berliiin berliiin wir fahren nach berliiin... (berlin'e gidiyoruz...), okay karancan
4 stuttgart
fransa-isviçre maçıyla tanıştık bu şehirle. en ağrıma gideni basın merkezinde maçtan önceki gün isviçre radyoları için röportaj vermekti. hep malum hadiseye getirilip durdu konu...
bazen kötü bir şey olacağını düşünürsünüz ve olur. ne garip bu maçı anlatmadan önce 1994'e geri gittim. dallas'ta güney kore-ispanya maçında yaşadıklarımızı hatırlayıverdim. tansu polatkan, maçı telefonla anlatmak zorunda kalmıştı. maç başladı ve düşündüğüm başıma geldi. bir süre sonra cep telefonuyla devam ettim yayına.
stuttgart, ingiltere-ekvador, ispanya tunus, hollanda-fildişi sahili maçları duygusallığın zirvesine taşıdı futbol sevgimi. futbol kötü olsa da dünya kupası'nın asla kötülenmeyeceğini öğretti bana. yaşasın dünya kupası diye bu şehirde bağırdım avaz avaz!..
gana'nın sürgündeki prensinin park bekçiliği yaptığı stuttgart'ta geleceğin büyük futbolcusu maduro ile tanıştım.
çakmak çakmak bakan pırıltılı gözleri vardı. yanakları tombul tombul, kolları yumuk yumuktu. hollanda-fildişi sahili maçını izlemiş yaşlı gözlerle koşar adım naklen yayın arabasının bulunduğu p10'a yönelmiştim. kameraman banş tok, maduro'yu kucaklayıp severken dudaklarımdan little toure cümlesi çoktan dökülmüştü bile... "oui" dedi maduro"nun yanındaki genç bayan, "o bir toure'dir".
nasıl yani? "amcası kolo'yu izlemeye geldi!" şaka olduğunu düşündüm. "hayır" dedi genç bayan, "ben teyzesiyim!" arabasına binmeye çalışan beyi göstererek, "bakın o da babası" diye ekledi. tamam şimdi oldu... maduro'nun babası arsenalli kolo toure'nin ikizi gibiydi adeta.
babasının amcasının oynadığı her maça götürdüğü maduro'nun bir gün fildişi milli takımı'nın dünya kupası takımında yer alacağına şüphem yok.
dedim ya en çok stuttgart oyunlarını sevdim. hollanda'nın kazandığı maçın ardından iki tarafı ağaçlarla çevrili mercedesstrasse'de ilerlerken ağlıyordum. evet..
oturduğunuz yerden 15 metre ötede maradona elinde mikrofon yorum yapıyor. sık sık dönüp onun fotoğrafını çeken gönüllü çalışanlar sahayı görmenizi engellese de hoşgörülüsünüz. paraguaylı chilavert, sıcaktan bunalmış fifa kızlarından su istiyor. karşı tribünde turuncu binlerce formalının arasında bir türk takımının bayrağı dalgalanıyor. hava sıcak. hollandalılara kıyasla daha az sayıdaki fildişi taraftarının renk ve ses hareketine gözleriniz takılıyor. bbc muhabirlerinin van persie'nin futboluna ilişkin yorumlarını dinlerken faul kararı çıkıyor. yanınızdaki gazeteciye dönüp, "şu golün fotoğrafinı çekeyim" demenizle gol çığlıkları arasında kalıyorsunuz. öngörünüzle gurur duymakta serbestsiniz.
merdivenleri arşene wenger'le inerken röportaj talebinize kibarca hayır cevabı almanız bile keyfinizi kaçırmıyor. mösyö'nün merdivenleri arşene wenger'le inerken röportaj talebinize kibarca hayır cevabı almanız bile keyfinizi kaçırmıyor. mösyö'nün "kolo toure"yi nasıl buldunuz" sorusuna "her zamanki gibi" cevabından bir süre sonra yeğeni maduro ile tanışmışsınız, yaşasın dünya kupası!