki nottingham'lı curtis pennant lütfen danışmaya" tarzı bir şeyler söylüyordu. o an başımdan kaynar sular döküldü. babamı tamamen unutmuştum. ben burada keyif içinde italyan dostlarımla maç seyrederken o, kuzeninin pozisyonunu bile izleyememişti herhalde. mutlaka annemin onu nasıl paylayacağını düşünüyordu. bir an annemi düşündüm. "umarım dizisini izliyordur" dedim. dedim de tam o sırada milan frikik kazandı. ilk defa bizim kaleye gelmişlerdi. "bunu seyredip babama ulaşırım" dedim. demez olaydım, gol geldi... italyanlar öyle bir salladılar ki ortalığı! hatta paolo'nun esmer, yeşil gözlü kız arkadaşı gianna bana sarılıp öptü. yahu gitmesem mi acaba?
devre arasında paolo'dan yardımcı olmasını istedim. babamın yanına gitmek istiyordum. onun başvurduğu yunan görevli ise ne paolo'yu anlayabildi ne beni! ikinci yarı başladığında hoparlörlerden o asil ingiliz aksanı yine duyuldu. bana sesleniyorlardı. görevliye bu kez işaretleriyle derdimi anlatabildim! paolo'ya veda ederken gianna'nın telefon numarasını çaktırmadan aldım. belli mi olur yolum bir gün milano'ya düşebilirdi! babamın bulunduğu noktaya geldiğinde karşımda sinirden kıpkırmızı bir adam buldum.
babam, sayemde ilk 60 dakikayı pas seçmişti. zaten kalan 30 dakikada da milan'ın galibiyetini izledik. üzülmüştük ama babam, galiba beni bulduğu için, kazanmış kadar sevinçliydi. kupa törenini izlemeden çıktık stattan. dışarıda ted amca'yı gördüm. hala ağlıyordu. kaçan kupaya mı yoksa bilete mi bilmiyorum...
dedim ya artık ünlüyüm diye. okulda tüm arkadaşlarım benden imza istiyor. okul müdürü, milan'ın renkleri olan kırmızı-siyah bir kravat takmış bana gülüyordu. annem ise neyse ki dizisini izlediği için maça bakmamıştı bile. bu arada gianna'yı aradım. beni yazın milano'ya bekliyor. "paolo'yu eker beraber gezeriz" dedi komik ingilizcesi'yle. ekeriz tabii. ben ünlü curtis pennant'ım.