ntv spor.net yazarı kaan tunçbilek yazmış. enteresan bir yaklaşım. paylaşmak istedim.
penaltının adaleti
hiç isyan ettiğiniz oldu mu? adaletsiz olduğuna inandığınız şeylere karşı çıkmak istediğiniz? kahramanın kendi adaletini sağlamak uğruna ortalığı cehenneme çevirdiği uyduruk bir hollywood fimine gönderme yapmıyorum tabii ki. daha ziyade, bazı şeylerin kurallar dahilinde olduğu halde size yanlış geldiğini hissettiğiniz durumlardan bahsediyorum.
montesqieu, iran mektupları'nı yazdığında fransa ayağa kalkmış. kendi yaşam doğrularının evrensel doğrular olduğunu düşünen fransızlar, iki acem'in paris maceralarını ve gözlemlerini okurken, ilk kez başkaları için farklı doğrular olabileceğini anlamışlar. belki bizim de, yürürlükteki yazılı kurallara göre doğru kabul edilen, ancak bir türlü benimseyemediğimiz bazı konularda biraz beyin jimnastiği yapmamızın vaktinin geldiğini düşünüyorum.
tartışmaya açacağım 1. konu futbol ve penaltı…
penaltıyı ilk olarak, 1890'da irlandalı bir kaleci olan william mccrum önermiş. aynı zamanda saygın bir işadamı ve her türlü barış faaliyetine katılan bir centilmen olan mccrum, oyuncuların rakibe gol attırmamak için her yolu denemesinden tiksinmiş ve bu önerisini irlanda futbol federasyonu'na iletmiş. öneri 10 ay sonra uluslararası futbol birliği kurulu'nda kabul edilmiş. ancak bu o kadar basit olmamış.
tüm futbol medyası, özellikle de ingilizler ayağa kalkmış bu öneri sonrası. hatta ingilizler, bir ingiliz beyefendisinin asla rakip oyuncuya kasten faul yapmayacağını, böyle bir önerinin de ancak irlandalılardan çıkacağını savunmuş. ancak bir fa cup çeyrek finalinde, savunma oyuncularından biri topu çizgi üzerinde elle kesince ve serbest vuruşta, kale çizgisinin üzerinde duran kaleci rakibin bütün açılarını kapatarak golü önleyince mccrum'ın önerisi taraftar toplamaya başlamış.
öte yandan, penaltı uygulamaya geçtiğinde, bazı kaleciler diğerin dibinde atışın gol olmasını beklemeye, bazı oyuncular da topu bilerek dışarı atmaya başlamış. çünkü penaltının, oyunun ruhuna ve sportmenliğe aykırı olduğunu düşünüyorlarmış.
işte böyle ilginç bir başlangıcı olmuş penaltının. ancak o günlerden beri kimsenin penaltının özünü sorgulamıyor olması da tuhaf. oysa tartışılması gereken en önemli konu şu: "penaltı bir takıma verilen bir ödül müdür, yoksa diğer takıma verilen bir ceza mı?" cevabınız "her ikisi de şeklindeyse, o zaman soruyu şöyle soralım: "kurallara göre doğru verilmiş bir penaltı, lehine verilen bir takım için her zaman hakedilmiş bir ödül müdür?"
son haftalarda yaşadığımız penaltı tartışmalarını bir düşünelim. beşiktaş – fenerbahçe karşılaşmasının sonlarına doğru, gol pozisyonuyla çok da ilgili olmayan bir noktada fenerbahçeli kazım topa elle müdahale ediyor. fenerbahçe – kayseri karşılaşmasında devid kendini yere bırakıyor. gençlerbirliği – galatasaray karşılaşmasında sabri rakibini ite ite kendine yol açıyor. biz bunları ve benzer örneklerini sezon başından beri şiddetle tartıştık.
şampiyonlar ligi'ne gelelim. çeyrek final. muteşem bir liverpool – arsenal karşılaşması izliyoruz. arsenal karşılaşmayı 2-2'ye getiriyor ve avantajı eline geçiriyor. son dakikalarda, liverpool'lu babel soldan ceza sahasına girerken rakibiyle çarpışıyor. hakem penaltıyı işaret ediyor. aslında pozisyonun penaltıyla pek bir alakası yok gibi. ayrıca 100% gol pozisyonu da değil. şampiyonlar ligi'ni kazanacak kapasitedeki arsenal belki de bu kararla eleniveriyor. yarı finalde barcelona – m.united karşılaşıyor. ronaldo savunmanın hatalı pasını yakalıyor ve topu milito'nun yanından atıp geçerken düşürülüyor. 100% gol pozisyonu ve açık bir penaltı. ancak hakem aynı görüşte değil. belki de bu karar şampiyonlar ligi şampiyonunu değiştirecekti. dünya kupalarına ise hiç girmeyeceğim.
bu pozisyonların hepsi birbirinden farklı. kimi tamamen net bir gol pozisyonu, kimi gol ile alakası olmayan bir pozisyon. tek ortak noktaları ise ceza sahası denilen bölgede meydana gelmiş olmaları.
bana göre penaltı kararlarının bu kadar çok tartışılmasının ve oyunun kaderini bu kadar etkilemesinin arkasında penaltının sakat bir kural olması yatıyor. oysa biz penaltının özünü değil değil penaltı kararlarını tartışıyoruz.
öte yandan bir gerçek daha var ki, tüm dünyada hakemler ceza sahasındaki pozisyonlarla, dışındaki pozisyonlara farklı davranıyor. ceza sahası içinde yapılan ve "buna penaltı mı çalınır" dediğimiz birçok müdahaleye, sahanın herhangi başka bir yerinde normal olarak algıladığımız bir faul çalınabiliyor.
bir başka gerçek ise, penaltılara yapılan itirazların şiddetinin, -haksız olmasından öte-, gol pozisyonuna uzak olduğu zaman artması. haketmedikleri bir gol yeme ihtimali oyuncuların itiraz psikolojisini tetikleyen bir unsur oluyor.
dolayısıyla şunu tartışabiliriz. savunmanın ihlallerinin cezasının "ceza sahası" diye adlandırılan bir bölgeye indirgemeli miyiz? mesela aklıma gelen ilk düşünce pozisyonun değerine göre penaltı verilmesi. ki, zaten hakemlerin elinde kırmızı kart gerektiren gol pozisyonları üzerine bir değerlendirme kriteri var ve bu pozisyonlar penaltı kadar tartışılmıyor. bunun kolay gol şansını azaltacağını düşünebilirsiniz. oysa bu durumda hem hakemler ceza sahası içi ve dışındaki pozisyonlar arasında şiddet farkını daha az gözetecek ve ceza sahası olarak adlandırılan bölgede daha fazla serbest vuruş verebilecekler, hem de şampiyonlukların kaderini kurallar değil oyuncular etkileyecek. ceza sahasında barajların yaratacağı yığılma ise oyuncu sınırlamasıyla giderilebilir. örneğin topun önüne belli sayıda oyuncudan fazlası geçemez gibi.
ikinci konumuz: eşitlik bozma penaltıları
diğer konuları daha kısa geçiştireceğim. geçtiğimiz çarşamba gecesi, şampiyonlar ligi şampiyonunu bir kere daha penaltı atışları belirledi. daha önce 2 kez dünya kupası'nda şampiyonu belirlemişti penaltı atışları. 1 kere de avrupa şampiyonunu. yarı finalleri saymıyorum bile. kimilerimize göre gayet eğlenceli ve heyecan verici bir kural bu. ancak sonu da bir o kadar hüzünlü. çarşamba gecesi olduğu gibi, bir tek oyuncunun ayağının kayması bir tarafı sevinç, diğer tarafı hüzün gözyaşlarına boğabiliyor.
ancak burada bana ters gelen olay şu: eşitlik bozma atışları, bir tarafın şanssızlığı veya beceriksizliğine endeksli olmamalı. oysa başarma ihtimali 90% olan bir atış tamamen bunu sağlıyor. kaleci kurban gibi bekleyip, bir mucize yaratmaya çalışıyor. atıcı ise sadece topu köşelerden birine yeterli hızda göndermek gibi daha kolay bir iş yapmak zorunda. bence eşitlik bozma atışlarının, oyunculardaki yeteneğe endeksli olması gerekiyor. atış sistemini de buna göre değiştirmek, daha adaletli bir sistem yaratacaktır.